1550 yılında İspanya kralı V. Carlos, bir grup yargıç ve din adamına Valladolid şehrinde düzenleyecekleri bir konseyde İspanya’nın Amerikalı yerlileri zor kullanarak İspanyol Amerika’sının tebaasına dahil etmesini ahlaki ve doğal hukuk kuralları bağlamında tartışmalarını ayrıca yerlilere karşı zor kullanmanın sonuçlarını Hristiyanlık dini açısından da ortaya koymalarını emreder.

Kral V. Carlos’un emriyle İspanya’nın Valladolid şehrinde toplanan konseyin bir tarafında Juan Ginés de Sepúlveda diğer tarafında Bartolomé de las Casas adlı iki hümanist akademisyen vardı. Amerikalı yerlilerin kaderlerinin tartışıldığı bu konseyde Sepúlveda, incili tebliğ etmek için barbar olan yerlilere savaş açmanın meşru olduğunu savunurken karşıtı olan Las Casas yerlileri İspanya tebaasına katmak için savaşın kesinlikle meşru olmayacağını; Hristiyan anlayışına en uygun olan yöntemin İncil’in yerlilere barışçıl bir yoldan onları ikna etmek suretiyle tebliğ etmek olduğunu sonuna kadar savunacaktır.

Bu makalemizde Valladolid Konseyi’nin toplandığı 1550-1551 yıllarında İspanya’nın içtimai vaziyetinden kısaca bahsedilip sonrasında tartışmanın taraflarından Juan Gınes Sepúlveda ve Bartolomé de las Casas’ın yerlilere karşı gerçekleştirilecek savaşın doğal hukuk ve Hristiyanlık anlayışı açısından meşru olup olmadığı hususunda ortaya attıkları savlar değerlendirilecektir.

1550 İSPANYASI

Osmanlı Devleti’nin en güçlü ve ihtişamlı yıllarını yaşadığı 15. yüzyılın ortaları ile 16. yüzyılın sonları arasında Batı Avrupa’da Orta Çağ karanlığı neredeyse tamamen son bulmuştur. Bu yıllarda Avrupa’da iktisadi, coğrafi, dinsel ve sair diğer alanlarda birçok gelişme meydana gelmiştir. Bu gelişmelerden en önemlisi olan coğrafi keşifler Avrupa devletlerinin bol miktarda altın elde etmesini ve Avrupa’da köle ticaretinin yaygınlaşmasını sağlamıştır. Altın ve baharat ülkelerine Türkler aracılığıyla değil doğrudan ulaşarak büyük kazanç elde etme hayalleriyle Hindistan’a ve Avrupa’nın doğusuna seferler düzenleyen İspanyol kaşifler (conquistador) Portekizlilerle birlikte coğrafi keşiflerin başını çekmiş ve İspanya hizmetindeki Macellan, Amerika’nın güneyini dolaşarak büyük okyanusu geçip Filipin Adaları’na ulaşmıştır. Kısaca 16. yüzyılın sonlarında Amerika’nın Asya’nın bir parçası değil tamamen ayrı bir kıta olduğu Avrupalılar tarafından keşfedilmiştir.

Coğrafi keşifler İspanya’da sadece iktisadi alanda değil hukuk alanında da yargıçların ve din adamlarının yeni fikirler üretmesine sebep olmuştur. Zira İspanyol İstilacılar istila ettikleri yerlerde (Meksika, Peru, Şili) kendilerinden tamamen farklı din ve kültüre sahip ve kendilerinden tamamen farklı dili konuşan pagan kabilelerle karşılaşmıştır. Kendilerine göre tuhaf görünümlü bu insanların savaş yolu ile İspanyol tebaasına dahil edilip edilemeyeceği coğrafi keşiflerin başladığı yıllardan beri Avrupa’da tartışma konusu olmuş ve 1550-1551 yıllarında gerçekleşen Valladolid Konseyi bu tartışmaların doruk noktası olmuştur.

İNSAN HAKLARINA 1550 YILINDA GÖZ KIRPAN TECESSÜS: BARTOLOMÉ DE LAS CASAS

1474 tarihinde Sevilla’da doğduğu tahmin edilen Bartolomé de las Casas İspanyol bir tarihçi aynı zamanda dominiken bir misyonerdir. Las Casas Amerika kıtasında papazlığa atanan ilk kişi olup 1513’teki Küba’nın fethi ile sonuçlanan kanlı sefere katılmış hatta encomienda sahibi bir papaz olarak kendisine belirli sayıda yerli self verilmiştir. Fakat sonraki yıllarda yerlilere karşı yapılan zulümlere dayanamayan Las Casas dönemin kralı Şarlken’e Özgür Yerli Kentleri kurma projesini dahi kabul ettirmiştir. İspanyolların yerlilere yaptıkları zulümlere sessiz kalmayan Las Casas, keşfedilen yerlerde öldürülen yerlilerin hikayelerini içeren “The Devastation of the Indies” adlı bir eser kaleme almıştır.

Bazı çağdaşları tarafından insan haklarının kurucusu sayılan dominiken fikir adamı Francisco Vitoria‘nın halefi olan Las Casas, selefinin tuttuğu insan hakları bayrağını makalemizin  konusu olan Valladolid Konseyi’nde de Amerikalı yerlilerin kendi kaderlerini kendileri belirleyebileceklerini sonuna kadar savunarak dalgalandırmayı başarmıştır.

VALLADOLİD’DE BİR TARTIŞMA

Dogmatik akademisyen Sepúlveda’ya göre doğuştan aşağılık koşullarda yaşayan ve irrasyonel varoluşa sahip olan yerliler doğaları gereği köle statüsündeydi. (Humunci) Barbar yerliler kendilerinden daha medeni olan İspanyolların kurallarını kabul etmedikleri takdirde İspanyolların yerlilere karşı başlatacakları savaş meşru sayılacaktı. Tartışmaya dogmatik ve şovenist fikirleri ile damgasını vuran Sepúlveda, yerlilerin zor kullanılarak İspanyol kültürüne dahil edilmelerinin meşruiyetini Aristoteles’in fikirlerine dayandırır. Bu minvalde Sepúlveda yerlilere karşı gerçekleştirilecek olan savaşın meşruiyetinin dört temeli vardır:

1. Amerikalı yerliler barbardır.

2. Amerikalı yerliler doğal hukuka göre suçludur.

3. Yerliler masum insanlara zulmedip onları öldürmektedirler.

4. Yerliler kafir olup onlara Hristiyanlık dini tebliğ edilmelidir.

İnsanlığın onurunu korumayı kendine görev bilen Las Casas, Valladolid Konseyi’nde Sepúlveda’nın sapkın temellerini çürütmeye çalışacak fakat az çok tarih bilenlerin malum olduğu üzere ne yazık ki Amerikalı yerlilere karşı yapılan katliam hız kesmeden devam edecektir. Şimdi konseydeki önermeleri ve karşı önermeleri kısaca tek tek inceleyelim.

SEPÚLVEDA’NIN 1. SAVI: AMERİKALI YERLİLER BARBARDIR

Şovenist fikir adamı bu savını Aristoteles’in Politika adlı kitabında yaptığı barbarlık tanımına dayandırır. Aristoteles insanları medeni insanlar ve barbarlar olarak ikiye ayırır. Politika adlı kitabında Aristoteles duygulanımları aklına hükmeden insanları doğaları gereği barbar olarak tanımlarken, duygulanımlarının etkisi altında kalmadan aklını kullanabilen insanları ise medeni insanlar olarak kabul etmektedir.  Sepúlveda bu ilkel ve sapkın teoriyi Amerika yerlileri üzerinde uygulayarak Amerikalı yerlilerin akıllarıyla değil duygulanımlarıyla düşünen maymundan farksız yaratıklar (homunci) olduğunu öne sürmüş, daha medeni olan yani akıl ile düşünebilen İspanyolların onlar  üzerinde tahakküm kurmak için savaştan başka seçenekleri olmadığını savunmuştur.

LAS CASAS’IN KARŞI SAVI

Las Casas Aristoteles’in barbarlık teorisine karşı çıkmamakla birlikte karşıtı Sepúlveda’nın teoriyi tarif edip genelleştirerek Amerikalı yerlilere uyguladığını öne sürmüştür. Konseyde söz alan Las Casas, Aristoteles’in Barbarizm doktrini aşağıdaki şekilde açıklayarak Amerikalı yerlilerin barbar olmadığını savunmuştur:

Las Casas’a göre Aristoteles Doktrininde dört çeşit barbar bulunmaktadır. Bunlardan ilki zalimce ve vahşi davranışlar gösteren insana haslet muhakeme yeteneğinden yoksun olanlar; ikincisi kendini ifade edecek kadar konuşamayanlar; üçüncüsü adalet ve insan anlayışına sahip olmayanlar; dördüncü ve son olan ise Hristiyan olmayanlardır. Las Casas’a göre Amerikalı yerliler bu dört çeşit barbar grubunun hiçbirine dahil edilemeyecektir. Zira uygar ve düzenli şehirlere sahip olan Amerikalı yerliler sıkı kurallarla yönetilmekteydiler. Las Casas’a göre yerlilerin ülkelerinde uyguladığı kurallar Antik Yunan’da ve Roma’da uygulanan kurallardan daha az medeni değildi. Hümanist düşünüre göre yerlilerin barbar olarak nitelendirilmesi halinde Antik Yunanlıların ve Roma’nın da barbar kavimler olduğunun kabulü gerekecekti.

Günümüzde uluslararası alanda korunma altına alınmış insanın insan olmasından kaynaklanan haklarına 1550 yılında göz kırpan Las Casas, yerlilerin dillerinin iptidai olmadığını tam tersine gramer bakımından oldukça kompleks ve ses olarak da güzel tınılı olduğunu ileri sürmüş, Amerikalı yerlerin insan kurban vermesinin başlı başına onları barbar statüsüne sokmaya yeterli olmadığını, tarih boyunca varlığını sürdüren diğer medeniyetlerde de bu tür olayların yaşandığını, tıpkı tarihte olduğu gibi Amerikalı yerlilerin içerisinde de insan kurban eden grubun azınlıkta olduğunu savunmuştur.

Düşünüre göre yerlilerin pagan olması da onları barbar yapmayacak; aksinin kabulü halinde Avrupalıların ataları da barbar olarak kabul edilmesi gerekecektir.

SEPÚLVEDA’NIN 2. SAVI: AMERİKALI YERLİLER DOĞAL HUKUKA GÖRE SUÇLUDUR

İspanyol emperyalizminin savunucusu Sepúlveda’ya göre yamyam ve sapkın olan ve bu surette doğal hukuka karşı suç işleyen barbarları savaştan başka hiçbir şey durduramazdı.  İspanyol geleneğine ve İspanya kanunlarına aykırı hareket eden yerlilerin doğal hukuka karşı işlemiş oldukları suçlar sebebiyle cezalandırılmaları gerekiyordu; doğanın kanunlarına karşı gerçekleştiren suçların kökü kazınmalıydı. Bu, gelenekçi olsun olmasın bütün İspanyolların yükümlülüğüydü.

LAS CASAS’IN KARŞI SAVI

Las Casas bu önermeye ilk olarak cezalandırmanın yargılamayı gerektireceğini savunarak karşı çıkar. Kralın yahut Papanın kâfirleri yargılama yetkisi kesinlikle yoktu. Bu sebeple Hristiyanlar yerlileri pagan olmalarından veya kültürlerine haslet insani kabullerinden dolayı yargılayamazdı. Zira daha önce Müslümanlar ve Yahudiler, Hristiyan yöneticilerinin altında aynı medeni hukuk kurallarına tabi olarak yaşamışlardı. Bu şekilde birlikte yaşayan farklı dinlere sahip toplulukları cezalandırma yetkisi Hristiyan yöneticilerde bulunmamaktaydı ve bu minvalde her topluluk kendi dini kurallarına göre yargılanmalıydı. Yalnızca Hristiyanları yargılama yetkisine sahip olan kilise Hristiyanlığın ne olduğunu bilmeyen paganları hiç yargılayamazdı. Zira yerliler de kendi içinde tutarlı ve akıllı varlıklar olduğu için kendilerini yargılayacak kişileri kendileri seçebilirlerdi. Sapkınların cezalandırılması elbette kilisenin görevi idi fakat Amerika yerlilerinin pagan olması onların aynı zamanda sapkın olduğunu göstermezdi. Özetle Las Casa gerek kilise ve kralın yargılama yetkisinin bulunmaması gerekse putperestliğin tek başına cezalandırılma sebebi sayılamayacağı sebepleri ile İspanyolların yerlilere karşı savaşına karşı çıkmıştı.

SEPÚLVEDA’NIN 3. SAVI: YERLİLER MASUM İNSANLARA ZULMEDİP ONLARI ÖLDÜRMEKTEDİRLER

Sepúlveda konseyde Asteklerin tanrılara insan kurban vererek masum insanları öldürdüğünü, öldürmeden önce de onlara işkence ettiklerini öne sürmüş, katledilen bu masum insanların İspanyollar tarafından korunması gerektiğini ve bunun da ancak savaşla olabileceğini savunmuştur. İspanyolların bu katliama müdahale etmemesi durumunda masum kurbanların yardımına koşacak başka kimseler yoktur. İspanyollar suçsuz yere katledilen masum yerlilere yardım etmelidir. Bu görüşe Las Casas’ın selefi olan yerli haklarının ilk savunucusu Francisco De Vitoria da katılmaktaydı. Las Casas yerlileri savunma konusunda Francisco De Vitoria’dan daha da öteye giderek yamyamlığın dahi yerlilere karşı savaş açmanın bir sebebi olamayacağını savunmuştur.

LAS CASAS’IN KARŞI SAVI

Sepúlveda’nın yamyamlığın önlenmesi fikrine karşı çıkarken çok zorlanan Las Casas, Saint Augustin gibi önde gelen Hristiyan liderleri örnek göstererek onların yamyamlığa ve paganlığa karşı bile savaşmaktan sonuna kadar kaçındığını ifade etmiş, konseyde yamyamlığı asla savunmadığını ama yerlilere savaş açılması onlara insan kurban etmeleri halinde  meydana gelen zarardan daha fazla zarar vereceğini öne sürmüştür. İnsanlığın geri kalmış safhasını yaşayan yerliler katledilmemeli onlara hoşgörü ile yaklaşılarak İncil tebliğ edilmeli ve ikna suretiyle medeniyetin esasları öğretilmelidir.

SEPÚLVEDA’NIN 4. SAVI: YERLİLER KAFİR OLUP ONLARA HRİSTİYANLIK DİNİ ZOR KULLANARAK TEBLİĞ EDİLEBİLİR

Sepúlveda’ya göre İncil’in putperestlere tebliği için savaş olmazsa olmazdı. Tıpkı karşıtı olan Las Casas’ın coğrafi keşiflerin ilk yıllarında yaptığı gibi yeni dünyada misyonerlik faaliyetleri yürütülmeli bunların engellenmesi halindeyse yerlere karşı savaş açılmalıydı. Bu aşamada İncil’den çeşitli örnekler veren Sepúlveda, İncil’e göre Hristiyanlığın paganlar tarafından kabul edilmesi için gerekirse zor kullanmanın dinin bir gereği olduğunu savunmuştur.

LAS CASAS’IN KARŞI SAVI

Las Casas öncelikle İncil’in yaşanan olayların bağlamları içinde farklı şekillerde yorumlanabileceğini, bu yorumların Sepúlveda‘nın yaptığı gibi amacından sapmaması gerektiğini vurgulamıştır. Bu noktada Las Casas Hristiyan olmayanlara karşı savaşın son çare olduğuna örnek teşkil eden İncil ayetlerini sıralayarak bir kez daha Sepúlveda’nın Amerikalı yerlilerin yalnızca pagan olduğunu onların sapkın olmadığını unuttuğunu dile getirmiş, onların ikna edilerek Hristiyanlaştırılması gerektiğini savunmuştur.

Las Casas Valladolid Konseyi’nde ayrıca yerlilerin İspanyol topraklarında hak iddia etmediğini, İspanyollara saldırmadığını,  bu sebeple de İspanya’nın kendisini müdafaa edecek bir pozisyonda olmadığını tam tersine Amerikalı yerlilerin tehlike altında olup meşru müdafaa hakkına esasen onların sahip olduğunu, tanrının İnci’nin ayetlerinden haberi olmasına rağmen onları reddeden insanları cezalandırabileceğini bunun dışında Hristiyanlığın ne olduğunu bilmeyenleri Tanrı’nın cezalandırmayacağını savunmuştur.

İNSAN HAKKI YENİ DÜNYADA DOĞABİLMİŞ MİDİR?

Valladolid Konseyi’i hukukun ülke sınırlarının ötesinde uygulanma meselesinin tartışıldığı; hukukun ve devlet egemenliğinin sınırlarının ilk defa zikredildiği konsey olması açısından tarihteki önemli yerini korumaktadır.

Uluslararası hukukun kurucusu sayılan, yerli haklarının ilk savunucusu Francisco Vitoria’nın izinden giderek fethedilen topraklardaki yerlilerin haklarını korumaya çalışırken onların “insan” olma özelliklerinden başka elinde hiçbir koz bulunmayan Bartolomé de las Casas, günümüzde kaynağını yine insanın kendisinden alan insan haklarının onurunun sınırlarını 1550 yılında çizmeye başlamıştır.

Ne var ki yalnızca teorik bir tartışmadan ibaret olan Valladolid Konseyi’i, Avrupa’da uzun yıllar boyunca yerlilerin gündemde tutulmasından öteye geçememiş, tartışmanın sonucunda herhangi bir hak elde edemeyen binlerce yerli acımasızca katledilmiştir.

Las Casas’ın görüşleri yerlilerin katledilmesinden sonra koloniler dönemine yeniden gündeme gelip uyarlanmaya çalışılmışsa da fetihlerin başladığı tarihten günümüze kadar bu konuda uygulamada hiçbir önlem alınmamış; yeni dünya halklarına ait bütün eserler onların yaratıcıları ile toprak altına gömülmüştür.

Uzun süren katliamlara karşı Avrupalı diğer devletler tepki göstermiş olsa da bu devletlerin İspanya ve Portekiz’in yerlilere karşı yaptıkları katliamlara karşı gelme sebepleri hiçbir zaman ahlaki değerlere dayanmadığından başka bir deyişle katliamlara karşı çıkan diğer Avrupalı devletler bu karşı çıkışı İspanya ve Portekiz’in ekonomik anlamda kendilerinden çok daha üstün bir duruma gelmelerini önlemek amacıyla yaptıklarından Amerikalı yerlilerin katli hiçbir surette engellenememiştir. Öyle ki Las Casas dahi Valladolid Konseyinde ileri sürdüğü fikirleri bir süre sonra savunmayı bırakmıştır.

AMERİKALI YERLİLER; BIRAKIN KENDİ KADERLERİNİ KENDİLERİ TAYİN EDEBİLMEYİ, KENDİ KADERLERİNİN TAYİN EDİLDİĞİ TARTIŞMAYA DAHİ TARAF OLAMAMIŞTIR. 

KAYNAK:

AKAL, Cemal Bali: Modern Düşüncenin Doğuşu İspanyol Altın Çağı, Dost Kitabevi, 7.Baskı, Kasım 2016

TANİLLİ, Server  :  Uygarlık Tarihi, Çağdaş Yayınları, 10. Baskı, Temmuz 1997

HERNANDEZ, Bonar Ludwing: The Las Csas- Sepúlveda Controversy: 1550-1551

ENCYCLOPEDIA, AnaBritannica, Las Cas, Bartolomé de 1994 Edition, XX. Cilt, Syf.247