TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

İBRAHİM KARAOSMANOĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/20078)

 

Karar Tarihi: 4/7/2024

R.G. Tarih ve Sayı: 12/11/2024 - 32720

 

GENEL KURUL

 

KARAR

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Basri BAĞCI

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Yılmaz AKÇİL

 

 

Ömer ÇINAR

Raportör

:

Tahir Hami TOPAÇ

Başvurucu

:

İbrahim KARAOSMANOĞLU

Vekili

:

Av. Hüseyin AYDIN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, belediye başkanının bir bilim insanına yönelik ifadelerinden dolayı aleyhine manevi tazminata hükmedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 14/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

4. Birinci Bölüm başvurunun Genel Kurula sevkine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

6. Başvurucu, olayların yaşandığı tarihlerde Kocaeli Büyükşehir Belediyesi başkanı olarak görev yapmaktadır. Prof. Dr. O.H. (davacı) ise aynı tarihlerde Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesinde öğretim üyesi olup Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı başkanlığı görevini yürütmektedir.

7. Davacı, çevre şartlarının halk sağlığına etkileri üzerine yaptığı çalışmalarla tanınmaktadır. Ayrıca olayların yaşandığı tarihlerde başvurucu, Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü tarafından desteklenen ''Kocaeli'nin Dilovası ve Kandıra İlçelerinde Yaşayan Gebelerden Doğan Bebeklerde Ağır Metal Maruziyeti ile Büyüme ve Gelişme Durumu" isimli projenin de yürütücüsüdür.

8. Davacı, anılan proje kapsamında edindiği bilgiler doğrultusunda konuya ilişkin değerlendirmelerini proje henüz tamamlanmadan bir gazeteciyle yaptığı röportajda paylaşmıştır. Bu röportajı yerel bir gazete "Annelerin sütü bile zehirli çıktı", "Çocuklar kanser eşiğinde" başlıkları ile haberleştirmiştir. Habere göre davacı; Kocaeli'nin sanayi kuruluşları nedeniyle tehlike altında olduğunu, sadece kan ve dışkı örneklerinde değil annelerin sütünde dahi ağır metallere rastlandığını, ilin sanayileşen kesimlerinde ölen her üç kişiden birinin ölüm nedeninin kanser olduğunu, bu tehlikenin bertaraf edilebilmesi için çalışma yapılması gerekirken kapasitenin artırılarak yeni fabrikalar açılmasının hatalı olduğunu ifade etmiştir. Davacının bu açıklamaları, ulusal ölçekte yayın yapan yazılı ve görsel basında da haber konusu edilmiştir.

9. Başvurucunun farklı tarihlerde davacı tarafından yapılan açıklamalarını hedef alan beyanları da yerel gazetelerde haber konusu yapılmıştır. Haber içeriklerine göre başvurucunun açıklamaları şöyledir:

"... Hoca bunları neye dayanarak söylüyor bilmiyorum. Bilgilerini getirsin ona göre tedbir alsın herkes. Bana göre şov yapıyor. Raporu istiyoruz yok.... Bilimsel bir şey varsa ilgili mercilere ulaştırsın, herkes üzerine düşeni yapsın... Bilimselik yoksa suç duyurusu yapılır. Konuşmak kolay, belge nerede, neye dayanarak söyledin. Ispatını yapması lazım. Şarlatanlık yapıyor..."

''Şimdi birileri çıkıp anne sütünde ve bebeklerin dışkılarında ağır metallere rastlandı diyor. Ancak hiç bir dayanağı, hiçbir belgesi yok. Valiliğe, Sağlık Müdürlüğü'ne ya da belediyelere bununla ilgili bir rapor, bir belge verdi mi? Sadece adı Profesör. Adam çıkıyor bilgi, belge olmadan konuşuyor. Böyle bir hakkı yok. Bilim adamı belgelerle konuşur. Onun bu yaptığına ise şarlatanlık denir, şov yapmak denir. Bilim adamı şarlatanlık, şov yapmaz ve ideolojik davranmaz..."

10. Davacı, başvurucunun açıklamalarında geçen ifadeler nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 2/2/2011 tarihinde başvurucu aleyhine manevi tazminat davası açmıştır.

11. Davanın görüldüğü Kocaeli 3. Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 26/5/2016 tarihinde davanın kısmen kabulüyle başvurucunun 5.000 TL manevi tazminat ödemesine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Davacı Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapan öğretim üyesidir. Proföser ünvanına sahip bir bilim adamı olduğu tartışmasızdır. Kocaeli Üniversitesi rektörlüğünün bilimsel araştırma projeleri yönetim kurulunun 17/02/2009 tarihinde yapılan toplantısında 'Kocaeli' nin Dilovası ve Kandıra İlçelerinde Yaşayan Gebelerden Doğan Bebeklerde Ağır Metal Maruziyeti ile Büyüme ve Gelişme Durumu' isimli projenin uygulanmasına ve 2009 mali yılı itibariyle ödenek ayrılmasına ve projenin Haziran 2011 tarihinde tamamlanmasına karar verilmiş, davacı bu suretle görevlendirilmiştir. Proje kapsamında yaptığı araştırma ve çalışmalar sonucunda edindiği bilgilerini (henüz proje tamamlanmadan)bir gazeteci ile yaptığı söyleşide paylaşmıştır. Bu paylaşımında doğrudan veya dolaylı olarak davalı veya başka bir kişi ve kurumu hedef almış değildir. Yaptığı tespitlerin henüz kesinlik kazanıp kazanmadığı, bilimsel olarak doğru olup olmadığı veya ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına bilgi vermeden basın açıklaması yapmış olmasının eleştirilmesi eleştiri hakkı sınırları kapsamındadır.Eleştiri hakkı yasal bir haktır. Ancak eleştirilen kişinin kişilik haklarına saldırılmaması gerekir. Davacının eleştiri hakkını kullanırken, eleştirilerini daha iyi ifade etmek, kamuoyu tarafından daha iyi anlaşılmasını sağlamak için şarlatan, sadece adı proföser, şov yapıyor, ideolojik davranıyor gibi sözler sarf etmesinde bir zorunluluk yoktur. Bu sözler içerikleri itibariyle kişiyi üzecek, toplum önünde küçük düşürecek nitelikte sözlerdir. Tüm bu nedenlerle davalının açığa çıkan sözleri eleştiri sınırlarını aşıp davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu sonuç ve kanısına varılmıştır."

12. Başvurucu vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 26/2/2020 tarihli ilamla hükmün onanmasına karar vermiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

13. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi şöyledir:

 “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de,bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

B. Uluslararası Hukuk

14. İlgili uluslararası hukuk için bkz. İsa Gök, B. No: 2015/805, 12/9/2018, §§ 19-23.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

15. Anayasa Mahkemesinin 4/7/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

16. Başvurucu; davacının açıklamalarının ulusal ölçekte yayın yapan yazılı ve görsel basında yer bularak Belediyenin görevini yerine getirmediği imajı yarattığını, bu kapsamda kendisinin eleştiri ve cevap hakkını kullandığını, tartışmanın kamu menfaatine ilişkin bir konuda ve tanınmış kişiler arasında geçmesinden dolayı eleştiri sınırının daha geniş yorumlanması gerektiğini belirtmiştir. Şikâyete konu sözlerini davacının yaptığı açıklamaların bilimsel temelinin olmadığını vurgulamak amacıyla kullandığını, bu nedenle aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Ayrıca Yargıtay Dairesinin kararının gerekçeli olmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ifade etmiştir.

17. Bakanlık görüşünde; somut olayda çatışma hâlinde olan ifade özgürlüğü ile şeref ve itibar hakkı arasında adil bir denge kurulabilmesi için konuya ilişkin içtihatların ve somut olayın kendine özgü şartlarının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

B. Değerlendirme

18. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…"

19. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun şikâyetlerinin bir bütün olarak ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

20. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

21. Başvurucunun bir akademisyene yönelik sözleri nedeniyle manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

22. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen şartları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

23. 6098 sayılı Kanun'un 49. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı, müdahalenin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır. Geriye, müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığının incelenmesi kalmıştır.

i. Genel İlkeler

24. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğü bağlamında demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015 §§ 70-72; AYM, E.2018/69, K.2018/47, 31/5/2018, § 15; AYM, E.2017/130, K.2017/165, 29/11/2017, § 18).

25. Mevcut müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılayıp karşılamadığının anlaşılması için başvurucunun açıklamasında sarf ettiği sözlerden ve iddialardan dolayı tazminat ödemeye mahkûm edilmesine ilişkin kararda, demokratik bir toplumda başvurucunun ifade özgürlüğü ile davacı akademisyenin şöhret veya haklarının korunması arasında makul bir dengenin gözetilip gözetilmediği değerlendirilmelidir.

26. Anayasa'nın 26. maddesinde korunan ifade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla Anayasa Mahkemesinin çok sayıda kararında ifade ettiği gibi düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).

27. Öte yandan somut olayda olduğu gibi ifade açıklamalarıyla müdahale edilen bireyin şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde geçen “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Bir kişi görsel ve işitsel yayın yoluyla bir kamuoyu tartışması çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33). Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, § 41; Adnan Oktar (3), § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 44).

28. Mevcut olaydaki gibi başvurularda başvurunun sonucu, prensip olarak başvurunun ihtilaflı açıklamanın sahibi tarafından Anayasa’nın 26. maddesine dayanılarak yapılması ile bu açıklamaya konu olan kişi tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak yapılmasına göre değişmez. Aksi hâlde Anayasa’nın anılan maddelerinde korunan hakların dengelenmesinde benzer olaylarda çelişkili sonuçlar ortaya çıkabilir. Yargı mercileri bu iki maddede düzenlenen haklar arasında Anayasa’nın 13. maddesinde ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun bir denge kurmalıdır (Bekir Coşkun, § 47).

29. Somut başvuruyla bağlantılı olarak çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için ifadelerin türünün ve olgusal temele dayalı olup olmadığının, kim tarafından dile getirildiğinin, hedef alınan kişinin kim olduğunun, ünlülük düzeyi ve önceki davranışları yanında katlanması gereken eleştirinin sınırlarının sade bir vatandaşa göre daha geniş olup olmadığının, başvuruya konu ifadelerin konusunun, yayımlanma şartlarının, bu ifadelerin yayınında kamu yararı bulunup bulunmadığının, genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığının, toplumsal ilginin varlığının ve konunun güncel olup olmadığının, başvurucu tarafından dile getirilen düşüncelere cevap verme olanağının bulunup bulunmadığının ve ifadelerin hedef aldığı kişilerin hayatı üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 44; Ergün Poyraz (2), § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73). Bunun için başvurucunun söylediği sözler, yaptığı konuşmanın tamamından ve söylediği bağlamdan koparılmaksızın olayın bütünlüğü içinde değerlendirilmelidir (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45).

30. Söz konusu değerlendirmelerde derece mahkemelerinin belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, bir müdahalenin ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar vermede yetkili olan iç hukuktaki son mercidir (Sinan Baran, B. No: 2015/11494, 11/6/2018, § 37).

ii. Somut Olayın Değerlendirilmesi

31. Bilim insanı olan davacı; başvuruya konu olayların meydana geldiği tarihte, sanayileşmenin Kocaeli'deki halk sağlığına etkileri üzerine bilimsel bir proje yürütmektedir. Davacı, söz konusu proje henüz tamamlanmadan önce bu konuyla ilgili olarak bir gazeteye röportaj vermiş ve Kocaeli'de halk sağlığının sanayi kuruluşları nedeniyle tehlike altında olduğunu ifade etmiştir. Davacının yerel gazetede haberleştirilen değerlendirmeleri aynı zamanda ulusal ölçekte yayın yapan yazılı ve görsel basında da yer bulmuştur.

32. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi başkanı olan başvurucu ise davacının söz konusu değerlendirmelerini hedef alan bazı açıklamalar yapmıştır. Başvurucunun açıklamaları "...Hoca bunları neye dayanarak söylüyor bilmiyorum... Bana göre şov yapıyor. Raporu istiyoruz yok... Konuşmak kolay, belge nerede, neye dayanarak söyledin. Ispatını yapması lazım. Şarlatanlık yapıyor..." ve ''Şimdi birileri çıkıp anne sütünde ve bebeklerin dışkılarında ağır metallere rastlandı diyor. Ancak hiç bir dayanağı, hiçbir belgesi yok... Sadece adı Profesör. Adam çıkıyor bilgi, belge olmadan konuşuyor. Böyle bir hakkı yok. Bilim adamı belgelerle konuşur. Onun bu yaptığına ise şarlatanlık denir, şov yapmak denir. Bilim adamı şarlatanlık, şov yapmaz ve ideolojik davranmaz..." şeklindedir. Söz konusu açıklamaların kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu iddiasıyla davacı tarafından açılan tazminat davasında ilk derece mahkemesi, proje henüz tamamlanmadan davacının bununla ilgili açıklama yapmasının eleştirilebileceğini, bununla birlikte eleştiri hakkı kullanılırken şikâyete konu sözlerin sarf edilmesinde bir zorunluluk bulunmadığını, bu sözlerin davacıyı toplum önünde küçük düşürecek nitelikte olduğunu belirterek tazminat davasının kısmen kabulüne karar vermiştir. Bu hüküm temyiz incelemesinde onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

33. Eldeki başvurunun çözümlenmesinde gözönünde tutulması gereken hususlardan ilki hem başvurucu hem de davacının toplumsal konumlarıdır (Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 59). Davacı çevre şartlarının halk sağlığına etkileri üzerine araştırmalar yapan tanınmış bir akademisyen, başvurucu ise Kocaeli Büyükşehir Belediyesi başkanlığı görevini yürüten bir siyasetçidir. Başvuruya konu olayda, davacı halk sağlığını ilgilendiren bir konuda kamusal tartışma başlatmıştır. Başvurucu da yaptığı açıklamalarla anılan tartışmada kendi görüşlerini ortaya koymuştur.

34. Başvurucunun eleştirilerinin hedefinde olan davacı kamu tarafından bilinen ve tanınan bir kişi olduğu için kabul edilebilir eleştiri sınırları, sade bir vatandaş ile karşılaştırıldığında daha geniştir. Bu sebeplerle eldeki başvuruya konu olayın tarafı olan davacının kendisine yönelik eleştirilere sade vatandaşlara göre daha fazla hoşgörü göstermesi gerekir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. İsa Gök, § 52)

35. Öte yandan seçmenlerini temsil eden, onların taleplerini, endişelerini ve düşüncelerini politik alana aktaran ve çıkarlarını savunan, seçilmiş kimseler için ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır. Bu sebeple müdahale somut olayda olduğu gibi eğer bir siyasetçinin ifade özgürlüğüne yönelik ise başvuruların çok daha sıkı bir denetimden geçirilmesi gerekmektedir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 60).

36. Başvuru konusu olayda ilk derece mahkemesi ve Yargıtay, başvurucunun davacı hakkında kullandığı ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğunu kabul etmiştir. Özellikle "şarlatan" ifadesi bağlamından koparıldığında ve sadece lafzi yorum yapıldığında davacının kişilik haklarına saldırı olarak nitelendirilebilir. Ancak böyle bir değerlendirme, kamusal tartışmada kullanılan ifadelere kastedilenin ötesinde bir anlam yüklenmesi sonucunu doğuracaktır. O hâlde sarf edilen ifadelerin bağlamıyla birlikte bir bütün olarak değerlendirilmesi bir zorunluluktur. Buna göre başvurucunun açıklamalarıyla esasında davacının özen yükümlülüğüne aykırı olarak henüz tamamlanmamış bir projede yaptığı değerlendirmelerin bilimsel ve resmî verilere dayanmadığını, bu davranışın bilim insanına uygun bir tutum olmadığını belirttiği, bu bağlamda davacının profesörlük ünvanına uygun şekilde hareket etmediğini ima ederek davranışlarını şarlatanlık ve şov olarak nitelendirdiği anlaşılmıştır. Ayrıca başvurucu, davacının açıklamalarıyla halk sağlığı konusunda denetim yetki ve görevi bulunan Kocaeli Büyükşehir Belediyesinin üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmediği imajı yarattığını ve bu davranışın altında ideolojik bir saik bulunduğunu ileri sürmüştür. Bu noktada ilk derece mahkemesi ve Yargıtayın dava konusu ifadelerin olgusal temellerine ilişkin bir değerlendirme yapmadığı belirtilmelidir.

37. Başvurucunun kullandığı ifadelerin alaycı, sert, abartılı hatta bir akademisyen olan muhatabı açısından rahatsız edici olduğu kabul edilse bile çevre ve halk sağlığı bağlamında kamu menfaatine yönelik bir tartışmaya ilişkin olduğu da tartışmasızdır. Ayrıca belediyelerin halk sağlığı hususundaki sorumlulukları dikkate alındığında başvurucunun yaptığı açıklamaların davacının açıklamalarına cevap niteliğinde olup sebepsiz saldırı teşkil etmediği sonucuna varılmıştır.

38. Yukarıdaki tespitlere karşın ilk derece mahkemesi ve Yargıtay; kullanılan ifadelerin bağlamını, ifadelerin dile getirilme şeklini ve nedenini, söylenen sözlerin arka planı olup olmadığını, davacının önceki davranışlarını, kamusal bir tartışma ekseninde gerçekleşip gerçekleşmediğini gözetmeksizin soyut bir değerlendirme ile kullanılan ifadelerin kişisel saldırı oluşturduğu kanaatine ulaşmıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45). İlk derece mahkemesi ve Yargıtay başvurucunun ifade özgürlüğü ile davacının şeref ve itibarının korunması hakkı arasında bir denge kurmaya çalışmamış; yalnızca soyut bir değerlendirmeyle söz konusu ifadelerin kişilik hakkına saldırı niteliğinde olduğunu kabul etmiştir. Bu sebeple başvurucunun tazminat ödemesine ilişkin ileri sürülen gerekçeler, başvurucunun ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahale için ilgili ve yeterli olarak kabul edilemez.

39. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Ömer ÇINAR bu görüşe katılmamıştır.

VI. GİDERİM

40. Başvurucu; ihlalin tespiti, yargılamanın yenilenmesi ve 20.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). Eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin sonuçlarının bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için başvurucuya manevi zararları karşılığında talebiyle bağlı olarak net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VII. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE Ömer ÇINAR'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Kocaeli 3. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2011/60, K.2016/203) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 446,90 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.246,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 4/7/2024 tarihinde karar verildi.

 

 

 

 

KARŞIOY

Belediye Başkanı olan Başvurucu, bir bilim insanına yönelik ifadeleri nedeniyle aleyhine manevi tazminata hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüş, Genel Kurulun çoğunluğu tarafından Başvurucunun Anayasanın 26.maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Davacı, Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalında Profesör olarak görev yapmakta olup, Üniversite tarafından onaylanan “Kocaeli’nin Dilovası ve Kandıra İlçelerinde Yaşayan Gebelerden Doğan Bebeklerde Ağır Metal Maruziyeti ile Büyüme ve Gelişme Durumu” isimli projenin yürütücüsüdür. Davacı proje ile ilgili elde ettiği bilimsel verileri henüz proje tamamlanmadan bir Gazete’de paylaşmıştır. Röportaj, “Annelerin sütü bile zehirli çıktı”, “Çocuklar kanser eşiğinde” başlıkları ile yayımlanmıştır. Bunun üzerine Başvurucu, yerel gazetelerde yer alan beyanlarda davacı hakkında, “…konuşmak kolay, belge nerede, neye dayanarak söyledin. İspatını yapması lazım. Şarlatanlık yapıyor”, yine başka bir açıklamasında “… Valiliğe, Sağlık Müdürlüğü ya da Belediyelere bununla ilgili bir rapor, bir belge verdi mi? Sadece adı Profesör, Adam çıkıyor, bilgi belge olmadan konuşuyor. Böyle bir hakkı yok. Bilim adamı belgelerle konuşur. Onun bu yaptığına şarlatanlık denir, şov yapmak denir. Bilim adamı şarlatanlık, şov yapmaz ve ideolojik davranmaz…” şeklinde açıklamalar yapmıştır. Davacı, kişilik haklarına saldırı nedeniyle Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmış ve Mahkemece, davalı (Başvurucu) aleyhine 5.000 TL manevi tazminata hükmedilmiştir.

Mahkeme kararının gerekçesinde, davacının yaptığı açıklamaların herhangi bir kurum ya da kişiyi hedef almadığı, açıklamaların bilimsel olarak doğru olup olmadığı, kesinlik kazanıp kazanmadığı ve ilgili kamu kurumlarına bilgi verilmeden açıklama yapılmış olmasının eleştirilebilir olduğu, ancak eleştirilen kişinin kişilik haklarına saldırılmaması gerektiği, davalının eleştirilerinin daha iyi anlaşılması için, “şarlatan, sadece adı profesör, şov yapıyor” gibi sözleri sarf etmesinde zorunluluk olmadığı, bu sözlerin davacıyı küçük düşürdüğü ve kişilik haklarını ihlal ettiği kanısına varıldığı hususlarına yer verilmiştir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanması ilk derece mahkemelerinin görevidir. Anayasa Mahkemesinin görevi ise, derece mahkemesinin yorumlarının açıkça keyfi veya bariz takdir hatası içerecek nitelikte olup olmadığının incelemektir. Mahkemece, deliller toplanarak değerlendirilmiş ve davalı açıklamalarının kamuoyu tarafından daha iyi anlaşılması için, davacı hakkında sarf ettiği “şarlatan, sadece adı profesör, şov yapıyor” gibi kelimelerin kullanılmasının zorunlu olmadığı, bu nedenle davacının kişilik hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. “Şarlatan”, Türk Dil Kurumu sözlüğünde “1. Kendi bilgi ve niteliklerini veya mallarını överek karşısındakini kandıran, dolandıran kimse: 2. Bilir geçinen kimse" şeklinde açıklanmıştır (bkz.sozluk.gov.tr). Buna göre, somut olayda, davaya bakan Mahkeme tarafından profesör unvanını haiz bir öğretim üyesine karşı kullanılan bu sözcüğün küçük düşürücü ve hakaret niteliğini haiz olduğunun kabulünde bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik mevcut değildir.

Başvuru, Anayasa'nın 26. Maddesinde düzenlenen ifade hürriyeti kapsamında incelendiğinde, söz konusu maddede “başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması” gerekçeleri ile hakkın sınırlanabileceği belirtilmiştir. Türk Medeni Kanununun 24. Maddesinde “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir” ve aynı Kanunun 25.maddesinde ise, “Davacının, maddî ve manevî tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekâletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır” düzenlemelerine yer verilmiştir. Yine Türk Borçlar Kanununun 58. maddesine göre ise, “ Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir”. Türk Medeni Kanunu ve Türk Borçlar Kanununun kişilik haklarının korunmasına yönelik yukarıda yer verilen düzenlemeleri Anayasanın 26. maddesi uyarınca kanunilik ölçütünü karşılamaktadır.

Anayasanın “Bilim ve Sanat Hürriyeti” başlıklı 27. maddesine göre, “Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir”. Buna göre, davacının profesör olduğu, Üniversite tarafından onay verilen bir bilimsel proje yürüttüğü ve açıklamalarının henüz tamamlanmamış olsa bile projedeki bulgulara dayandığı nazara alındığında, gazeteye yapmış olduğu röportajın bilimsel bir faaliyetin açıklaması mahiyetinde olduğu, yine bilim adamı olan ve bilimsel faaliyette bulunan davacının yapmış olduğu açıklamaların gazeteciler tarafından medyada ifade ediliş biçiminden sorumlu olmadığı da şüpheden uzaktır. Buna göre, haberin başlığı ve biçimi Belediye ya da diğer kurumların görevini yapmadığı imajını uyandırsa da bu hususun davacıdan kaynaklandığı kabul edilemez. Kaldı ki, davacının, öğretim üyesi olarak kamu menfaati olan bir konuda ve proje çerçevesinde açıklamalar yaptığı Başvurucunun ise Belediye Başkanı olarak görev yaptığı nazara alındığında, medyada yer alan haberlerden Belediye’nin görevini yapmadığı imajı uyansa bile eleştiri sınırlarının daha geniş yorumlanması ve Başvurucunun buna katlanması gerekmektedir.

Somut olayda, Sayın Genel Kurul tarafından, Başvurucunun yapmış olduğu açıklamalar nedeniyle hürriyeti bağlayıcı veya başka bir adlî ceza ile cezalandırılmadığı da nazara alınmamıştır. Anayasa Mahkemesi çok sayıdaki benzer başvurularda adli yargı mahkemelerinin kararlarını değerlendirirken ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaların niteliğine ve kapsamına da bakmakta, bireysel başvuruya konu olan yargı kararının hürriyeti bağlayıcı bir ceza veya tazminat öngörmesi arasında önemli bir fark bulunduğunu belirterek değerlendirilmenin bu bağlamda yapılmasını gerektiğini ifade etmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin Mustafa Tepeli başvurusunda önceki içtihatlara atıf yapılarak bu husus açıkça vurgulanmıştır. “..22. Kişinin itibarına yapılan saldırının belli bir ağırlık düzeyine erişmiş olduğu hâllerde Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında mündemiç negatif yükümlülüğe, bireyin maddi ve manevi varlığına etkin bir saygının sağlanması için gerekli pozitif yükümlülükler eklenir. Pozitif yükümlülükler, kişilerin birbirleri ile olan ilişkilerini de kapsayacak şekilde kişisel itibara saygının güvence altına alınması amacıyla birtakım tedbirler alınmasını gerektirir (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 47; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, § 40). 23….Başka bir deyişle Anayasa Mahkemesi, devletin maddi ve manevi varlığa yönelik müdahalelere karşı etkili mekanizma kurma yükümlülüğünün mutlaka ceza soruşturması yapılmasını gerekli kılmadığına, bireyin üçüncü kişilerce şeref ve itibarına müdahale edildiği iddiasıyla tazminat davası yoluyla da giderim sağlamasının mümkün olduğuna karar vermiştir (Adnan Oktar (3), § 35)…”. (Mustafa Tepeli [GK], B. No: 2014/5831, 1/3/2017).

Manevî tazminat, kişilik haklarının hukuka aykırı şekilde ihlal edilmesi nedeniyle duyulan üzüntü ve kederin hafifletilmesine yönelik bir “giderim” olup, ceza hukuku yaptırımı değildir. Çoğunluk görüşünde manevi tazminatın bu işlevi nazara alınmamıştır. Bu nedenlerle, Başvurucunun Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiği şeklindeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

Üye

 Ömer ÇINAR