Ülkemizi ve tüm dünyayı Mart 2020 tarihinden itibaren etkisi altına alan Covid-19 salgını ile birlikte gündelik yaşantımızda birçok önemli değişiklikler yaşanmıştır. Salgının kontrol altına alınması amacıyla çeşitli önemlerin uygulandığı ülkemizde, çok sayıda iş yeri uzun süre faaliyetlerini azaltmış veya durdurmuştur.
Alınan önlemler çerçevesinde faaliyetlerine ara veren işletmeler ciddi bir ciro kaybı yaşamıştır. Bu durum iş yerlerinin kira sözleşmelerinin ifasında güçlükler meydana getirmiştir. Aynı şekilde konut kira sözleşmelerinde de hane halkının gelirinde azalma olduğundan ifa güçlüğü yaşanmaktadır. Borçlar Hukukunda ahde vefa ilkesi geçerli olmasına karşın Covid-19 salgınının mücbir sebep veya beklenmedik hal kabul edilip edilemeyeceği tartışma konusu olmuştur.
Kural olarak ahde vefa ilkesi uyarınca tarafların sözleşmenin içerdiği şartlara ve durumlara uyması gerekmektedir. Ancak sözleşmenin kurulduğu anda var olmayan, sonradan ortaya çıkabilecek salgın hastalık gibi durumlar sözleşmede edim dengesini bozabilmektedir. Bu gibi durumlarda ifa imansızlığı sebebiyle sözleşmenin sona erdirilmesi veya ifa güçlüğü sebebiyle sözleşmenin uyarlanması gündeme gelebilmektedir.
Sözleşmenin uyarlanması, Türk hukukunda, Türk Borçlar Kanununun 138. maddesi ile “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.” şeklinde hükme bağlanmıştır. Maddeden de anlaşıldığı üzere uyarlama için belirli şartlar öngörülmüştür. Sözleşmenin yapıldığı sırada öngörülemeyecek olağanüstü bir durum olmalıdır. Bu durum borçludan kaynaklanmamalıdır ve sözleşmeyi dürüstlük kuralına aykırı olacak şekilde borçlu aleyhine değiştirmiş olmalıdır. Aynı zamanda borçlu sözleşmeyi ifa etmemiş veya ifanın aşırı güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır. Gerekli şartlar oluştuğunda borçlu, hakimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını talep edebilmektedir. Uyarlama mümkün değilse, borçlu sözleşmeden dönme hakkına sahiptir.
Uyarlamanın şartlarını Covid-19 açısından inceleyecek olursak, beklenmeyen halin varlığı için, hayatın olağan akışına uygun bir biçime, borçlunun ortalama makul bir kişinin alacağı önlemleri almasına rağmen durumun sözleşmenin ihlaline yol açması gerekmektedir. Doktrinde hakim olan görüşe göre de meydana gelen değişiklikler sosyal felaket niteliğinde olmalıdır. Salgın hastalık olağanüstü bir tabiat olayı olarak sayılabileceğinden Covid-19 salgını şüphesiz olağanüstü ve öngörülemez bir olay olarak sayılabilmektedir. Sözleşmenin uyarlanmasında öngörülemezlik farklı şekillerde karşımıza çıkabilmektedir. Taraflar gerçekleşen olayı hiç öngörmemiş veya olayı öngörüp sonuçlarının boyutunu öngörmemiş olabilirler. Salgının öngörülemez bir durum olmasındaki önemli nokta ise, salgının ülkemizde görülebileceğinin bilinip bilinmemesi değil, salgının etkilerinin hangi boyutta olacağının ve ne kadar süreyle görüleceğinin bilinip bilinememesidir. Salgının sonrasında oluşabilecek ekonomik kriz veya paranın değer kaybı gibi hususlarda da Yargıtay’ın uyarlamaya hükmettiği kararlar bulunmaktadır. Yargıtay, bazı kararlarında develüasyon ve enflasyon nedeni ile oluşan olağanüstü durum değişikliğini uyarlama için yeterli görse de özellikle tacirler arasındaki uyuşmazlıklarda develüasyon ve enflasyon kaynaklı değişimlerde uyarlama imkanı bulunmadığı görüşündedir. Öngörülemezliğin tespitinde sözleşmenin süresi ve konusu da önem taşımaktadır. Kira sözleşmeleri kısa süreli dahi olsa Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun kararında (2002/13-852 E., 2002/864 K., 30.10.2002 T.) sözleşmenin uyarlanabileceği kabul edilmiştir. “Yerel Mahkeme ile yüksek özel daire arasındaki uyuşmazlık bir yıl gibi kısa süreli kira sözleşmesinde de kira bedelinin olağanüstü durumlar nedeniyle uyarlanmasının olanaklı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. (...) Yasalarımızda uyarlama davalarının koşullu olarak açılacağına dair bir sınırlama bulunmadığından, bir yıllık kısa süreli kira sözleşmesine dayanılarak uyarlama davasının açılabileceğinin kabulü gerekir.”
Edimler arasındaki dengenin bozulması açısından sözleşmenin uyarlanması için dengenin bozulmasının borçlunun yıkımına neden olabilecek şekilde olması beklenmektedir. Yargıtay, edimlerdeki dengenin hakkın kötüye kullanılması teşkil etmesi durumunda da sözleşmenin uyarlanabileceğini kabul etmektedir.
Uyarlamanın mümkün olması için edimlerin ifa edilmemiş veya ihtirazi kayıt ile ifa edilmiş olması gerekmektedir. Zira edimler ifa edildiğinde borç sona erecektir. Uyarlama için gerekli şartlar oluşsa dahi borç ifa edilmişte ifadan geri dönülemez.
Mücbir sebep veya beklenmedik hal dolayısı ile alacaklı tarafın, edimin ifası ile elde edeceği menfaatin ortadan kalkması halinde amacın boşa çıkması durumu söz konusu olmaktadır. Aynı şekilde Covid-19 salgını ile birlikte iş yerlerinde kiracıların amacının öngörülemeyecek ve tarafların sorumlu tutulamayacağı şekilde ortadan kalkması durumunda da amacın boşa çıkması gündeme gelmektedir. Bu durumda sözleşmede kararlaştırılmış bir hüküm var ise bu hüküm uygulanır, yoksa hakim TMK’nun 1. maddesi ışığında karar verir. Amacı boşa çıkan taraf, hakimden sözleşmenin uyarlanmasını veya sona erdirilmesini talep edebilmektedir.
Uyarlama davasının, şartlar değiştikten çok uzun süre sonra açılması durumunda hak kaybı ortaya çıkabilmektedir. Dava, şartlar oluştuktan sonra makul bir süre içerisinde açılmalıdır, aksi halde sözleşmenin benimsendiği anlamına gelebilmektedir. Sözleşmede veya kanunda şartların değişmesi halinde uygulanabilecek bir hüküm olmaması durumunda uyarlamayı dürüstlük kuralın uygun bir şekilde hakim yapar. Sözleşmenin tarafları ifa güçlüğü ve dengenin bozulması durumlarına hangi tarafın katlanacağına karar vermiş ise kararlaştırılan bu uyarlama kayıtları dikkate alınır. Bahsi geçen uyarlama kayıtları emredici hükümlere, ahlaka, kamu düzenine aykırı olmamalı, dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağına uygun şekilde olmalıdır. Uyarlama kaydı bulunmayan hallerde, hakim uyarlama şartlarının gerçekleşmemiş olduğu kanaatinde ise sözleşmenin aynen ifasına karar verir. Uyarlama şartlarının oluştuğu kabul edilirse sözleşme sona erdirilir veya şartlar ifa güçlüğüne uğrayan taraf açısından değiştirilir. Değiştirme durumunda yük taraflar arasında paylaştırılır. Sözleşmenin uyarlanmasına ilişkin verilecek olan karar kurucu nitelik taşınmaktadır. Uyarlama, kira bedelinin indirilmesi, sözleşmenin askıya alınması, kira bedelinde artış yapılmaması, faiz işletilmemesi, bedelin takside bağlanması, sözleşme süresinin uzatılması veya kısaltılması şeklinde olabilmektedir. Aynı zamanda uyarlama davası ile birlikte ihtiyati tedbir talebinde bulunulması borçlu açısından büyük önem arz etmektedir. İhtiyati tedbir talebi, gecikmesinde tehlike olan veya önemli bir zarar meydana getireceği anlaşılan hallerde verilebilmektedir. Zira ihtiyati tedbir kararı verilmediği takdirde kiracı, dava sonuçlanana kadar kirasını o anki şartlara göre ödemek zorunda kalacaktır. Bu durumda temerrüde düşürülüp tahliye sağlandığında, dava sonunda kira bedelinin uyarlanmasının bir anlamı kalmayacaktır.
Sonuç olarak, Borçlar Hukukunda temel prensip olarak sözleşmeye bağlılık ilkesi benimsenmiş olsa da taraflar arasında adaletin sağlanması açısından sözleşmenin değişen koşullar ışığında uyarlanması büyük önem arz etmektedir. Günümüzde Covid-19 salgınının etkisiyle birlikte de uyarlama hususu önem kazanmakta ve bu konudaki düzenlemeler giderek daha detaylı hale getirilmektedir.
Türk Hukukunda da TBK’nun 138. Maddesi uyarlama konusuna tutarlı bir çözüm getirmiştir. Hükmün sonuçları açısından tartışmalı olan hususlar bulunsa da öngörülmüş olan şartlar göz önünde bulundurularak her bir sözleşme açısından detaylı bir inceleme yapılması, ortaya çıkabilecek sonuçların değerlendirilmesi ve menfaat dengesinin gözetilmesi gerekmektedir. Bu durumda Türk Borçlar Kanununda düzenlenen aşırı ifa güçlüğü ve uyarlama mekanizmalarının etkin bir şekilde kullanılması büyük önem taşımaktadır.
Av. Begüm GÜREL ve Hukuk Fakültesi Öğrencisi Zeynep SEZMEN