Yaşadığı döneme damgasını vurmuş, Türk tarihinin yetiştirdiği önemli isimlerden ve aydın şahsiyetlerden biri olan Mahmut Esat Bozkurt, Hacı Mahmutzade Hasan Bey’in oğlu olarak 1892’de Kuşadası’nda dünyaya geldi.

Mahmut Esat Bey’in babası Hasan Bey 1860 doğumluydu. Çiftliğindeki ziraat işlerinin yanında ticaretle de uğraşan Hasan Bey’in Kuşadası’nda helvahaneleri bulunmaktaydı. Aynı zamanda siyasetle de ilgiliydi; İttihat ve Terakki üyesi olup Kuşadası’nda belediye başkanlığı yaptı. Dört evlilik yapan Hasan Bey’in ilk eşi olan Mekkiye Hanım’dan Mahmut Esat dünyaya geldi.

Mahmut Esat, ilköğrenimine Kuşadası’nda başladı ve İzmir’deki Yusuf Rıza Mektebi’nde tamamladı. Lise eğitimine İzmir İdadisi’nde başlayan Mahmut Esat, burada iki yıl okuduktan sonra dayısı Übeydullah Efendi tarafından İstanbul’a götürüldü ve eğitimini burada bitirdi. Öğrencilik yıllarında çevik, kavgacı ve hareketli biri olarak bilinen Mahmut Esat, tarih ve sosyal bilgiler derslerine karşı son derece ilgiliydi fakat sayısal derslerden ise pek hoşlanmazdı.

Yükseköğrenimine 1908 yılında Darülfünun Hukuk Fakültesi’nde başladı. Mahmut Esat, hocaları ve arkadaşları tarafından “taşkın milliyetçi, idealist, heyecanlı, sorgulayıcı ve başarılı bir öğrenci” olarak tarif edilirdi. Kendisini geliştirmek amacıyla faal bir öğrenci olarak çeşitli öğrenci gruplarına katıldı. İlk gençlik yılları, Osmanlı Devleti’nin içte ve dışta karışıklıklar yaşadığı II. Meşrutiyet’in ilanına rastlamaktaydı. Bu dönemde Mahmut Esat, sadece dersleriyle değil, memleket meseleleriyle yayımladı. İlk yazılarını “İttihat” gazetesinde “Kuşadalı Mahmut Esat” imzasıyla yayımlayarak siyasal ve toplumsal konuları işledi.

Avrupa’daki Eğitim ve Millî Mücadele Bilinci

Mahmut Esat, 1911-1912 öğretim yılında Hukuk Fakültesinden başarılı bir şekilde mezun oldu. Babası Hasan Bey, çiftliğin hukuksal işleriyle uğraşması için onu Kuşadası’na çağırdı ancak o, dayısının da desteğiyle eğitimine devam etmek üzere İsviçre’ye gitti.

İsviçre’deki Fribourg Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydına yaptıran Mahmut Esat, Lozan’da pansiyon işleten emekli bir öğretmen olan Mme Emma-Jenni Hoppeler Badan’dan Fransızca ve demokratik siyaset dersleri aldı. Kendi ifadesiyle, onda “Cumhuriyetçi fikirlere duyduğu aşkı bu kadın ateşlemişti.” Mahmut Esat’ın İsviçre’deki öğrencilik hayatı da tıpkı Türkiye’deki gibi hareketli geçti. Eğitim yıllarında Osmanlı Devleti çalkantılı bir dönem yaşarken, o Avrupa’da bir yandan eğitimine devam etti, bir yandan da milli faaliyetlere katıldı.

Önce 1909 yılında aralarında Arap ve Arnavut kökenli kişilerinde bulunduğu Lozan Osmanlı Kütüphanesi adlı öğrenci birliğini kurdu, ancak Trablusgarp ve Balkan Savaşlarında alınan mağlubiyetler sonucunda bu birlik dağıldı. Daha sonra oradaki Türk öğrencilerle birlikte İlyas Ragıp Nurettin başkanlığında Lozan Türk Yurdu’nu kurdular. Türk Yurdu, “Türk Milliyetçiliği” kimliğiyle hareket etti. Hatta öyle ki Atatürk İhtilali kitabında kendi şu sözlerle tanımlamıştır:

“Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum, böyle öleceğim. Türk birliğinin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım.”

Lozan Türk Yurdu, Mahmut Esat Bey’in “Türklüğü yabancılara tanıtmak” ve “dünya efkâr-ı umumiyetini (kamuoyunu) de haberdar etmek” düşüncesiyle konferanslar düzenledi. Paris Sefiri Münir Paşa, Cemal Bey ve Cenevre Türk Yurdu’nda Şükrü Bey gibi isimler bu konferanslara katılarak katılımcıları bilgilendirmeye çalıştı.

13 Nisan 1916’da yapılan seçilerde Lozan Türk Yurdu birliğinin başkanlığına Mahmut Esat Bey getirildi. Yurt toplantılarına katılım konusunu çok önemser, geç kalan arkadaşlarını şiddetle eleştirirdi. Ona göre Yurtçular, yurda ve Türklüğe kayıtsız kalmamalıydı. İtalyan siyasetçi Cavour’un İtalyan milliyetçiliğini Avrupa’da yayma düşüncesinden etkilenerek, Türk milliyetçiliğini Avrupa’ya yaymaya özen gösterdi. Bu bilinçle hareket eden Mahmut Esat Bey, milli duyguları geliştirmek, Türklük propagandası yapmak ve Türk Tarih bilincini uyandırmak amacıyla konferanslar verdi. İlk konferansı İslamiyet öncesi İlk Türk Devletleri üzerine oldu. Bu konferansta Türk aile yapısı, hükümet sistemi, medeniyeti ve teşkilat yapısı hakkında bilgiler sundu. Çalışmaları sadece Türklük bilinciyle sınırlı kalmadı, toplumsal sorunlar üzerine de düşüncülerini aktardı.

Lozan Türk Yurdu toplantılarında, kadına yönelik konuşmalarda, kadınların sadece Avrupa terbiyesine göre yetiştirilmesini eleştirdi. O, Türk ve İslam hukukunun uygulanmasını, eksik kalan kısımlarda ise Avrupa hukukundan faydalanılabileceğini savundu. Bir diğer önemli husus Türk Eğitim Sistemiydi; üyeler eğitimi tahsil ve terbiye olarak ikiye ayırdılar. Mahmut Esat Bey, “tahsilde” yerinden yönetimi benimserken, “terbiyede” merkeziyetçi bir tavır takındı. Ona göre en önemli konu “milli terbiye” meselesiydi.

Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nda yenilgiyle ayrılmasının ardından Mondros Antlaşması gereğince Anadolu’da işgaller başladı. Lozan Türk Yurdu başkanı olan Mahmut Esat Bey, genel kurulda “Büyük Türk milletinin bu felaketli günlerinde” Yurt’un “Türk’ün ve Türkçülüğün” haklarını korumak amacıyla basın faaliyetleri yapılması ve yabancı ülkelere duyurulmasını istedi. Bu amaçla ABD Başkanı Wilson’a, Lozan Türk Yurdu öğrencilerinin düşüncelerine destek verilmesi talebiyle mektuplar gönderildi. Amerikan sefareti aracılığıyla gönderilen mektuplarda, Anadolu’da bir Ermenistan’ın olmadığı, buralarda Türklerin yaşadığı bildirilmekte ve haklarının savunulması istenmekteydi.

Doktora ve Kurtuluş Savaşı’na Katılım

Mahmut Esat, Fribourg Üniversitesi Hukuk Fakültesi eğitimini bitirdikten sonra doktorasını da aynı üniversitede yaptı. Doktora konusunu, Osmanlı Devleti’nin son dönem ekonomisini çokça yıpratan Kapitülasyonlar üzerine seçti. Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı öncesi kapitülasyonları tek taraflı olarak 1 Ekim 1914’te kaldırmıştı. Mahmut Esat, “De Regine des Capitulations Ottomanes” adlı teziyle, kapitülasyonların tek taraflı kaldırılmasının tarihsel ve hukuki olarak haklılığını hem Üniversite yönetimine hem de Avrupalı hukukçulara ispat etti. Bu tez, 1928 yılında “De Regime de Capitulations Ottomnes Leur carsetere juridique d’apres I'historie et les texes” ismiyle Fransızca olarak yayımlandı.

I. Dünya Savaşı bittikten sonra İtilaf Devletleri’nin Mondros Mütarekesi gereği Anadolu’da başlattığı işgallere karşı, halk çeşitli direniş örgütleriyle protestolar düzenledi. Mahmut Esat Bey’de birçok arkadaşıyla milli mücadeleye katılmak amacıyla 1919’da Cenevre’den yurda döndü. Ege bölgesindeki zeybeklere katılarak işgalcilere karşı mücadele etti. Mücadeleyi kalemiyle de sürdüren Mahmut Esat Bey, başta Hâkimiyeti Milliye gazetesi olmak üzere Ulus, Yeni Sabah, İzmir’de Ahenk ve Saday-ı Hak gazetelerinde yazılar neşretti. Kurtuluş Savaşı’nda vermiş olduğu hizmetlerden dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 23 Mart 1925 tarihinde İstiklal Madalyası (kırmızı-yeşil şeritli) ile ödüllendirildi. Ayrıca, Millî Mücadele’deki üstün gayret ve katkılarının bir nişanesi olarak kendisine Milis Yüzbaşı rütbesiyle taltif edilmiştir.

TBMM’deki Siyasi Kariyeri

Mustafa Kemal Paşa, 19 Mart 1920’de yayımladığı bir genelgeyle Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir Meclis açılacağını ve bu nedenle seçimlerin yapılması gerektiğini bildiriyordu. Genelgede, seçimlerinde hangi usullere göre yapılacağı ve kapatılan son Osmanlı Mebusan Meclisi Milletvekillerinin de kabul edileceği belirtilmişti. İşgaller nedeniyle sağlıklı yapılamayan seçimlerde, Mahmut Esat Bey de İzmir livası adına Kuşadası’ndan vekil seçildi.

Mecliste çoğunluğunu inkılâpçı vekillerin oluşturduğu Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu kuruldu. Mahmut Esat Bey’in de içinde bulunduğu bu grup, aynı tarihte ilk toplantısını yaparak amaç, program ve tüzüğünü belirledi. Bir gün sonra yapılan seçimlerde Meclis İdare Heyetine seçildi. Mahmut Esat Bey aynı zamanda Mustafa Kemal’in teşvikiyle açılan Türkiye Komünist Fırkası’nın üyeleri arasında yer almış, ancak planlı olarak kurulan bu partinin ömrü sadece 3 ay sürmüştür.

Meclisin en önemli sorunlarından biri de hükümet kurma şekliyle ilgiliydi. Vekiller görüş ve önergelerini sunarken, Mahmut Esat Bey de konuyla ilgili görüşlerini hem gazetedeki köşesinden hem de Meclis kürsüsünden paylaşarak kuvvetler birliğini savundu.

Bu birliği savunmasının temel gerekçesi olarak milli mücadelenin olağanüstü şartlar altında hızlı ve etkin karar alma zorunluluğu ve TBMM’nin millet iradesinin tek ve mutlak temsilcisi olarak tüm yetkileri kendinde toplamasının gerekliliğiydi.

İktisat Vekilliği ve İzmir İktisat Kongresi

1922 yılı, Mahmut Esat Bey’in hayatında önemli bir dönüm noktasıdır. Bu tarihte, İzmirli Menekşelizadelerden Doktor Hüsnü Bey'in kızı olan Hatice Feheda Hanımla evlendi. Bu evlilikten oğlu Yüksel dünyaya geldi.

Bu tarihin diğer bir önemi de Mahmut Esat Bey’in İktisat Vekili olduğu dönemdir. 12 Temmuz 1922’de Rauf Orbay’ın başkanlığında kurulan İcra Vekilleri Heyeti’nde, 195 oyun 107’sini alarak İktisat Vekili olarak yer aldı. Gençlik yıllarından bu yana iktisadi konulara ilgili olan ve bu konuda tez dahi yazan Mahmut Esat Bey, uygulamak istediği ekonomik programa “Zafer İktisadiyatı Projesi” adını verdi.

17 Şubat 1923 Cumartesi günü, 1135 delegenin katılımıyla Kazım Karabekir’in başkanlığında İzmir İktisat Kongresi düzenlendi. Açılış konuşması Mustafa Kemal Paşa yaptıktan sonra, ikinci konuşmayı İktisat Vekili sıfatıyla Mahmut Esat Bey gerçekleştirdi.

Konuşmasında, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki ekonomik durumundan ve sorunlarından bahsederek yeni Türkiye’nin ekonomisinin nasıl inşa edileceğinden söz etti. Mahmut Esat Bey, 22 Eylül 1923’te İktisat Vekilliğinden istifa etti. İstifası basında farklı şekillerde yorumlansa da kendisi gerekçe olarak istirahat etmek istediğini belirtti.

Mahmut Esat Bey, Kasım 1924’te önce CHF İdare Heyetine seçilmiş, ardından da 22 Kasım 1924 yılında Fethi Bey’in kabinesinde Adalet Bakanı olarak yer aldı. Onun bu göreve getirilmesinde hukuk alanındaki bilgisi, ihtilalci ve inkılâpçı kişiliği etkili olmuştur.

Adalet Bakanlığı ve Bozkurt-Lotus Davası

Mahmut Esat Bey’in Adalet Bakanlığı döneminde hukuk alanında önemli adımlar atıldı ve adeta bir Türk Hukuk Devrimi yaşandı. Ceza Kanunu, Borçlar Kanunu, Medeni Kanun, İcra ve İflas Kanunu, Kara ve Deniz Ticareti Kanunları, Hâkimler Kisve Kanunu gibi hayati kanunlar bu dönemde yürürlüğe girdi.

Bu devrim niteliğindeki adımların en önemlilerinden biri de günümüzdeki çağdaş Cumhuriyet savcılığı kavramının ortaya çıkmasında büyük etkisi olan 4 Nisan 1929 tarihli 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun çıkarılması oldu. Mahmut Esat Bozkurt’un öncülüğünde yürürlüğe giren bu kanunda, ilk kez 1925 yılında 669 sayılı Şurayı Devlet Kanunu’nda “müddeiumumilik” isminde ihdas edilen makamın görevlerine, “cumhuriyet müddeiumumisi” ve “cumhuriyet başmüddeiumumisi” isimleriyle yer verilmiştir.

Savcılara “Cumhuriyet Savcısı” denilmesi, o dönemde diğer üst düzey memurlara (bakan, vali, büyükelçi, vb.) bu ön ekin eklenmemesi sebebiyle Meclis’te tartışmalara yol açmıştır. İtiraz edenler, bu farklılığın gereksiz bir rahatsızlık yaratacağını belirtmişlerdir. Ancak Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt, bu tartışmaya net bir felsefi açıklama getirmiştir. Savcıların görevi, sadece ve sadece Cumhuriyet adına hakkı savunmak ve soruşturmaktır. Mahmut Esat Bey, savcının bu görev nedeniyle gerektiğinde “valiye, büyükelçiye, müsteşara ve devletin bütün yetkililerine” karşı bile soruşturma yürütmek durumunda kalacağını, bu yüzden bu unvanın, onların hukuk karşısındaki bağımsızlıklarını ve evrensel sorumluluklarını simgelediğini ifade etmiştir. Mahmut Esat Bey, Cumhuriyet savcılarına şu sözlerle hitap etmiştir:

“Cumhuriyet Müddeiummileri!

Meriç kıyılarında çalışan Türk köylüsünün kaybolan sabanından tutunuz da bu vatanda yaşayanların uğrayacağı en ufak bir haksızlıktan, hatta, ta Bingöl dağlarının ıssız kuytularında nafakalarını bekleyen öksüzlerin göz yaşlarından siz mes’ulsunuz!”

Mahmut Esat Bey’in savcıların bağımsızlığına ve adaletin evrensel niteliğine verdiği bu önem, onun adalet sisteminin diğer alanlarında da köklü dönüşümlere yönelmesini beraberinde getirmiştir. Bu yaklaşımın bir uzantısı olarak, cezaevlerinin de modern bir hukuk devletine yakışır şekilde yeniden yapılandırılması gerektiğini savunmuş ve bu alanda geniş kapsamlı reform çalışmalarına girişmiştir.

Mahmut Esat Bey, 1929’da hapishane işlerinin Adliye Vekâleti’ne devredilmesiyle, Avrupa’daki örnekleri temel alarak hapishaneleri modern eğitim ve ıslah merkezlerine dönüştürme çalışmalarına başladı. Amaç; suçlulara çalışma disiplini, meslek ve iyi ahlâk kazandırmak, genç mahkûmların eğitimini sağlamaktı. Bu çerçevede hapishanelerde imalathaneler kurulması ve mahkûmların üretime katılması planlandı. 1930’da çıkan bir kanunla idari düzenlemeler yapıldı. Hasta mahkûmların sağlıksız ortamlardan uzaklaştırılması ve tarımsal koloniler kurulması hedeflendi. Yeni hapishaneler için ödenek ayrılarak Ankara Cebeci’de matbaa ve kütüphane birimleri içeren yeni bir hapishane inşa edildi. Ancak bu kapsamlı modernizasyon projelerinin birçoğu, Mahmut Esat Bey’in Adliye Vekâleti’nden ayrıldığı döneme denk geldiği için tam olarak hayata geçirilemedi.

Tüm bu yerel hukuk devrimi hamlelerinin ardından, Mahmut Esat Bozkurt, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası alandaki hukuksal bağımsızlığını ilan eden ve kapitülasyonların kesin olarak kalktığını tüm dünyaya gösteren kritik bir davada, Bozkurt-Lotus Olayı’nda, ülkesini bizzat temsil ederek yeni bir zafere imza atacaktır.

2 Ağustos 1926 günü, Kuruçeşme’den Mersin’e gitmekte olan kömür yüklü Türk vapuru Bozkurt isimli gemi ile Fransız bandıralı ticaret gemisi Lotus’un Adalar Denizi’nde Midilli açıklarında çarpışması sonucunda Türk gemisi Bozkurt battı ve 8 Türk mürettebatı öldü. Fransız gemisi Lotus, kurtarabildiği Türk mürettebatı İstanbul’a getirdi.

Bu olaydan hemen sonra ölenlerin yakınlarının şikâyeti üzerine Türk gemisi Bozkurt’un Kaptanı Hasan Bey ile Fransız gemisi Lotus’un Kaptanı Jan Demons, dikkatsizlik ve tedbirsizlikleri nedeniyle 8 kişinin ölümünden sorumlu tutularak İstanbul Mahkemelerince tutuklandı. Bu karar Fransa’da duyulunca protesto edildi.

Fransa Devleti, açık denizlerde meydana gelen kazadan dolayı yargılama hakkının kendilerinde olduğunu belirterek Jan Demons’un serbest bırakılmasını istedi. Türk Hükümeti bu talebe karşılık, yargıya müdahale edemeyeceğini ancak istenilirse konunun Uluslararası Daimî Adalet Divanı’na götürülebileceğini teklif etti ve Fransa da bunu kabul etti. Bu sırada mahkeme devam etti ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, Jas Demons’a 2 ay 22 gün ağır hapis cezası ve 22 lira para cezası, Türk Gemi Kaptanı Hasan Bey’e ise 4 ay ağır hapis cezası ve 33 lira para cezası verdi.

12 Ekim 1926 tarihinde, davayla ilgili kesin kararı Cenevre'de Adalet Divanının vermesi üzerine anlaşmaya varıldı. Türk tarafını temsilen Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey, Fransa tarafını temsilen ise Paris Hukuk Profesörü Mösyö Besdevant yer aldı.

Mahmut Esat Bey Lahey’e gitmeden önce Mustafa Kemal Paşa ile görüştü. Bu görüşmesini şu şekilde anlatır:

“- Paşam, Lahey Adalet Divanı'na gidelim. Kimin haklı olduğu orada meydana çıksın. Ben, hakkımızdan eminim. Müsaade ederseniz, davamızı ben müdafaa edeyim. Kaybedersem, memlekete bir daha dönmem. Fakat kazanacağız. Hem, Adalet Divanı önüne gitmeden Fransızların dediğini yapacak olursak, Fransız Devletinin tehditleri karşısında boyun eğmiş olacağız. Bu da onlara diğer meselelerde aynı tehditleri öne sürmek cesaretini verecektir. Hâlbuki Lahey Divanı'na gidersek davayı kaybetsek dahi şeref ve haysiyetimiz zedelenmez. Zira Milletlerarası bir mahkemenin hükmüne uymak şerefsizlik değil, bilakis büyük şereftir.”

Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa ise şunları söyledi:

“- Güle güle git. Kazanacaksın. Kazanmasan da memleket seni bağrına basacaktır.”

2 Ağustos 1927 saat 10.00’da Uluslararası Adalet Divanı Mösyö Huber başkanlığında toplandı. Türk temsilcileri, hazırladığı raporda Uluslararası Hukuk Kurallarına bağlı kalındığını ve yargılamanın Türk Ceza Kanunu’nun 6. maddesi doğrultusunda yapıldığını savundu. Ayrıca bu maddenin İtalya Ceza Kanunundan alındığı belirtilerek Uluslararası Hukuka uygunluğundan bahsedildi. Fransa ise hazırladığı raporda, Türk makamlarının 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşmasının ve Adli Salahiyet Sözleşmesi’nin 15. maddesine aykırı olarak yargılama yaptığını iddia etti. Türkiye’nin, yabancı bir ülkede bir yabancı tarafından vatandaşına karşı işlenen bir suçu kovuşturma yetkisinin bulunmadığından bahsederek, Jan Demons’a tazminat ödenmesini talep etti.

Uluslararası Adalet Divanı, Lahey’de 7 Eylül 1927 tarihli kararında, Lozan Barış Antlaşması’nın 28. Maddesi doğrultusunda kapitülasyonların kaldırıldığını belirterek, Türk mahkemelerinin yargılamasının Lozan Antlaşmasının İkamet ve Salahiyet Sözleşmesinin 15. maddesine bir aykırılık tespit etmedi. Adli mahkemelerin kovuşturmaya yetkisinin olduğunu ve Jan Demons’a tazminat ödeme gerektirecek herhangi bir durum söz konusu olmadığını oy çokluğuyla Türkiye lehine karar verdi.

Lahey’den çıkan karar, Türkiye’de bir şenlik havası yarattı. Bu başarının aslan payı hiç kuşku yok ki Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey’e aitti. Buradaki zaferi ona, soyadı kanunu çıkarıldığında “Bozkurt” soy ismini kazandırdı. Fransa’da ise tam bir bomba etkisi yarattı ve yoğun eleştirilere sahne oldu.

Mahmut Esat Bey’in bu hukuki yetkinliği ve başarısı sayesinde, kendisi daha sonra 1932 yılında Türkiye ve İtalya arasında gündeme gelen Oniki Ada’daki Türk malları (emlak) sorununu çözmek ve Lahey Beynelmilel Adalet Divanı'nda Türkiye’yi temsil etmek üzere de hükümet tarafından yetkilendirilmiştir.

Son Görevleri ve Vefatı

Mahmut Esat Bey, 22 Kasım 1924 tarihinde başladığı Adalet Bakanlığı görevini başarıyla yürüttü ve birçok kanunun yasalaşmasına öncülük etti. Tüm bu başarıları kimi çevrelerce kabul edilmedi, özellikle görevde bulunduğu son dönemlerde muhalefetin yoğun eleştirisine maruz kaldı. Yine bu dönemde Haydar Rıfat (Yılmaz) Bey’le yaşadığı sorunlar ve davalık olması onu daha da yıprattı. 22 Eylül 1930 tarihinde “Başvekil İsmet Paşa Hz.” diye başlayan bir mektupla Adalet Vekilliğinden istifa ettiğini bildirmişti.

Mahmut Esat Bozkurt, Adliye Vekâletinden ayrıldıktan sonra Teşkilat-ı Esasiye Encümeni gibi çeşitli görevlerde yer aldı. Ayrıca öğretim üyeliği, gazetecilik ve avukatlık da yaptı. Devrim bilincini zihinlere kazımak amacıyla 1930’da Halk Okuma Odaları, 1931’de Türk Tarih Kurumu, 1932’de Halkevleri, Türk Dil Kurumu, 1937’de Köy Öğretmenliği Örgütü, 1940’ta Köy Enstitüleri ve Halk odalarının kurulmasına öncülük etti.

Cemil Bilsel, Adliye Vekilliğinden ayrıldığı gün ona Ankara Hukuk Fakültesinde ders okutmasını teklif etti. Eski hocasını kırmayan Mahmut Esat Bey, Devletler Hukuku ve Mukayeseli Teşkilatı Esasiye derslerinde hocalık yaptı. Bunun yanında İnkılâp Tarihi, Hukuk-ı Esasiye ve Hukuk-ı İdare dersleriyle Hukuk ve Adliye tarihi derslerini de okuttu. Siyasal Bilgiler Okulunda Anayasa Hukuku profesörlüğü yaptıktan sonra 30 Eylül 1941 tarihinden istifa etti.

16 Aralık 1943 tarihinde, her zamanki gibi masasının başında Yeni Sabah gazetesi için yazısını yazarken aniden fenalaştı ve kısa bir süre sonra felç oldu. Doktorların tüm çabalarına rağmen kurtarılamayan Mahmut Esat Bey, 21 Aralık 1943 tarihinde saat 18.10’da vefat etti. Ailesinin isteği üzerine cenazesi Kuşadası'na getirildi ve 26 Aralık 1943 tarihinde İsa Bey Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından defnedildi.

Eserleri

  • Mahmoud Essad, Du Regime des Capitulations Ottomanes leur caractere juridique d'apres I'historie et les textes.
  • Mahmut Esat, Türk İhtilalinde: Vatan Müdafaası
  • Mahmut Esat Bozkurt, Hukuku Düvel, Yardımcı Talebe El Notu.
  • Mahmut Esat Bozkurt, Devletler Arası Hak "Hkuku Düvel"
  • Mahmut Esat Bozkurt, Aksak Demir'in Devlet Politikası
  • Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali I-II

EKLER

Ek-1: İstiklal Savaşındaki hizmetinden dolayı İzmir Mebusu Mahmut Esat Bozkurt’a verilen milis yüzbaşılık rütbesinin uygun olduğu.

Ek-2: Bozkurt-Lotus meselesi dolayısıyla Lahey’de bulunan Adliye Bakanı Mahmut Esat Bey’e 3 bin lira verilmesi.

Ek-3: Oniki Ada’daki Rumlarla, Türklere ait emlak konusunun Lahey Beynelmilel Adalet Divanı’na götürülmesi ve hükümetimizi temsilen İzmir Milletvekili Mahmut Esat’a yetki verilmesi.