Türk Ceza Kanunu’nun dava zamanaşımı başlıklı 66. maddesinin 1. fıkrasında “Kanunda başka türlü yazılmış olan haller dışında kamu davası; a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl, b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmibeş yıl, c) Yirmi yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıl, d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl, e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl, geçmesiyle düşer.” denilmiş olup; aynı maddenin ikinci fıkrasında “(2) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının; onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise, üçte ikisinin geçmesiyle kamu davası düşer.” denilmek suretiyle dava zamanaşımına ilişkin süreler açık bir şekilde belirtilmiş ve bu sürelerin geçmesi halinde kamu davasının düşeceği ifade edilmiştir. Aynı doğrultuda, CMK m. 223/8 uyarınca “Türk Ceza Kanununda öngörülen düşme sebeplerinin varlığı ya da soruşturma veya kovuşturma şartının gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hallerinde, davanın düşmesine karar verilir.” denilerek TCK’da öngörülen düşme sebeplerinin varlığı halinde davanın düşmesine karar verileceği belirtilmiştir.
Ancak, CMK m. 223/9 hükmünde “Derhâl beraat kararı verilebilecek hâllerde durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilemez.” denilmek suretiyle derhâl beraat kararı verilebileceği hallerde düşme kararının verilemeyeceği açık bir şekilde ifade edilmiştir. Düşme sebepleri aleyhe sonucu önlemek için kabul edildiğinden, sanığın lehine olan bir sonuca engel olması mümkün değildir. Yani, sanık lehine derhâl beraat kararı verilmesi gerekiyorsa, sanığın lehine olan beraat kararını engelleyecek şekilde düşme kararı verilemeyecektir.[1]
Belirtmek gerekir ki, derhâl beraat kararı verilebilecek hallerde durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilemeyeceğine ilişkin kanun hükmü, o anki dosya durumu itibariyle birden fazla kararın verilebilme imkânının olduğu hallerde, sanığın daha lehine olanın tercih edilmesini öngörmektedir. Bu doğrultuda, işin esasını çözmeyen düşme kararı yerine, sanığın aklanmasını ifade eden beraat kararı verilebilecekse ve bunun için ayrıca delil araştırmasına gerek yok ise, sanık hakkında daha lehe olan beraat kararı verilmesi gerekmektedir.[2]
Bu noktada önem arz eden ve tartışmalı olan husus CMK m.223/9 hükmünde yer alan “derhâl beraat kararı verilebilecek hâl” ifadesinden ne anlaşılması gerektiğidir. Doktrinde, bu kavramdan ne anlaşılması gerektiğine yönelik olarak iki zıt görüş mevcuttur:
İlk görüşe göre, derhâl beraat kararı verilebilecek haller sınırlı olup, bu haller; delil takdirine girmeden beraat kararı verilebilmesinin anlaşılması, işin esasına girmeden fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediğinin görülmesi ve kanun değişikliği ile fiilin sonradan suç olmaktan çıkartılmasından ibarettir. İkinci görüşe göre ise, yargılamanın geldiği aşama itibariyle başka herhangi bir yeni delile ihtiyaç yok ise ve dosyadaki mevcut delillere göre beraat kararı verilmesi gerekiyorsa, bu durum “derhâl beraat kararı verilebilecek hâl” olarak nitelendirilir. Bu kapsamda, ikinci görüş “derhâl beraat kararı verilebilecek hâl” kavramını ilk görüş gibi dar ve sınırlı yorumlamamış olup, sanığın lehine olacak şekilde geniş yorumlamıştır. Bu sebeple, ikinci görüş doktrin tarafından daha çok benimsenmiştir.
Nitekim Yargıtay da vermiş olduğu son kararlarda “derhâl” kavramının; “yargılamanın geldiği aşama itibariyle” ve ”ek bir delil toplanmasına ya da araştırmasına gerek kalmadan” şeklinde geniş yorumlanması gerektiğini ifade etmiştir. Yargıtay’a göre, yargılamanın geldiği aşama itibariyle ilâve bir araştırma yapılmasına ya da delil toplanmasına gerek kalmadan beraat kararı verilebiliyorsa; artık koşulları olsa bile, “durma” “düşme” veya “ceza verilmesine yer olmadığı” kararı verilebilmesi mümkün değildir. [3]
Dolayısıyla, Yargıtay’ın da benimsemiş olduğu doktrinde ağırlıklı olan ikinci görüş dikkate alındığında, yargılamanın geldiği aşama itibariyle yeni bir delile ihtiyaç duyulmadan beraat kararı verilebilecek bir halin mevcut olması halinde, dava zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle düşme kararı verilebilmesinin mümkün olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.
İlk derece mahkemesi tarafından yürütülen yargılama devam ederken dava zamanaşımının dolması halinde nasıl hareket edilmelidir?
İlk derece yargılaması aşamasında dava zamanaşımı dolmuş ise, bu noktada mahkemenin; doğrudan düşme kararı vermeden önce işin esasına girmesi, yargılamanın geldiği aşama itibariyle eldeki mevcut delilleri incelemesi ve inceleme neticesinde sanık hakkında beraat kararı verilip verilemeyeceğini değerlendirmesi gereklidir. Bu çerçevede, eğer yapılan değerlendirme neticesinde CMK m. 223/2 hükmünde yer alan beraat hallerinden biri söz konusu ise, düşme kararı vermek yerine sanığın beraatine karar verilmelidir. Lakin, CMK m. 223/2’de yer alan beraat hallerinden biri söz konusu değilse, bu takdirde sanığın aleyhine olan sonucu engellemek amacıyla düşme kararı tesis edilmesi gereklidir. Bu şekilde bir inceleme yapılmadan doğrudan dava zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle düşme kararı tesis edilmesi halinde, dosyanın mevcut hali ile sanık hakkında CMK m. 223/2’de yer alan beraat hallerinden birinin bulunduğunu düşünen meslektaşların ilk derece mahkemesi tarafından verilmiş olan düşme kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurarak verilmiş olan düşme kararının kaldırılmasını ve sanık hakkında öncelikle beraat kararı verilmesini talep edebilecekleri gözden kaçırılmamalıdır.
Kanun yolu aşamasında dava zamanaşımının dolması halinde nasıl hareket edilmelidir?
Sanık hakkında usul ve yasaya uygun olarak verilmiş olan beraat kararına karşı kanun yoluna başvurulması üzerine kanun yolu aşamasında dava zamanaşımı dolmuş ise, bu aşamada dava zamanaşımının dolduğu gerekçe gösterilerek verilmiş olan usule ve yasaya uygun beraat hükmü bozulmamalı, tam tersine onanmalıdır. Çünkü, yargılamanın geldiği aşama itibariyle ek bir delile ihtiyaç olmadan verilmiş olan usule ve yasaya uygun olan beraat kararı “derhâl beraat kararı verilebilecek hâl” niteliğinde kabul edileceğinden, “dava zamanaşımı” şeklindeki düşme sebebinin sanığın lehine olan beraat sonucunu engellemesi mümkün değildir. Buna karşın, verilmiş olan beraat kararı usule ve yasaya uygun değil ise, sadece bu durumda sanığın aleyhine doğacak sonucu engellemek amacıyla dava zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle verilmiş olan beraat kararı bozularak düşme kararı verilebilecektir. Gerçekten de; masumiyet karinesi, adil yargılanma hakkı ve en önemlisi de lekelenmeme hakkı gereğince bu şekilde hareket edilmesi sanığın daha lehine olacaktır. Hakeza, Yargıtay da vermiş olduğu son kararlarda ilk derece mahkemesi tarafından verilmiş olan usule ve yasaya uygun beraat kararlarını dava zamanaşımının dolmasına rağmen onamaktadır. Bu kararlardan bazıları aşağıdaki şekildedir;
“(…)Suça sürüklenen çocuğa yüklenen hakaret suçu yönünden, 11.11.2014 olan sorgu tarihinden inceleme gününe kadar zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşılmış ise de; kararı bozup dava zamanaşımından düşme kararı vermek yerine, CMK'nın 223/9. maddesinin âmir hükmü uyarınca, suça sürüklenen çocuk hakkında hakaret suçu yönünden de usûl ve yasaya uygun olan beraat kararının onanması gerekmiştir.(…)”[4]
“(…)Sanık ...’ya yüklenen TCK’nın 241. maddesinde yer alan tefecilik suçu bakımından 06/08/2009 tarihinden inceleme tarihine kadar 12 yıllık asli zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşılmış ise de; kararı bozup dava zamanaşımından düşme kararı vermek yerine, CMK'nın 223/9. maddesinin âmir hükmü uyarınca, sanık hakkında tefecilik suçu yönünden de usûl ve yasaya uygun olan beraat kararının onanması gerektiğinden tebliğnamedeki düşme kararı verilmesini talep eden görüşe iştirak edilmemiştir. Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, kararın dayandığı gerekçeye ve takdire göre, katılan vekilinin ve o yer Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları yerinde görülmemiş olduğundan reddiyle, usûl ile kanuna uygun ve takdire dayalı bulunan hükmün tebliğnameye aykırı olarak ONANMASINA,(…)”[5]
“(…) Sanığa yüklenen bir hukuki ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla yağma suçu yönünden TCK’nın 150. maddesi delaleti ile 106/1-1. cümlesinde öngörülen cezaya göre, 17.05.2013 tarihinden hüküm tarihine kadar 8 yıllık asli dava zamanaşımının süresinin dolduğu anlaşılmış ise de; hükümleri bozup dava zamanaşımından düşme kararı vermek yerine, CMK'nın 223/9. maddesinin âmir hükmü uyarınca, sanık hakkında bir hukuki ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla yağma suçu yönünden de usûl ve yasaya uygun olan beraat kararının onanması gerekmiştir.(…)”[6]
Sonuç olarak, yargılamanın geldiği aşama itibariyle ilâve bir araştırma yapılmasına ya da delil toplanmasına gerek kalmadan beraat kararı verilebiliyorsa, bu durumda derhâl beraat verilebilecek hâl söz konusu olacağından dava zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle düşme kararı verilebilmesi mümkün olamayacaktır. Bu kapsamda, ilk derece yargılaması devam ederken dava zamanaşımının dolması halinde doğrudan düşme kararı verilemeyecek olup, öncelikle mahkeme tarafından işin esasına girilip eldeki mevcut deliller incelenerek sanık hakkında beraat kararı verilip verilemeyeceği değerlendirilecektir. Buna ek olarak, kanun yolu aşamasında ortada usule ve yasaya uygun bir beraat kararı olması halinde de, dava zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle hukuka uygun olan beraat kararı bozulamayacak ve sanığın aklanmasının önüne geçilemeyecektir. Zira, aleyhe sonucu önlemek için kabul edilen “dava zamanaşımı” şeklindeki düşme sebebinin sanığın lehine olacak beraat kararına engel olabilmesi CMK m. 223/9 hükmü gereğince mümkün değildir. Aksi yönde bir uygulama sanığın aklanmasına engel olacak ve bu sebeple sanığın AİHS m. 6 ve Anayasa m. 36 ve 38 maddeleri ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ve Ceza Muhakemesi Hukuku’nun en temel ilkelerinden olan lekelenmeme hakkının ihlaline yol açacaktır.
KAYNAKÇA:
Yenisey/Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Baskı, Ankara, Seçkin, 2018.
Şahin C., “Dava Zamanaşımı Sanığın Aklanmasına Engel Olabilir Mi?”, Adalet Dergisi, 2013.
-------------
[1] Yenisey/Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Baskı, Ankara, Seçkin, 2018, s. 757.
[2] Şahin C., “Dava Zamanaşımı Sanığın Aklanmasına Engel Olabilir Mi?”, Adalet Dergisi, 2013, S. 45, s. 233.
[3] Yargıtay 6. Ceza Dairesi, 2020/8782 E., 2021/5294 K., 17.03.2021 T.
[4] Yargıtay 6. Ceza Dairesi, 2021/17870 E., 2022/1374 K., 10.02.2022 T.
[5] Yargıtay 6. Ceza Dairesi, 2021/24027 E., 2022/4823 K., 04.04.2022 T.
[6] Yargıtay 6. Ceza Dairesi, 2022/1537 E., 2022/6578 K., 28.04.2022 T.