Peşinen cevaplayayım, bu sorunun dört başı mamur bir cevabı bulunmamaktadır. Bu sorunun cevabına yönelik bir çalışma olarak niteleyebileceğimiz “Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı” bir tasarı olmaktan öteye gidememiştir. Tasarının üçüncü maddesindeki tanıma göre devlet sırrı; “Açıklanması veya öğrenilmesi devletin dış ilişkilerine, milli savunmasına ve milli güvenliğine zarar verebilecek; anayasal düzeni ve dış ilişkilerinde tehlike yaratabilecek ve bu nedenlerle niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgi ve belgelerdir.” Tasarının devamındaki 4. Maddesinde ise gizli kalması gereken bilgi ve belgeler şöyle tanımlanmıştır; “Devlet sırrı niteliği taşımayıp da, açıklanması veya öğrenilmesi halinde ülkenin ekonomik çıkarlarına, istihbarata, askeri hizmetlere, idari soruşturmaya ve adlî soruşturma ve kovuşturmaya zarar verebilecek nitelikteki veya yetkili makamlar tarafından gizlilik derecesi verilmiş bilgi ve belgeler, gizli bilgi ve belge olarak kabul edilir.”
Erbabı bilir, eskimez bir kaidedir “Bir şeyin tamamı elde edilemiyorsa da tamamı terk edilmez.” Türk Ceza Kanunu’nun 7. Bölümü “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” başlığını taşımaktadır. O halde devlet sırrı kavramının anlaşılması, doğru yerde konumlandırılması 326. Madde ve devamındaki suç tiplerinin anlaşılmasında hayati bir önemi haizdir.
Kısa bir parantez içi bilgi girmek gerekirse, cevabını aradığımız kavramın temel hak ve özgürlüklerle doğrudan temas halinde olduğu su götürmez bir gerçektir. Bu ve benzeri tartışmaları, 20. Yüzyılın son çeyreğinde iyice belirginleşen yönetimsel anlayış değişikliğini işin ehline havale ederek bu faslı genişletmeyeceğim. Ancak nihai olarak ifade edilmesi gereken husus şudur ki; ulusal bazda şeffaflık ve hesap verilebilirlik gibi birtakım temel umdeler yönetim erki ile kamu arasındaki ilişkilerin nirengi noktasını oluşturup sınırları tayin ederek birtakım çekirdek ve dokunulmaz alanların doğmasına sebebiyet veriyor olsa bile uluslararası ortamda açık diplomasi zannedildiği kadar açık değildir. Her devlet kendi güvenliğine azami hassasiyet göstermekte ve bunun doğurduğu azami sorumluluğa bağlı olarak gizlilik tesis etmekte, casusluk ve casusluğa karşı koymaya dair hayati fonksiyonlar icra etmek durumundadır.
Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı’ndaki tanımlamalar haricinde mevzuatta “devlet sırrı nedir?” sorusunun cevabını aramaya koyulduğumuzda öncelikli olarak Anayasa’nın 26. Maddesi ile karşılaşırız ancak burada da buna dair tam bir cevap bulunmamaktadır. Anayasa’nın Basın Hürriyeti başlığını taşıyan 28. Maddesinde ise sorumuzun cevabına yönelik olarak “Devletin iç ve dış güvenliği, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı bastıranlar veya aynı amaçla basanlar, başkalarına verenler, bu suçlara ait kanun hükümlerince sorumlu tutulurlar…” şeklinde ifadelerle karşılaşmaktayız ancak bu da bir cevap niteliği taşımamaktadır. Yine 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu da devlet sırlarının tanımına yer vermiş değildir. Bu meyanda 4892 sayılı Bilgi Edinme Kanunu, 6100 sayılı HMK, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunlarında çeşitli ifadelere yer verilmiş olsa da devlet sırlarının kapsamı kesin ve açık değildir.
Mevzuatın tamamına bakıldığında esasen şöyle bir üçlü ayrıma gidilebilir
1- Özünde Devlet Sırrı Niteliği Taşıyan Bilgi ve Belgeler
2- Yetkili Makamların Açıklanmasını Yasakladığı Sırlar
3- Devletin İdari Sırları
Her ne kadar böylesi bir tasnif çabası bize pratik bir fayda sağlıyor olsa da esas mevzumuz devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk başlığı altında düzenlenen eylemlere bağlanan cezai müeyyidelere takaddüm etmesi bakımından “devlet sırrı” kavramı olduğu için tahkikatımızı Türk Ceza Kanunu’na ve Ceza Muhakemesi Kanunu’na doğru çevirelim. Buraya intikal etmeden önce şu hususu kesin bir şekilde ifade etmek gerekir ki birçok bilgi ve belge şu ve ya bu şekilde ulusal güvenlik veya devletin uluslararası ilişkileriyle ilgili olabilir. Bu tür bilgilerin tamamını bir tasnif amacına matuf olarak devlet sırrı olarak nitelemek kişi hak ve özgürlüklerinin derinden yaralanması sonucunu doğurmaya elverişlidir. Nitekim ABD’de devlet sırrı niteliğinde olmamakla birlikte çeşitli isimler altında elliden fazla bilgi kategorisinin gizli tutulduğu ve yetkisi bulunmayanlar dışındaki kişilerle paylaşılmadığı belirtilmektedir.
Türk Ceza Kanunu’nda “devlet sırrı” kavramına ilişkin bir tanım yer almamaktadır. Ancak CMK’nın 47/1-2. Cümlesi“açıklanması, devletin dış ilişkilerine, milli savunmasına ve milli güvenliğine zarar verebilecek; anayasal düzeni ve dış ilişkilerinde tehlike yaratabilecek nitelikteki bilgiler, devlet sırrı sayılır” şeklindedir.
Bir kavram olarak devlet sırrı en net ifadesini CMK’nın yukarıda ifade ettiğimiz 47. Maddesinde bulmaktadır. Ancak bu kavramsal bir çalışma ve tanımlamaya dönük bir tespit faaliyeti neticesinde karşımızda duran kanun maddesinden ibarettir. Uygulamada TCK ve CMK dışındaki başka kanunlarda da bazı bilgi ve belgeler devlet sırrı olarak nitelendirilmiş olabilir ki bunun en bariz örneği TBMM iç tüzüğüdür. İç tüzüğün 70. Maddesinde meclisin kapalı oturumu sırasındaki görüşmeler devlet sırrı olarak nitelenmiştir. Fakat yukarıda da ifade etmeye çalıştığım üzere kanunlarda gizli olduğu belirtilen her bilgi ve belgenin devlet sırrı niteliği taşıdığı kabul edilemez.
Buraya kadar yürüttüğümüz tahkikat neticesinde her nev’iden gizli bilginin müşterek bazı sıfatları haiz olduğunu ancak devlet sırrı dediğimiz kavramın kendine has bazı nitelikleri taşıdığını ifade ederek devlet sırrı nedir sorusunun cevabını şöylece verebiliriz:
Devlet sırrı, belirli kişi yahut kişilere has kılınmış, başta temini, nakli, imhası, açıklanması yahut bir şekilde has kılındığı unsurların haricine geçmesi halinde devletin doğrudan güvenlik zafiyetini doğuracak her türden gizli bilgi yahut vakıalardır.
Mantık ilminde bir mefhumun tanımı için evvela o mefhumla müşterek-ortak vasıflar taşıyan bir cins/bir külli tayin ederiz. Bunun akabinde o mefhumu kendisi ile ortak vasıflar taşıyan diğerlerinden ayırt etmemizi sağlayan bir fasıl getiririz ki böylece tanımlamak istediğimiz kavramı belirli bir netlikte ortaya koyabilelim. Eskiler bunu “her tarife bir cins gerek şamil ola efradını, ol cinse bir fasıl gerek hariç ede ağyarını” şeklinde formüle etmişlerdir.
Ancak gel gelelim gizli bilgi, belge ve vakıaları iş bu tanımda bir cins olarak alıp çeşitli kayıtları devlet sırrı mefhumunu tanımlamak için fasıl tayin ettiğimizde böylesi bir tanıma ulaşabiliyor olsak da bu tanım uygulama için yeterli bir mahiyet arz etmekten uzaktır ve hatta belki de mantık ilmi kaidelerince de bir çok hatayı da bünyesinde barındırmaktadır.
Sonuç olarak, devlet sırrı kavramı literatürdeki karşılaştırmalı hukuk çalışmaları da işin içine katılarak dikkatlice incelendiğinde görülecektir ki ülkemizde başka ülkelerde olduğu gibi devlet sırrının tanımı, kapsamı, devlet sırlarının tespitinin usul ve esasları ile devlet sırlarına ilişkin diğer hususlarda yasal bir düzenleme yapılmasına ciddi bir ihtiyaç bulunmaktadır.