Giriş

Hayvan hakları, modern toplumlarda hukuk sistemlerinin önemli bir parçası haline gelmiştir. Bu durum, hayvanların yalnızca insan yararına kullanılabilecek varlıklar olarak görülmesinden, onların da birer canlı olarak haklarının tanınması gerektiğine doğru bir dönüşümü işaret eder. Türkiye’de bu dönüşüm, özellikle 2000'li yılların başından itibaren hız kazanmış ve hayvan hakları konusunda çeşitli yasal düzenlemeler hayata geçirilmiştir. Bu gelişmelerin en önemli adımlarından biri, 2004 yılında kabul edilen 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu olmuştur. Bu kanun, hayvanların mal statüsünden çıkarılarak, birer “can” olarak kabul edilmesine yönelik önemli bir adım olarak değerlendirilmiştir.

5199 sayılı Kanun, hayvanların korunması, refahının sağlanması ve onlara yönelik kötü muamelelerin önlenmesi amacıyla bir dizi önlem içermektedir. Kanun, yerel yönetimlere hayvanları koruma ve onların yaşam hakkını güvence altına alma sorumluluğu yüklemekte, hayvanların bakımı, beslenmesi ve tedavisi gibi konularda da devletin rolünü tanımlamaktadır. Ancak, bu kanunun hayata geçirilmesi ve uygulanması sürecinde ortaya çıkan sorunlar, hayvan hakları aktivistleri ve hukukçular tarafından sıklıkla eleştirilmiştir.

Türkiye’de hayvan hakları konusunda atılan bu adımlara rağmen, hayvanların özellikle sokakta yaşayan kedi ve köpeklerin korunmasına yönelik ciddi eksiklikler ve ihmaller yaşanmaya devam etmiştir. 2024 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen ve sokak hayvanlarına yönelik yeni düzenlemeler getiren Hayvanları Koruma Kanunu'ndaki değişiklikler, bu bağlamda büyük tartışmalara yol açmıştır. Özellikle bu yasa, yerel yönetimlere belirli koşullar altında sokak hayvanlarını ötanazi ile öldürme yetkisi vermesi nedeniyle, hayvan hakları savunucuları tarafından büyük bir tepkiyle karşılanmıştır.

Bu yeni düzenleme, kamuoyunda "katliam yasası" olarak adlandırılmış ve bu yasanın hayvanların yaşam hakkını hiçe saydığı, onların korunmasından çok öldürülmesine yol açtığı iddia edilmiştir. Yasa, hayvanların yalnızca kuduz gibi bulaşıcı hastalıklar veya saldırgan davranışlar gösterdiklerinde değil, sahiplendirilemedikleri durumlarda da öldürülmelerine izin vermektedir. Bu durum, hayvan hakları mücadelesinde uzun yıllar boyunca kazanılmış hakların geri alınması olarak değerlendirilmiş ve toplumun geniş kesimleri tarafından büyük bir hayal kırıklığı ile karşılanmıştır.

Hayvan hakları konusundaki bu yeni düzenleme, Türkiye'de hayvan haklarının korunması konusunda ciddi hukuki ve etik sorunları da beraberinde getirmiştir. Bu süreçte, hayvan hakları aktivistleri, hukukçular ve sivil toplum kuruluşları, yasanın iptali ve hayvan haklarının korunması için hukuki mücadele başlatmışlardır. Bu girişimlerin temelinde, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve anayasal haklar çerçevesinde hayvanların yaşam hakkının korunması gerekliliği yatmaktadır.

Bu makale, Türkiye'deki hayvan hakları mücadelesinin tarihsel gelişimini, 2024 yılında kabul edilen yasanın hukuki detaylarını ve bu düzenlemeye karşı ortaya çıkan toplumsal tepkileri kapsamlı bir şekilde ele alacaktır. Aynı zamanda, yasanın ulusal ve uluslararası hukuktaki yeri ve bu düzenlemeye karşı başlatılan hukuki mücadeleler de detaylandırılacaktır.

1. Yasanın İçeriği ve Hukuki Açıdan Değerlendirilmesi

2024 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edilen ve "Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi" başlığıyla sunulan düzenleme, 17 maddeden oluşmaktadır. Bu düzenleme, özellikle sokakta yaşayan köpeklerin ve diğer sahipsiz hayvanların yerel yönetimlerin yetkisi altında ötanazi ile öldürülmesine izin veren hükümler içermektedir. Yasanın bu hükümleri, hukuki açıdan birçok sorun ve çelişki doğurmaktadır.

1.1. Anayasa ve Yaşam Hakkı İhlali

Türk Anayasası’nın 17. maddesi, "herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma hakkına sahip olduğunu" belirtir. Bu madde, insan haklarını korumakla birlikte, genel olarak yaşam hakkının kutsallığını vurgulamaktadır. Hayvanların yaşam hakkı da bu kapsamda değerlendirilmelidir. Yasanın öngördüğü ötanazi uygulamaları, yaşam hakkına doğrudan bir müdahale niteliği taşımaktadır ve bu durum anayasal açıdan büyük bir ihlal olarak görülmektedir.

Yasanın hayvanların yaşam hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi'ne iptal davası açılması mümkündür. Anayasa Mahkemesi’nin, bireysel başvurular yoluyla hayvan hakları konusunda daha önce verdiği kararlar, bu konuda yol gösterici olabilir. Mahkeme, yaşam hakkının kutsallığına vurgu yaparak, bu tür düzenlemelerin anayasaya aykırı olduğunu tespit edebilir.

1.2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Uluslararası Hukuk

Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) taraf bir devlettir ve bu sözleşmenin 2. maddesi "yaşam hakkı"nı güvence altına alır. Her ne kadar AİHS, doğrudan hayvan haklarını kapsayan bir düzenleme içermese de, yaşam hakkının korunması ilkesi, hayvanların da korunması gerektiği yönünde yorumlanabilir. AİHM, insan hakları ile hayvan hakları arasındaki ilişkiye dair henüz net bir içtihat geliştirmemiş olsa da, uluslararası hukukta hayvan haklarının artan önemi göz önünde bulundurulduğunda, bu tür düzenlemelerin AİHS ile çelişip çelişmediği tartışmaya açılabilir.

Bu bağlamda, hayvan hakları savunucuları ve hukukçular, yasanın iptali için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurma yoluna gidebilir. AİHM, Türkiye’nin bu konuda yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğini değerlendirebilir ve yaşam hakkı ile ilgili yeni bir içtihat geliştirebilir.

1.3. 5199 Sayılı Kanun ile Çelişkiler

5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, hayvanların yaşam hakkını koruma amacı taşımaktadır ve hayvanların mal olarak değil, "can" olarak kabul edilmesini öngörmektedir. 2024 yılında yapılan yasa değişiklikleri ise, bu kanunun temel prensipleriyle çelişmektedir. Özellikle, hayvanların öldürülmesine izin veren düzenlemeler, 5199 sayılı kanunun ruhuna aykırıdır. Bu durum, kanunların yorumlanmasında sıkça başvurulan "özelin geneli ilga etmesi" ilkesi bağlamında değerlendirilmelidir. Ancak, daha özel bir düzenlemenin genel bir düzenlemeyi hükümsüz kılmaması gerektiği ilkesi de göz önünde bulundurulduğunda, bu tür çelişkiler yargı organları tarafından iptal sebebi olarak değerlendirilebilir.

2. Toplumsal Tepkiler ve Hukuki Mücadele

Yasanın kabul edilmesinin ardından Türkiye genelinde geniş çaplı protestolar düzenlenmiştir. İstanbul Kadıköy ve İzmir Karaburun’da düzenlenen protestolarda, yasanın geri çekilmesi talep edilmiştir. Hayvan hakları savunucuları, bu yasanın hayvanların korunmasına yönelik olmadığını, aksine hayvanların yaşam hakkını tehdit ettiğini savunmaktadır. Bu tür düzenlemelerin hayvan popülasyonunu kontrol altına alma amacı taşıdığı belirtilse de, bu amacın ötanazi yoluyla gerçekleştirilmesinin hem etik hem de hukuki açıdan kabul edilemez olduğu vurgulanmıştır

Protestolar sırasında yapılan açıklamalarda, yasanın uluslararası insan hakları ve hayvan hakları normlarıyla çeliştiği ifade edilmiştir. Özellikle, "kısırlaştır, aşılat, yerinde yaşat" modelinin benimsenmesi gerektiği belirtilmiş ve yerel yönetimlerin ötanazi yetkisi kullanarak hayvanları toplu şekilde öldürmesinin insanlık dışı olduğu vurgulanmıştır​

3. Yasanın Uygulanabilirliği ve Olası Hukuki Sorunlar

Yasanın uygulanabilirliği konusunda ciddi endişeler bulunmaktadır. Öncelikle, yerel yönetimlere verilen ötanazi yetkisinin nasıl denetleneceği ve bu yetkinin kötüye kullanılmasının nasıl önleneceği belirsizdir. Bu durum, hukuki açıdan büyük bir boşluk yaratmakta ve yerel yönetimlerin keyfi uygulamalarına yol açabilecek bir durum oluşturmaktadır. Ayrıca, bu düzenlemelerin hayvan hakları ihlalleri ile sonuçlanması durumunda, yerel yönetimlerin ve ilgili kamu görevlilerinin hukuki sorumlulukları da tartışmalı hale gelecektir.

Yasanın uygulanması sürecinde, hayvan hakları savunucuları ve hukukçular tarafından yapılan denetimler ve raporlamalar, bu düzenlemelerin Anayasa Mahkemesi’ne ve AİHM’e taşınmasına neden olabilir. Özellikle, yerel yönetimlerin hukuka aykırı uygulamaları nedeniyle hayvanların yaşam hakkının ihlal edilmesi durumunda, bu düzenlemelerin iptali için hukuki mücadeleler başlatılabilir.

Sonuç: Hayvan Hakları Mücadelesinde Geri Adım ve Hukuki Sürecin Geleceği

2024 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen ve sokak hayvanlarının ötanazi yoluyla öldürülmesine izin veren yasa, hayvan hakları mücadelesinde ciddi bir geri adım olarak değerlendirilmektedir. Bu yasa, hayvanların yaşam hakkını tehdit eden hükümler içerdiği için hem ulusal hem de uluslararası düzeyde geniş bir tepkiyle karşılanmıştır. Toplumun geniş kesimlerinden gelen bu tepkiler, yalnızca hayvan hakları savunucuları ile sınırlı kalmamış, siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları da yasaya karşı çıkmıştır.

Hukuki Açıdan Geri Adımın Analizi

Hukuki açıdan bakıldığında, bu yasa birçok yönden eleştirilmektedir. Türk Anayasası'nın 17. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 2. maddesi, yaşam hakkını güvence altına almaktadır. Bu bağlamda, hayvanların yaşam hakkı da geniş bir yorumla bu koruma kapsamına alınabilir. Yasanın hayvanlara yönelik ötanazi uygulamalarına izin vermesi, bu temel haklara doğrudan bir müdahale niteliği taşımaktadır. Ayrıca, 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ile getirilen hayvanların "can" olarak kabul edilmesi ilkesi, bu yeni düzenleme ile zayıflatılmıştır.

Bu durum, hukukun üstünlüğü ilkesine zarar veren bir gelişme olarak görülmektedir. Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle uyumsuz olan bu düzenlemeler, Türkiye’nin insan hakları sicilini de olumsuz yönde etkileyebilir. Yasa, uluslararası alanda Türkiye'nin insan hakları ve hayvan hakları konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmediği eleştirilerine yol açabilir.

Toplumsal Tepkilerin Hukuki Süreç Üzerindeki Etkisi

Yasanın kabul edilmesinin ardından, Türkiye genelinde yoğun protestolar düzenlenmiş ve toplumun farklı kesimlerinden ciddi tepkiler yükselmiştir. Bu tepkiler, yalnızca sokak gösterileriyle sınırlı kalmamış, aynı zamanda sosyal medya üzerinden de geniş çapta yayılmıştır. Protestocular, yasanın hayvanların yaşam hakkını tehdit ettiğini ve bu durumun kabul edilemez olduğunu dile getirmiştir. Bu toplumsal tepkinin, yasanın uygulanması sürecinde yerel yönetimler ve ilgili kamu kurumları üzerinde baskı oluşturacağı ve yasanın uygulanmasını zorlaştıracağı düşünülmektedir.

Bu tür yasal düzenlemeler, genellikle toplumsal uzlaşıdan yoksun olduklarında, uygulamada ciddi sorunlara yol açar. Bu nedenle, hukuki süreçlerde yasanın uygulanabilirliği, yerel yönetimlerin bu düzenlemeyi nasıl yorumladıkları ve hayvan hakları savunucularının bu konuda açacakları davalar belirleyici olacaktır. Toplumsal baskının ve hukuki mücadelenin, yasanın uygulanmasını engelleyebileceği veya sınırlayabileceği ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır.

Geleceğe Yönelik Hukuki Mücadeleler ve Reform İhtiyacı

Bu yasa ile hayvan hakları mücadelesinde yaşanan geri adım, hukuki süreçlerin ve reform ihtiyacının önemini bir kez daha ortaya koymuştur. Hukukçular, hayvan hakları savunucuları ve sivil toplum kuruluşları, yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapmayı planlamakta ve uluslararası platformlarda Türkiye'nin bu düzenlemelerini tartışmaya açmayı düşünmektedir. Bu bağlamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurma seçeneği de değerlendirilmektedir.

Gelecekte hayvan haklarının korunması ve geliştirilmesi için daha insani, etik ve hukuki normlara uygun düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Türkiye’de hayvan hakları mücadelesinin, bu yasanın iptali ve daha adil düzenlemelerin hayata geçirilmesi için hukuki yolların zorlanmasıyla devam edeceği açıktır. Hayvan hakları savunucuları, yasanın iptali için gerekli hukuki mücadeleyi sürdürmekte kararlıdır ve bu süreçte ulusal ve uluslararası hukuki mekanizmalar devreye sokulacaktır.

Son olarak, Türkiye'de hayvan hakları konusunda daha geniş bir toplumsal farkındalık yaratılması ve bu konudaki yasal düzenlemelerin toplumun geniş kesimlerinin katılımıyla şekillendirilmesi gerektiği vurgulanmalıdır. Hayvan hakları mücadelesi, yalnızca yasaların değişmesiyle sınırlı kalmamalı, aynı zamanda toplumun bilinçlenmesi ve hayvan haklarının toplumun tüm kesimlerinde benimsenmesi hedeflenmelidir. Bu süreçte, hukukun üstünlüğü ilkesi doğrultusunda daha sağlam ve koruyucu yasaların yapılması, Türkiye'nin hem ulusal hem de uluslararası alanda daha olumlu bir profil çizmesine katkıda bulunacaktır.