TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

K.B. VE Y.B. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/38081)

 

Karar Tarihi: 12/6/2024

R.G. Tarih ve Sayı: 8/11/2024-32716

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

RESEN GİZLİLİK KARARI VERİLDİ

Başkan

:

Basri BAĞCI

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Ömer ÇINAR

Raportör

:

Volkan ÇAKMAK

Başvurucular

:

1. K.B.

 

 

2. Y.B.

Vekilleri

:

Av. İbrahim TOPCU

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, ceza infaz kurumunda meydana gelen intihar vakası nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Başvurucuların müşterek çocukları olan M.B. Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi kararı uyarınca, uyuşturucu madde ticareti suçlamasıyla 9/12/2010 tarihinde tutuklanarak Sincan L Tipi Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) C1 Blok 1 No.lu koğuşa geçici olarak yerleştirilmiştir. M.B. hakkında Kuruma alınırken düzenlenen 9/12/2010 tarihli genel adli muayene raporunda darp ve cebir izi izlenimi veren bulguya rastlanmadığı belirtilmiştir. M.B. Kuruma yerleştirildiği tarih itibarıyla 24 yaşındadır. Aynı tarihlerde M.B.nin bulunduğu koğuşa başka mahpuslar da geçici olarak yerleştirilmiştir. Kuruma alındığı gün M.B. hakkında düzenlenen Hükümlü/Tutuklu Tanıma Formu'nda M.B.nin bekâr olduğu, daha önce de suç isnadıyla hakkında işlem yapıldığı belirtilmiş; belirgin fiziksel özellik (bedensel engel, yara izi, dövme vb.) olarak self mutilasyon (intihar amacı olmaksızın kendine zarar verme) durumu olduğu kayıt altına alınmıştır. M.B. hakkında Kuruma alınmasını takiben düzenlenen 10/12/2010 tarihli Psikososyal Değerlendirme Formu'nda M.B.nin aile ilişkilerinin normal olduğu, ailesinin suçu üzüntü ile karşıladığı ve Kurum yaşamını olumlu gördüğü açıklanmıştır. Formda ayrıca M.B.nin iyimser, konuşkan, dışa dönük, girişken, gerçekçi, dikkatinin yoğun, belleğinin güçlü olduğu değerlendirilmiştir.

3. M.B. bulunduğu koğuşta (toplam üç kişinin kaldığı anlaşılan) 10/12/2010 tarihinde saat 14.10 civarında -tanık ifadeleri ve olay tutanaklarından anlaşıldığı kadarıyla- yatak çarşafından yırttığı parçayı pencerenin demir korkuluklarına bağlayarak ası suretiyle intihar etmiştir. Kuruma yeni gelen mahpusların kurum kimlik kartlarının dağıtımı esnasında mahpusların bağırarak yardım istemesi üzerine Kurum personeli durumdan haberdar olarak M.B.yi revire götürmüştür. Öncelikle, olay yerine mahpusların haberdar etmesi üzerine gelen ve Kurumda mahpus olarak bulunan hekimin ardından Kurumun sağlık ekibi M.B.ye müdahale etmiş, CPR (yaşam desteği) uygulanmış ancak M.B. hayatını kaybetmiştir. Olayı takiben Sincan Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) inceleme başlatmıştır. Bu kapsamda olay yeri krokisi çıkarılmış, Olay Yeri İnceleme Tutanağı düzenlenmiştir. Olay yeri krokisine göre koğuşta iki kişilik iki ranza ve bir metal dolap bulunmaktadır. 10/12/2010 tarihli olay yeri inceleme raporunda; koğuşta sağ tarafta duran ilk ranzanın üst kısmında yatağın dağınık, çarşafın yırtık olduğu, çarşafın bir kısmının pencere demirlerine asılı durduğu, çarşafın düğümü ile zemin arasında 215 cm, düğüm ile tavan arasında 80 cm mesafe olduğu, revirde M.B.nin sedye üzerinde yatar vaziyette olduğu ifade edilmiştir. Başsavcılık tarafından yapılan yazışmalardan Kurum içinde kamera bulunmakla beraber koğuşların içinde kamera kaydı yapılmadığı anlaşılmıştır.

4. Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı tarafından düzenlenen 11/12/2010 tarihli otopsi raporunda, kesin ölüm nedeninin vücuttan alınan kan ve doku örneklerinin histopatolojik inceleme sonucu tespit edilebileceği belirtilmiştir. Kimya İhtisas Dairesinin 29/12/2010 tarihli incelemesi sonrası düzenlenen 19/4/2011 tarihli otopsi raporunda, ölümün asıya bağlı olarak meydana geldiği tespit edilmiş ve ayrıca M.B.nin vücudunda telem (boyunda ası nedeniyle oluşan iz) dışında lezyon, travmatik bulgunun söz konusu olmadığı ancak kanda ve idrarda esrarın etken maddesi olan THC (kenevir bitkisinde bilinen 113 kannabinoidden biri) bulunduğu belirtilmiştir. Başsavcılığın talimatı ile düzenlenen ve esrarın etken maddesinin M.B.nin vücuduna intihar eyleminden ne kadar süre önce girmiş olabileceğini belirten 5/9/2011 tarihli Adli Tıp Kurumu raporunda; kandaki etken maddenin tespit edilebilme süresinin ortalama 3 ile 14 gün olduğu, idrar için ise bu sürenin üç hafta olduğu ifade edilmiştir. Başvurucuların vekilinin talebi üzerine Başsavcılık tarafından,olay yerinde acil tıbbi müdahalenin yapılabilmesi adına gereken ekipman olup olmadığının saptanması için 9/3/2011 tarihinde keşif yapılmış ve akabinde aynı tarihli rapor düzenlenmiştir. Hekim tarafından düzenlendiği anlaşılan raporda, Kurum revirinde acil tıbbi müdahale için gereken ilaç ve tıbbi ekipmanın bulunduğu ve yeterli olduğu, ayrıca Kuruma yürüme mesafesinde bir sağlık kurumunun yer aldığı, bu kurumun da gereken donanımının olduğu ifade edilmiştir.

5. Başsavcılık, Kurumdaki mahpusların ve Kurum personelinin ifadesini almıştır. İfadeler olayın ardından yaklaşık bir ile üç ay arasında alınmıştır. Aynı zamanda hekim olan mahpus K.A. tanık sıfatıyla alınan ifadesinde; olay günü mahpusların haber vermesi üzerine revire gidip yeniden canlandırma işlemi yaptığını, ardından yaklaşık iki dakika içinde Kurumun sağlık ekibinin gelip işleme devam ettiğini ancak şahsın öldüğünü, olaya ilişkin başka bilgisi olmadığını, diğer mahpuslar M.U. ve Ü.Ş. ifadelerinde, koğuşa girdiklerinde M.B.yi asılı hâlde bulduklarını belirtmiştir. Kurumun ifadesi alınan on bir personeli olay akışı bakımından birbiriyle örtüşen beyanlarında özetle M.B.yi koğuşunda pencere demirlerine yatak çarşafı ile asılı olarak bulduğunu, yatakhanede başka kimsenin olmadığını, revire götürerek ilk müdahalenin yapılmasını sağladığını, revirde gereken tıbbi araçların bulunduğunu, Kuruma yeni gelen M.B. adına şüpheli bir durum olmadığını, M.B.ye intiharı sonrasında müdahale edildiğini belirtmiştir.

6. Başsavcılık 21/11/2011 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde öncelikle delilleri ve olay silsilesini aktaran Başsavcılık, Kuruma girmeden esrar aldığı anlaşılan M.B.nin intiharında herhangi bir şüpheli durum olmadığını, ölümün asıya bağlı olarak gerçekleştiğini, müdahalenin zamanında yapıldığını ve revirde tıbbi teçhizatın yeterli olduğunu, bu bağlamda görevi ihmal veya kötüye kullanma eyleminin olayda gerçekleşmediğini ifade etmiştir. Söz konusu karara yönelik itiraz 18/4/2012 tarihinde reddedilmiştir.

7. Başvurucular, çocuklarının ölümü nedeniyle Adalet Bakanlığı (Bakanlık) aleyhine20/9/2011 tarihinde çocuklarının korunmadığı iddiasıyla hizmet kusuruna dayalı olarak tam yargı davası açmıştır. Ankara 4. İdare Mahkemesi 21/12/2012 tarihli kararı ile davayı reddetmiş; gerekçede özetle M.B.nin intihar etmesi olayında idareye yüklenebilecek herhangi bir hizmet kusuru bulunmadığının Başsavcılık tarafından yapılan soruşturma kapsamında Adli Tıp Kurumundan alınan bilirkişi raporu ve tanık beyanlarıyla sabit olduğunu, bu nedenle tazminat talebinin hukuka uygun olmadığını belirtmiştir. Danıştay Onuncu Dairesi ret hükmünü 15/4/2016 tarihinde onamış, karar düzeltme talebini de29/9/2020 tarihinde reddetmiştir.

8. Başvurucular 11/11/2020 tarihinde karar düzeltme talebinin reddine dair kararı öğrendikten sonra 11/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

9. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

10. Ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucuların adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

11. Başvurucular; çocuklarının Kuruma yerleştirilirken yapılması gereken tetkikin özenli biçimde yerine getirilmediğini, risk taşıyan biri olmasına rağmen kendisine zarar vermemesi için gereken önlemlerin alınmadığını, Kurum personelinin özensiz davrandığını belirterek yaşam hakkı bağlamında koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Bakanlık görüşünde öncelikle olaya ilişkin süreç, mevzuat ve içtihat detaylarıyla aktarıldıktan sonra devletin koruma yükümlülüğünün ihlalinden sorumlu tutulabilmesi için bilinen ya da bilinmesi gereken riskin gerçekleşmesini önlemek için makul adımlar atılmaması gerektiği belirtilerek olayın kendine özgü koşullarının gözönüne alınmasının şart olduğu ifade edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

12. Başvuru formundaki iddialar ve olayın niteliği dikkate alınarak inceleme, yaşam hakkının maddi boyutu kapsamında koruma yükümlülüğü yönünden yapılmıştır. Başvurucuların intihar riskine ilişkin koruma tedbiri yönünden şikâyetleri söz konusu olup risk gerçekleştikten sonraki aşamaya dair sağlık hizmetinin sunumu yönünden bir iddiaları yoktur.

13. Yaşam hakkı kapsamında devletin pozitif yükümlülükleri açısından benimsenen temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçeveyi yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulaması, etkili idari ve yargısal tedbirleri alması görevi yüklemektedir. Bu kapsamda bazı özel koşullarda devletin kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Ceza infaz kurumlarında gerçekleşen ölüm olayları için de geçerli olabilecek bu yükümlülüğün ortaya çıkması için ceza infaz kurumu yetkililerinin kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekir. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi dikkate alınarak pozitif yükümlülük yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır (alıntılanan ilkeler için bkz. T.A. [GK], B. No: 2017/32974, 29/9/2021; Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014; Mehmet Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/6979, 20/5/2015).

14. Başvuruya konu sürece bakıldığında 24 yaşında olan, daha önce de suç isnadıyla hakkında işlem yapılan M.B.nin 9/12/2010 tarihinde uyuşturucu ticareti suçlamasıyla tutuklanarak ceza infaz kurumuna yerleştirildiği ve ertesi gün öğlen saatlerinde intihar ederek hayatına son verdiği anlaşılmıştır.

15. Yaşam hakkı kapsamında devletin yaşamı tehlikeye girebilecek kişilerin yaşamını korumak için öncelikle yeterli yasal ve idari bir çerçeve oluşturması gerektiği yönündeki yükümlülük ceza infaz kurumlarında bulunan kişilerin yaşam ve sağlıklarının korunması için de geçerlidir. Bu kapsamda ceza infaz kurumu yetkililerince yerine getirilecek kontrol ve denetim işlemleri ile bu konuda alınacak diğer tedbirlerin mevzuatta ayrıntılı olarak düzenlendiği daha önce Anayasa Mahkemesince tespit edilmiştir (Nejla Özer ve Müslim Özer, B. No: 2013/3782, 21/4/2016, §§ 74-89; Hilmi Moray, B. No: 2013/3053, 21/4/2016, §§ 25-36).

16. Yaşam hakkına ilişkin koruma yükümlülüğünün değerlendirilmesinde ilk etapta ele alınması gereken husus; somut olayın gerçekleşme biçimi, olayı çevreleyen koşullar ve başvurucuların ileri sürdüğü hususlar bağlamında Kurum yetkililerinin M.B.nin intihar riskini bilip bilmediklerinin veya bilmelerinin gerekip gerekmediğinin (öngörülebilirlik) saptanmasıdır. Ardından riski bildikleri veya bilmeleri gerektiği sonucuna ulaşılması hâlinde de M.B.nin sağlığının korunması ve kendisine zarar vermemesi açısından makul olarak beklenebilecek etkin ve pratik tedbirleri alıp almadıkları tespit edilmelidir.

17. Kuruma alınırken M.B.nin vücudunda herhangi bir darp ve cebir bulgusu saptanmadığı 9/12/2010 tarihli genel adli muayene raporu ile sabittir. Hükümlü/Tutuklu Tanıma Formu'nda M.B.nin bekâr olduğu, daha önce de suç isnadıyla hakkında işlem yapıldığı tespit edilmiş ve fiziksel özellik (bedensel engel, yara izi, dövme vb.) olarak self mutilasyon (kendine zarar verme) durumu olduğu kayıt altına alınmıştır. Bununla birlikte Psikososyal Değerlendirme Formu'nda M.B.nin aile ilişkilerinin normal olduğu, Kurum yaşamını olumlu olarak gördüğü, müzik, spor ve ağaç işleri ile ilgilendiği belirlenmiştir. Formda bu hususlara ek olarak M.B.nin iyimser, konuşkan, dışa dönük, girişken ve gerçekçi dikkatinin yoğun, belleğinin güçlü olduğu değerlendirilmiştir.

18. Kuruma yerleştirilme sırasında yapılan tespit ile sosyal çalışmacılar tarafından düzenlenen formlardan anlaşıldığı üzere M.B.nin psikolojik bir rahatsızlığı olmadığı, bağımlı olduğu yönünde bir tespitin yapılmadığı, ayrıca Kurumda olması nedeniyle ağır bir huzursuzluk/rahatsızlık duyarak yardım talebinde/yakınmada bulunmadığı görülmüştür. Hatta M.B.nin Kurum yaşamını olumsuz olarak değerlendirmediği, ilgi alanlarını belirttiği, dışa dönük, iyimser, girişken bir yapıda olduğu izlenimi verdiği anlaşılmıştır. Tanıma formunda self mutilasyon durumu tespit edilmekle birlikte bu duruma ilişkin bir mental/ruhsal rahatsızlığı olduğunu destekleyen başkaca veri, tespit yer almadığı gibi Genel Adli Muayene Formu'nda da vücudunda darp ve cebir izlenimi edinilmesine neden olacak bir bulgu tespit edilmediği gözlenmiştir.

19. Otopsi raporuna göre M.B.nin kan ve idrar örneklerinde esrar etken maddesi tespit edilmiştir. Alınan ek bilirkişi raporuna göre esrarın Kuruma yerleştirilmeden önce vücuda dâhil olduğu yorumunu getirmek mümkün olup Başsavcılık da bu yönde bir değerlendirme yapmıştır. Zira etken maddenin tespiti, uyuşturucu alındıktan sonra -yine bilirkişi raporuna göre- kan örneğinde 3 ile 14 gün, idrar örneğinde ise 3 hafta gibi mümkündür. Bir başka ifadeyle Kuruma yerleştirilirken M.B.nin uyuşturucu kullanıp kullanmadığının tespitinin-alındığı tarihe göre değişecek olmakla birlikte- kan örneği alınsa dahi net şekilde yapılabileceği yorumunu getirmek çok mümkün değildir. Ayrıca Kuruma alınan herhangi bir mahpusun uyuşturucu kullandığı yönünde emare bulunmamasına karşın suçlamanın niteliğine bağlı olarak bu gibi testlerden geçirilmesi gerektiği yorumunu getirmek, bunu yaşamı koruma yükümlülüğü dâhilinde bir edim olarak görmek kamu makamlarına aşırı bir külfet yüklemek anlamına gelecektir. Kaldı ki M.B.nin uyuşturucu, aşırı doz vb. nedenle ölmediği açık olduğu gibi uyuşturucu etkisiyle intihar kararı aldığı tespitinde bulunmak da somut olayın koşullarında mümkün değildir.

20. Somut olayın koşulları açısından M.B.nin Kuruma alındığının hemen ertesi günü intihar ettiğinin de altının çizilmesi gerekir. Zira bu koşul bağlamında sosyal çalışmacı gibi uzman kişiler dâhil Kurum personelinin M.B.yi tanımak, gözlemde bulunmak, olası rahatsızlığını veya şüpheli hâlini irdelemek adına fırsat bulacağı süreye sahip olduğu değerlendirmesini yapmak mümkün değildir. Bir başka ifadeyle Kurum personeli için de M.B.nin intiharının ani geliştiği söylenebilir.

21. Diğer taraftan kısa bir süre de olsa Kurumda kaldığı süre zarfında M.B. psikolojik yardım veya herhangi bir konuda destek talebinde bulunmamıştır. Ayrıca başvuru formunda M.B.nin daha önce psikolojik rahatsızlıkları olduğuna, tedavi gördüğüne ve/veya daha önce benzer şekilde intihar girişiminde bulunduğuna dair somut veri ile desteklenen bir iddia da yer almamaktadır. Bu bağlamda Kuruma kabulü esnasında yapılan self mutilasyon tespitinin de bu duruma bağlı bir rahatsızlık/risk teşkil eden hâl olduğunu destekleyen başka bir tespit olmayışı, M.B.nin iyimser konuşkan, dışa dönük kişilik yapısı ile tanımlanması ve olayı çevreleyen koşullar karşısında riskin öngörülebilirliği açısından tek başına yeterli kabul edilmeyeceği, tek başına intihar eyleminin öngörülebilirliğini sağlayacak bir veri teşkil etmediği değerlendirilmiştir.

22. Tüm bu hususlar birlikte ele alındığında M.B.nin intihar ederek yaşamına son vermesinin Kurum yetkilileri bakımından öngörülebilir olmadığı ve koruma yükümlülüğü bağlamında yaşam hakkına yönelik ihlal iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

23. Diğer taraftan yaşam hakkı şikâyetler yönünden -yukarıda belirtilen gerekçelerle açıkça dayanaktan yoksun olduğunun değerlendirilmesi nedeniyle- etkili yargısal yolun tüketilmesi bağlamında ceza soruşturması üzerine başvuru yapılmamasından ve tazminat davası üzerine başvuruda bulunulmasından kaynaklı olarak başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirilip getirilmediğine veya bununla bağlantılı diğer kabul edilebilirlik kriterlerine ilişkin bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

24. Açıklanan gerekçelerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

III. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun niteliği gereği kamuya açık belgelerde başvurucuların kimliğinin RESEN GİZLİ TUTULMASINA,

B. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

C. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

D. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından adli yardım talebi kabul edilen başvurucuların yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 12/6/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.