Avukatlık Kanunu’na göre avukat, hukuki bilgi ve tecrübesini adaletin hizmetine sunan, yargı erkinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle yargı hizmetlerinin kalitesinin artırılması ile avukatlık mesleğinin nitelikleri arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır.
Her ne kadar yargı erkinin ayrılmaz bir parçası olsa da avukatlık mesleği gün geçtikçe güvencesizleşmekte ve hukuk öğrencilerini mesleğe başladıklarında karşılayacak bir hayal kırıklığına dönüşmektedir. Oysa avukatlık mesleğinin niteliğinin korunması, mesleki bağımsızlığın sağlanması, emeğin hak ettiği karşılığı bulması ve avukatların ekonomik güvencelerinin güçlendirilmesi tek tek avukatların değil; bütün bir hukuk sisteminin daha iyi bir şekilde çalışmasının teminatıdır.
Avukatlık mesleğinin içine düştüğü ekonomik güvence ve statü kaybının nedenleri, esasında bazı veriler ışığında kendiliğinden görünüyor. 2000 yılı verilerine göre Türkiye’deki mahkemelerde görülen dosya sayısı 5 milyon civarındayken; bu sayı, 2023 yılına gelindiğinde iki katını aşarak 11 milyona ulaşmıştır. 1998 yılında Türkiye’de 9 bin civarında hâkim ve savcı görev yaparken, 2023 yılında bu sayı yaklaşık iki buçuk kat artarak 24 bin olmuştur. Dava sayıları ile hâkim savcı artışında görece bir paralellik söz konusudur. Ancak gerek Türkiye’deki Hukuk Fakültelerinin gerekse avukatların sayısındaki artış bize başka bir hikâye anlatmaktadır.
1998 yılında Türkiye’de 21 Hukuk Fakültesi varken, 2020 yılına geldiğimizde bu sayı dörde katlanarak 84’ü bulmuştur. Yine Türkiye’de 1998 yılında 37 bin avukat faaliyet gösterirken, bu sayı 2024’te beşe katlanarak 200 bin avukat sınırına dayanmıştır. Dosya sayısının ve mahkemelerin iş yükünün iki kat arttığı bir ülkede Hukuk Fakültelerinin ve avukat sayılarının sırasıyla dört ve beş katına çıkmasının sonuçlarını ise maalesef hepimiz yaşayarak tecrübe etmekteyiz.
Gerek avukat sayısındaki kontrolsüz artış gerekse "bir avukatın yanında çalışan" ya da "mavi yakalı” avukatların yaşadıkları sorunlar, sunulan yargı hizmetlerinin kalitesini tehdit etmektedir. Mavi yakalı avukatların görev aldıkları davalarda kazandırdıkları vekâlet ücretlerinden adil bir pay almaları için bir düzenleme yapılması gerekmektedir. Aksi takdirde gün geçtikçe azalan avukat gelirleri, yargı faaliyetlerindeki kalitenin düşmesinin sebeplerinden biri olacaktır.
Yukarıdaki veriler avukatlık ücretlerinin neden düştüğünü açıklar. Buna ek olarak, şirketleşmeyle birlikte avukatların dava başına aldıkları ücret daha da küçülür.
4 yıl hukuk fakültesi okuyup 1 yıl da staj yapmanın maliyetini cebinden karşılayan avukatların önemli bir kısmı neredeyse bir süpermarket çalışanı kadar kazanmaktadır. Bu, işin sadece ekonomik boyutudur. Karşılaşılan tablonun yarattığı hayal kırıklığı ve psikolojik maliyetler de işin içine eklenince avukatların mesleklerini yüksek bir motivasyon ve titizlikle icra etmeleri kuşkusuz beklenemez.
Doğası gereği bir patron ve işçi ilişkisi olan işçi avukatlar ile işveren avukatlar arasındaki çalışma ilişkisi günümüzde giderek bir meslektaşlık ilişkisi olmaktan çıkarak tabiri caizse efendi köle ilişkisine dönüşmektedir. Bunun bir sonucu olarak da avukatların, çalıştıkları hukuk bürosunda baktıkları davalardan kazanacakları miktarlar, patron işçi arasındaki asimetrik müzakereye bırakılmıştır. Her geçen gün artan avukat sayısı bu müzakerede çalışan avukatların elini patron avukatlar karşısında zayıflatmaktadır. Çünkü avukat arzı, piyasadaki avukat talebinin katbekat üstündedir. Bu nedenle, çalışan avukatların vekâlet ücretlerinin belirlenmesinde; katıldıkları davalara sundukları katkılar, iş yükü, uzmanlıkları gibi ölçütler gözetilerek ayrı ve özel bir düzenleme yapılması artık bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu düzenleme aynı zamanda özü bağımsızlık barındıran avukatlık mesleğinin çalışan-işveren ayırımı olmaksızın bu özelliğini öne çıkarmasına da katkı sağlayacaktır. Avukatlık mesleği, “piyasa koşulları”nın insafına bırakıldığında adalet ve meslek bir “meta” haline gelme riski taşır. Vatandaşların adalet talepleri, “görünmez bir elin” insafına terk edilmemeli; avukatların çalışma koşulları öncelİkle iyileştirilmelidir.
Bir avukat yanında veya bir avukatlık ortaklığında çalışan avukatların, çalıştıkları kurumla olan ilişkileri herhangi bir işçi-patron ilişkisi gibi değerlendirilemez. Çünkü avukatın davaya koyduğu katkı avukatlık kararında düzenlenen bir niteliği ve formasyonu gerektiren özel nitelikte bir katkıdır. Bu yüzden Avukatlık Kanunu haklı olarak, avukatın bir davadan alacağı asgari ücreti “asgari ücret tarifesi” ile belirlemektedir. Ancak aynı Avukatlık Kanunu hukuk bürosunda çalışan işçi avukatların ücretlerinin ne olacağı hakkında sessiz kalarak pratikte işçi avukatın alacağı ücreti patron avukatların insafına bırakmaktadır. Böylece avukatın alacağı asgari ücreti belirleyen ve mesleğin standartlarını koruyan Avukatlık Kanunu gerçek hayatta büyük ölçüde işlevsiz kalmaktadır. Avukatlık Kanunu hak kaybına uğramamaları için görünürde avukatları eşitlerken aslında patron avukatları işçi avukatlar karşısında daha eşit hale getirmektedir!
Şirketleşmesiyle birlikte avukatlık mesleğinin bugün geldiği noktada üç hayati problem ile karşı karşıyayız:
1) Genç avukatların emeğinin karşılığını alamaması
2) Genç avukatlarda mesleğe karşı soğuma
3) Genç avukatların mesleklerinde yetkinleşmelerinin ve uzmanlaşmalarının önüne geçen monoton ve rutin işlere boğulmaları.
Her geçen gün daha da korkutucu bir hal alan bu bahsettiğimiz üç problemin çözümüne yönelik avukatların haklarını güvence altına alacak bir düzenleme hem avukatlık mesleğinin saygınlığını koruyacak hem de yargı hizmetlerinin kalitesini artıracak ve adaletin tecellisine önemli bir katkı sağlayacaktır.
Dolayısıyla avukatlık mesleğinin hızla artan avukat sayısı, kontrolsüz rekabet ve güvencesiz çalışma koşulları nedeniyle büyük bir kriz içinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Genç avukatlar bakımındansa avukatın alacağı ücretin belirlenmesi açısından hayli tuhaf bir durum içerisindeyiz. Avukatlık Kanunu, serbest çalışan avukatlarla vatandaşlar arasındaki ücret sözleşmelerine asgari sınır getirirken, işçi avukatlarla işveren avukatlar arasındaki ücret ilişkisini tamamen başıboş bırakmış durumda. Bu dengesizlik, yeni mezun avukatları düşük ücretlerle çalışmaya zorlamakta, mesleği güvencesiz ve istikrarsız hale getirmektedir. Bu konuda atılması gereken ilk adım avukatın emeğinin işveren avukata karşı da korunması olmalıdır. İşçi avukatlar işveren avukata gelen dosyaların yükünü büyük oranda üstlenmelerine rağmen dosyayla organik bağlarının kurulmaması sebebiyle vekaletname ücretinden bağımsız bir şekilde gelir elde etmektedir. Bu durumun daha hakkaniyetli bir hale getirilmesi için işçi avukatların vekaletname ücretlerinden asgari bir pay almasını zorunlu kılan bir düzenlemeye başvurulabilir. Hiç şüphesiz bu durum, işçi avukatların gelirlerinde artış sağlarken, işveren avukatlar açısından da istihdam maliyetlerini artıracaktır. Bu koşullar altında, işveren avukatlar, işçi avukat çalıştırma konusunda daha seçici ve özenli davranarak, daha nitelikli bireyleri tercih edeceklerdir. Bu nitelik arayışı, işçi avukatların belirli alanlarda gerçek anlamda uzmanlaşmalarını teşvik eden önemli bir unsur haline gelecektir.
Oysa uzmanlaşma gerçeği ortadayken, mevcut düzenlemeler ve uygulamalar dikkate alındığında, avukatların belirli bir alanda uzmanlaştıklarını açıklamaları dahi reklam ve rekabet yasağı kapsamında değerlendirilmektedir.
Halbuki hukuk alanındaki hızlı genişleme, avukatların belirli alanlarda uzmanlaşmasını fiilen zorunlu kıldığı gibi, bu uzmanlaşmanın teşvik edilmesini de gerektirmektedir. İşin doğrusu, pek çok avukat gayrı resmi ortamlarda kendisi için seçtiği uzmanlık alanlarını dile getirmekten çekinmez. Ancak bunun aleni bir şekilde ifade edilmesinin yasaklanması hem hayatın gerçekleriyle örtüşmemekte hem de avukatları uzmanlaşma gerçeğini sanki yasak bir ilişkiymiş gibi yalnızca özel ortamlarda sessizce konuşmaya zorlamaktadır. Oysa gerçekten uzman olan avukatların, uzmanlıklarını açıkça dile getirebilmelerine izin veren düzenlemeler yapılmalı, uzmanlaşma bir ayrıcalık veya istisna değil, hukuki hizmetin doğasında olması gereken bir unsur olarak kabul edilmelidir.
Ne var ki bir avukatın belli alanlarda uzman olduğu beyanını avukatın kendi takdirine bırakmanın anlaşılabilir sakıncaları da bulunmaktadır. Zira uzmanlaşmadan murad edilen sonucun doğabilmesi için bu uzmanlık bilgisinin mesleki kurumlar tarafından koordine edilmesi ve tasdik edilmesi gerekmektedir. Hem uzmanlığa teşvik etmek hem de temelsiz uzmanlık iddialarının yaratacağı olumsuz sonuçları engellemek için Barolar Birliğinin ve baroların iş birliğiyle oluşturulacak uzmanlık eğitim ve sınav mekanizması kurulması düşünülebilir. Nasıl ki belli alanlarda arabuluculuk yapmak için belli bir eğitimin alınması gerekiyor, bu eğitim zorunlu tutuluyor ve ancak bu eğitimden sonra avukatın o alanda resmen arabuluculuk yapması kabul ediliyorsa, benzer bir sertifikasyon süreci belli bir alanda uzmanlaşmak isteyen avukatlar için de düzenlenebilir. Verilecek eğitim ve eğitim sonrasında yapılacak sınavın ardından avukatların kendilerini o alanın uzmanı olarak tanıtmalarına izin verilebilir.
Uzmanlaşma konuları belirlenirken, hukuk ana bilim dalları, ihtisas mahkemeleri, Yargıtay ve Danıştay’ın ihtisas dairelerinin görev alanları gibi hususlar dikkate alınabilir. Bu sayede yargı ile savunma arasında uyumlu bir iş birliği kurularak, güçlü bir bilgi alışverişi sağlanabilir.
Örneğin, bir dairede verilen kararlar, ilgili alandaki hukukun ve özellikle uygulamanın sınırlarını nihai olarak belirlemekte ve son sözü söylemektedir. Bu nedenle, bir avukatın belirli bir konudaki tüm ihtilaf ihtimallerini ve yargı tarafından ortaya konan kriterleri bilmesi, uygulamadaki ihtiyaçları karşılayacak ve kendisinden beklenen gerçek bir uzmanlık iddiasını güçlendirecektir. Bu durum, aynı zamanda hukuku da daha anlaşılır ve uygulanabilir hale getirecektir. Bizzat meslek odasınca tanınmış böyle bir uzmanlığın beyan edilmesinde haksız bir rekabet durumunun ortaya çıkmayacağı söylenebilir. Ancak böyle bir düzenlemenin istenen sonuçları doğurabilmesi için eğitim içerik ve usulünün özenle belirlenmesi gerekmektedir. Zira pek çok kurum tarafından hali hazırda yürütülen eğitimlerin göstermelik bir mahiyet taşıdığını, neredeyse para vermek suretiyle sertifika kazanmak sürecine dönüştüğünü bütün meslektaşlar gibi biz de gözlemlemekteyiz.
Uzmanlaşmanın teşvik edildiği ve resmî kurumlar tarafından tasdik edildiği bir düzende aynı zamanda işveren avukatlar vekalet ücretlerinin belli bir kısmını çalıştırdıkları avukatlarla paylaşmaya zorlandığında işveren avukatların işçi avukatlara bakışı ve onlarla kurduğu ilişki zorunlu olarak değişecektir. Bir yandan işçi avukat tasdik edilmiş uzmanlığıyla ve yasal düzenlemenin kazandırdığı güçle emeğini tam da avukatlık mesleğinin doğasının gerektirdiği gibi kendi nam ve hesabına yaptığını düşünecek, bu husus çalışan avukatın bilgi ve motivasyonunu artıracak, diğer yandan işveren avukat da işçi avukatın emeğini görmezden gelme veya küçümseme imkanına sahip olamayacaktır. Güçlendirilmiş bir çalışan avukat pozisyonu işveren avukatların yanlarında çalıştırdıkları avukatları seçerken resmî kurumlarca tasdik edilmiş uzmanlıklarını dikkate almalarını gerektirecektir. Tabiri caizse zorunlu olarak ödeyeceği vekalet ücretinin bir kısmını her seferinde Amerika’yı yeniden keşfetmeye çalışan bir avukata değil, işle ilgili alanlarda gerçek anlamda uzmanlaşmış kendisine yönlendirilen her işte topu doksana gönderen, o konudaki tüm son sözleri bilen, çok sayıda ihtilafın nasıl çözüldüğüne şahit olmuş uzman avukatlarla paylaşmaya yönelecektir. Uzmanlaşma zahmetinden kaçınan avukatlar doğal olarak yarıştan elenecek, liyakat esaslı bu eleme süreci meslek içi sömürüyü azaltarak hem avukat enflasyonunu dengeleyecek hem de hukukun kalitesini yükseltecektir. Bu durumun günün sonunda yargının en önemli unsurlarından biri olan ve savunmayı temsil eden avukatların motivasyon seviyesinin, ayrıca uzmanlaşmayla birlikte hizmet kalitesinin artması sonucunu doğurarak, adaletin tesisine ve yargı hizmetlerinin kalitesinin artmasına da katkı sağlayacağı açıktır. Bilginin en büyük güç olduğu günümüzde uzmanlaşma, avukatlık mesleği nezdinde sömürü olmaksızın bağımsızlığı ve özgüveni öne çıkaracaktır.
Bu arada hukuk mesleklerine giriş sınavının avukatlık mesleğinin daha nitelikli hale getirilmesi amacına yeterince hizmet edemeyeceği de belirtilmelidir. Sınav içeriği ve doğası itibarıyla hukuk lisans eğitiminin teorik bakımdan yeterli olup olmadığını ölçme ve değerlendirmeye dayalı mesleki yeterliliğe dayalı herhangi bir kriter içermemektedir. Bu durum hukuk fakülteleri arasındaki nitelik uçurumundan kaynaklanan standartlaşma sorununu bir ölçüye kadar gidermeye yarasa da hali hazırdaki sorunlara cevap vermesi mümkün değildir. Dolayısıyla uzmanlaşmayı teşvik eden, uzmanlık eğitiminin niteliklerini ve koşullarını düzenleyen ve koordine eden, işveren işçi avukatlar arasındaki ilişkiyi avukatlık mesleğinin onuruna uygun hale getiren ilave düzenlemelere ihtiyaç bulunmaktadır. Bunun bir ilk adımı olarak aşağıdaki küçük ama etkisi büyük olacak kanun değişikliği meslek örgütlerinin gündeminde olmalıdır.
Nitekim Adalet Akademisinin kuruluş ve görevlerini düzenleyen mevzuatta avukatlara da uzmanlık eğitimi verileceği hükme bağlanmıştır. Barolar ile Akademi arasında kurulacak iş birliği çerçevesinde bu yazıda bahsini ettiğimiz uzmanlık eğitimlerinin düzenlenmesi yargı mensuplarıyla avukatlar arasında bir diyaloğun geliştirilmesi için de önem taşımaktadır. Ancak ısrarla belirtilmesi gereken bir husus söz konusu uzmanlık eğitimlerinin gittikçe yaygın hale gelmeye başlayan salt anlatıma dayalı, bir anlamda parasını ödeyen herkesin sertifika almaya hak kazandığı eğitimlerden farklı bir şekilde yapılandırılması gerekliliğidir. Yüksek yargıyla kurulan bağ sayesinde ihtisas dairelerine karara bağladıkları tüm ihtilaf türlerindeki kararları, hatta yaklaşımları avukatlarca öğrenilebilecek, bunun sonunda daha nitelikli bir muhakeme sürecine ulaşılabilecektir. Keza belirttiğimiz gibi uzman sıfatını almış işçi avukatlar da işveren avukatlar karşısında güçlendirilmiş, diğer bir deyişle avukatlık mesleğinin bağımsızlığı açısından bu ilişki dengelenmiş olacaktır. Hiç kuşkusuz bu nitelik artışı adaletin tesis edilmesinde kayda değer bir toplumsal fayda yaratacaktır.
Bu amaçla çözüm önerisi olarak aşağıdaki gibi bir kanun teklifi önerisi hazırladık. Bu önerinin kamuoyunda tartışılarak yetkili ve görevli mercilerce uygun bulunması halinde üyelerinin hatırı sayılır kısmı hukukçu olan TBMM gündemine taşınması yaralı olacaktır.
MADDE 1 – 19/03/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 164’üncü maddesine aşağıdaki fıkra, son fıkra olarak eklenmiştir:
“Avukat yanında veya avukatlık ortaklığında çalışan avukatlara, yaptıkları işlerde hak edilen vekalet ücreti üzerinden ayrıca bir ödeme yapılır. Bu ödemenin esas ve usulleri, Türkiye Barolar Birliği tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.”
KONU İLE İLGİLİ ANKETE KATILMAK İÇİN TIKLAYINIZ