Arayan hakkı, en sonunda bulur. ..

I. Genel Açıklamalar

Bireysel başvuru, yeni bir hak arama yolu olarak hukuk hayatımıza girmiş olup, temel hak ihlallerinin çözümünde  son çare olan bu kurumun etkin olabilmesi için başvurunun eksiksiz ve doğru yapılması çok önemlidir.  Ayrıca AİHM’e başvuru yapabilmek için kural olarak Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun tüketilmesi gerekir. Fakat etkili bir iç hukuk yolu olmadığı düşünülüyorsa doğrudan başvuru yapılabilir.

Anayasa Mahkemesine bir bireysel başvuru yapıldığında, öncelikle kabul edilebilirlik kriterleri yönünden -süre, yetki, başvuru yolları vb.- incelenir. Eğer bir sorun görülmezse, başvurunun esası incelenip bir anayasal bir hakkın ihlal edilip edilmediği değerlendirilir. Bu nedenle başvurucu, formda yaptığı şikâyetin bu kriterler açısından bir sorun içermediğini göstermelidir.

Kabul edilebilirlik kriterlerinden biri de başvurunun AYM’nin konu bakımından yetkisi kapsamında, yani şikâyetin bireysel başvuruya konu haklarla ilgili olup olmadığıdır. Bu husus oldukça basit görünmesine rağmen yüksek oranda hata riski barındırır. Bireysel başvuru konusu haklar, Anayasa’nın 148. maddesine göre tespit edilir. Buna göre Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “ortak koruma alanı” içinde yer alabilen hakların ihlali nedeniyle ancak bireysel başvuru yapılabilir. Bu noktada birkaç tespit yapmak gerekir.

Bireysel Başvuru Konusu Hakların Tespiti ve Sorunlar

Öncelikle bir hakkın sadece Anayasa’da yer alıyor olması onun ile ilgili şikâyetin doğrudan bireysel başvuruda ileri sürülebileceği manasına gelmez. Örneğin Anayasa’nın 70. maddesinde güvence altına alınan “kamu hizmetlerine girme hakkı” Anayasa’da yer almakla beraber Sözleşme kapsamında korunmadığından bireysel başvuruya konu olamaz.

İkinci olarak başvuru konusu bir hakkın kapsamı, sadece Anayasa ve Sözleşme’de bir hakka yer verilmiş olması, her iki metnin hakkın salt varlığı hususunda örtüşmesi ile belirlenemez. Anayasa ve Sözleşme maddelerinin birlikte ele alınıp her bir hakkın içeriğine dair ayrıntılı bir değerlendirme yapılması gerekir. Bu husus, adil yargılanma hakkı örneği üzerinden şu şekilde ifade edilebilir. Örneğin Anayasa’nın 36. maddesinde “herkes”in adil yargılanma hakkı güvencelerinden yararlanması kabul edilmiştir. Ancak Sözleşme’de bu hak 6/1 ve 6/3. fıkralarda ceza davaları boyutuyla “cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar” yöneltilen “herkes” için öngörülmüştür. Dolayısıyla ceza hukuku boyutuyla “ortak koruma alanı” sadece “suç isnadı altında bulunan” kişilerin bireysel başvuru yapmasına izin verir. Başka bir ifadeyle, bir suçun mağduru olan kişiler, suçtan zarar gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını taşıyanlar adil yargılanma güvencelerinden yararlanamaz.

Ancak “ortak koruma alanı” doktrini ile daraltılan başvuru konusu haklar alanı, bu alan içinde kabul edilen hakların geniş yorumuyla kısmen de olsa aşılabilmektedir. Bu kapsamda işkence veya kötü muameleye maruz kalan veya tıbbi hata nedeniyle zarar gören bir kişi, adil yargılanma hakkından başvuru yapamamakla birlikte Anayasa’nın 17/1 veya 17/3. fıkraları kapsamında, usul güvenceleri bağlamında, adil yargılanma güvencelerinin ihlali şikayetini formüle edebilmektedir: Derhal soruşturmaya başlanılmadığı, soruşturmanın sürüncemede bırakıldığı, soruşturma işlemlerine katılmasına izin verilmediği vb.  Bu kısa açıklamalar, her bir hak için geçerli olduğu gibi mülkiyet hakkı için de geçerlidir.

II. Mülkiyet Hakkının Kapsamı

Mülkiyet hakkı, özerk bir yorum ile ele alınır.

AYM,toplum düzeninin temelini oluşturan mülkiyet hakkını  Anayasa ve Sözleşme’nin “ortak koruma alanı”nda yer aldığını kabul etmiş, fakat bu hakkın kapsamını Sözleşme’yi esas alarak Anayasa’ya göre sınırlamıştır. Bu hak, “özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır” (Mehmet Emin Öztekin, § 38). Başka bir anlatımla, malvarlığına ilişkin her türlü talep ve iddia, derece mahkemelerince sorunsuz bir şekilde incelenip bir sonuca bağlandı diye, AYM tarafından mülkiyet hakkı kapsamında ele alınmaz. Zaten bu sebepten de AYM mülkiyet hakkı ihlalini içeren bir başvuruda “öncelikle başvurucunun … mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir” demiştir (Nedim Gökçe, § 43).

 Mülkiyet hakkı şikayetlerinde Mahkeme özerk olarak nitelediği bu kavramın kapsamına dair önceden belirlediği ilkeleri uygular. En kısa ifadesiyle bu hak, “ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını” içerir. Bu hakkın kapsamında yer aldığı açık olan hususlar ise şöyledir: “menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak (Çağdaş …, § 38).

Mülkiyet hakkında korunan menfaat, mevcut mal, mülk ve ekonomik değerlerdir.

Mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve ekonomik değerleri koruyan bir temel haktır. Kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun mülkiyet kavramı içinde değildir” (Ulaş Yılmaz (2), § 18). Kararda geçen “mevcut mal, mülk ve ekonomik değerler” ile “hâlihazırda sahibi ol”unan değerler ibareleri, bu özerk kavramın sınırlarını belirler. Dolayısıyla bir kişinin “gelecekte elde edileceği iddia edilen bir gelirinin mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir” (Mehmet Bayraktar (3), § 53). O halde kişinin halihazırda mülkiyetinde olmayan, birtakım şartların gerçeklemesi halinde ortaya çıkacağını değerlendirdiği, “şöyle olsaydı elde edecektim” şeklindeki ifadelerle formüle ettiği talepleri bu hakkın alanına girmez.

Bu anlamda girdiği mülakatta başarısız sayılması nedeniyle mesleğe giremeyen bir kişi, eğer mesleğe girmiş olsaydı sahip olacağı maddi olanakları (maaş, sosyal güvence vb.) mülkiyet hakkı kapsamına ileri süremez. Zira bu maddi olanaklar, kişinin halihazırda sahip olmadığı, yani iddia ettiği ama varsayımsal nitelikteki bir malvarlığı değerlerine ilişkindir (Bkz., Ulaş Yılmaz (2)).

Buna karşılık başvuranın kiraladığı bir taşınmaz üzerinde yetiştirdiği süs bitkilerinin zarar gördüğü şikayetiyle yapılan bir başvuruda mülkiyet hakkının varlığı kabul edilmiştir (Nedim Gökçe, § 43). Ayrıca Mahkeme işyeri açma ve çalışma ruhsatının iptal edilmesi ve bu ruhsatın talep edilmesine rağmen yeniden düzenlenmemesinin mülkiyet hakkının kapsamında olduğunu da belirtmiştir (Çağdaş …, § 41).

Bu nedenlerle mülkiyet hakkının ihlalinden şikâyet eden bir kimsenin, AYM ilke ve kararlarını dikkate alarak öncelikle böyle bir hakkının var olduğunu hukuken kanıtlaması gerekir. Aksi halde başvurusu, daha ilk aşamada kabul edilemez bulunacaktır.

Mahkeme de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilecek bir iddia olup olmadığını incelerken başvuranın formda, mülkiyet hakkının varlığına dair ileri sürdüğü gerekçeler ile yargılama sürecinde derece mahkemelerinin değerlendirmelerini dikkate alan bir inceleme yapmakta ve başvuranın “Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamına giren bir ekonomik değeri veya en azından böyle bir değeri elde etme yönünde meşru beklentisi” bulunup bulunmadığını incelemektedir (Mehmet Bayraktar (3), § 55).

Hakkın Alanının Genişletme Çabası: Meşru Beklenti

AYM, özerk bir kavram olan mülkiyet hakkının Anayasa ve derece mahkemelerinin kararlarına göre daraltılmış kapsamını, AİHM içtihatlarını takip ederek “meşru beklenti” kavramı yoluyla biraz da olsa genişletmiştir. “Belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir.” AYM meşru beklentinin varlığı için çok sıkı şartlar belirlemiş ve bu konuda çok sıkı bir denetim yapmaktadır. Bu kapsamda salt derece mahkemelerinin davaya bakmış ve davanın esasına girip karar vermiş olması ya da iddianın ciddi temelli ve etkileri itibarıyla ağır olması meşru beklentiden söz edilebilmesi için yeterli değildir (Mehmet Emin Öztekin, § 39). Yine “temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Uğur Çelik, § 24). O halde Mahkeme, meşru beklentiyi ve şartlarını nasıl tanımlar: “Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayanan, yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir” (Abdurrahman Fırat ve Mehmet Arif Fırat, § 40). Bu nedenle Mahkemenin meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti, mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanıma mevzuat hükümleri veya yargı kararları ile olmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., § 37).

Meşru beklenti kavramının çerçevesinin çizilmesi zor olduğundan birkaç örnek ile somutlaştıralım. Örneğin vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği şikayetini içeren bir başvuruda AYM, ilgili dosyanın karara bağlandığı tarihte konuyu düzenleyen özel bir hükmün geçerli olduğunu, genel hükmün uygulanamayacağını, bu sebepten hukuki temeli bulunmayan bir iddianın da meşru bir beklenti oluşturmayacağını söyleyerek kabul edilemezlik kararı vermiştir (M.Ş.T., § 26). Ancak başvuranın elli yıldır zilyet olarak kullandığı fakat mülkiyeti Hazineye ait bir taşınmaz üzerindeki fıstık ağaçlarının baraj suları altında kalması nedeniyle uğradığı zararın mülkiyet hakkının ihlalini oluşturduğunu, zira fıstık ağaçlarının başvuran için bir ekonomik değeri olduğunu, kararda aktarılan mevzuat hükümleri ve ilgili yargısal içtihatlar birlikte değerlendirildiğinde bu ağaçların baraj altında kalması olayında mülkiyet hakkına müdahalede bulunulduğunu söylemiştir (Mehmet Emin Öztekin, § 43-44). Dolayısıyla başvuru formunda meşru beklenti kavramının varlığı iddia edilecek ise somut olay ile AYM kararlarının -hatta mevzuat hükümleri ve diğer yargısal makamların içtihatlarının- derinlikli bir incelemesi neticesinde şikâyetin formüle edilmesi gerekir. 

Sonuç

AYM’ye bireysel başvuru yolu kendine özgü usul ve kavramlarıyla diğer yargısal süreçlerden farklılaşır. Bu usul ve kavramların bilinmesi, başvurunun öncelikle kabul edilebilirliği için önemlidir. Kişilerin uğradıklarına inandıkları haksızlıkları ve hukuksuzlukları dindirmede son çare olarak değerlendirdiği bir başvuru yolunun basit ve önlenebilir hatalar nedeniyle sonuçsuz kalması geri dönülemez neticelere de yol açabilir. Zira usulüne uygun şekilde tüketilmediği için kabul edilemez bulunan AYM’ye bireysel başvuru, AİHM’e yapılan başvurunun da baştan sonuçsuz kalmasına yol açabilecektir. Bu nedenle AYM’nin genelde bireysel başvuru konusu hakları, özelde mülkiyet hakkını, nasıl anladığı, derece mahkemelerinden bağımsız şekilde yorumladığı kavramları (mülkiyet hakkı dahil) nasıl tanımladığı, usulüne uygun başvurudan neyi kastettiği, başarılı bir başvurunun içermesi gereken teknik dil ve gereklilikler bilinirse, başvurunun kabul edilebilirliği, esası incelendiğinde de, ihlal kararının elde edilebilmesi şansı çok daha yüksek olacaktır.