"Küçük hatalar, büyük doğruları gölgelemez."

Giriş

Hukuk sisteminin temel taşlarından biri, adaletin doğru ve tutarlı bir şekilde sağlanmasıdır. Bir ülkede hukuk düzeni, sadece yazılı kanunlarla değil, bu kanunların ne şekilde uygulanacağına dair yüksek yargı organlarının verdiği kararlarla da şekillenir. Türkiye'de, adaletin sağlanmasında rol oynayan en yüksek yargı organları Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay'dır. Bu iki kurum, hukukun üstünlüğü ilkesinin işlemesi ve bireylerin haklarının korunması açısından kritik bir öneme sahiptir. Ancak, zaman zaman Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararları arasında çelişkiler ortaya çıkmakta, bu da hukukun öngörülebilirliğini ve adaletin sağlanmasında güveni zedelemektedir. Bu çalışmada, Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki karar çelişkilerin, vatandaşların adalete erişim hakkını ihlal etmesi ve hukuki güvenlik ilkesini zedelemesine sebebiyet verdiği incelenecektir. Çalışma sınırlı olarak örnek kararlar üzerinden ele alınmıştır.

1. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay: Görev ve Yetki Ayrılığı

Anayasa Mahkemesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na aykırı olan kanunları, düzenleyici işlemleri ve diğer hukuk normlarını denetleme yetkisine sahip en yüksek denetim organıdır. Bu mahkeme, anayasaya aykırılık durumunda iptal kararı verebilir ve yasaların anayasaya uygun olup olmadığına karar verir. Ayrıca, bireysel başvurularla da, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlali durumunda devreye girer.

Yargıtay ise, Türk hukuk sisteminde yüksek mahkeme olma özelliğini taşır ve özellikle ceza, hukuk davalarında karar veren bir yargı organıdır. Yargıtay, bir davanın nihai kararını verecek olan mahkeme olarak, yerel mahkemelerden gelen kararların denetimini yapar ve hukuki normların birliğini sağlar. Yargıtay’ın kararları, alt mahkemeleri bağlayıcı niteliktedir.

Her iki kurum da hukukun doğru uygulanması ve vatandaşların haklarının korunması adına önemli bir işlev görmektedir. Ancak, görev ve yetki çelişkileri zaman zaman hukuki belirsizliklere yol açmakta ve bu da adaletin sağlanmasında olumsuz sonuçlar doğurmaktadır.

2. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay Kararları Arasındaki Çelişkiler

Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay arasındaki çelişkiler şu şekillerde kendini gösterebilir:

- Aynı Hukuki Durumda Farklı Kararlar: Anayasa Mahkemesi, bir konuda verdiği karar ile Yargıtay’ın o konuda verdiği karar arasında tutarsızlıklar oluşabilir. Örneğin, bir temel hak ihlali hakkında Anayasa Mahkemesi olumlu bir karar verirken, Yargıtay bu durumu farklı bir şekilde değerlendirip olumsuz bir karar verebilir. Bu durumda, aynı hukuki soruya iki farklı yüksek mahkeme farklı cevaplar verebilir.

- Kanunların ve Kararların Yorumlanması: Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay, aynı kanun maddesinin uygulanmasına dair farklı yorumlarda bulunabilir. Örneğin, bir yasa maddesinin yorumu hakkında Anayasa Mahkemesi, kişisel hakların genişletilmesi yönünde bir karar alırken, Yargıtay bu yasayı dar bir şekilde yorumlayabilir. Böyle bir durumda, vatandaşların hangi hukuki normlara göre hareket edecekleri konusunda belirsizlik oluşur.

- Bireysel Başvurular ve Yargıtay İçtihatları: Bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesi, kişinin temel haklarının ihlalini tespit ederek başvuruyu kabul ederken, Yargıtay aynı konuda farklı bir içtihat geliştirerek aynı davada farklı bir sonuca ulaşabilir. Bu durum, vatandaşların adalet arayışında karşılaştıkları engelleri büyütür ve yargının tutarlılığına olan güveni sarsar.

3. Çelişkilerin Adalete Erişim ve Hukuki Güvenlik Üzerindeki Olumsuz Etkileri

Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay arasındaki karar çelişkilerinin, adalete erişim hakkı ve hukuki güvenlik ilkesi açısından ciddi sonuçları vardır:

- Adalete Erişim Hakkının İhlali: Yüksek mahkemelerin verdiği çelişkili kararlar, vatandaşın ne şekilde hareket etmesi gerektiği konusunda belirsizlik yaratır. Bu durum, vatandaşların hukuki yollarla haklarını arama sürecini karmaşık hale getirir. Bir kişi, Yargıtay kararına dayanarak belirli bir hukuki durumun geçerli olduğuna inanırken, Anayasa Mahkemesi’nin başka bir kararının etkisiyle hakları ihlal edilebilir. Bu çelişki, adalete erişim hakkının etkin bir şekilde kullanılmasını engeller.

- Hukuki Güvenlik İlkesinin İhlali: Hukuki güvenlik, bireylerin kanunların öngörülebilirliğine ve yargı kararlarının tutarlılığına güvenerek hareket edebilmesi anlamına gelir. Yüksek mahkemeler arasındaki çelişkili kararlar, hukuk sisteminin öngörülebilirliğini ortadan kaldırır. Bireyler, gelecekte hangi hukuki duruma düşeceklerini bilemedikleri için kararlarını sağlıklı bir şekilde veremezler. Bu durum, hukukun üstünlüğüne ve adaletin sağlanmasına zarar verir.

- Hukuk Devleti İlkesi ve Güvenin Zedelenmesi: Bir hukuk devletinde, bireyler yasaların herkes için aynı şekilde uygulandığına güvenmek ister. Yüksek mahkemelerin farklı yorum ve kararlar ile birbirlerine zıt düşmesi, hukuk devletinin temel ilkelerinden olan eşitlik ve adalet ilkesine zarar verir. İnsanlar, yargının tutarlılığından şüphe duymaya başladıklarında, toplumsal huzursuzluklar ve güvensizlikler de artar.

Örnek:

Bilindiği üzere Anayasa mahkemesine bireysel başvuru kriterlerinden biri anayasal ve kişisel haklar yönünden öneme sahip olma kriteridir. Örnek verecek olursak Anayasal önemden  yoksun olan bir başvuru haklı olsa bile reddedilebilecektir. Bu Kriter gereksiz iş yükünün engellenmesi amacıyla ve Yüksek mahkemenin asıl amacının gerçekleşmesi  amacıyla getirilmiştir. Ancak bu Kriter sebebiyle bazı Anayasa  Mahkemesi kararları ile Yargıtay kararları arasında çelişkiler mevcuttur.

Geçtiğimiz yıl bir  tahliye davasına konu olan uyuşmazlıkta1 kiracı kira tutarını bankadan gönderirken havale EFT ücreti kesintisi sebebiyle çok cüzi oranında bir eksiklik sebebiyle kiraya veren kiracıya haklı sebeple İhtar  çekmiş ve daha sonra dava açma hakkı elde etmiştir. Mahkeme de Davacı kiraya vereni haklı bulup, 5-10 TL gibi önemsiz bir bedel için davalı kiracıyı oturmakta olduğu konutun tahliyesine mahkum etmiştir.

Aşağıdaki Anayasa Mahkemesi kararında2 ise başvurucu, haksız olduğunu iddia ettiği yargılama masrafı sebebiyle Anayasa mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi ise başvurunun esasına girmeksizin kabul edilebilirlik  kriterlerine sağlamadığı gerekçesiyle başvurunun usulden reddine karar vermiştir. Halbuki başvurucunun bireysel başvuru konusu masrafı, her ne kadar asgari ücret ile geçinen bir birey için kolay ödenebilir olsa da ve yüksek bir tutar olmasa da, yukarıda bahsettiğimiz tahliye davasın dana konu olan çok cüzi banka havale ücretinden daha fazladır.

Yine bir yargı kararında, avukat olan vatandaş, duruşmasına yetişebilmek için hız sınırını biraz aşmıştır. Verilen trafik para cezasına itiraz etmesi sonucunda Sulh Ceza Hakimliğince itirazının kabulüne karar verilmiş ve para cezasının kaldırılmasına karar verilmiştir. Hakimlik; gerekçesinde: hız sınırının çok az aşılması ve radar sistemlerinin hata payının göz önüne alınması karşısında kabul edilebilir olduğu ve yaptırımın haksız olacağı kanaatine varılmıştır. Buradan da anlaşılacağı üzere, mahkemeler kanunları yorumlarken aynı durum ve olay için farklı kararlar vererek çelişkiye sebebiyet vermektedirler. Yukarıda değindiğimiz kira davası hakkında karar veren mahkeme, aynı yorum ile yola çıksaydı  bu trafik cezasına ilişkin itiraz mahkemenin önüne gelseydi reddederdi.

Burada eleştirdiğimiz husus şudur ki, şayet  De minimis non curat praetor  ilkesi gereğince hakim hukuki açıdan öneme sahip uyuşmazlıkları hakkında karar vermeli ise, Anayasa mahkemesine bireysel başvuru kriterlerinden biri yukarıda bahsettiğimiz gibi anayasal ve kişisel bakımdan öneme sahip olma kriteri ise bu Kriter aynı zamanda hak ve nesafet ilkesi gereğince vatandaşlar lehine de uygulanmalıdır. Anayasa Mahkemesi kararında başvurucunun aleyhine uygulandığı gibi, tahliye davasında da kiracının lehine uygulanmalıdır.  Hukuki güvenlik ilkesi bunu gerektirir.

Kanaatimizce yukarıda zikrettiğimiz tahliye davasında De minimis non curat praetor  ilkesi gereğince, küçük işlerin Hakim önüne getirilmemesi dava edilememesi, hukuki yarardan yoksunluk gerekçeleri ile Davacı kiraya verenin çok cüzi bir kesinti sebebiyle kiracıya İhtar çekip dava açması kabul edilemez. Davanın reddine karar vermesi gerekmektedir.

Diğer bir eleştiri Konusu ise De minimis non curat praetor  ilkesinin dar yorumlanması gerektiğidir. Bilindiği üzere her yıl belirli parasal sınırların altındaki Uyuşmazlıklar hakkında verilen kararlara karşı temiz yoluna başvurulamamaktadır. Hukuki öngörülebilirlik ilkesi gereğince parasal sınırların kamuya ilan edilmesi gerekmektedir. Şayet  önceden herhangi bir sınırlama konulmamışsa başvuru kabul edilmeli ve karar verilmelidir.

Diğer bir eleştiri Konusu ise hakimin objektif esaslara göre yorumlaması gerektiğidir. Bir hususun Davacı için ne kadar öneme sahip olduğu davacının iç dünyasında ne denli tahribata sebebiyet verdiğini hakim empati yaparak  düşünmeli ve buna göre karar vermelidir. Soyut, Genel geçer ifadelerle dava konusunun önemsiz olduğuna hükmedilmesi Hak arama hürriyetini ihlaline sebebiyet verir. Herkes bağımsız ve tarafsız mahkemeler önünde Hak arama hürriyetine sahiptir. Bir  hukuk Devleti bu asgari standartları sağlamak da yükümlüdür. Ülkenin ekonomik altyapısının uygun olmaması hastayı da mahkemelerinin olması vatandaşın  adalete erişim hakkının sınırlanmasına mazeret olamaz

4. Çelişkilerin Çözülmesi İçin Öneriler

Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay arasındaki karar çelişkilerinin giderilmesi için çeşitli önlemler alınabilir:

Yüksek Mahkemeler Arasında Koordinasyon Artırılmalı: Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay, belirli hukuki sorunlarla ilgili daha fazla koordinasyon içinde olmalı ve gerektiğinde birbirleriyle istişareler yapmalıdır. Bu tür bir işbirliği, hukuki belirsizlikleri ortadan kaldırabilir ve tutarlı kararların alınmasını sağlayabilir.

Yargı İçtihatları Geliştirilmeli: Yargıtay, belirli bir konuda içtihat oluşturduğunda, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının bu içtihatla uyumlu olmasına dikkat etmelidir. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvurularda ve anayasa denetiminde, Yargıtay’ın içtihatlarını göz önünde bulundurarak daha tutarlı kararlar alabilir.

Hukuk Eğitimi ve Yargı Reformları: Hukuk eğitimi, hukukçuların yargı kararlarını daha tutarlı bir şekilde yorumlamalarına olanak tanıyacak şekilde geliştirilmelidir. Ayrıca, yargı reformları ile hem Anayasa Mahkemesi hem de Yargıtay'ın daha etkin bir şekilde denetim yapabilmesi sağlanmalıdır.

Sonuç

Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay arasındaki karar çelişkileri, Türkiye’nin hukuk sisteminde adaletin sağlanmasını ve hukukun güvenilirliğini ciddi şekilde etkileyen bir sorundur. Bu çelişkiler, vatandaşların adalete etkin erişim hakkını ihlal etmekte ve hukuki güvenlik ilkesine zarar vermektedir. Bu sorunların çözülmesi için yüksek mahkemeler arasındaki koordinasyonun artırılması, yargı içtihatlarının tutarlı hale getirilmesi ve yargı reformlarının yapılması gerekmektedir. Yargıtay’ın içtihat oluştururken, Anayasa Mahkemesi ihlal kararlarını göz önünde bulundurması elzem teşkil etmektedir. Sadece bu şekilde, hukuk devleti ilkesinin tam anlamıyla işlerliği sağlanabilir ve vatandaşların adalet arayışına güvenle devam etmeleri mümkün olabilir. Her ne kadar yargılama sürecinde aleyhe bir hukuki durum olduğu  tespit edilse  dahi, herhangi bir davada, çok cüzi eksik ödemelerin ve eksik işlerin, edimler arasında çok az fark olduğu durumlar insan hakları gereğince aleyhe yorumlanmamalıdır. Kusurun yoğunluğu göz önüne alınmalı, önemsiz kusurlara tolerans gösterilmelidir. Mahkemeler, içtihatlara uygun karar vermeli ve Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararlarına riayet ederek, göz önünde bulundurarak karar vermelidirler.

-----------------

1Yargıtay 6. Hukuk Dairesi  

Esas: 2015/6655,  Karar: 2015/10585, K.Tarihi: 01.12.2015

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 14. İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 26/03/2015
NUMARASI : 2015/38-2015/200

İcra mahkemesince verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı karar, davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
Davacı alacaklı tarafından davalı borçlu hakkında kira alacağının tahsili amacıyla tahliye istekli olarak başlatılmış olan icra takibi nedeniyle düzenlenen ödeme emrine davalı borçlunun yasal süresinde itiraz etmesi üzerine davacı alacaklı icra mahkemesine başvurarak itirazın kaldırılması, takibin devamı ve tahliye isteminde bulunmuştur.
……….

Davalı tarafından takipten önce 2.4.2014 tarihinde 1.300,65 TL ve 9.6.2014 tarihinde 1.300 TL ödendiği savunulmuştur. Ancak, dosyada bulunan ödeme belgeleri incelendiğinde, davalı tarafça 2.4.2014 tarihinde davacı hesabına 1.299,65 TL,9.6.2014 tarihinde 1.300 TL ödendiği görülmüştür. Davalı tarafça 2.4.2014 tarihinde 1.300,65 TL yatırıldığı bankanın 1,00 TL masraf kesmesi nedeniyle davacı hesabına 1.299,65 TL geçtiği,2014 Nisan kirasının 35 kuruş eksik ödendiği anlaşılmıştır. Mahkemece,0,35 TL eksik ödeme nedeniyle temerrüt gerçekleşmeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de davacı alacaklı tarafından 15.12.2014 tarihinde başlatılan takip üzerine davalıya ödeme emri gönderilmiş ve borcun ödenmesi için 30 günlük süre verilmiştir. Davalı borçlu borcu olmadığını belirterek borca itiraz etmiş, ancak verilen bu 30 günlük süreye rağmen davacı hesabına eksik ödenen 0,35 TL’yi ödememiştir.30 gün içinde borcun tümü ödenmediğine göre temerrüt gerçekleşmiştir. Borcun miktarının az ya da çok olması temerrüt olgusunun gerçekleşmesini engellemez. Bu nedenle Mahkemece, 0,35 TL üzerinden itirazın kaldırılmasına ve temerrüt nedeniyle tahliyeye karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru olmadığından kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacının temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428 ve İİK.nın 366.maddesi uyarınca kararın BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 01/12/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

2AYM (Başvuru Numarası: 2014/2293)

Karar Tarihi: 1/12/2016

77. Başvurucu açısından asıl önem taşıyan hususun; kesin nitelikteki AYİM kararının tebliğinin ardından ödenmesine bir engel bulunmayan 54,55 TL karar düzeltme para cezasının başvurucu tarafından süresinde ödenmemesi üzerine vergi dairesi tarafından takibe alınması ve bu takipte usulüne uygun tebligat yapılmaması nedeniyle başvurucunun cezayı 184 TL olarak ödemesi ile buna karşı açtığı davada 874,85 TL yargılama giderine katlanmak zorunda kalması olduğu anlaşılmaktadır.

78. Özetle Mahkeme, somut olayda başvurucunun zararının toplam 1.058,85 TL olduğunu kabul ederek hüküm kurmak durumundadır. Bu miktarın  başvurucunun mali durumuna ciddi anlamda zarar verdiği ve kendisi için ne denli önemli olduğu hususunda başvurucunun herhangi bir açıklamasının olmadığı da gözetildiğinde başvuru konusu miktarın başvurucu açısından önemli bir zarar olduğu kanaatine ulaşılamamıştır.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

…………….

2. Para cezasının tahsili işlemine karşı açılan davaya ilişkin iddiaların anayasal ve kişisel önemden yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,