ÖZ

Hukuk yargılamasında hukuki sebep, somut uyuşmazlığa konu maddi vakıaya uygulanacak olan hukuk kuralları olarak ifade edilmektedir. Yargılamanın tarafları, dilekçelerinde hukuki sebebi bildirmekle yükümlüdürler. Ancak, hukuki sebebin bildirilmemiş olması yargılamanın tarafları bakımından herhangi bir yaptırım uygulanmamaktadır. Bununla birlikte, uyuşmazlığın görüleceği görevli mahkemenin belirlenmesinde hukuki sebebin önemi daha özelde hakların yarışması davasında çok büyük bir önemi haizdir. Davacı taraf, dava dilekçesinde talep ve dava konusu etmiş olduğu hakkını bir hukuki sebebe dayandırmış ise o durumda mahkeme kendisinin görevli olup olmadığını davacının dilekçesinde bahsetmiş olduğu hukuki sebebe göre belirleyecek ve duruma göre görevsizlik kararı verecek veya görevli olduğundan bahisle yargılamaya devam edecektir. Ancak davacı taraf, dava dilekçesinde talep hakkını birden fazla hukuki sebebe dayandırmış ise o durumda mahkemenin görev hususunu değerlendirmesi davacının talep hakkını dayandırmış olduğu hukuki sebeplerin farklı farklı mahkemelerin görev alanına girip girmediği bakımından farklılık arz edecektir. İşte çalışmamızda hukuki sebebin görevli mahkemenin belirlenmesine etkisi hususu öğreti ve yüksek yargı kararları ışığında tartışılmıştır.

I. GİRİŞ:

Hukuk yargılamasında davanın açıldığı mahkeme kendisinin görevli olup olmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden gözetir ve görevli olmadığını anlar ise o durumda görevsizlik kararı verir. Aynı şekilde yargılamanın tarafları da mahkemenin görevine davanın her aşamasında itiraz edebilir. Bununla birlikte mahkemenin görevli olup olmadığının belirlenmesi hukuki sebep kavramları ile de yakından ilişkilidir.

Bizler çalışmamızda öncelikle hukuki sebep kavramı üzerinde, sonrasında görev hususunda daha sonra hukuki sebebin daha özelde hakların yarışması kurumunun görevli mahkemenin belirlenmesine etkisi üzerinde durulacaktır.

II. HUKUKİ SEBEP:

Hukuki sebep kavramı, en genel tanımı ile hukuk yargılamasında tarafların dilekçelerinde dayanmış olduğu somut uyuşmazlığa konu maddi vakıalara uygulanacak olan hukuk kuralları veya bu maddi vakıaların hukuki nitelendirilmesi olarak tanımlanmaktadır. Öğretide, hukuki sebep kavramından maksat davacı tarafın dava talep ve istem sonucunu haklı kılacak olan hukuksal dayanaklar olarak ifade edilmiştir[1].

Yazılı yargılıma usulünün uygulandığı davalarda davacı-(lar), dava dilekçesinde ve cevaba cevap dilekçesinde, davalı-(lar) ise, cevap ve ikinci cevap dilekçesinde bahsetmiş olduğu maddi vakıaların dayanağı olan, onların hukuksal anlamda nitelendirilen soyut hukuk kurallarını göstermesi gerekmektedir(HMK m.119 f. 1-g, 129 f. -g). Aynı şekilde benzer şekilde yükümlülük basit yargılama usulünün uygulandığı davalarda davacı-(lar) dava dilekçesinde, davalı-(lar) ise, cevap dilekçesinde maddi vakıaların hukuki nitelendirilmesini yapan soyut hukuk kurallarına yer vermesi gerekmektedir.

Davacının dava dilekçesinde davacı-(lar) ile davalı veya davalıların  adı, soyadı ve adresleri, davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası eğer varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve yine davacı kendini bir vekil ile temsil ediyorsa davacı vekilinin adı, soyadı ve adresi, davacının açık bir talep sonucu veya  davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya davacı kendisini bir vekil ile temsil edecekse o durumda vekilinin imzasını içermemesi halinde mahkeme bu sayma suretiyle belirtmiş olduğumuz unsurlardan bir ya da birkaçında yer alan eksiklikleri veya yanlışları düzeltmesi için davacı tarafa bir haftalık kesin süre verir. Mahkemenin vermiş olduğu kesin süre içerisinde bu eksiklerin davacı tarafından giderilmemesi halinde mahkeme davacının davasının açılmamış sayılmasına karar verir (HMK m. 119 f. 2). Ancak buna rağmen tarafların dilekçelerinde hukuki sebebe yer vermemiş olmasının bir yaptırımı bulunmamaktadır. Eş söyleyişle, tarafların dilekçelerinde hukuki sebebe yer vermemiş olması, HMK m.119 f.2 anlamında davanın açılmamış sayılmamış olmasına/ cevap dilekçesinin verilmemiş olmasına veyahut başkaca bir yaptırımın uygulanmasını gerektirmemektedir. Nitekim Yargıtay da bir kararında[2] benzer şekilde bir karar vermiştir: “…Hukuki sebepler; davacının talep sonucunu haklı göstermek için dava dilekçesinde bildirmiş olduğu vakıaların hukuki niteliğidir. Her ne kadar davacının dava dilekçesinde dayandığı hukuki sebepleri bildirmesi gerekse de hukuki sebeplerin bildirilmesi dava dilekçesinin zorunlu unsuru değildir. Hakim, Türk kanunlarını kendiliğinden uygulamakla yükümlü olduğu için dava dilekçesinde dayanılan hukuki sebeplerin gösterilmemiş olmasının bir müeyyidesi yoktur…

Bununla birlikte, tarafların dilekçelerinde hukuki sebebe yer vermemiş olmasının her ne kadar herhangi bir yaptırımının olmaması taraflara hiçbir surette hukuki sebebin bildirmeyeceği anlamına gelmez. Yargılamanın adil bir şekilde sonuçlanması, usul ekonomisi ilkesinin etkin şekilde işletilmesi, hukuki ilişkinin kolay bir şekilde tespit edilmesi, hukuki uyuşmazlığın bir an evvel karara bağlanması bakımından yargılamanın asilleri veya vekilleri hukuki sebep bildirme yükümlülüğünü yerine getirmesi gerekmektedir.

III. MAHKEMELERİN GÖREVİ:

“Hukuk Muhakemeleri Hukukuna göre, mahkemelerin görevleri ancak kanun ile düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar kamu düzenine ilişkindir(HMK m.1). Diğer bir ifade tarzı ile mahkemelerin göreve ilişkin kurallarını taraf ileri sürmese dahi hakim kendisinin görevli olup olmadığını kendiliğinden( resen) gözetmesi anlamına gelmektedir. Mahkemelerin göreve ilişkin kuralları aynı zamanda Anayasamızın 142. Maddesinin 1. Fıkrasında teminat altına alınmıştır. Anayasamızın adı geçen madde fıkrası şöyledir: “Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.”

Bunun yanında mahkemelerin görevi dava şartıdır( HMK m.114 f.1 -c). Mahkemeler açılan davalarda görevli olup olmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden dikkate alır. Taraflarda, mahkemenin görevli olup olmadığını her zaman eş söyleyişle iddianın ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağına bağlı kalmaksızın ileri sürebilir. Mahkemeler gerek kendiliğinden gerekse tarafların ileri sürülmesi halinde kendisinin görevli olmadığını öğrenirse davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verecektir. Mahkemelerin görevsizlik kararı hakkında yargılamanın tarafları, temyiz kanun yolu dışında olağan kanun yoluna başvuru yapabilir(HMK m.362 f. 1-c). Mahkeme tarafında, görevsizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise tebliğ tarihinden, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde dava açılmamış sayılır ve görevsizlik kararı veren mahkemece bu konuda resen karar verilir(HMK m.20 f. 1)”[3].

IV. HUKUKİ SEBEBİN GÖREVLİ MAHKEMENİN BELİRLENMESİ BAKIMINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Mahkemelerin görevli olup olmadığı hususu büyük ölçüde davacı-(nın)/(ların) dilekçelerinde yer vermiş olduğu somut uyuşmazlığa dair maddi vakıaların dayandığı hukuki sebeplere göre belirlenecektir.

Davacı taraf, açıkça dilekçesinde veya dilekçelerinde belirtmiş olduğu maddi vakıalara yönelik olarak açıkça bir hukuki sebebe dayanmamış ise o durumda mahkeme Türk hukukunun hakim tarafından resen uygulanır ilkesi gereğince davacının dilekçesinde belirtmiş olduğu maddi vakıaların hukuki nitelendirmesini yapıp ona göre yasal düzenlemeler, yüksek yargı kararları ve öğreti ışığında kendisinin görevli olup olmadığını değerlendirir ve ulaşılan sonuca göre görev hususunda karar verir. Yüksek mahkemenin bu konu hakkındaki bir kararı[4] şöyledir; “HUMK’nun 76. Maddesinde (yeni HMK 33. Madde); ‘Hâkim Türk hukukunu re’sen uygular.’ emredici düzenlemesine yer verilmiştir. Buna göre istemin hukuki tavsifi ve uygulanacak yasa hükmünün tespit ve belirlenmesi hâkime ait bir görevdir. Borçlular vekilinin ‘çekte yer alan imzaların müvekkillerine ait olmadığı’ iddiası açıkça imzaya itiraz (İİK’nun 170. Maddesi) niteliğinde olduğundan; bu iddiaya bağlı olarak da ayrıca borçlu olmadıklarının tespitinin istenmesi sonuca etkili olmayıp, başvuru bu haliyle imzaya itiraz olarak kabul edilmelidir (HGK’nun 5.6.2001 tarih ve 2001/12-258 E. 2001/344 K.sayılı kararı).O hâlde mahkemece itirazın esasının incelenerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, dilekçede, borçluların borçlu olmadıklarının tespitinin istendiği, bu istemin menfi tespit davası niteliğinde olduğu, anılan davaya bakmaya ise icra mahkemesi görevli olmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesi isabetsizdir.” (12. H 24.10.2011, 4090/20053)

Eğer davacı taraf dilekçelerinde( dava, cevaba cevap) talep ve dava konusu etmiş olduğu hakkını açıkça bir hukuki sebebe dayandırmış ise o durumda mahkeme yine kendisinin görevli olup olmadığını davacının dilekçesinde belirtmiş olduğu hukuki sebebe göre değerlendirip ona göre karar verecektir. Örneğin, davacının talep hakkını hem sözleşmeye hem de haksız fiile dayandırabilmesine rağmen davasını sadece haksız fiile göre veya sadece sözleşmeye göre ikame etmiş ise o durumda mahkeme kendisinin görevli olup olmadığını sözleşmeye veya haksız fiile göre değerlendirecektir.

Bununla birlikte davacı, dava ve talep hakkını, açıkça bir belirtme yapmadan birden fazla hukuki sebebe dayandırması halinde görev hususu bakımından değerlendirme yapmak açısından ikili bir ayrım yapılması gerekmektedir[5];

1-) Davacının dilekçesinde talep ve dava hakkını dayandırmış olduğu birden fazla hukuki sebep aynı mahkemenin görevine girmesi halinde mahkeme görevli olup olmadığı rahatça değerlendirip sonuca karar vermektedir[6]. Bu ihtimal dahilinde herhangi bir sorun veya sıkıntı çıkmayacaktır.

2-) Asıl sorun, davacının dilekçesinde talep ve dava hakkını birden fazla hukuk sebebe dayandırmış olduğu hukuki sebepler farklı farklı mahkemelerin görev halinde girmesinde ortaya çıkmaktadır[7]. Böyle bir durumda uygulamada mahkemelerin, davacıya talep ve dava konusu yapmış olduğu hakkını sadece bir hukuki sebebe dayandırması şartı aranmaktadır[8]. Bu kapsamda, öğretide, davacının talep hakkını birden fazla hukuki sebebe dayandırmış veya hangi hukuki sebebe dayandığı hususu açık değilse o durumda mahkeme davacıya HMK m.31 hükmü gereğince açıkça hangi hukuki sebebe dayanmış olduğu açıklattırılmalı ve davacının seçimine göre mahkemenin görevli olup olmadığını değerlendirip sonuca göre karar vermesi gerektiği belirtilmektedir[9].

Ancak davacı taraf, bazen dava konusu talep hakkını açıkça bir hukuki sebebe dayandırmasa da dosya içerindeki bilgi ve belgelerden, davacının dava dilekçesinden birden fazla hukuki sebebin hangisine dayandırmış olduğu anlaşılabiliyorsa o durumda mahkeme buna görev hususunu çözüme kavuşturacaktır[10]. Nitekim, Yargıtayın bir  kararı[11] da bu yöndedir; “…uyuşmazlık; aralarında abone sözleşmesi bulunan davacı idare ile davalı apartman yönetimi arasındaki kaçak su bedeline ilişkin uyuşmazlığın sözleşmeye aykırılıktan mı yoksa haksız eylemden mi kaynaklandığı; buna göre 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamında olup, olmadığı ve davaya bakma görevinin Tüketici Mahkemesine ait bulunup, bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır… uyuşmazlığın çözümü için önem taşıyan dava hakkı bakımından hakların yarışması kavramı irdelenmelidir: Sözleşmeden doğan sorumluluk ile haksız eylem (sözleşme dışı) sorumluluğunun birlikte bulunmaları halinde, dava hakkı bakımından, hakların yarışması söz konusudur. Zarar verici olay (haksız fiil), aynı zamanda taraflar arasındaki sözleşme ilişkisine aykırı ise, zarar gören bu sözleşme ilişkisine dayanarak zararının tazminini isteyebileceği gibi, zararını haksız fiile dayanarak da isteyebilir...O halde hakların yarışması halinde, davacı zarar görenin bir akdi ilişkiye dayanmasında kendisi yönünden yarar bulunduğu gibi; yarışan iki haktan daha düşük hukuki değer karşısında üstün hukuki değere üstünlük verilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Somut olayda, dosyada mevcut belge kapsamlarından da anlaşılacağı üzere, kaçak su tutanaklarının düzenlendiği tarihten önce, davacı idare ile davalı yönetim arasında kurulan sözleşme ile abonelik ilişkisi başlatılmış ve abonelik tesis edilmiştir. Taraflar arasında esasen abonelik sözleşmesi bulunduğu yönünde çekişme de mevcut değildir. Uyuşmazlık davacı idarenin davalının kaçak su kullandığı iddiasıyla düzenlediği kaçak su tutanağına bağlı olarak talep edilen kaçak su bedelinin tahsili noktasında çıkmış; davalı/borçlu buna yönelik icra takibine itiraz etmiştir. Davacı idare tarafından düzenlenen kaçak su tutanakları ve diğer yazışmalarda davalının aboneliği belirtildiği gibi, dava dilekçesinde ve davalının cevap dilekçesinde de davalının aboneliğinin varlığına işaret edilmiş; hatta davalı taraf bu ilişki nedeniyle davaya bakma görevinin tüketici mahkemesine ait olduğu, görevsizlik kararı verilmesi yönünde talepte de bulunmuştur. Şu durumda; taraflar arasında kurulan abonelik ilişkisi, sözleşme niteliğinde olup, davacının bu sözleşme ilişkisine dayanarak ve akde aykırılık iddiasıyla zararının tazminini talep ettiğinin kabulü gerekir. O halde, sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlığın; haksız fiil kurallarına göre değil, sözleşme hukuku çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği kuşkusuzdur… Somut uyuşmazlıkta, davalının konut su aboneliğinin bulunmasına; taraflar arasındaki uyuşmazlığın bu sözleşmeye aykırılıktan kaynaklanmasına, sözleşmenin taraflarından birinin tüketici, diğerinin satıcı ve uyuşmazlığın da tüketime konu mala ilişkin olmasına göre, taraflar arasındaki uyuşmazlığın 4077 sayılı Kanun kapsamında kaldığı belirgindir. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamında kaldığı kabul edildiğine göre davaya bakma görevi de Tüketici Mahkemesine aittir…”

------------

[1] Pekcanıtez, H; Atalay, O; Özekes, M:(2013),  Medenî Usûl Hukuku, 14. Bası, Ankara, s. 507 (Özekes, M: ( 2014), "HMK Bakımından Dava Dilekçesinde Eksiklik Halinde Yapılması Gereken İşlemler." Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 16, s. 277’den naklen)

[2] Y 3. HD, 4.3.2013, 2030/3444 : Kıyak, E: ( 2014) “Yargıtay Kararları Işığında Dava Dilekçesinde Yer Alan Unsurların Eksik Olması Halinde Uygulanacak Hükümler." Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 22.1, s. 155.

[3] Çak, Y:“6306 sayılı Yasa Anlamında 2/3 Çoğunluğa Katılmayan Azınlık Pay Sahiplerinin Alınan Karar Aleyhine Açacağı Davalarda Görevli Mahkeme” (https://www.hukukihaber.net/6306-sayili-yasa-anlaminda-23-cogunluga-katilmayan-azinlik-pay-sahiplerinin-alinan-karar-aleyhine-acacagi-davalarda-gorevli-mahkeme-1) , Erişim Tarihi: 13.03.2023

[4]İyilikli, A.C:(2021) “Hakların Yarışması Bağlamında Doğru Hükmün Yetersiz Gerekçeye Feda Edilmesi" Türkiye Adalet Akademisi Dergisi 48, s. 258.

[5] “Bir davada davacı, netice-i talebini haklı gösteren birden fazla hukuki sebebe dayanabiliyorsa bu davalara mütelâhik davalar (hakların yarışması) denir” Kuru, B; Arslan, R; Yılmaz E: (2010) Medenî Usul Hukuku Ders Kitabı, 21. Bası, Ankara, Yetkin Yayınları,s.277( Tahiroğlu, F: ( 2013), Medeni Usul Hukukunda Görevli Mahkemenin Belirlenmesi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, s. 167’den naklen)

[6] Tahiroğlu, s.167.  

[7] Tahiroğlu, s. 167.

[8] Üstündağ, S: (2000), Medeni Yargılama Hukuku, C.I-II, 7.Bası, İstanbul, Nesil Matbaacılık, s.165( Naklen, Tahiroğlu s. 167.)

[9] Tahiroğlu, s. 170.

[10] Tahiroğlu, s. 169.

[11] YHGK, 16.6.2010, E. 2010/13-232, K. 2010/316 : Tahiroğlu, s. 169.

Anahtar Kelimeler: Hukuki Sebep, Görevli Mahkeme, Hakların Yarışması, Kamu Düzeni