İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Beylikdüzü Belediye Başkanı odluğu dönemde ihaleye fesat karıştırdığı iddiasıyla 6 sanıkla birlikte yargılandığı davanın 24 Ekim 2025 günkü celsesinde savcı tevsii tahkikat talebinde bulunarak esas hakkında mütalaa vermeyi reddetti. Yargılamayı yapan Büyükçekmece 10. Asliye Ceza Mahkemesi, savcılık mütalaası alınmadan sanıklar hakkında beraat kararı verdi. Savcılık 2 Ekim 2024 tarihili celseden bu yana son 5 celsedir esas hakkına mütalaa vermeyi reddediyordu. Bu son celsede Mahkeme, savcılık mütalaası olmaksızın karar verdi.

Ceza Muhakemesi Kanunun “Delillerin tartışılması” başlıklı (CMK) 217 inci maddesinin birinci fıkrasına göre “Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.” Duruşmaya getirilmemiş veya duruşmaya getirilmemekle birlikte usulüne uygun şekilde tartışılmamış deliller hükme esas alınamaz. Aynı Kanunun 216 ncı maddesine göre ise, “ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir. Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.

Yukarıda anılan kanun hükümlerine göre delillerin tek tek ortaya konulup tartışılmasından sonra bütün delillerin üzerine genel bir tartışmanın yapılmasına geçilmesi gerekmektedir. Duruşmanın bu bölümü aslında bir bakıma tarafların muhakemenin bütününden, maddi ve hukuki soruna yönelik sonuç çıkarttıkları aşamadır. Başka bir deyişle duruşmanın delillerin bütün olarak tartışılması aşamasında muhakeme süjeleri davanın nasıl sonlandırılması gerektiğine ilişkin düşüncelerini ifade edeceklerdir. Hâkimin delilleri tek başına değerlendirme yetkisi bulunmamaktadır. Bu nedenle hükümden önceki son aşama olan delillerin bütün olarak değerlendirilmesine taraflar da iştirak etmekte ve delillerin bütünü üzerine tartışmaları öngörülmektedir. Bu aşamadan önce ise bütün delillerin toplanmış, duruşmada ortaya konulmuş ve tek tek tartışılmış olması gerekmektedir.

Bununla birlikte ceza muhakemesinde bir delilin geç ileriye sürülmesi onun reddini gerektirmediği için taraflar delillerin tartışılması aşamasına da delil toplanmasını talep edebilirler. Uygulamada bu talep tevsii tahkikat (kovuşturmanın genişletilmesi) talebi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir durumda hâkimin 206 ncı maddeye göre delillerin toplanmasına ilişkin bir karar vermesi gerekmektedir. Hâkimin delillerin toplanmasına ilişkin vereceği karar olumlu yönde olursa delillerin üzerinde genel tartışmaya devam edilmemesi, söz konusu delilin araştırılıp muhakemede ortaya konulduktan sonra tartışılması gerekir. Ardından tekrar deliller üzerinde genel tartışmaya devam edilecektir.

Kanun koyucu deliller üzerindeki genel tartışmayı taraflara birer kez söz vermekle sınırlandırmamıştır. Başka bir deyişe kanun koyucu deliller üzerindeki tartışmada taraflara bir kereye mahsus olarak söz hakkı tanımamakta, birbirlerinin açıklamalarına karşı cevap hakkı vermektedir Kanunda karşılıklı söz hakkının taraflara kaç defa verileceği belirtilmiş değildir. Bu konuda duruşmayı yönetmeye yetkili mahkeme başkanı veya hâkim karar verecektir.

Kanundaki düzenleme bu olmasına rağmen uygulamada kanunun öngördüğü “delillerin bütün olarak tartışılması” uygulamasına rastlamak hemen hemen mümkün değildir. Bunun yerine uygulama ve öğretide Cumhuriyet savcısının hükümden önceki son değerlendirmeleri esas hakkında mütalaa olarak adlandırılmaktadır. Savcısının esas hakkında mütalaa vermesinin hükmün kolektif olması gerekliliği nedeniyle mecburi kabul edilmektedir. Bu anlamda Cumhuriyet savcısının “takdir mahkemenindir, iddianamede belirttiğimiz üzere hüküm kurulsun” gibi bir açıklamayla yetinmesi kabul edilmemektedir. Ancak Cumhuriyet savcısının esas hakkında mütalaa vermekten kaçınması halinde onu mütalaa vermeye zorlayacak hükümler söz konusu değildir. Bu nedenle bu gibi hallerde esas hakkında mütalaa olmadan karar verilebilmesi kabul edilmektedir. Bununla birlikte böyle bir durum delillerin kolektifliği ilkesiyle de bağdaşmaz. Bu nedenle Cumhuriyet savcısının esas hakkında mütalaa vermekten kaçınması halinde idari amiri konumunda olan başsavcıya başvurulması ve duruşmadaki savcının değiştirilmesinin talep edilmesi tavsiye edilmektedir. Nitekim Yargıtay 16. Ceza Dairesi 20.12.2017 tarih ve E. 2017/2491 K. 2017/5658 sayılı ilamında aynen şu ilkelere yer vermiştir:

“Uyuşmazlık konusuna dair olan 1412 Sayılı CMUK'nun 251. ve 5271 Sayılı CMK'nun 216. maddeleri benzer şekilde düzenlenmiş olmalarına rağmen her iki kanunda da, Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının ne şekilde olacağına dair bir açıklık bulunmamaktadır. Ancak ceza muhakemesi kanunlarının her konuyu ayrıntısıyla düzenlemesi beklenmemelidir. Bu sebeple usûl kanunlarının düzenlemediği alanlar kişi hak ve özgürlüklerine aykırı olmamak ve kanunun ruhuna uygun olmak şartıyla yorum ve kıyasla doldurulmakta ve bu uygulamalar benimsendikçe teamüle dönüşmektedir. Uygulamada yargılamaya konu olan her suç için Cumhuriyet savcısı tarafından esas hakkında görüş açıklanması ve bu mütalaanın mahkûmiyet yönünde olması durumunda, uygulanması talep edilen kanun ve maddelerinin açıkça belirtilmesi yerleşik ve benimsenmiş bir yöntemdir.

Öte yandan, iddia makamının esasa dair görüşünü anlaşılır ve açık bir biçimde sunmasının savunma hakkının kullanılmasıyla da bağlantılı olduğunda şüphe yoktur. Zira sağlıklı bir savunma ancak sağlıklı bir iddia üzerine oturtulabilir. Bu sebeple kamusal iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı, karar verilmeden önce, toplanan delillere göre yargılama konusu olan her bir suç açısından esasa dair mütalaasını açık ve anlaşılır bir biçimde ve eğer görüşü mahkûmiyete dair ise mevzuatta yer alan kanun ve maddelerini de göstermek suretiyle açıklamak zorundadır.

Bu konuda öğretide de; “İddia makamı, muhakeme boyunca, mütalaa mahiyetindeki hükümleri ile hâkime ışık tutacak, muhakemede tez ileri sürüp sentez elde edilmesine çalışacaktır… Savcılık son kararın nasıl olması gerektiği hakkındaki görüşünü esas hakkındaki mütalaası ile açıklayacak ve artık şüphesi kalmayıp mahkûmiyet kararı verilmesini düşünüyorsa o zaman, sanığın cezalandırılmasını isteyecektir… Tartışma sadece maddi meseleye taalluk etmez; muhakeme hukuki meseleyi de çözeceğinden, bu mesele hakkındaki görüşler de iddiada yer alacaktır.” (Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, 9. bası, İstanbul 1989, s.193, 936-937); “Ceza muhakemesi hükmünün kollektif olması gerekmesi sebebiyle, savcının son soruşturma safhasının sonuç çıkarma devresinde düşüncelerini bildirmesi yani esas hakkındaki mütalâasının serd etmesi, vazgeçilmez bir zarurettir. Diğer ilgililerin bir şey söylemeksizin işi mahkemenin kararına terk etmeleri mümkün görülebilmekle beraber, savcı bakımından böyle bir şey söz konusu olamaz; savcı her halde en son iddialarını söylemelidir. Bu itibarla, savcılık talep veya iddia durumunda olduğu konularda keyfiyeti hâkime (veya hâkimin takdirine) bıraktığını beyan ile yetinemez... Savcının esas hakkındaki mütalâasının alınması mecburî olmakla beraber, yargıcın bu ödevini yerine getirmekten kaçınan savcıyı zorlamak yetkisi bulunmadığından, bu gibi hallerde son kararın esas hakkındaki mütalâa alınmadan verilebilmesi de kabul edilmektedir. Ancak böyle bir durum ceza muhakemesi hükmünün kollektif olmasına engel teşkil edeceğinden, yargıç veya mahkeme başkanı hiç olmazsa makamın başı olan savcıya müracaat edebilmeli ve esas hakkındaki mütalâasını vermeyi red eden yardımcı yerine bir başkasının duruşmaya çıkarılmasını talep edebilmelidir… Esas hakkındaki mütalaanın sadece sübuta yani maddi meseleye değil, hukuki meseleye de taalluk etmesi gerekir. Muhakemenin aynı zamanda hukuki meseleyi de halletmek zorunda olması, savcının bu konudaki düşüncelerini de bildirmesini gerektirmektedir” (... Keyman, Ceza Muhakemesinde Savcılık, ... Matbaası, Ankara, 1970, s.258-262) şeklinde görüşler bulunmaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Ozerov/Rusya (18.05.2010-64962/01) kararında; yargılamadan önce hazırlanan iddianamenin önemini vurgulamakla birlikte, ceza yargılamasına savcının katılmamasını AİHS'nin 6. maddesi kapsamında "adil yargılanma hakkının" ihlali olarak kabul etmiştir'' şeklinde düşüncelere yer verilmiştir.

Savunma, iddiaya karşı yapılır. Duruşma Prof Dr. Sami Selçuk’un isabetle belirttiği gibi “tartışma” demektir. Savcının duruşmaya katılmaması savunma hakkının kısıtlanması anlamını taşır. İddia makamının fiilen duruşmaya katılmakla birlikte duruşmada delilleri tek tek ve bütün olarak tartışmaması duruşmaya hiç katılmamasına eşdeğer bir sonuç doğurur. Eğer duruşma salonunda iddia makamı yoksa bu boşluk tarafsız olması beklenen hakim tarafından doldurulur. Bu ise yargılama sonunda verilecek hükmü geçersiz kılan bir durumdur.

Uygulamada delillerin tartışılması aşaması genellikle lüzumsuz görülmekte, hâkim bu aşamadan önce kararını vermiş olarak kürsüye önyargılı olarak çıkmaktadır. Hatta uzun meslek yaşamımızda esas hakkında mütalaanın hâkim tarafından yazdırıldığına birçok kez tanık olduk. Prof Dr. Sami Selçuk’un ifadesiyle ülkemizde duruşmaların tamamı yok hükmündedir.

Ekrem İmamoğlu dosyasında savcı esas hakkında mütalaa vermemeyi tercih etmek suretiyle duruşmanın 1 yıl 24 ay uzamasına sebebiyet vererek savunma hakkını ihlal etmiştir.

Sonuç olarak tartışmasız duruşma, mütalaasız karar olmaz, beraat kararı verilmiş olsa bile!