Malatya ilinde 2013 yılında C.Başsavcılığı nezdindeki soruşturma evresi toplam iş sayısı 47.420 olup bu sayının sonraki yıllarda sürekli olarak arttığı bilinmektedir. Soruşturma evresindeki iş sayısı ülkemiz genelinde bakıldığında ise 2013 yılı itibarıyla toplamda 6.679.973’tür.
Bu yazımızda suç siyaseti kavramını kısaca işleyeceğiz. Suç siyaseti kavramı ilk kez Alman hukukçu Von List tarafından kullanılmış olup bu kavramı kısaca suçlar karşısında toplum düzeninin korunması için kullanılması gereken araçların belirlenmesi ve tedbirlerin uygulanması olarak tanımlamak mümkündür. Örneklemek gerekirse ceza mahkemeleri toplum sağlığını tehdit eden bir hastalığa benzeyen suçu tedavi etmeye çalışırken suç siyasetinde hastalığın oluşmadan önlenmesi, kontrol altında tutulması ve salgına dönüşmesi engellenmeye çalışılmaktadır. Bu yönüyle ceza hakimleri bu alanda uzmanlaşmış doktorlara benzer iken suç siyaseti yapan kişiler ise önleyici tıp hizmeti veren insanlara benzemektedirler.
Gelişmiş ülkelerde suç siyaseti multidisipliner bir yaklaşımla yürütülmektedir. Suç olgusu töreler, ekonomik şartlar, eğitimsizlik, hatalı kanunlar gibi farklı birçok sebepten kaynaklandığına göre suçun işlenmeden önlenmesi, suç işleme oranının azaltılması, suç işleyen kişilerin ıslah edilmesi konusunda eğitimcilere, sosyologlara, psikologlara, meclise, cezaevi idarelerine, basın kuruluşlarına ve daha akla gelmeyecek birçok kişi ve kuruluşa önemli görevler düşmektedir. Ülkemizde bir suç tipi yaygın hale geldiği zaman sadece kanunda öngörülen cezaların arttırılması suretiyle suçun işlenmesinin azaltılabileceği gibi hatalı bir anlayış bulunmaktadır. Nitekim ekonomik krizin bulunduğu yıllarda artan hırsızlık suçunun azaltılabilmesi için geçmişte bu suçun cezası arttırılmış olup neticesinde cezaevleri dolduğu için af kanunu çıkartılmak zorunda kalınmıştır. Dolayısıyla suçla mücadelenin bir tek boyutunun olmadığı,katı yasalar çıkartılarak suçun önlenip azaltılamayacağı ülkemiz ve Dünya tarihindeki bir çok örnekte anlaşılmıştır. Bütün sosyal meselelerde olduğu gibi konunun basit ve kolay bir çözümü bulunmamaktadır. Basını ele alacak olursak televizyonlarda sigara içilen sahneler mozaiklenerek görüntülenmektedir. Öte taraftan mafya özentisi tiplerin rol aldığı diziler ve filmler yüksek izlenme oranı elde etme umuduyla en çok izlenen saatlerde kesintisiz olarak yayınlanmaktadır. Şahsen film ve dizilerde helal yoldan ekmeğini kazanıp çocuklarına bakan mütevazi bir anne-babanın kahraman olarak gösterildiğine şahit olmadıysam da plazalarda, batakhanelerde, mafya çukurlarında her türlü çirkefliğe bulanmış olan ne idüğü belirsiz tiplerin başrolde olduğu bazı dizi ve filmlere sıkça tesadüf etmekteyim. Kültürünü televizyondan alan,okuma-yazması olmayan bazı kişilerin bu sahnelerden etkilenmemesi mümkün değildir.
Toplumumuzun ceza hukuku bakımından özet bir değerlendirmesini yapan İzmir Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi hakimi İbrahim Altıtaş tarafından geçtiğimiz günlerde bir toplantıda açıklanan rakamlara göre ülkemizde cezaevine giren çocuk sayısı 6.000 civarında olup bu çocukların %65’i yeniden suç işleyerek cezaevine dönmektedir. Oysa 2009 yılında bu rakam binleri dahi bulmamaktadır. Hakim bey konuşmasında; cezaevindeki 6 bin kişinin, cezaları kesinleşen çocuklar olduğunu ve onların tutuklanmasının son derece sınırlı şartlara bağlı olduğunu vurgulamıştır.
Altıtaş, “Karşımıza dosya olarak gelen çocuk kısmen kaybedilmiştir. Cezaevine giren çocuk ise kaybolmuştur. 2009 yılında cezaevinde kalan çocuk sayısı binleri bulmazken, geçen yıl cezaevine giren çocuk sayısı 6 binlere ulaşmıştır. 15 yaşını aşmamış bir çocuğu, üst haddi 5 yılı geçmemiş bir suçtan dolayı tutuklayamazsınız. Ama 6 bin kişinin birçoğu cezaları kesinleşen çocuklardır. Çocukları olabildiğince tutuklamamaya ve cezaevleriyle tanıştırmamaya çalışırız. Nedeni de cezaevine giren çocukların geri dönüş oranı yüzde 65’tir. Çocuk yeniden cezaevine dönüyor” dedi.
Çocuğun suç işleyip, dava dosyasıyla karşılarına gelmeden önce, risk altında olup olmadıklarının anlaşılmasının önem taşıdığını vurgulayan Altıtaş, çocuğun aileden ayrı olarak düşünülemeyeceğine dikkat çekti.
Altıtaş, “Uluslararası sözleşmelere göre çocuğun yetiştirilmesinde en önemli görev ve sorumluluk ailededir. O nedenle çocuğu aileden ayrı olarak düşünemezsiniz. Anne ve babayı rol modelleri görmeniz lazım. Bir çocuğa ne söylerseniz söyleyin bir kulağından girer diğerinden çıkar. Çocuk anne ve babanın ne yaptığına bakar. Anne ve baba iyi şeyler yapıyorsa çocuk da iyi şeyler yapar. Ama ailede bir sorun varsa mutlak surette çocukta da yansımasını görüyoruz” diye konuştu.
Hakim Altıtaş, Türkiye’de 15 yaş üstü aktif insan sayısının 58 milyon olduğuna, 2.5 milyonun hiç okuma yazma bilmediğine değinerek, şunları söyledi:
“2.5 milyon okuma yazma bilmeyen nüfusun yüzde 80’i kadındır. 3.6 milyon insan ilkokulu çeşitli sınıflarda yarıda bırakmış. 15 milyonu da ilkokul mezunu. İlköğretim ve ortaokul mezun olarak ifade edebileceğimiz sayı 16 milyondur. 37 milyon insanımız eğitimden uzaklaşmış durumda. 58 milyon aktif nüfusa göre bunun oranı yüzde 60’tır. Nüfusumuzun önemli bir oranı az eğitim almıştır. 30 milyon yoksul aileyi de eklerseniz, az eğitim ve yoksulluk risk altında çocuklar ve ailelerdir. Bunun sonucu büyük toplumsal sorunlardır. Ailelerde yüzde 60 ile 80 arasında, çocuğa ve kadına şiddet uygulanmaktadır. Son 10 yılda 4 bin 500 kadınımız öldürülmüştür. Toplumuzu da iyi hale getirmeliyiz.”
Bu konuşma aslında suç siyasetinin ne denli önemli ve fakat bir o kadar ihmal edildiğini ortaya koymaktadır. Herkes bir suçlu veya mağdur adayı olduğuna göre konunun ne denli önem taşıdığı anlaşılmalı ve devlet, aile, basın kuruluşları ve üzerine görev düşebilecek herkes bu konuda çaba harcamalıdır.
Bu yazımızda suç siyaseti kavramını kısaca işleyeceğiz. Suç siyaseti kavramı ilk kez Alman hukukçu Von List tarafından kullanılmış olup bu kavramı kısaca suçlar karşısında toplum düzeninin korunması için kullanılması gereken araçların belirlenmesi ve tedbirlerin uygulanması olarak tanımlamak mümkündür. Örneklemek gerekirse ceza mahkemeleri toplum sağlığını tehdit eden bir hastalığa benzeyen suçu tedavi etmeye çalışırken suç siyasetinde hastalığın oluşmadan önlenmesi, kontrol altında tutulması ve salgına dönüşmesi engellenmeye çalışılmaktadır. Bu yönüyle ceza hakimleri bu alanda uzmanlaşmış doktorlara benzer iken suç siyaseti yapan kişiler ise önleyici tıp hizmeti veren insanlara benzemektedirler.
Gelişmiş ülkelerde suç siyaseti multidisipliner bir yaklaşımla yürütülmektedir. Suç olgusu töreler, ekonomik şartlar, eğitimsizlik, hatalı kanunlar gibi farklı birçok sebepten kaynaklandığına göre suçun işlenmeden önlenmesi, suç işleme oranının azaltılması, suç işleyen kişilerin ıslah edilmesi konusunda eğitimcilere, sosyologlara, psikologlara, meclise, cezaevi idarelerine, basın kuruluşlarına ve daha akla gelmeyecek birçok kişi ve kuruluşa önemli görevler düşmektedir. Ülkemizde bir suç tipi yaygın hale geldiği zaman sadece kanunda öngörülen cezaların arttırılması suretiyle suçun işlenmesinin azaltılabileceği gibi hatalı bir anlayış bulunmaktadır. Nitekim ekonomik krizin bulunduğu yıllarda artan hırsızlık suçunun azaltılabilmesi için geçmişte bu suçun cezası arttırılmış olup neticesinde cezaevleri dolduğu için af kanunu çıkartılmak zorunda kalınmıştır. Dolayısıyla suçla mücadelenin bir tek boyutunun olmadığı,katı yasalar çıkartılarak suçun önlenip azaltılamayacağı ülkemiz ve Dünya tarihindeki bir çok örnekte anlaşılmıştır. Bütün sosyal meselelerde olduğu gibi konunun basit ve kolay bir çözümü bulunmamaktadır. Basını ele alacak olursak televizyonlarda sigara içilen sahneler mozaiklenerek görüntülenmektedir. Öte taraftan mafya özentisi tiplerin rol aldığı diziler ve filmler yüksek izlenme oranı elde etme umuduyla en çok izlenen saatlerde kesintisiz olarak yayınlanmaktadır. Şahsen film ve dizilerde helal yoldan ekmeğini kazanıp çocuklarına bakan mütevazi bir anne-babanın kahraman olarak gösterildiğine şahit olmadıysam da plazalarda, batakhanelerde, mafya çukurlarında her türlü çirkefliğe bulanmış olan ne idüğü belirsiz tiplerin başrolde olduğu bazı dizi ve filmlere sıkça tesadüf etmekteyim. Kültürünü televizyondan alan,okuma-yazması olmayan bazı kişilerin bu sahnelerden etkilenmemesi mümkün değildir.
Toplumumuzun ceza hukuku bakımından özet bir değerlendirmesini yapan İzmir Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi hakimi İbrahim Altıtaş tarafından geçtiğimiz günlerde bir toplantıda açıklanan rakamlara göre ülkemizde cezaevine giren çocuk sayısı 6.000 civarında olup bu çocukların %65’i yeniden suç işleyerek cezaevine dönmektedir. Oysa 2009 yılında bu rakam binleri dahi bulmamaktadır. Hakim bey konuşmasında; cezaevindeki 6 bin kişinin, cezaları kesinleşen çocuklar olduğunu ve onların tutuklanmasının son derece sınırlı şartlara bağlı olduğunu vurgulamıştır.
Altıtaş, “Karşımıza dosya olarak gelen çocuk kısmen kaybedilmiştir. Cezaevine giren çocuk ise kaybolmuştur. 2009 yılında cezaevinde kalan çocuk sayısı binleri bulmazken, geçen yıl cezaevine giren çocuk sayısı 6 binlere ulaşmıştır. 15 yaşını aşmamış bir çocuğu, üst haddi 5 yılı geçmemiş bir suçtan dolayı tutuklayamazsınız. Ama 6 bin kişinin birçoğu cezaları kesinleşen çocuklardır. Çocukları olabildiğince tutuklamamaya ve cezaevleriyle tanıştırmamaya çalışırız. Nedeni de cezaevine giren çocukların geri dönüş oranı yüzde 65’tir. Çocuk yeniden cezaevine dönüyor” dedi.
Çocuğun suç işleyip, dava dosyasıyla karşılarına gelmeden önce, risk altında olup olmadıklarının anlaşılmasının önem taşıdığını vurgulayan Altıtaş, çocuğun aileden ayrı olarak düşünülemeyeceğine dikkat çekti.
Altıtaş, “Uluslararası sözleşmelere göre çocuğun yetiştirilmesinde en önemli görev ve sorumluluk ailededir. O nedenle çocuğu aileden ayrı olarak düşünemezsiniz. Anne ve babayı rol modelleri görmeniz lazım. Bir çocuğa ne söylerseniz söyleyin bir kulağından girer diğerinden çıkar. Çocuk anne ve babanın ne yaptığına bakar. Anne ve baba iyi şeyler yapıyorsa çocuk da iyi şeyler yapar. Ama ailede bir sorun varsa mutlak surette çocukta da yansımasını görüyoruz” diye konuştu.
Hakim Altıtaş, Türkiye’de 15 yaş üstü aktif insan sayısının 58 milyon olduğuna, 2.5 milyonun hiç okuma yazma bilmediğine değinerek, şunları söyledi:
“2.5 milyon okuma yazma bilmeyen nüfusun yüzde 80’i kadındır. 3.6 milyon insan ilkokulu çeşitli sınıflarda yarıda bırakmış. 15 milyonu da ilkokul mezunu. İlköğretim ve ortaokul mezun olarak ifade edebileceğimiz sayı 16 milyondur. 37 milyon insanımız eğitimden uzaklaşmış durumda. 58 milyon aktif nüfusa göre bunun oranı yüzde 60’tır. Nüfusumuzun önemli bir oranı az eğitim almıştır. 30 milyon yoksul aileyi de eklerseniz, az eğitim ve yoksulluk risk altında çocuklar ve ailelerdir. Bunun sonucu büyük toplumsal sorunlardır. Ailelerde yüzde 60 ile 80 arasında, çocuğa ve kadına şiddet uygulanmaktadır. Son 10 yılda 4 bin 500 kadınımız öldürülmüştür. Toplumuzu da iyi hale getirmeliyiz.”
Bu konuşma aslında suç siyasetinin ne denli önemli ve fakat bir o kadar ihmal edildiğini ortaya koymaktadır. Herkes bir suçlu veya mağdur adayı olduğuna göre konunun ne denli önem taşıdığı anlaşılmalı ve devlet, aile, basın kuruluşları ve üzerine görev düşebilecek herkes bu konuda çaba harcamalıdır.