Yargıtay uygulaması ve doktrinde ifade edildiği üzere satılanın, satış sözleşmesinden beklenen amacı sağlayacak nitelikleri taşıması ticari doğruluk gereğidir. Satıcı, satış sözleşmesini yaparken alıcının göz önünde tuttuğu tahsis ve kullanma yönü bakımından onun değerini ve elverişliliğini kaldıran ya da azaltan bir eksikliğin bulunmamasını sağlama borcu altındadır (Prof.Dr.Cevdet YAVUZ, Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 10.Bası, İstanbul 2014, s.126). 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Ayıptan Sorumluluk” başlığı altında düzenlenen 219.maddesinde de; “(1) Satıcı, alıcıya karşı herhangi bir surette bildirdiği niteliklerin satılanda bulunmaması sebebiyle sorumlu olduğu gibi, nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan, kullanım amacı bakımından değerini ve alıcının ondan beklediği faydaları ortadan kaldıran veya önemli ölçüde azaltan maddi, hukuki ya da ekonomik ayıpların bulunmasından da sorumlu olur. (2) Satıcı, bu ayıpların varlığını bilmese bile onlardan sorumludur.” şeklinde düzenleme mevcutttur. Bu çerçevede Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 25.09.2012 Tarihli 9832/10921 sayılı kararında gizli ayıbın tanımı yapılmıştır; “…Açık ayıp, eserin iş sahibine teslimi anında kolaylıkla görülebilen ayıplardır. Buna karşılık gizli ayıp eserin tesliminden sonra ve kullanım sırasında kendini gösteren ayıp türüdür.” Yargıtay 15.Hukuk Dairesi’nin 16.04.2019 Tarihli 2018/4472 Esas 2019/1813 Karar sayılı kararında da gizli ayıp; “…Gizli ayıplar ise basit bir kontrol ve muayene ile ortaya çıkmayıp kullanılmaya başlanmasından sonra ortaya çıkan ayıplardır.” şeklinde tanımlanmıştır. Aynı şekilde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 24.05.2017 Tarihli 2017/13-678 Esas 2017/963 Karar sayılı kararında gizli ayıp; “…durumun gerekli kıldığı, muayene ile anlaşılamayan ayıplar gizli ayıptır.” şeklinde izah edilmiştir. Gizli ayıp, öğretide de satılanın, gözden geçirilmesi sırasında görülemeyip daha sonra, genellikle kullanılması sırasında ortaya çıkan ayıp olarak tanımlanmaktadır (Prof.Dr.Fikret EREN, Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 4.Baskı, Ankara 2017, s.111 ; Doç.Dr.Burak ADIGÜZEL, Tacirler Arası Ticari Satış, Ankara 2020, s.141 ; Hakim Mehmet Akif TUTUMLU, Ayıplı Mal Hukuku, 2.Baskı, Ankara 2023, s.85). Yargıtay 19.Hukuk Dairesi’nin 27.11.2019 Tarihli 2018/371 Esas 2019/5316 Karar sayılı kararında da satım konusunun taşıma aracı olması halinde gizli ayıp hususu şu şekilde değerlendirilmiştir; “…servis kayıtlarının incelenmesinde; servis tarafından bir kısım hizmetler verilmiş ise de esas itibariyle arızanın giderilemediği ve en son 18/03/2015 tarihinde aracın yeniden arızalanarak yolda kaldığı, bu durumun ARAÇTA GİZLİ AYIP BULUNDUĞUNU GÖSTERDİĞİ, tespit raporunun 19/03/2015 tarihli olup davacı tarafından 23/03/2015 tarihinde davalıya ihtar çekildiği, bu itibarla süresinde ve usulüne uygun bir şekilde ayıp ihbarında bulunulduğu, 0 km araçta bu kadar kısa sürede bu denli arıza çıkmasının normal olmadığı, …” Yargıtay 13.Hukuk Dairesi’nin 29.01.1987 Tarihli 13/437 sayılı kararında da benzer yönde bir değerlendirme mevcuttur; “…satım konusu mal bir deniz motorudur. …Şayet teslim alındığı tarihte yapılan çalıştırma ile motordaki arıza anlaşılamıyor ve ancak uzun süreli bir çalışma sonucunda arıza meydana çıkabiliyorsa o takdirde bu ayıba gizli ayıp denir.”
Tüm bu hususlarla birlikte Türk Borçlar Kanunu’nun 225.maddesinde; “(1) Ağır kusurlu olan satıcı, satılandaki ayıbın kendisine süresinde bildirilmemiş olduğunu ileri sürerek sorumluluktan kısmen de olsa kurtulamaz. (2) Satıcılığı meslek edinmiş kişilerin bilmesi gereken ayıplar bakımından da aynı hüküm geçerlidir.” şeklinde düzenleme mevcuttur. Bu kapsamda tacirler arası ticari satımlarda satıcının bilmesi gereken ayıplar, tacirin ağır kusurlu davranışını doğurur. Zira ticari satışlar açısından basiretli tacir gibi davranma yükümlülüğü, tacir olan satıcının bilmediği ayıpları bertaraf eder (Doç.Dr.Burak ADIGÜZEL, Tacirler Arası Ticari Satış, Ankara 2020, s.145). Yargıtay 19.Hukuk Dairesi’nin 19.10.2017 Tarihli 2016/19104 Esas 2017/7133 Karar sayılı kararında da aynı husus vurgulanmıştır. Bu çerçevede bir ticari satımda ağır kusurun varlığından söz edilebilmesi için satıcının, satım sırasında maldaki ayıpları biliyor olması ya da yaptığı mesleği gereği ayıbı bilecek durumda olması gerekir. Burada alıcıya karşı ağır kusur işleyen satıcı, satılan şeydeki ayıpların kendisine yasal sürede bildirilmemiş olduğunu ileri sürerek sorumluluktan kurtulamaz (Yargıtay 19.Hd. 14.05.2014 T. 2014/5954 E. 2014/9132 K.). Satıcının satım sırasında ayıpları bildiğine dair bazı hal ve şartlar ise karine teşkil eder. Örneğin bir kimya fabrikası kesinlikle işe yaramayan bir halı temizleme ilacı satarsa durum böyledir (Yargıtay 3.Hukuk Dairesi Onursal Başkanı Nihat YAVUZ, Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Cilt-1, Ankara 2015, s.1183-1184). Yargıtay uygulamasında da ağır kusurlu satışa dair benzer yönde görüş mevcuttur (Yargıtay 11.Hd. 02.12.2021 T. 2020/5227 E. 2021/6769 K. ; Yargıtay 13.Hd. 05.03.2012 T. 2012/1741 E. 2012/5424 K.).
Ticari satımlarda hileli davranışlar da ağır kusurun bir görünümünü oluşturur. Bu çerçevede bir ticari satımda hileli davranıştan söz edilebilmesi için, satıcının satım konusu malda var olmayan bir vasfın varolduğunu söylemesi ya da malda var olan eksikliğin yokluğunu iddia etmesi ya da bu hususta susarak bir yanılma uyandırması ya da mevcut yanılmayı güçlendirmesi bu suretle alıcıyı sözleşmeyi yapmaya veya sözleşmede kararlaştırılan şartlar altında yapmaya sevketmek kastının bulunması gerekir (Prof.Dr.Fikret EREN, Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 4.Baskı, Ankara 2017, s.153). Burada gerek ayıbın hile ile gizlenmesi halinde gerekse de satılanın ağır kusurlu olarak devredildiği diğer hallerde taraflar arasında yapılan sorumsuzluk anlaşması geçersiz olacaktır. Nitekim bu husus TBK’nın 221.maddesinin bir sonucudur (Prof.Dr.Cevdet YAVUZ, Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 10.Baskı, İstanbul 2014, s.135).
Doktrinde de ifade edildiği üzere ticari satımlarda gözden geçirme süresi, satılan malın mahiyetine, ilgili ticaret dalına, ileri sürülen ayıbın cinsine göre değişir. Burada kesin bir sürenin varlığından söz edilemez. TBK.m.223/2 uyarınca satılan malda, olağan bir gözden geçirmeyle ortaya çıkarılamayacak ayıplar için bu süre daha uzun olacaktır. Bu kapsamda gizli ayıplar deneyimli ve dikkatli bir tacirden beklenebilecek bir gözden geçirmeden daha uzun bir muayene ile ortaya çıkabilecek olan ve meydana çıkmaları özel bir tahlil veya muayeneyi gerektiren ayıplar olarak tanımlanabilir. Nitekim satım konusu malın mahiyeti ve ayıbın cinsine göre gözden geçirme süresi aylarca sürebilir. Örneğini ilkbaharda alınan bir biçerdöver makinesi ancak yazın, bir kar temizleme makinesi ise ancak kışın denenebilir (Yargıtay 3.Hukuk Dairesi Onursal Başkanı Nihat YAVUZ, Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Cilt-1, 2.Baskı, Ankara 2015, s.1171). Ancak kullanımla ortaya çıkacak gizli ayıplar için belirli bir gözden geçirme yükümlülüğünden söz edilemez. Nitekim bu tür bir ayıpta, ayıbın muayene sonucu öğrenilmesi mümkün değildir. İşte bu tip durumlarda ağır kusurlu olarak satım gerçekleştirildiği takdirde tacir alıcı açısından 2 ve 8 günlük ayıp ihbar süreleri işlemez (Hakim Mehmet Akif TUTUMLU, Ayıplı Mal Hukuku, 2.Baskı, Ankara 2023, s.132). Tacir, ayıp ortaya çıktıktan sonra ihbara dahi gerek olmaksızın TBK’nın ayıplı mal için öngördüğü hakları kullanabilir (Doç.Dr.Burak ADIGÜZEL, Tacirler Arası Ticari Satış, Ankara 2020, s.143).
TBK’nın 231/2.maddesinde ise; “Satıcı, satılanı ayıplı olarak devretmekte ağır kusurlu ise, iki yıllık zamanaşımı süresinden yararlanamaz.” şeklinde düzenleme mevcuttur. Bu nedenle bir satım sözleşmesinde satım konusu malın ağır kusurlu olarak devredildiği durumlarda uyuşmazlığa 10 yıllık zamanaşımı süresi uygulanır. Burada uyuşmazlığa “10 yıllık” zamanaşımı süresinin uygulanmasına ilişkin madde metninde açık bir hüküm bulunmamakla birlikte satıcının 2 yıllık zamanaşımı süresinden faydalanamayacağı açık bir şekilde ifade edildiğinden bu tip uyuşmazlıklara 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanacağı sonucuna varılmaktadır (Prof.Dr.Fikret EREN, Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 4.Baskı, Ankara 2017, s.125-126 ; Benzer Yönde Doç.Dr.Burak ADIGÜZEL, Tacirler Arası Ticari Satış, Ankara 2020, s.143). TBK.m.231/2’de yer alan bu düzenleme, TBK.m.221 ve TBK.m.225’te olduğu gibi satıcının ağır kusuruna bağlı bir hukuki sonuçtur. Bu nedenle de TBK.m.225/2’de belirtildiği üzere, satıcılığı meslek edinmiş kişilerin bilmesi gereken ayıpların varlığı halinde de TBK.m.231/2’nin uygulanması mümkündür. Bu çerçevede TBK.m.231/2 hükmü, TTK.m.23’de yer alan ticari satımlarda da uygulanabilir (Prof.Dr.Cevdet YAVUZ, Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 10.Bası, İstanbul 2014, s.178). Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 05.11.2020 Tarihli 2020/3451 Esas 2020/4771 Karar sayılı kararında da TTK’nın 23.maddesinin yollamasıyla TBK’nın 231.maddesinin ticari satımlara uygulanacağı vurgulanmıştır.
Yargıtay 19.Hukuk Dairesi’nin 02.10.2013 Tarihli 2013/9951 Esas 2013/15181 Karar sayılı kararında da aynı husus vurgulanmıştır; “…davaya konu aracın davalı tarafından 16.02.2000 tarihinde 0 km olarak satıldığını, satış faturasında ve araç teknik belgesinde şasi numarasının “ZZZ” olarak yer almasına rağmen aracın ana şase yan ön kısımlarında ön teker arka hizasında şasi numarasının “HHH” olarak yer aldığını, dava konusu arasın şasi numarasının araç üzerine üretim sırasında hatalı olarak basıldığı, satıcının alıcıyı iğfal ettiği, AYIBIN GİZLİ AYIP OLDUĞU, gizli ayıbın davacının aracı muayeneye götürdüğü 16.06.2010 tarihinde öğrendiği, bu tarih nazara alındığında DAVANIN 10 YILLIK ZAMANAŞIMINA TABİ OLMASI NEDENİYLE davalının zamanaşımı definin yerine görülmediği, …davalı ithalatçı firma dava konusu arasın ilk satış tarihinden itibaren 10 yıllık süre ile sorumludur.”
TBK’nın satıcının ayıptan sorumluluğunun düzenlendiği 227.maddesinde satıcının satılanın ayıplarından sorumlu olduğu hallerde alıcının; satılanı geri vermeye hazir olduğunu bildirerek sözleşmeden dönme, satılanı alıkoyup ayıp oranında satış bedelinde indirim isteme, aşırı bir masrafı gerektirmediği takdirde, bütün masrafları satıcıya ait olmak üzere satılanın ücretsiz onarılmasını isteme, imkan varsa, satılanın ayıpsız bır benzerı ıle değıştırılmesını ısteme seçimlik haklarını kullanabileceği, ayrıca genel hükümlere göre tazminat hakkının saklı olduğu hükme bağlanmıştır. Burada alıcı, seçilen hakkını ne satıcının onayına ne de mahkeme kararına gerek olmadan tek taraflı yöneltilmesi ve varması gerekli irade açıklamasıyla kullanabilecektir. Böylece alıcının seçim hakkını kullanmasıyla seçilen yolun içeriğine göre meydana gelecek hukuksal değişiklikler satıcının onayına ve mahkemenin edim ya da yenilik doğuran kararını gerektirmeksizin salt alıcının yenilik doğuran hakkını kullanması üzerine, kendiliğinden gerçekleşecektir. Eğer alıcı seçim hakkını dava yoluyla kullanılmışsa mahkemenin kararı sadece açıklama ve tespit niteliğinde olacak yoksa inşai bir nitelik taşımayacaktır (Yargıtay 3.Hukuk Dairesi Onursal Başkanı Nihat YAVUZ, Ayıplı İfa, 5.Baskı, Ankara 2016, s.260). Diğer bir deyişle burada alıcının seçim hakkını kullanmasıyla, seçilen yolun muhtevasına göre meydana gelecek hukuki değişiklik satıcının muvafakatini veya mahkemenin edim ya da yenilik doğuran kararını gerektirmeksizin kendiliğinden ortaya çıkacaktır (Prof.Dr.Cevdet YAVUZ, Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 10.Bası, İstanbul 2014, s.153).
Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde satım sözleşmelerinde ayıplı maldan ötürü alıcı, satılanı geri vererek sözleşmeden dönmek yerine, TBK.m.227/1.b.2 gereğince satılan kendinde kalarak satıcıdan bedel indirilmesini talep edebilir. Bu durumda satış sözleşmesi sona erdirilmiş sayılmaz. Burada kullanılan hak edimler arasında denge kurmaya yöneliktir. Satış sözleşmesi bu hakkın kullanılmasıyla devam etmekte, alıcı ayıplı malı kendisinde tutmakta, ancak ayıbın ortaya çıkardığı edimler arası dengesizliği bedelden indirim hakkının kullanarak gidermektedir (Doç.Dr.Burak ADIGÜZEL, Tacirler Arası Ticari Satış, Ankara 2020, s.172). Bu çerçevede alıcının ayıp oranında bedel indirimi şeklindeki seçimlik hakkını kullanması halinde Yargıtay, semenden indirilecek rakamı belirlerken nispi yöntemin uygulanması gerektiğini ifade etmektedir. Bu yönteme göre yapılacak hesaplamada satılanın objektif değeri ile ayıplı haldeki objektif değeri arasındaki oran, satış bedelindeki indirimi belirler. Bu oran satış bedeline uygulandığında ortaya çıkan miktar ise indirim sonucu satılan malın değeri olarak tespit edilir (Doç.Dr.Burak ADIGÜZEL, Tacirler Arası Ticari Satış, Ankara 2020, s.173).
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 28.2.2018 Tarihli 2017/13-531 Esas 2018/409 Karar sayılı kararında da aynı hususlar vurgulanmıştır; “…Dava, davalı şirketten satın alınan dairenin bulunduğu sitede reklam ve ilanlarda taahhüt edildiğinin aksine okul olması planlanan yere olması gerekenden daha büyük AVM yapılması sebebiyle yeşil alanın ortadan kalktığı, dairenin önünün tamamen kapandığı gerekçesiyle satış bedelinin indirilmesi talebine ilişkindir. Gerçek anlamda zarar, mal varlığının irade dışı azalmasına neden olan zarar verici olaydan sonraki durumu ile bu olay gerçekleşmiş olmasaydı bulunacağı durum arasındaki fark olarak ortaya çıkan maddî zarardır ve sözleşmeye aykırılık, eksik veya ayıplı işler nedenleri ile ortaya çıkan bedel farkının ( semen tenzilinin ) ödetilmesi davalarında, indirime konu edilecek miktarın tespiti için doktrinde, “mutlak metot”, “nispi metot” ve “tazminat metodu” adıyla bilinen değişik görüşler mevcut olmakla birlikte, somut olayda uygulanması gereken yöntem, YARGITAY UYGULAMALARI İLE DE YERLEŞMİŞ BULUNAN “NİSPİ METOT” OLARAK ADLANDIRILAN HESAPLAMA YÖNTEMİDİR. Bu metoda göre satış tarihi itibariyle satılanın, ayıpsız ( zarar doğurduğu iddia edilen durum olmaksızın halinin ) ve ayıplı ( iddianın dayanağı durumla birlikteki halinin ) değerleri arasındaki oranın, satış bedeline yansıma miktarı belirlenmektedir. Başka bir ifade ile satılanın, tarafların kararlaştırdıkları satış bedeli gözetilmeksizin, satış tarihi itibariyle gerçek ayıpsız rayiç değeri ile mevcut ayıplı hâldeki rayiç değeri ayrı ayrı belirlenerek, bu iki değerin birbirine bölünmesi suretiyle elde edilecek oran, satış bedeline uygulanmaktadır. Yerel mahkemece açıklanan bu ilkeler ışığında yapılacak inceleme sonucunda varılacak sonuca göre hüküm tesis edilmeliyken hatalı ve eksik bilirkişi raporuna dayanılarak hüküm tesisi usul ve yasaya aykırıdır.”
Yargıtay 13.Hukuk Dairesi’nin 11.11.2019 Tarihli 2017/825 Esas 2019/11133 Karar Sayılı Kararı da benzer yöndedir; “…Dava, satım konusu taşınmazın ayıplı olması sebebiyle bedelin indirilmesi talebine ilişkindir. … Ayıplı mallarda indirilecek miktarın tespitinde; doktrinde, “mutlak metod”, “nisbi metod” ve “tazminat metodu” adıyla bilinen değişik görüşler mevcutsa da, Dairemizce, Yargıtay tarafından öteden beri uygulanan “NİSPİ METOD” olarak adlandırılan hesaplama yöntemi benimsenmektedir. Bu metoda göre; satış tarihi itibariyle satılanın, ayıpsız ve ayıplı değerleri arasındaki oranın, satış bedeline yansıma miktarı belirlenmektedir. Başka bir ifade ile satılanın, tarafların kararlaştırdıkları satış bedeli gözetilmeksizin, satış tarihi itibariyle gerçek ayıpsız rayiç değeri ile, mevcut ayıplı haldeki rayiç değeri ayrı ayrı belirlenerek, bu iki değerin birbirine bölünmesi suretiyle elde edilecek oran, satış bedeline uygulanmaktadır. Somut olayda ise mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda taşınmazın 2015 yılındaki ayıplı yani mevcut halinin rayiç değeri 110.921,00 TL olarak belirlenmesine rağmen bu değer, hesapta taşınmazın ayıpsız objektif değeri olarak gösterilerek hesapta hataya düşülmüştür. Buna göre mahkemece taşınmazın satış tarihindeki ayıpsız yani 105 m2 brüt alana sahip halinin objektif değerinin gerekçeli ve denetime açık bir şekilde belirlendikten sonra nispi metodun uygulanması için yeniden bilirkişi raporu alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, bu husus göz ardı edilip yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.”
Yargıtay 19.Hukuk Dairesi’nin 10.11.2014 Tarihli 2014/9981 Esas 2014/15997 Karar Sayılı Kararında da aynı husus vurgulanmıştır; “…Mahkemece yapılan yargılamada toplanan delillere göre; davaya konu araçta gizli ayıp bulunduğu ve söz konusu gizli ayıbın yetkili servisçe dahi tespit edilemediği, bu sebeple yetkili servisin aracı onaramadığı, ancak bilirkişi raporunda belirtildiği üzere araçtaki gizli ayıbın giderilmesinin mümkün olması ve aşırı masraf gerektirmemesi sebebiyle sözleşmeden dönülmesinin de haklı olmadığı, 6098 Sayılı TBK'nun 227/3 (818 Sayılı BK'nun 202/2) maddesi gereğince hakime tanınan yetkinin kullanılması doğrultusunda; ayıp nedeni ile bedelden indirim yapılmasının ve aracın onarılmasının dosya kapsamına daha uygun olacağı, NİSPİ YÖNTEME GÖRE bilirkişi ek raporunda yapılan hesaplamaya göre satış bedelinden indirilmesi gereken miktarın 33.755,79-TL olduğu gerekçesiyle davanın kabulüyle ayıptan dolayı indirilmesi gereken 33.755,79-TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek değişik oranlardaki avans faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine …” (Benzer yönde Yargıtay 3.Hd. 22.09.2021 T. 2020/8432 E. 2021/8824 K.).
Son olarak Yargıtay uygulamasında sıklıkla vurgulandığı üzere ticari satım halinde ayıplı ifaya ilişkin seçimlik hakkın kullanılması durumunda davalı satıcı tarafından davacı alıcıya ödenecek rakam avans faizi ile birlikte ödenmelidir. Nitekim bu tip durumlarda TTK’nın 3.maddesi uyarınca davalı ve davacı yan için dava konusu satım işi ticari iş niteliğindedir ve davacı avans faizi isteminde bulunabilir. Yargıtay 13.Hukuk Dairesi’nin 14.10.2010 Tarihli 2010/3351 Esas 2010/13246 Karar sayılı kararında da benzer hususlar vurgulanmıştır; “…Davacı, davalı G. Oto…A.Ş’den sıfır km. araç satın aldığını, aracın şanzıman sisteminin arızalı ve ayıplı olduğunu, defalarca servise götürmesine rağmen sorunun giderilemediğini ileri sürerek, satış bedeli olan 34.169,99-TL’nin dava tarihinden itibaren değişen oranlarda avans faizi ile tahsiline karar verilmesini istemiştir. …Davacı, davalıdan olan alacağına dava tarihinden itibaren avans faizi uygulanmasını istemiştir. Davalıların tacir olması nedeniyle sözleşme konusu alacağında ticari olduğu anlaşılmaktadır. O halde, davacı, alacağını avans faizi ile isteyebilir. Bu durumda, MAHKEMECE, HÜKMEDİLEN ALACAĞA AVANS FAİZİ YÜRÜTÜLECEK ŞEKİLDE KARAR VERİLMESİ GEREKİRKEN yasal faizi ile tahsiline karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.” (Aynı Yönde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 23.06.2010 Tarihli 255/347 Sayılı Kararı).
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 19.09.2019 Tarihli 2017/13-620 Esas 2019/914 Karar sayılı kararında da aynı hususa değinilmiştir; “…Davacı, davalıların ithalatçısı ve satıcısı oldukları 2011 model A HB 1.4 marka aracı, 17.10.2010 tarihinde davalılardan …A.Ş.’den satın aldığını, … aracın bu yönden de gizli ayıplı olduğunu ileri sürerek, aracın iadesine, ödemiş olduğu 42.881,45 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir. …Davalılar tacir olup, taraflardan biri için ticari olan iş, diğer taraf için de ticari sayıldığından davacı, 4489 sayılı Yasa ile değişik 3095 sayılı Yasanın 2/2. maddesi gereğince dava konusu alacağına, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının kısa vadeli krediler için uyguladığı avans faizi oranında faiz talep edebilir. Davacı, dava dilekçesinde alacağına avans faizi uygulanmasını talep ettiğinden, mahkemece hükmedilen alacağa avans faizi uygulanması gerekirken, yasal faiz uygulanmış olması da usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir...” gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece (2) nolu bozma nedenine uyulmuş, (3) nolu bozma nedeni yönünden önceki kararda direnilmiştir. …Eldeki uyuşmazlıkta davalılar tacir olup yanlar arasındaki araç satış sözleşmesi, TTK’nın 3.maddesi uyarınca davalılar için ticari iş niteliğindedir ve davacı tüketici 3095 sayılı Kanunun 2/2.maddesi uyarınca temerrüt hâlinde AVANS FAİZİ İSTEMİNDE BULUNABİLİR. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 27.06.2019 tarihli, 2017/13-608 E., 2019/810 K. sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir. Hâl böyle olunca aynı yöne işaret eden Özel Daire kararına uymak gerekirken avans faizine hükmedilemeyeceği yönünde verilen direnme kararı usul ve yasaya aykırı olduğundan hükmün bu yönden bozulması gerekir.”
TBK’nın 229.maddesinde, ayıplı ifa nedeniyle satış sözleşmesinden dönen alıcının bu talebine karşılık satıcının yargılama giderlerinden de sorumlu olacağı hükme bağlanmıştır. Öğretide de seçimlik hakların kullanılmasıyla ilgili masraflardan satıcının sorumlu olduğu belirtilmiştir. Zira bu masraflar malın ayıplı çıkmasından ötürü yapılmakta olup ihtar masrafı gibi masraflar seçimlik hakkın kullanımının sonucu olarak alıcıya ödenmesi gereken bir kalemdir (Hakim Mehmet Akif TUTUMLU, Ayıplı Mal Hukuku, 2.Baskı, Ankara 2023, s.85). Yargıtay 13.Hukuk Dairesi’nin 09.12.2013 Tarihli 2013/19451 Esas 2013/30704 Karar sayılı kararında ise ayıplı ifanın tespitine ilişkin delil tespiti masraflarından davalı satıcının sorumlu olduğu vurgulanmıştır; “…Davacı eldeki davayı açmadan önce mahkeme marifeti ile araçtaki ayıba ilişkin hususları tespit ettirmiştir. …6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nın 405.maddesi hükmü gereğince delil tespiti dosyası asıl dosyanın eki sayılır ve onunla birleşir. Bu durumda dava konusu araçtaki ayıpların tespitini kapsayan dosyada yapılan masrafların da yargılama giderleri içerisinde sayılacağında kuşku bulunmamaktadır. Mahkemece talep olmasa dahi yargılama giderlerine davanın kabul ve ret durumuna göre resen hükmedilmesi gerekir.”
SONUÇ OLARAK; Yargıtay uygulamasında gizli ayıp, basit bir kontrol ve muayene ile ortaya çıkmayıp satılanın kullanılmaya başlanmasından sonra ortaya çıkan ayıp olarak tanımlanmaktadır. Bu kapsamda tacirler arası ticari satımlarda satıcının bilmesi gereken ayıplar, tacirin ağır kusurlu davranışını doğurur. Zira ticari satışlar açısından basiretli tacir gibi davranma yükümlülüğü, tacir olan satıcının bilmediği ayıpları bertaraf eder. Bu çerçevede bir ticari satımda ağır kusurun varlığından söz edilebilmesi için satıcının, satım sırasında maldaki ayıpları biliyor olması ya da yaptığı mesleği gereği ayıbı bilecek durumda olması gerekir. Burada alıcıya karşı ağır kusur işleyen satıcı, satılan şeydeki ayıpların kendisine yasal sürede bildirilmemiş olduğunu ileri sürerek sorumluluktan kurtulamaz. Bu durumda ise tacir olan alıcı, TBK.m.227 kapsamında satılanı alıkoyup ayıp oranında satış bedelinde indirim talep edebilir.