Tam 24 yıl sonra 28 Şubat’ı anlatmak için 1997 yılının şartları ile o dönemdeki hukuki çerçevenin iyi irdelenmesi gerektiği kanaatindeyim. Bugün özellikle türban ve üniversiteli öğrenciler üzerinden yaratılan algının bu coğrafyada özellikle son yıllarda yaşananlara neden olduğu ilerleyen günlerde anlaşılacaktır.
1990’lardan itibaren ülkede özellikle Anayasa’nın ilk üç maddesine aykırı eylemlerin yoğunlaşması, bunun halk üzerindeki etkisinin gün geçtikçe artması ile siyasi bunalımın bu olayların artmasındaki rolünü değerlendirdiğimizde idari ve/veya şahsi yapılan hataların alevlendirerek bir kesime, bir döneme ve haksız bir davaya dönüştürülmesinin haklı bir gerekçesi yoktur.
Bugün 24 yıl öncesine baktığımızda görünen manzara ile bugünün şartlarını değerlendirdiğimizde ulaşacağımız sonuçlar farklı olabilir. O günlerde yaşanan mağduriyetleri siyasilerin bir fırsata çevirmesi ve bunun üzerinden bir psikoloji ile oy devşirme çabaları maalesef ki hukuku kendilerine alet edinmiş bir örgütün işine gelmiştir. Böylelikle Türk ordusunun zayıflatılması projesinde bir adım daha atılmış olacak ayrıca ordu dışında basın ve iş dünyasına da gerekli mesajlar verilecek idi.
Birçok defa dile getirdiğimiz üzere, 28 Şubat davası olarak bilinen dava açık ve kesin bir şekilde bir kumpas davasıdır. Bu dava ile istenen amaca ulaşılmış, yüzlerce kişi mağdur edilmiş, ordu güçsüzleştirilmiş, medyaya, iş insanlarına, aydın gazetecilere gözdağı verilmiştir.
Kozmik odaya girilmesi talimatı veren savcının terör örgütü üyesi olduğu sonucuna ulaşılırken; aslı olmayan bir belgeyi Genelkurmay Başkanlığından gelmiş gibi gösterip; belgenin orijinalinin adli emanette olduğunu söyleyen aynı savcı için soruşturma dahi açılmaması bile 28 Şubat davasının ne denli büyük bir kumpas olduğunu göstermiştir. Sadece o savcıyla da bitmiyor tabii ki, soruşturmada yer alan bütün savcılar ve soruşturma aşamasındaki bütün hakimlerin terör örgütü üyeliğinden meslekten atılmış ve yargılama sonucu ceza almış olması; kovuşturmadaki hakimlerden birinin meslekten atılmış; duruşma savcısı terör örgütü üyeliğinden ceza almış olması bizlere hiçbir şey ifade etmiyor mu?
İstinaf aşamasında ve Yargıtay incelemesinde kopyala yapıştır karar ve mütalaalarla mağduriyetlerin görmezden gelinmesi, kamuoyuna dava dosyasındaki bilgi ve belgeleri dahi doğru aktarmadan yaratılan algı ile sanıklara mahkumiyet verilmesi bunun nedenlerin ne olabileceğini hiç kimseye düşündürmüyor mu?
Bugün 28 Şubat; medyanın çok büyük bir bölümünde birkaç fotoğraf ile davanın sanıkları arasında bağlantılar kurup, darbenin bu ülkeye kaybettirdikleri anlatılarak demokrasi dersleri verilecek, tek taraflı, yanlı ve haksız söylemlerle yargısız infazlar yapılacak, sosyal medyada etiketler oluşturularak bugünün mağdurları hakkında hakaret ve tehdit mesajları atılacak. Bunun karşısında buldukları birkaç mecrada haklılığını anlatmaya çalışanları göreceğiz. Hiç kimse, 28 Şubat döneminde özellikle ordu ile ilişiği kesilenlerin 2010 yılında yapılan düzenleme ile tekrar görevlerine iade edildiğini, bu iade edilenlerin tekrar 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ordudan atıldığını söylemeyecek ya da 1997 yılından itibaren 2004 yılına kadar neredeyse tüm Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında tedbir alınmasını isteyen ancak hiçbir tedbir alınmadan büyümesi seyredilen bir örgütün bu ülkenin başına bela olup; yüzlerce insanımızı öldürdüğünü itiraf etmeyecek. Bu örgüt elebaşının devlet koruması ile yurtdışına kaçarken, hakkında dava açan savcıların başına gelenleri kimse tartışmayacak, 28 Şubat döneminin dine karşı değil, dini istismar edenlere karşı olduğunu kimse anlatmayacak.
Son olarak aslında “herkes biliyor zarların hileli olduğunu, herkes biliyor geminin su aldığını ve herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini” de hiç kimse “Kral Çıplak” diyemiyor. Tarih bu kumpası yapanları da bunlardan rant sağlayanları da ortaya çıkaracaktır. Temennimiz, yaşanan haksızlıkların daha fazla devam etmemesi, hukukun ve adaletin tecelli ederek gerçeklerin ortaya çıkmasıdır.