Bu yazımızda mevcut yasal düzenlemelerle dürüst bir sorgunun mümkün olup olmadığını, uygulamada sorgunun dürüst olarak yapılıp yapılmadığını ve nihayet adil bir yargılama için sorgu kurumuna ihtiyaç olup olmadığını inceleyeceğiz.
Ceza Muhakemeleri Kanununun (CMK) 192 nci maddesine göre mahkeme başkanı veya hâkim, duruşmayı yönetir ve sanığı sorguya çeker. CMK m.2/1-h’ye göre sorgu, şüpheli veya sanığın hâkim veya mahkeme tarafından soruşturma veya kovuşturma konusu suçla ilgili olarak “dinlenmesini” ifade eder.
Ceza Muhakemesi Kanunun m. 191’e göre iddianamenin kabulü kararıyla duruşmaya başlanır. Tanıklar duruşma salonundan dışarı çıkarılırlar. Duruşmada, sırasıyla sanığın açık kimliği saptanır, kişisel ve ekonomik durumu hakkında kendisinden bilgi alınır, iddianame veya iddianame yerine geçen belgede yer alan suçlamanın dayanağını oluşturan eylemler ve deliller ile suçlamanın hukuki nitelendirmesi anlatılır. Sanığa, yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu ve CMK m. 147’de belirtilen diğer hakları bildirilir. Sanık “açıklamada bulunmaya” hazır olduğunu bildirdiğinde, “usulüne göre sorgusu” yapılır. Buna göre sanığın suçla ilgili açıklama yapmaya başlamasıyla teknik olarak sorgu işlemi başlamış olmaktadır.
Sanığın sorgusu “usulüne göre” göre yapılacağına göre bu usûl nedir? Anılan madde ve CMK m. 147’de de sanığın üzerine atılı suçla ilgili açıklama yapmaya başladığı aşamanın usûlüne ilişkin açık bir düzenleme bulunmamaktadır.
Susma hakkını kullanmayan sanık kendisine yüklenen suçla ilgili açıklama yapacak, hâkim de onu dinlemekle ve işittiklerini tutanağa geçirmekle mi yetinecektir?
Hâkim sanığın açıklamaları sırasında veya sonrasında sanığa soru sorabilecek midir? Sorgu soru cevap şeklinde mi yapılacaktır? Sorgu işlemi sanığın hâkim tarafından sorulan soruları yanıtlaması mıdır? Eğer öyle ise hâkimin soracağı soru türlerinde bir kısıtlama var mıdır? Hâkim sorgu esnasında sanığa her istediği soruyu sorabilir mi?
Bu soruların hiç birinin yanıtını kanunda bulamıyoruz. Sadece CMK m. 213 - (1)’e göre aralarında çelişki bulunması halinde; sanığın, hâkim veya mahkeme huzurunda yaptığı açıklamalar ile Cumhuriyet savcısı tarafından alınan veya müdafiinin hazır bulunduğu kolluk ifadesine ilişkin tutanaklar duruşmada okunabilir ve m. 215 - (1)’e göre bir diyeceğinin olup sanığa sorulur. CMK m.201 (2)’ye göre de heyet halinde görev yapan mahkemelerde, heyeti oluşturan hâkimler, sanığa soru sorabileceği hükme bağlanmıştır. Bunun dışında sorgunun soru-cevap şeklinde yapılacağına ilişkin bir düzenleme kanunda bulunmamaktadır.
Sorgu sözcüğü TDK ve Dil Derneği sözlüklerinde sorma işi, sormak eylemi olarak tanımlanmıştır. Sorguya çekme ise, bir suçla ilgili olarak soru sorup yanıt istemek şeklinde tanımlanmıştır. Sorgunun sözlük anlamından hareketle, soru-cevap şeklinde yapılacağı düşünülebilir.
Feridun Yenisey ve Ayşe Nuhoğlu, CMK m. 147’nin düzenlenmesinde şekil ile yetinilip esasın unutulduğunu, sorguda olaya ilişkin sorulup sorulamayacağı ve nasıl sorulacağının düzenlenmediğini belirtmişlerdir. Yazarların kitabın soruşturma işlemleri kısmında ele aldıkları bu sorun hakkında; “susma hakkını kullanmayan şüpheliye soruları ifadeyi alan kolluk görevlisi, Cumhuriyet savcısı veya sorguyu yapan sulh ceza hâkimi sorar. Bu soruların anlattırıcı ve ucu açık sorular olması gerekir. Evet veya hayır ile cevaplandırılabilen yönlendirici soru sorulamaz, zira bu sorular yasak sorgu yöntemi oluştururlar” demektedirler. Bu açıklamaların, ifade ve sorgunun aynı madde içinde düzenlenmesinden hareketle duruşma sorgusu için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz.
Yazarlara göre sorgusu sırasında sanığa kapalı uçlu ve yönlendirici soru sorulamaz. Sorgunun, Anglo-Amekerikan sisteminde geçerli olan çapraz sorgu sisteminin ilk aşamasını oluşturan “esas sorgu” (direct examiniton) şeklinde yapılması, çapraz sorgu (cross examinition) tekniklerinin kullanılmaması gerekir. Yazarlar, hâkimin kapalı uçlu ve yönlendirici sorular sorarak çapraz sorgu teknikleriyle sorgu yapmasını yasak sorgu olarak nitelemişlerdir. Yazarlara göre, hâkim sorguda sanığa ancak açık uçlu sorular yöneltebilecektir[i].
Bahri Öztürk ve arkadaşları ise, sorgunun amacının “MADDİ GERÇEĞE ULAŞMAK” olduğunu belirttikten sonra “BEYAN GERÇEĞE TIPATIP UYGUN OLACAKTIR” ( büyük harf kullanımları yazarlara aittir) cümlesiyle sorgunun amacını belirlemişlerdir. Yazarlar, sorgunun amacının sanığın direncini kırmak için şok taktiği, sondaj taktiği, mozaik taktiği, zik zak taktiği gibi sanığı şaşırtan yöntemler kullanılması gerektiğini ileri sürmektedirler. Yazarlar, yasak sorgu sayılabilecek çeşitli yöntemler önermektedir. Yazarlar tam bir tahkik ideolojisiyle kaleme aldıkları bu bölümde neyse ki, içinde cevabı da bulunan veya buna yakın olan veya belli hususları sabit sayan soruların (suggesiv sorular) sorulmaması gerektiğini, bu soruların irade özgürlüğünü ortadan kaldırdığını veya önemli ölçüde sınırlandırdığı için caiz olmadığını ifade etmişlerdir. Başka bir ifadeyle yazarlar hâkimin, sanığa yönlendirici soru soramayacağı kanısındadırlar[ii].
Sorgunun nasıl yapılacağına, sorguda sanığa hâkim tarafından soru sorulup sorulamayacağı, sorulabilirse hangi tür soruların caiz olduğuna, sorulara ve sorgu tarzına itiraz etmenin mümkün olup olmadığına ilişkin bir Yargıtay kararına rastlamadık. Feyyaz Gölcüklü, Aralık 1954 tarihinde yayınladığı “Sanığın Sorgusu ve Sevk Tarzı” başlıklı makalesinde belirttiğine göre yazar bu konuda bir karara rastlamamış. Yazar, hakimin gerçeği öğrenmek için yalan söylemesinin ve sanığa yanıltıcı soru sorulmasının, seçimlik (altenative) soruların, kompleks ve geniş soruların, aldatıcı ve telkin edici soruların, neticesi sanık tarafından görülemeyen soruların sorulmasının sorgunun dürüstlüğü prensibine aykırı olduğunu belirttikten sonra Yargıtay’ın bu konudaki tutumunu şöyle açılıyor:
“…acaba yargıç kanunun sükûtundan bil istifade bu nevi soruları sanığa sorabilecek midir? Sorumuza evvela temyiz mahkemesi içtihatları içinde cevap arayalım. Türk Temyiz mahkemesi içtihatları arasında sanığın sorgusu konusunda verilmiş herhangi bir karara rastlamadık. Bu durum sanığın sorgusunun tamamen dürüst bir şekilde yapıldığının bir delili olduğu gibi, sorgu müessesesine fazla önem verilmeyip tahkikat ve duruşma zabıtlarında sorgunun şekline müteallik kısımların atlandığı, yalnızca cevapların zapta geçirildiği ve binnetice sorgu tekniği Yüksek Mahkemenin meçhulü olduğu manasına da tefsir edilebilir. Hatta bu ikinci ihtimali daha kuvvetli buluyoruz[iii].”
Makalenin kaleme alındığı 1954 yılından bu yana durumda bir değişiklik olmamıştır. Şu anda da bu konularda bir Yargıtay kararı bulmak mümkün değildir. Çünkü “tutanak suistimali” yoluyla bu konular Yargıtay denetiminden kaçırılmaktadır[iv]. Duruşmada sorgu usulü yasal boşluk nedeniyle tamamen hâkimin “keyfine göre” olarak yapılmaktadır. Hâkimler tutanağa geçirmeksizin, sanığı azarlayabilmekte, ihsası rey olacak ve hatta hâkimin taraflılığını gösteren açıklamalarda bulunabilmekte, sanıkla tartışmaya girebilmektedir, Sanığa “yıkıcı çapraz sorgu” teknikleriyle, yönlendirici ve kapalı uçlu soru sorabilmekte, sanık duruşma salonunda kanuna aykırı şekilde müdafiin yardımından yararlanamayacak şekilde uzakta tutulmaktadır, müdafiin sorguya müdahalesine izin verilmemektedir, sorulan sorular zapta geçmemekte, sadece cevaplar zapta geçmektedir. Müdafiin hâkimin hukuka aykırı sorgu işlemine karşı itiraz ve müdahaleleri çoğu kez zapta geçmemektedir.
Konu ile ilgili Yargıtay kararı olmasa da, aynı zamanda tecrübeli hakim olan iki yazarın düşünceleri uygulamaya az da olsa ışık tutmaktadır. Mustafa Artunç ve Mehmet Tevfik Elmas, “Ceza Muhakemesinde Duruşma Yönetimi ve İstinaf” adlı kitaplarında sanığın yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmak istediğini bildirmesi halinde, CMK m.147 uyarınca sanığın sorgusunun yapılacağı, sanığın sorguda ayrıntılı olarak dinlenmesi gerektiği, sanığın “önceki beyanlarımı doğrudur, aynen tekrar ederim” şeklindeki sözlerinin tutanağa geçirilmesiyle yetinilmemesi gerektiği, mahkeme başkanı ve hâkimin hem sorgu sırasında hem de sorgu sonrası dosya ile ilgili her türlü soruyu sanığa sorabileceği yönünde görüş bildirmişlerdir. Yazarlar sorgunun soru-cevap şeklinde yapılacağına ilişkin açık bir ifade kullanmamakla birlikte hâkimin sorgu sırasında sanığa “her türlü sorunun” sorulabileceği kanısındadırlar[v]. “Her türlü soru” ifadesi, yönlendirici, yanıltıcı ve kapalı uçlu soruları kapsadığında şüphe yoktur. Yazarların her ikisinin de deneyimli hâkimler olduğu dikkate alındığında, hâkim olarak yaptıkları yargılamalarda sorgu sırasında dosya ile ilgili her türlü soruyu sordukları sonucuna varabiliriz.
Kanaatimizce sorunun kökü, sorgu kurumun kendisindedir. Sanığın sorgusu, engizisyon (tahkik) siteminden kalma bir usûldür. Temel amacı her ne pahasına olursa olsun sanıktan ikrar elde etmektir. Şu anki sistemimiz ise halen Faruk Erem'in ifadesiyle "şiddeti azaltılmış tahkik sistemi", yani "karma sistem görünümlü tahkik sistemi"dir. Olağanüstü dönemlerde ve siyasi davalarda ise neredeyse pür engizisyon sistemine dönüşmektedir. Faruk EREM "Savunma ve Ceza Yargılamasının Temeldeki Kusurları" başlıklı makalesinde bizim hukuk sistemimiz hakkında vardığı sonucu şöyle ifade ediyor:
"Nihayet "Rönesans" (yeniden doğuş) geldi. Engizisyon sistemi sarsıldı, fakat yok edilemedi. Arabulucu anlayışlar, karma usuller ortaya çıktı. Soruşturmanın ilk bölümü gizli, duruşma bölümü aleni idi. Kilise hukukunun direnişi çeşitli karma sisteme sebeb oldu. Engizisyon sisteminin kalın izleri varlığını koruyordu. Alman usul yasası da bu tür izler taşır. Alman usulü dahi tam bir Rönesans ürünü sayılmaz. Fakat Anglo-Saksonların tepkisi tamdı. Türkiye Usul Kanunu(nu) Alman Kanunundan aldı. Alman Kanunu en az karma olan bir sistemi yansıtır. Esasında karma değildir. Belki şiddeti azaltılmış bir engizisyon dönemini yansıtır.[vi]"
Ceza muhakemesi sistemimiz yine ağırlıklı olarak itham sistemine en dirençli sistemi olan Alman usulünü takip etmektedir. Bunda akademinin son zamanlara kadar ceza muhakemesi hukukunda Alman mevzuatını ve literatürünü takip etmesinin de rolü büyüktür. Son zamanlarda Anglo-Amerikan literatürünü takip eden akademisyen sayısında artış olmakla birlikte bu ekol henüz belirleyici olamamıştır.
Hukukumuzda sanık, bireysel savunma makamı olarak toplumsal savunma makamı olan müdafie nazaran daha merkezi bir konuma sahiptir. Hukuki bilgi ve deneyimi olmayan sanığın bireysel savunma makamı olarak sözde taltif edilmesi, çoğu yazar tarafından bunun savunmaya verilen önemle açıklanması bir aldatmaca, tahkik sisteminin ince bir hilesidir. CMK'nun 215. Maddesinde göre suç ortağının, tanığın veya bilirkişinin dinlenmesinden ve herhangi bir belgenin okunmasından sonra bunlara karşı bir diyecekleri olup olmadığı katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine sorulur. Aynı kanunun 216. Maddesine göre ise ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanuni temsilcisine verilir. Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir. Görüldüğü gibi Ceza Muhakemesi sistemimizde savunma olarak bireysel savunmaya yani sanığın kendi kendisini savunmasına özel önem verilmiş, sanığın duruşmanın her aşamasında aktif olması istenmiştir. Öyle ki, müdafinin yapacağı savunmaya ikincil derecede yer verilmiştir. Gerekçeli mahkeme kararları incelendiğinde müdafi savunmalarına hiç yer verilmediği görülmektedir. Söz sırası bakımından sanık, müdafiden önce gelmekte ve son söz de sanığa verilmektedir. Bizim ceza muhakemesi sistemimiz, gerçekte savunmaya değer verdiğinden değil, âdeta hukuki bilgiden ve tecrübeden yoksun olan sanığın "konuşmasını" ve yanılıp yenilip bir şekilde “suçu ikrar etmesini” şiddetle arzulamakta olduğundan her vesileyle sanığı konuşturmaya çalışmaktadır.
Anglo- Amerikan sistemine baktığımızda durumun tam tersi olduğunu görmekteyiz. Bu sistemde "sanığın sorgusu" gibi bir kurum olmadığı gibi sanık, savunma makamı tarafından tanık olarak gösterilmedikçe sanık duruşmada dinlenmemektedir. Sanık duruşma boyunca pasif haldedir. Savunma ise, tamamen müdafi tarafından yapılmaktadır. Sanığın kendi kendisini savunmasına istisnaen izin verilmektedir. Haklı olarak sanığın hukuki bilgisi ve tecrübesi olmadığından kendini savunamayacağı, savunmada hata yapılacağı kabul edilmektedir. Hatta sanık hukukçu olsa bile, kendi kendini savunmasına izin verilmeyebilmektedir. Dürüst yaklaşım da budur.
Sonuç olarak, CMK’daki sanığın sorgusu ile ilgili düzenlemeler yetersiz ve hatta hilelidir. Sorguda olaya ilişkin sorulup sorulamayacağı ve nasıl sorulacağının düzenlenmemesi hâkime geniş keyfi hareket alanı bırakmaktadır. Hâkimler “tutanak suistimali” ile hukuka aykırı sorgularını Yargıtay denetiminden kaçırmaktadır. Sorguda yönlendirici, kapalı uçlu ve aldatıcı soru soran, çapraz sorgu teknikleriyle soru soran hâkimin tarafsız olması/kalması mümkün değildir. Kanunda bunu engelleyen açık bir hüküm yoktur.
Esasen, sorgu kurumu, bizatihi dürüst bir kurum değildir. Bu nedenle, dürüst bir sorgu mümkün değildir. Adil bir yargılama hedefleniyorsa, sorgu kurumu kanundan çıkarılmalı, şayet savunma makamı tarafından tanık olarak gösterilirse sanık duruşmada tanık olarak dinlenmelidir.
---------------------------------------------
[i] Feridun YENİSEY ve Ayşe NUHOĞLU: Ceza Muhakemesi Hukuku, 3. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara 2015, s. 625.
[ii] Bahri ÖZTÜRK ve arkadaşları: Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 13. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara 2019, s.374 vd.
[iii] Feyyaz GÖLCÜKLÜ : Sanığın Sorgusu ve Sevk Tarzı. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi , 10 (02) , . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/ausbf/issue/3199/44516, s.113
[iv] Tutanak suistimali çeşitleri için bkz. Fahrettin KAYHAN, “Beyanlarınızı Tutanağa Geçirtin, Hukuki Haber, https://www.hukukihaber.net/makale/beyanlarinizi-tutanaga-gecirtin-h437732.htmlErişim: 12.08.2020
[v] Mustafa ARTUÇ ve Mehmet Tevfik ELMAS, Ceza Muhakemesinde Duruşma Yönetimi ve İstinaf, 2. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2017, s. 143.
[vi] Faruk EREM,: Savunma ve Ceza Yargılamasının Temeldeki Kusurları, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1, Ocak 1988, Sayfa: 91-99