Taksirli suçlarda fail, göstermesi gereken dikkat ve özen yükümlülüğünü göstermediği gerekçesi ile cezalandırılmaktadır. Taksirle yaralama ve öldürme suçlarına ilişkin ceza politikası belirlenirken, kişilerin vücut bütünlüğü ve can güvenliğinin korunması ile failinin kusuru nedeniyle cezalandırılması ve kastının bulunmaması arasında bir denge kurulmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte ceza sistematiğimiz ve uygulamamızda taksirli suçlarda ”sonuçta bir kaza” yaklaşımının daha ağır bastığı görülmektedir.
Taksirli suçlarla ilgili yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar sonucu uygulanan ya da uygulanmayan koruma tedbirlerine veya hükmedilen cezalara yönelik eleştirilere sıklıkla rastlanmaktadır. Gerek geleneksel medya gerekse sosyal medya gibi yeni medya araçlarında “ödül gibi ceza”, “avukat ücretinden daha az para cezası”, “cinayet gibi kazaya ödül gibi ceza”, “bir canın bedeli 12.100 TL” gibi başlıklar altında yapılan haberler, kamuoyunda zaman zaman ciddi tartışmalar yaratmaktadır. Bu eleştirilerin temelinin, ekonomik koşulların değişmesine rağmen para cezası miktarının aynı kalması nedeniyle düşük para cezasına hükmedilmesi, taksirli suçlarda (bilinçli taksir hali hariç) hapis cezasının uzun süreli olsa bile para cezasına çevrilmesindeki esneklik, ceza miktarlarının az olması gibi nedenlere dayandığı söylenebilir. Bunun sonucu olarak toplumda taksirli suçlar özelinde bir cezasızlık algısının olduğu görülmektedir. Taksirli suçlara ilişkin uygulama gözetildiğinde, bu durumun algının yanında bir gerçekliği de barındırdığı rahatlıkla söylenebilir. Bununla birlikte 7499 sayılı Kanun ile para cezası miktarlarının artırılması eleştirileri kısmen giderecek ise de, tamamen bertaraf edemeyeceği görülmektedir.
Toplumsal tepkilere baktığımızda, taksirli suçlarla ilgili uygulamalara yönelik ana eleştirilerin trafik kazası, iş kazası gibi olaylarda toplandığı gözlenmektedir. Bu gibi suçların ortak özellikleri, failin belli bir kamu otoritesinin verdiği ruhsat, ehliyet, diploma ya da izne (sürücü belgesi, maden işletme ruhsatı, iş yeri açma ruhsatı gibi) dayanarak bu faaliyetleri yürütmesidir. Dolayısıyla belirtilen faaliyetleri yapan kişinin, bu faaliyetleri yapmak hususunda belli bir eğitim (sürücü belgesi eğitimi, meslek eğitimi gibi) ya da kamu otoritelerinden belli bir izin veya ruhsat (maden işletme ruhsatı, müteahhitlik belgesi, tesis işletme izni gibi) alması gerekmektedir. Bu faaliyetleri yürüten kişilerin belli bir yetkinliğe sahip olmaları gerekmekte ve bu yetkinliğe sahip oldukları varsayılmaktadır. Dolayısıyla ruhsat, ehliyet, diploma veya izne tabi bir faaliyeti yürüten kişinin, yürüttüğü faaliyet nedeniyle belli bir bilinç düzeyine sahip olması beklenildiğinden, faaliyeti ile ilgili kurallara uymada daha hassas davranması gerekmektedir. Örneğin otel işletmek için ruhsat alan ve bu kapsamda faaliyet yürüten kişi, otelin yangın, sel ve deprem gibi konularda ilgili mevzuatın aradığı tüm önlemlere ve donanıma sahip olmasını sağlamak, bu husustaki tüm tedbirleri almak ve ilgili alanlarda yeterli bilgi ve beceriye sahip personel istihdam etmek sorumluluğunu da üstlenmeli, faaliyete başlamakla belirtilen tüm gerekli hususları sağladığını taahhüt etmiş varsayılmalıdır. Yine örneğin bir inşaat mühendisi, mesleki eğitimi gereği sorumlu olduğu binanın yapımı aşamasında ilgili mevzuatın aradığı şartların sağlanmasında özen gösterme hususunda, diğer kişilere göre daha sorumlu davranmak zorundadır.
Belirtilen hususlar gözetildiğinde, belli bir kamu otoritesinin verdiği ruhsat, ehliyet, diploma ya da izne dayanarak faaliyette bulunanların taksirli eylemlerine daha ağır yaptırım bağlanması, bir amacı da suç işlenmesinin önlenmesi olan ceza politikalarının amacına aykırı olmayacaktır. Dolayısıyla taksirle yaralama ve öldürme suçlarına ilişkin ceza düzenlemelerine, taksirli suça ilişkin faaliyetin kamu kurum ya da kuruluşlarınca verilen ruhsat, ehliyet, diploma ya da izne bağlı olarak icra edilmesi halinin ayrı bir artırım nedeni olarak düzenlenmesinin cezaların caydırıcılığına katkı sağlayacağını ve bu nitelikte faaliyet gösterenlerin özen ve dikkat derecelerini artıracağını değerlendiriyoruz.
Yukarıda önerilen düzenlemenin çerçevesinin geniş olacağının değerlendirilmesi halinde ise TCK’nın 53/6. maddesinin “Belli bir meslek veya sanatın ya da trafik düzeninin gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık…” ölçütü gözetilerek, daha dar kapsamlı bir artırım maddesi düzenlemesinin bir zorunluluk olduğu görülmektedir.
Bu noktada, kamu otoritelerinden alınacak ruhsat, ehliyet, diploma ya da izin gerektiren bir faaliyeti bu belgeler olmaksızın yapanların, bu vasfa sahip olanlardan daha ağır ceza ile cezalandırılmaları yönünde yapılacak bir düzenlemenin de yerinde olacağını değerlendiriyoruz. Böylece sürücü belgesi olmaksızın araç kullanarak ya da maden ruhsatı olmaksızın maden işleterek taksirli suç işleyenlerin fiilleri daha ağır bir ceza ile cezalandırılacak ve bu durum cezaların caydırıcılığına fayda sağlayacaktır. Böyle bir düzenlemenin ağır olacağının değerlendirilmesi halinde ise, bu durumda olanların en azından aynı ceza ile cezalandırılmaları yönünde bir düzenleme yapılabilir.
Kamu otoritelerinin verdiği ruhsat, ehliyet, diploma ya da izne dayanarak faaliyet yürütenlerin dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirmede daha dikkatli olmaları gerekmekte olup, bu kişiler yaptıkları faaliyetinin gerektirdiği önlemleri almakta diğer kişilere göre daha yetkin ve sorumlu olmak zorundadır. Bu nedenle, bu kişilerin belirtilen kapsamdaki faaliyetlerine yönelik taksirli eylemlerinin daha ağır yaptırım ile cezalandırılması, taksirli suçlara ilişkin cezasızlık algısının (!) kırılmasına hizmet edecektir. Yine bu halde bu kişiler, cezaların caydırıcılığı nedeniyle daha hassas ve yaptıkları faaliyetin gerektirdiği şartları sağlama konusunda daha özenli davranmak zorunda kalacaktır. Ayrıca belirtilen özelliği taşıyan taksirli suçlarda, hapis cezasının para cezasına çevrilmesindeki esnekliğin azaltılması da yararlı olacaktır. Bu içerikli bir düzenlemenin mevcut düzenleme ve uygulamalar gözetildiğinde zaruri olduğu da gözlenmektedir.