Amerikan 6.filosu Akdeniz’de yol alıyor. İspanya açıklarında tam rotalarında küçük bir ışık görüyorlar. Amiral gemisi sinyal gönderiyor; “lütfen rotanızı değiştirip yolumuzdan çekilin”. Karşıdan cevap geliyor; “siz rotanızı değiştirin”. Biraz daha yaklaşıyorlar. Gene aynı mesajı gönderiyorlar; “burası 6.filo, lütfen rotanızı değiştirip yolumuzdan çekilin”. Ancak karşıdan gelen cevap da değişmiyor; “siz rotanızı değiştirin”. Işığa iyice yaklaşıyorlar ve filo komutanı sinirlenip bizzat mesaj gönderiyor; “ben 6.filo komutanı amiral John, 12 gemi ve bir uçak gemisiyle yaklaşıyorum, rotamızdan çekilmezseniz ezileceksiniz. Karşıdan daha değişik bir cevap geliyor bu sefer; “ben 446 numaralı deniz fenerinin bekçisi Felipe, bir karım ve iki köpeğimle oturuyorum, isterseniz rotanızı değiştirmeyin”.

Belki de bir noktadan sonra Felipe gibi “ne haliniz varsa görün” demek ve oturmak lazım. Ama gelin görün ki Felipe gibi tuzumuz kuru değil. Zira biz karada deniz fenerinde değil hiçbir uyarıyı dikkate almayan, gözü öfke ve kibir ile kararmış “amiralin” idare ettiği gemideyiz. Yani aynı gemide olduğumuzdan sebep kayıtsız kalamıyoruz. Ancak “rotayı değiştir amiral” dedikçe amiral küplere biniyor ve bizi neredeyse gemiden atmaya kalkışıyor!

Her fırsatta “milli irade” vurgusu yapan amiralimiz ve tayfası, darbelere karşı dik durmakta ve fakat “çapulcu” diye tarif ettiği diğer en az %50 ile dikleşmektedir. Burada maalesef bir türlü fark edemedikleri şey diğer %50’nin de halk olduğu gerçeğidir. Ve bu sebepten tıpkı amiral John gibi “rotamızdan ekçilin yoksa ezer geçeriz” diyorlar.

“Demokrasi sandıktan ibaret değildir” diyerek kendilerinin de muhatap alınmasını talep eden bu diğer %50(ki bu tabir için çok üzgünün ama maalesef başbakanın üstün gayretleriyle bugün geldiğimiz nokta budur)  darbeci ve destekçileri olarak yaftalanmakta ve cevap olarak “sandığa gidin oyunuzu kullanın, yoksa sesinizi kesin” diyen ceberut bir “sandık demokrasisi” dayatılmaktadır.

Elbette ki demokrasi sandıktan ibaret değildir. “Demokrasi sandıktan ibarettir” diyen ya demokrasinin ne olduğunu hiç öğrenmemiştir ya da gerçek bir yalancı ve sahtekârdır! Darbelerin her türlüsünü lanetliyorum! Ama yok, fakat yok. Darbe darbedir ve alçakça bir iştir. Gizlisi, saklısı, moderni, post moderni, kanlısı, kansızı, hepsi aynıdır. Zira darbe demek kanunsuzluktur, hukuksuzluktur, anarşidir.

“Darbeye karşıyım” derken bunun ne olduğunu bilmek ve anlamak gerek. Karakolda işkenceye karşıyız aslında, başımız sıkıştığında bir haksızlığa uğradığımızda gidecek şikâyet edecek bir mercii olmamasına karşıyız, haksız tutuklamalara karşıyız, itiraz edilecek bağımsız bir mahkeme olmamasına karşıyız, faili meçhul cinayetlere karşıyız, yargısız infazlara karşıyız…

Peki, tüm bu hukuksuzluklar asker sahaya inmediği ve tanklar sokaklarda yürümediği halde meydana geliyorsa bunun adı nedir? Bu duruma cesaretle ve “ama”sız cevap verecek birini arıyorum? Hadi cesaretinizi toplayın ve “ama”sız bir cevap verin! Bunun adı seçilmişlerin diktatörlüğü değil midir? Milleti “bana oy verenler ve vermeyenler” olarak bölmek değil midir? %50’yi evde zor tutuyorum demek milletin bir kısmını diğer bir kısmına karşı kin ve düşmanlığa sevk etmek değil midir? Bu hal ve şerait bir ülkeyi bölmek değil de nedir?

Açıkçası adı konulmayan bir zamanda yaşıyoruz. Karakolda, sokakta polis işkencesi var, faili meçhul cinayetler var, yolsuzluklar var, mahkemeyi ve kararını yok sayma var, sürgün var, işten çıkarma var, yalnızlaştırma ve karalama var, yalan var, iftira var, fişlemenin sülalesi var…

İsterseniz sadece basına yansıyan örneklerle açıklayayım. Hatırlıyor musunuz hani karakolda bir kadın polis tarafından şehvetli bir şekilde dövülüyordu! Ağzı burnu kan içinde kalan kadın şikâyetçi olduğunda ise kadına karşı da dava açılmış ve polise direnmekten dolayı daha fazla ceza istenmişti. Sonra bir video daha vardı. Polisler sıra ile bir odaya giriyordu. İçeri giren polis bir süre sonra elini sallayarak dışarıya çıkıyor sonra yerine diğer polis nöbeti devralıyordu. Bir adam dövüyorlardı içeride. Adam hayati tehlike geçirecek şekilde hastanelik olunca ambulans çağırmışlar(bu kadar insanlıkları varmış demek) ve adamı hastaneye kaldırmışlardı.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun alenen nasıl katledildiğini artık hepimiz biliyoruz. Katilleri muhtemeldir ki hala etkili ve yetkili makamda bulunuyorlar. Karlar içinde helikopterin cihazını söken keçileri gördük ama keçilerin sahiplerini hiç aramadık bile! Bu gün dış güçler diye bağıran-çağıran efendimiz, padişahımız, sultanımız o günlerde bir köşede oturdu, “bulun Muhsin’i” diye “vanminut” kadar olsun kükremedi…

Kendi bakanı Binali Yıldırım ise Abdullah Gül’ün araştırmasından bile rahatsız oldu ve “ne gerek var şimdi buna, olay bir kaza açıkça ortada” dedi.  Ve bir cinayetin üzeri zalimce örtüldü..! Erdoğan’ın tabiriyle ben buna faili meçhulün “daniskası”derim… Yani failler belli ama açıkça korunuyor…

Hırant Dink cinayeti. Bir utancın fotoğrafıdır kaldırımdaki cansız bedeni ve üzerine örtülen gazete sayfaları. Bir ay öncesinde bir vali yardımcısı tarafından makamına çağrılmış ve yanlarında bir mit mensubu olduğu halde alenen tehdit edilmişti. Çok değil bir ay sonra, utanmazca yol ortasında vuruldu ve katledildi. Nerede bu vali yardımcısı, kimdi o mit mensubu?
 
Uludere cinayeti! Vicdanlar hala daha bu skandalın ve katliamın sorumlularını arıyor. Tüm bunlara rağmen “faili meçhul cinayetler bitti” diye gözümüzün içine baka baka utanmadan yalan söylüyorlar…

Demokratik bir hukuk devletinde bir Başbakan düşünün ki mahkeme kararını tanıması ve uyması için binlerce insanın biber gazı yemesi, tonlarca su içmesi ve 4-5 kişinin ölmesi gerekiyor..! Ve bize hala demokrasi ile yönetildiğimizi söylüyorlar. “Sandıklar var gidin oyunuzu kullanın, sokağa çıkıp protesto yapanı affetmeyiz” diyorlar. Ne tesadüf ki tankları yürüterek darbe yapanlar da sokağa çıkanlardan nefret ederler ve ölümüne affetmezler.

Açtığı dava ile Topçu Kışlasının ve AVM yapımının iptal edilmesine sebebiyet veren TMMOB(Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği) resmen işlevsiz hale getirildi ve akıllarınca intikam alındı. Ben projeyi iptal eden yargıçların akıbetini merak ediyorum asıl…

28 Şubatta suç olan fişlemeler bugün yasal hale geliyor(yeni MİT yasa tasarısı). Fişlemeyi yasal hale getirip güya meşrulaştırmak istiyorlar.

Daha ne sayayım size. Bu günlerin 28 Şubat günlerinden farkı nedir söyleyin bana! O gün olup da bugün yapılmayan ne var? Fişlemek var, işten adam attırma var, tehdit var, şantaj var, gazetecileri andıçlamak var, yolsuzluk var, arsızlık var, gazeteleri akredite etmek var, mahkemeleri, hakimleri, savcıları, kontrol altında tutmak var, sivil toplumu sindirmek gözdağı vermek var hatta bir adım daha atarak kapatmak(TMMOB gibi) var, %50’yi evde zor tutuyorum diyerek halkı alenen tahrik ve tehdit var…

Demokrasi diye artık bize oligarşiyi yutturamazsınız.
Sandıktan çıkan iradeyi oligarklar gibi kullanıp demokrasi var diyemezsiniz.

Kararları herkesi olduğu kadar beni de ilgilendiren amirale sesleniyorum;
“rotayı değiştir amiral, demokrasinin ve hukukun yoluna dön, yoksa gemiyi deniz fenerine çarpmanı oturup izlemeyeceğiz”


(Bu köşe yazısı, sayın Av. Zafer KAZAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)