Türk Yargı sisteminde boşanmaya karar verilmesi için kural olarak taraflardan birinin az da olsa kusurlu olması aranmaktadır. Buna kusur ilkesi denilmektedir. Kusur ilkesine göre kusurlu eş boşanma davası açamaz[1].
Kanunda boşanmada kusur olarak değerlendirilmesi gereken durumlar sınırlı olarak sayılmamıştır. Bu sebeple verilen örnekler genişletilebilir. Zina, taraflardan birinin diğerine karşı pek kötü muamelede bulunması, onur kırıcı davranışta bulunması, eşlerden birinin diğerinin hayatına kastetmesi, taraflardan birinin kendisini küçük düşürücü bir suç işlemesi, haysiyetsiz yaşam sürmesi, terk, eşlerden birinin akıl hastalığına tutulması, psikolojik, fiziksel, ekonomik, cinsel şiddet uygulaması, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin ihlal edilmesi kusura örnek olarak gösterilebilir.
KUSURUN TARTIŞILMASI
Davacı taraf davalının kusurlu olduğunu veya en azından kendisinden daha fazla kusurlu olduğunu elindeki delillere dayanarak, tanık beyanlarıyla ispatlamak durumundadır. Davalı eş, davacının kendisinden daha kusurlu olduğunu ispat edebildiği takdirde davacı eşin boşanma davası reddedilir. Ancak davalının, bu itirazı hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise boşanmaya karar verilebilmektedir.
Davalı tarafın ağır kusurlu olması durumunda boşanmanın fer’ileri açısından davalı aleyhine sonuçlar doğabilmektedir. Hakim; tazminat, nafaka belirlenmesi hususunda boşanma davasındaki kusur oranına dikkat etmektedir.
KUSUR VE NAFAKA İLİŞKİSİ
Boşanma davasında hükmedilecek nafakalar; tedbir nafakası, iştirak nafakası ve yoksulluk nafakası olmak üzere üçe ayrılmaktadır.
Dava sürecinde geçim sıkıntısına düşme ihtimali bulunan tarafa verilen nafakaya tedbir nafakası denilmektedir. Tedbir nafakasının hükmedilmesi noktasında kusur durumunun bir önemi bulunmamaktadır. Dava sürecinde kusurlu olan eş lehine bakım yükümlülüğü uyarınca tedbir nafakasına karar verilebilmektedir. Yargıtay bir kararında “Lehine önlem alınacak olan taraf kusurlu olsa dahi, önlemi gerektirici sebebin varlığı halinde kanunda belirtilen geçici nitelikteki önlemlerin alınması gerekir. Öyleyse ev hanımı olup herhangi bir geliri ve mal varlığı bulunmayan davalı yararına dava tarihinden geçerli olmak üzere uygun bir miktarda tedbir nafakası taktir edilmesi gerekirken kusurlu olduğu gerekçesi ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.” (Yargıtay 2. HD. 2013/18569 E. 2014/228 K 13.1.2014 T.)
Boşandıktan sonra yoksulluğa düşme ihtimali bulunan taraf, kusursuz veya karşı taraftan daha az kusurlu ise yoksulluk nafakası talep edebilmektedir. TMK m. 175 “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” Madde metninden de anlaşılacağı üzere boşanma davasında davacı taraf daha ağır kusurlu eşinden yoksulluk nafakası talep edebilmektedir. Eşit kusur halinde de davacı eş şartları sağladığı takdirde yoksulluk nafakası alabilmektedir[2].
Boşanma davası sonucunda velayeti alamayan tarafın, çocuğun bakım ve giderlerine katılmak üzere ödediği nafakaya iştirak nafakası denilmektedir. İştirak nafakasının ödenmesinde kusurun bir önemi bulunmamaktadır.
TAZMİNAT DAVASINDA KUSURUN ÖNEMİ
TMK m. 174 “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.” Hükmü gereğince kusursuz veya daha az kusurlu taraf, diğer şartların da varlığı halinde maddi veya manevi tazminat isteyebilmektedir. Her tazminat davasında olduğu gibi davacı taraf, zararı, kusuru, illiyet bağını ispatlamakla mükelleftir. Tarafların eşit kusurlu olması halinde tazminat talep edilememektedir.
MAL PAYLAŞIMINDA KUSURUN ÖNEMİ
Mal rejimi tasfiyesinde kural olarak kusurun önemi bulunmamaktadır. Eşler hangi rejime tabilerse, o rejimin paylaşım esasına göre mal tasfiye edilir. Ancak zina veya hayata kast nedenleriyle açılan boşanma davalarında hâkim, kusurlu eşin mal paylaşımında sahip olduğu pay oranını hakkaniyete uygun olarak azaltabilir veya tamamen kaldırabilir[3].
VELAYETİN HAKKININ VERİLMESİ HUSUSUNDA KUSUR
Hakim, müşterek çocuğun menfaatini göz önünde bulundurarak velayetin kime verileceğini takdir eder. Velayet hususunda kusurun bir rolü bulunmamaktadır. Hakimin takdir yetkisini kullanırken dikkat edeceği tek kriter çocuğun menfaati ve güvenliğidir. Yargıtay bir kararında;
“Aldatan anneye velayet hakkının verilmesi, çocuğun üstün yararı gerekçesiyle mümkündür.” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2018/6427 E. 21.05.2018 T.) tespitinde bulunarak, çocuğun üstün menfaatini gözetmiş, tam kusurlu eşe müşterek çocuğun velayetini vermekte bir sakınca görmemiştir.
“Velayet düzenlemesi yapılırken; göz önünde tutulması gereken ilke, çocuğun üstün yararıdır. Çocuğun üstün yararını belirlerken, onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve toplumsal gelişiminin sağlanması amacının gözetilmesi gereklidir. Ana babanın yararları, boşanmadaki kusurları, ahlaki değer yargıları, sosyal konumları gibi durumları, çocuğun üstün yararını etkilemediği ölçüde göz önünde tutulur”. (Yargıtay 2. HD. 2016/19750 E., 2017/ 254 K., 11.1.2017 T.)
SONUÇ
Boşanma davasında kusurun önemi, davanın açılması ve davacının tarafın davalının kusurlu olduğunu ispat etmesinde, yoksulluk nafakası talep edip edemeyeceği hususunda ve tazminat davalarında ortaya çıkmaktadır. Yukarıda belirtildiği üzere boşanma talep eden tarafın en azından karşı taraftan daha az kusurlu olması gerekmektedir. Kusurlu eş kural olarak boşanma davası açamamaktadır. Yine yoksulluk nafakası talep eden tarafın kusurunun, davalının kusurundan daha ağır olmaması gereklidir. Maddi ve manevi tazminat davaları için ise zarara uğradığını iddia eden davalı tarafın kusurlu olduğunu ispat etmek zorundadır.
Av. Sevde Ceren MEMİÇ
-----------------
[1] Akıntürk, Turgut, Türk Medeni Hukuku: Aile Hukuku, C:II, yenilenmiş 11.bs, İstanbul, Beta Yayıncılık, 2008, s. 240.
[2] Kırmızı, Mustafa, İçtihatlı Aile Hukuku, 1. Bs, İlya Yayınevi, İskenderun 2009, s 226.
[3] Türk Medeni Kanunu m. 236/2