Anayasa Mahkemesi, 22.07.2025 tarihli ve E.2024/24, K.2025/164 sayılı kararıyla, 3095 sayılı Kanun’un %12 oranında kanuni faiz öngören 1. maddesini sözleşmeden doğmayan borç ilişkileri bakımından Anayasa’ya aykırı bularak iptal etmiştir. İtiraz, deprem nedeniyle taşınmazı yıkılan bir kişinin açtığı tazminat davasında uygulanacak faiz oranının alacağın değerini koruyup korumadığına ilişkin değerlendirme zorunluluğundan doğmuştur.

Mahkeme, faiz alacağının Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında mülkiyet hakkı oluşturduğunu; bu hakkın korunmasının devlet açısından yalnızca müdahaleden kaçınma değil, aynı zamanda ekonomik değer kaybını telafi edecek etkin mekanizmaları sağlama yükümlülüğünü içerdiğini belirtmiştir. Yüksek enflasyon dönemlerinde sabit %12 oranının alacaklının uğradığı kaybı karşılamadığı, borçlunun gecikme nedeniyle avantaj elde etmesine yol açtığı ve bu durumun hem mülkiyet hakkı hem de Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı ile bağdaşmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

İptal kararının yürürlüğe girişi, doğabilecek hukuki boşluğun giderilmesi amacıyla, Resmî Gazete’de yayımından itibaren dokuz ay ertelenmiştir. Böylece yasama organına, sözleşme dışı borç ilişkilerinde uygulanacak faiz oranını ekonomik koşulları gözeten yeni bir düzenlemeyle belirleme sorumluluğu bırakılmıştır.

İptal Gerekçesinin Analizi

Anayasa Mahkemesi, 3095 sayılı Kanun’un 1. maddesindeki sabit kanuni faiz oranını sözleşme dışı borç ilişkileri bakımından değerlendirirken, iki temel anayasal ölçütü esas almıştır: mülkiyet hakkı (m.35) ve etkili başvuru hakkı (m.40).

Mahkeme ilk olarak, kanuni faizin fer’î bir edim olmakla birlikte alacaklının malvarlığıyla doğrudan bağlantılı olduğunu; bu nedenle faiz alacağının mülkiyet hakkı kapsamında korunması gereken bir değer oluşturduğunu belirtmiştir. Bu tespit, parasal alacakların ekonomik niteliğini ve devletin bu alacakları koruma sorumluluğunu ortaya koymaktadır.

İkinci olarak Mahkeme, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülüklerine dikkat çekmiştir. Bu yükümlülük, alacağın ekonomik değerini ortadan kaldıran durumlarda, bireyin zararını giderebilecek mekanizmaların hukuk düzeninde bulunmasını gerektirir. Mahkeme, sabit %12 oranının yüksek enflasyon dönemlerinde alacağın reel değerini koruma kapasitesine sahip olmadığına; bu nedenle devletin pozitif yükümlülüğünün yerine getirilmediğine işaret etmiştir.

Üçüncü olarak, düşük faiz oranının alacaklının zararını karşılamaması yanında, borçlunun ödeme tarihini geciktirerek ekonomik avantaj elde etmesine imkân tanıdığı tespit edilmiştir. Bu durum, mülkiyet hakkı bakımından adil dengeyi bozan bir sonuç yaratmakta ve alacaklının hakkının ölçüsüz biçimde zedelenmesine yol açmaktadır.

Son olarak Mahkeme, alacağın değer kaybını telafi edecek etkili bir mekanizmanın bulunmamasının, Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkıyla bağdaşmadığını değerlendirmiştir. Mahkemeye göre, hakkın ihlali halinde başvuru yolunun etkili sayılabilmesi için, bu yolun zararı giderebilecek nitelikte olması gerekir.

Bu üç temel değerlendirme sonucunda AYM, sabit faiz oranının sözleşme dışı borç ilişkilerinde hem mülkiyet hakkını hem de etkili başvuru hakkını ölçüsüz biçimde sınırladığı kanaatine varmış ve kuralı iptal etmiştir.

İptal Kararının Doğurduğu Enflasyon Farkına Dayalı Tazminat ve Başvuru Seçenekleri

Anayasa Mahkemesi’nin 22.07.2025 tarihli iptal kararı, kanuni faizin sözleşme dışı borçlarda alacağın değerini korumadığına ilişkin açık bir tespit içermektedir.

Bu tespit, daha önce dava açmamış kişiler bakımından bile yeni bir hukuki durum yaratmaktadır. Çünkü Anayasa Mahkemesi kararları, ortaya çıktıkları andan itibaren tüm idareyi ve yargıyı bağlar ve bireylere yeniden başvuru hakkı tanıyabilir.

Bu nedenle, geçmişte idareden alacağını geç alan veya kanuni faiz nedeniyle değer kaybına uğrayan kişiler, idareye “enflasyon farkının ödenmesi” talebiyle başvurabilir. Bu başvuru reddedildiğinde ise, farkın tazmini için tam yargı davası açılması hukuken mümkün görülebilir. Burada temel dayanak, AYM’nin sabit faiz oranının alacaklının malvarlığı değerini korumadığına ilişkin net tespitidir.

Aynı imkan, kanuni faize tabi başka alacak türleri için de düşünülebilir. Örneğin alacak davaları, sebepsiz zenginleşme talepleri, kamulaştırmasız el atma bedelleri veya hizmet kusuru nedeniyle geç ödenen tazminatlar gibi kalemlerde de, faiz nedeniyle oluşan değer kaybının talep edilebilmesi ihtimali gündeme gelebilir.

Anayasa Mahkemesi’nin İptal Kararı Sonrası Oluşan Yeni Hukuki Duruma İlişkin Açıklamalar

Doktrinde ve yargısal içtihatlarda kabul edildiği üzere, Anayasa Mahkemesi'nce bir kanunun tümünün ya da belirli hükümlerinin Anayasa'ya aykırı bulunarak iptal edilmiş olduğu bilindiği halde idari işlemlerin, Anayasa'ya aykırı olduğu saptanmış kurala göre tesis edilmesi veya bu işlemlere karşı açılan davaların Anayasa'ya aykırı kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa'nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülemez. Aksine durum ise, Anayasa'nın 153. maddesinde yer alan Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı olduğu yönündeki hükme aykırılık oluşturur.

Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürümemesinin temel amacı, iptal edilen yasaya dayanılarak yapılan işlemlerin geçerliğinin korunmasıdır. Ancak bu ilkeyi mutlak kabul etmek mümkün değildir. Özelikle Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümeyecekse somut norm denetimine başvurunun bir anlamı olmayacaktır. Zira somut norm denetiminde, iptal kararı durdurulan dava bakımından geriye yürür. Diğer taraftan uygulanmakla hükmünü icra eden tek kullanımlık yasaların iptal edilmesine karşın geriye yürümemesi halinde bunların iptalinin bir anlamı olmayacaktır.

Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi kuralı, iptal kararından önce yapılmış hukuksal işlemlerden kaynaklı kazanılmış hakların muhafazasına yöneliktir. Ancak iptal edilen kanunlardan dolayı hakları ihlal edilenler bakımından, hakların elde edilebilmesi bakımından iptal kararlarının geriye yürümesi gerekmekte olup Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun 29.05.2017 tarihli ve E:2016/852, K:2017/2326 sayılı kararı ile 27.03.2019 tarihli ve E:2018/4273, K:2019/2283 sayılı kararı da bu yöndedir.

Yine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 14/02/2022 tarihli ve E:2022/1, K:2022/4 sayılı ‘Bölge İdare Mahkemesi Kararları Arasındaki Aykırılığın Giderilmesi İstemi Hakkında Kararında’; “(…)Bu nedenle, aykırılığa konu uyuşmazlıklarda, Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararının geriye yürüyüp yürümeyeceği hususu tartışılmayacaktır. Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararı sonucunda yeni bir hukuki durumun ortaya çıktığı açıktır. Nitekim davacıların, oluşan bu yeni hukuki duruma göre, haklarında işlem tesis edilmesi için yaptıkları başvurular, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 10. maddesi kapsamındadır. Bu nedenle, idarelerin, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı üzerine oluşan yeni hukuki duruma göre, davacıların 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesi kapsamında yaptıkları başvuruları, ileriye dönük olarak, ilgili mevzuat, (…) yönlerinden değerlendirmesi ve haklarında işlem tesis etmesi gerekirken; işin esası hakkında değerlendirme yapılmaksızın başvuruların zımnen ya da Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürümeyeceği gerekçesiyle reddedilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.” gerekçesiyle kişilerin oluşan yeni hukuki duruma göre 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesi kapsamında yaptıkları başvurular üzerine, idarelerin, ilgili mevzuat uyarınca yeniden değerlendirme yaparak işin esası hakkında işlem tesis etmeleri gerektiği karara bağlanmıştır.

Karardan Alıntılar

1. Kanuni faiz oranının alacağın değerini korumadığına ilişkin tespit

“Bu durumda sabit faiz oranı ile alacağın reel değerini koruyacak bir mekanizmanın hukuk düzeninde öngörülmediği, hukuk sisteminde alacağın enflasyon karşısında değer kaybının önlenmesi için etkili bir hukuk yolunun bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.”

2. Yüksek enflasyonun yarattığı değer kaybı ve alacaklının zararı

“Alacağın tahsil edilmediği süre içinde enflasyon nedeniyle paranın değerinde oluşan hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanma imkânı da ortadan kalkmaktadır.”

3. Sabit %12 faiz oranının ekonomik gerçeklik karşısında yetersizliği

“Sabit faiz oranı yüksek enflasyon dönemlerinde alacaklının uğradığı zararı karşılamamakta, borçlunun gecikme nedeniyle ekonomik avantaj elde etmesine yol açmaktadır.”

4. Mülkiyet hakkı bakımından devletin pozitif yükümlülüğü

“Devletin mülkiyet hakkı bakımından koruyucu ve düzeltici bazı önlemler alması gerekir. Bu önlemler, müdahalenin etkilerini giderici… alacağın değer kaybının telafi edilmesini sağlayan etkili mekanizmaların oluşturulmasını zorunlu kılar.”

5. Etkili başvuru hakkı ile bağlantı

“Alacağın değer kaybını giderecek bir mekanizmanın bulunmaması, Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkıyla bağdaşmaz.”

6. Paranın ekonomik niteliği ve enflasyon karşısındaki erime

“Para; çeşitli ticari, sınai ve benzeri faaliyetlerde kullanılmakla sahibine kazanç sağlayan ekonomik bir değerdir… Enflasyon etkisinde olan ekonomilerde değerini, yani alım gücünü enflasyon oranına bağlı olarak yitirmesine neden olur.”

7. Faizin mülkiyet hakkı kapsamında olduğuna dair açık ifade

“3095 sayılı Kanun’un itiraz konusu 1. maddesinde kanuni faiz uygulanacağı öngörülen parasal alacakların Anayasa’nın 35. maddesi anlamında mülk teşkil ettiği açıktır.”

8. Düşük faiz oranının kamu düzenine etkisi

“Bu durumda kişi ve toplum güvenliği sarsılmaktadır.”

9. İptal hükmü ve yürürlük tarihi

“Kuralın iptal hükmünün kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.”

Sonuç

Anayasa Mahkemesi’nin 22.07.2025 tarihli iptal kararı, kanuni faizin sözleşme dışı borç ilişkilerindeki işlevini yeniden tanımlamış ve alacağın reel değerinin korunmasını temel bir anayasal gereklilik olarak ortaya koymuştur. Sabit faiz oranının ekonomik koşullarla uyumsuz kaldığı dönemlerde alacaklının malvarlığını korumadığına ilişkin bu tespit, hem idareyi hem yargıyı hem de bireyleri ilgilendiren yeni bir hukuki çerçeve oluşturmuştur.

Karar, yasama organına daha adil ve gerçekçi bir faiz rejimi kurma sorumluluğunu yüklerken; geçmişte değer kaybına uğrayan kişiler bakımından da, Anayasa’nın tanıdığı hak arama yollarının yeniden kullanılabilmesine imkân tanıyan bir zemin yaratmıştır.