Bir ülkenin meşruiyetini ve vatandaşlarının devlete duyduğu güveni sağlayan en önemli unsur, bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemidir. Hukukun üstünlüğü ilkesi, bireylerin hak ve özgürlüklerini koruyarak toplumsal barış ve istikrarın temelini oluşturur. Demokrasinin dayanağı olan kuvvetler ayrılığı ilkesi, yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden bağımsız olmasını gerektirir. Yargı, yalnızca hukuka dayanarak, her bireye eşit ve tarafsız şekilde uygulandığında gerçek anlamda bağımsız olabilir.
Ancak son yıllarda, yargının bağımsızlığına dair tartışmalar artmış ve yargı süreçlerinin siyasi ve sosyal gelişmelerden etkilendiği algısı oluşmuştur. Bağımsız bir yargı olmadan kuvvetler ayrılığı ilkesinin işlemesi mümkün değildir. Hukuk kurallarının herkese eşit uygulanması ve yargının hiçbir dış etki altında kalmadan karar verebilmesi, hukuk devletinin sürdürülebilirliği açısından kritik bir öneme sahiptir.
Yargı Süreçleri Üzerine Toplumsal Algı ve Hukuk Güvenliği
Günümüzde bazı yargı süreçlerinin kamuoyunda geniş yankı uyandırdığı ve hukukun işleyişine dair farklı değerlendirmelere yol açtığı görülmektedir. Özellikle bazı hukuki işlemlerin zamanlaması, yargının gerçekten bağımsız olup olmadığı yönünde tartışmalara neden olmaktadır.
Adaletin tesisi açısından önemli olan yalnızca hukuki kararların doğruluğu değil, aynı zamanda bu kararların toplum nezdinde nasıl algılandığıdır. Hukuki işlemler ve yargılamalar, hukuka uygun olsa da zamanlamaları siyasi saikle yapıldığı algısını doğurmamalıdır. Yargıya duyulan güvenin korunması için hukukun her birey için eşit, adil ve öngörülebilir şekilde işlemesi gerekir.
Hukuki Güvenlik İlkesi, Kazanılmış Hakların Korunması ve Hukukun Eşit Uygulanması
Hukuki güvenlik ilkesi, bireylerin yasal haklarının korunmasını ve devletin hukuka uygun hareket edeceğine dair öngörülebilir bir sistemin var olmasını garanti altına alır. Hukuk devleti ilkesinin temel unsurlarından biri olan kazanılmış hakların korunması, bireylerin hukuka ve devlete olan güvenini tesis eder.
Kazanılmış hakların geriye dönük olarak ortadan kaldırılması veya hukuki belirsizlik yaratacak kararların alınması, yalnızca ilgili kişiler açısından değil, toplumun geneli için de büyük bir risk oluşturur. Adaletin sağlanabilmesi için hukuk kurallarının herkese eşit uygulanması zorunludur. Hukukun, kişilere, siyasi kimliklere veya toplumun belirli kesimlerine göre farklı uygulanması, hukuk devleti anlayışına ciddi zarar verir.
Hukukun Üstünlüğü, Yargı Bağımsızlığı ve Devletin Meşruiyeti
Kuvvetler ayrılığı ilkesi, demokrasinin sağlıklı işlemesi için en temel güvencelerden biridir. Yargının bağımsız olmadığı bir düzende, yasama ve yürütme organlarının denetimi mümkün olmaz ve hukukun üstünlüğü zedelenir.
Bir ülkede hukuk güvenliği kaybolursa, yurttaşlar devlet mekanizmasına olan inançlarını yitirebilir ve bireysel haklarını koruma konusunda alternatif yollar aramaya yönlendirilebilir. Bu da toplumsal düzenin bozulmasına, devlete olan güvenin zedelenmesine ve nihayetinde huzursuzluk ve istikrarsızlığa neden olabilir.
Hukukun üstünlüğü ancak, tüm bireylere eşit, tarafsız ve öngörülebilir şekilde uygulanarak sağlanabilir. Yargının bağımsızlığına gölge düşmesi, yalnızca adalet sistemine zarar vermekle kalmaz, aynı zamanda demokratik düzeni ve devletin meşruiyetini de derinden sarsar.
Sonuç ve Öneriler
Türkiye’de yargının bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü, yalnızca mevcut yargı süreçleri açısından değil, ülkenin gelecekteki demokratik istikrarı açısından da kritik bir meseledir. Hukuk devleti ilkesi, ancak yargının tarafsız olduğu ve hukukun herkese eşit uygulandığı bir ortamda gerçek anlamını bulur.
Adaletin olmadığı bir düzende hukuki öngörülebilirlik ortadan kalkar, hukuka olan güven sarsılır ve toplumsal istikrarsızlık ortaya çıkar. Hukuk, yalnızca mahkemelerde verilen kararlarla değil, toplumun her kesiminde adaletin sağlandığı inancıyla güç kazanır.
İşte bu sebeple, hukuk devletinin sürdürülebilirliği ve toplumsal barışın korunması için en önemli ilke unutulmamalıdır:
“ADALET, MÜLKÜN TEMELİDİR!”
Av. Uğur ŞİMŞEK