Adalet Bakanlığınca hazırlanan reform taslağı uyarınca Yüksek Yargı’da görev alan hakim ve savcıların görev süresinin 12 yıl ile sınırlandırılmasının öngörüldüğü, bu sürenin bitmesine müteakip hakim ve savcıların başka adli görevlere atanacağına dair çalışmaların olduğu anlaşılmaktadır. Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ bu husustaki değişikliği ve gerekçesini şu şekilde açıklamıştı: "Yargıtay ve Danıştay üyeliklerini 12 yıllık bir süreyle sınırlı hale getiriyoruz. Şu anda seçilen üyeler 65 yaşını doldurana kadar görev yapıyor. Bunun yasalaşması halinde Yargıtay ve Danıştay'a seçilen üyeler 12 yıl görev yapacak. Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilenler de 12 yıl görev yapmaktadır. Dolayısıyla yüksek yargıda uyum sağlamak maksadıyla böyle bir adım atma kararı aldık.” (http://www.hukukihaber.net/gundem/yargitay-ve-danistay-uyelikleri-12-yil-ile-sinirlandirilacak-h75104.html)

2797 Sayılı Yargıtay Kanunu’nun 29. maddesi uyarınca en az 17 yıl hakimlik yapmış olmak ve 1. sınıfa ayrıldıktan sonra 3 yıl boyunca başarıyla hakim olarak çalışmış olma şartını taşıyan hakim ve savcıların Yargıtay üyeliğine atanması mümkündür. 17 yıllık kıdem şartı 2014 yılında yürürlüğe giren 6572 Sayılı Kanun uyarınca getirilmişti. Daha önce Yargıtay üyeliği için aranan şart 20 yıllık kıdemdi. Bu değişiklik yürütmenin yüksek yargıya atayacak 20 yıllık kıdem sahibi hakim ve savcı bulmakta zorlanmasından kaynaklanmıştı. Yoksa 20 yıllık tecrübenin 17 yıllık tecrübenin fevkinde olduğunu , en azından daha kötü olmadığını söylemeye dahi gerek yoktur her halde. 

Yargıtay adli mahkemelerce verilen kararların son inceleme merciidir. Bu bağımsız yüksek mahkeme yalnızca şekli anlamda kesin hükme imza atmaz. Vermiş olduğu kararlarla somut uyuşmazlıkları neticelendirirken kanunların anlaşılma şeklini, hukuki sorunlara yaklaşım metodunu, benzer olaylarda uygulanması gereken içtihat birliğini sağlar. Hakimlere, savcılara ve avukatlara yol gösterir. Hukuki yanlışlıkların azalmasını sağladığı gibi benzer olaylarda benzer karar vererek yargılamada eşitlik duygusunun oluşmasını ve belli oranda hukuki standardizasyonu da sağlar.

Şüphesiz bir hakim veya bir hukukçu kolay yetişmemektedir. Hukuk fakültelerindeki eğitim kalitesinin yükselmesi dahi bir hukukçunun yetişmesini tek başına sağlamaz. Bunun için merak, ilgi, sürekli okuma ve araştırma, belli bir seviyeden sonra karşılaştırmalı hukuk çalışmalarını inceleme gibi meşakkatli bir uğraş gerekmektedir. Ülkedeki kanunlara ve içtihatlara hakimiyet de tek başına sorunu çözmeye yetmez. Öyle bir hukuki sorunla karşılaşırsınız ki ne kanun buna bir çare bulabilir ne de yerleşmiş içtihatlar. Nitekim “hakkın kötüye kullanılması”, “meşru müdafa”, “iyi niyet”, “ızdırar hali”, “hukuka uygunluk nedenleri” gibi birçok hukuki kavram metin dışında yorum ve algı gerektiren, yaşamın içinden kopup gelen ve uyuşmazlıkları adil bir şekilde çözmeyi amaçlayan, hukuki sorunların iç yüzüne temas etmeyi sağlayan hukuki formüller olarak ortaya çıkmıştır. Bunların kavranabilmesi ve somut olaylara uyarlanabilmesi için şüphesiz “tecrübe” olmazsa olmazdır. Tecrübe yokluğu meselenin dışıyla ilgilenmeyi doğurur. Tecrübe ise konunun tam içine ve özüne girmeyi, uyuşmazlık konusunu doğru şekilde belirlemeyi ve bu sorunun en doğru şekilde nasıl çözüleceğine dair yeni fikirlerin ve yorum şeklinin ortaya çıkmasına neden olur.

Tecrübe yalnızca fiziksel yaşın ilerlemesiyle oluşan bir durum değildir. Kuru kuruya ben neler gördüm demek hiçbir tecrübe alameti göstermez. Tecrübe hukukta bir iksirdir. Hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığı, soruna hangi hukuk kuralının uygulanıp uygulanmayacağı, benzer konulara ilişkin içtihatlar doğrultusunda sorunun nasıl çözümlenebileceği hep tecrübe ile mümkündür. Bir içtihadın arkasına takılıp gitmek ve kararda bu içtihada atıf yapmak yetersiz kalabilir. Nitekim bu tip yaklaşımlar Yüksek Mahkeme tarafından bozma ile mükafatlandırılabilmektedir. İçtihattan dönme dahi büyük bir tecrübenin sonucudur. 

İstinaf mahkemelerinin kurulmasıyla birlikte adli yargıda görev alan ve nisbeten tecrübeli ve başarılı olan hakim ve savcılar bu mahkemelere kaydırıldı. Bu durumda adli ve idari mahkemelerde tecrübeli hakim sorununun başgösterdiği gün gibi açığa çıktı. Bunu 2016 yazından sonra daha yakından görme fırsatımız olacak. 

Uygulamada hakimlik ve savcılık görevini yürütmeye engel bir suç veya kusur bulunmadığı müddetçe yüksek yargı üyeliği emekli oluncaya dek devam ediyordu. Yaş haddi emekliliği dışında boşalan üyeliklere yeniler geliyor ancak mevcut üyelik düşmüyordu. Aslında işin doğası bunu gerektirmektedir. İçtihat merciine bileğinin hakkıyla gelen bir hukukçu niçin bu makamını yitirsin. Bu makamda daha farklı tecrübeler edinmekte, yüksek yargının iç işleyişini yakından görmekte ve buradaki sorunlara çözüm üretebilme imkanını elde etmektedir. Bu şartlar altında 12 yıllık görev süresinin yeterli olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. 

Yüksek yargı üyeliği açısından 17 yıllık kıdem şartını aramanın altında tecrübeye duyulan ihtiyaç yatmaktadır. Meslek hayatının 17 yılını başarıyla geçiren bir hukukçunun bundan sonraki 12 yılını da yüksek yargıda geçirmesi o kişinin taltif edilmesi değildir. Kazanılan bu tecrübe ve birikimden istifade etme amacına yöneliktir. Yüksek yargı mensubu için 12 yıl uzun bir süre değildir. Yüksek yargı mensubu da sürekli öğrenmek, kendini yenilemek, mevzuat değişikliklerini takip etmek ve toplumsal dönüşümü kavramak zorundadır. Bu serüveninde emekli oluncaya dek verebileceği çok şey vardır. Yüksek yargı tecrübeli hakim tarafından yargılanma imkanı elde edemeyen kişilerin belki de tek imkanıdır. Hukuki uyuşmazlıklar tecrübenin sihirli dokunuşuna ihtiyaç duyarlar. Sadece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve karar şeklinde tezahür eden kısır döngünün yegane çaresi budur. 

Bakanlığın tüm yüksek yargı organlarında eşitlik sağlamak adına Yargıtay ve Danıştay üyeliklerini 12 yıl ile sınırlandırması yanlış bir yaklaşımdır. Bu hususta esas alınacak yaklaşım görev süresi değil tecrübenin hukuktaki kıymetidir. Anayasa Mahkemesindeki 12 yıllık görev süresi mutlak doğru mudur ki diğer yüksek mahkemeler bu esasa göre şekillendirilsin. Üstelik Anayasa Mahkemesi karaları itibariyle yasamanın Anayasa’ya uygunluğunu sağlamakla yükümlüdür. Verilen kararlar kişiler arası hukuki ihtilaflara doğrudan etkili değildir. Üstelik Anayasa Mahkemesi değişen siyasi şartlar ve Anayasa’daki değişikliklere paralel olarak içtihat değişikliğine de gidebilmektedir. Bu anlamda 12 yıllık görev süresinin teorik bilgi ve verimlilik açısından yeterli olduğu kabul edilebilir. Aynı şeyi Yargıtay ve Danıştay için söylemek zordur. 

Yüksek yargının etkinliğini arttırmanın yolu görev süresini sınırlamak değil yüksek yargı fonksiyonuna ayak uyduramayan üyelerin yerine bu işi daha iyi yapacak hakim ve savcıların atanmasının sağlanmasıdır. Bu yönden yüksek yargı mensuplarının emekli oluncaya dek bu sıfatı korumalarının çok doğru olduğu da söylenemez. Ama bileğinin hakkıyla o makama gelen ve verimli şekilde çalışan hakim ve savcılara daha fazla çalışma imkanının verilmemesi de yanlıştır. Bu anlamda her 5 veya 10 yıllık periyotlarda şeffaf ve tarafsız bir değerlendirme yapılması ve üyelik sıfatının devam edip etmeyeceği yönünden bir değerlendirme yapılabilmesine imkan tanınması daha doğru olacaktır.