Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğunda ve “kuvvetler ayrılığı” ilkesini benimsediğinde tartışma bulunmamaktadır. Anayasa m.2’de hukuk devleti, m.9’da “kuvvetler ayrılığı” ilkesi, m.11’de Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü, m.138/4’de de yargı kararlarına herkesin uymak zorunda olduğu açıkça ifade edilmiştir. Tüm bu ilke, esas ve hükümler; hukuk güvenliği hakkı başta olmak üzere, “eşitlik” ve “adalet” ilkelerinin de güvencesini oluşturur. Bununla birlikte; pratikte yargı kararlarının, özellikle Anayasa Mahkemesi ve idari yargı kararlarının infazında sorunlar yaşandığı ve bazı yasa değişiklikleri ile yargı kararlarının aşıldığı görülmektedir.

Niyetini sorgulamaksızın; Anayasa m.138/4 uyarınca infazı zorunlu olan yargı kararlarının infazından kaçınılmasına, infazın etkisizleştirilmesine veya anlamsızlaştırılmasına dair yöntemlerin hukuka ve Anayasaya açıkça aykırı olduğunda tereddüt bulunmamaktadır.

17-25 Aralık ve 15 Temmuz süreçlerinde; yargı kararlarının infazında ve hukukiliğinde bazı sorunlar yaşanmış olup, Anayasaya aykırı olsa da bazı yasal değişikliklere gidildiği, yine olağanüstü hal döneminde bu tür değişikliklere devam edildiği, bunların ülkenin içinde bulunduğu ağır şartların aşılması amacıyla ve geçici olarak tercih edildiği ifade edilmişti.

Belirtmeliyiz ki, olağan hukuk düzeninin devam ettiği ve bahsettiğimiz gerekçelerin kapsamına girmeyen yargı kararlarının infazından kaçınılması veya infazın etkisiz kılınmasına yönelik tüm düzenleme ve uygulamalar hatalıdır. Örtülü af ve İnfaz Kanunu değişiklikleriyle, ceza mahkemesi kararlarının etkisizleştirilmesi ve caydırıcılıktan yoksun kılınması da yargı kararlarının gereği gibi yerine getirilmediğine dair ciddi örnekler arasında yer almaktadır.

Yargı kararlarının infazından taviz verilmemesi ve infazından kaçınılmasını engellemek için; yalnızca “Görevi kötüye kullanma” başlıklı TCK m.257 ile yetinilmemeli, Anayasa m.138/4’ü destekleyecek yeterlikte cezai hükümler getirilmelidir.

Ayrıca; aşağıda bahsettiğimiz kararlardan da anlaşılacağı üzere, Anayasaya açıkça aykırılık içeren kanun ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Anayasaya uygunluk denetiminin etkin şekilde yapılabilmesi ve Anayasaya açıkça aykırı olan düzenlemelerin daha yürürlüğe girmeden yürürlüklerinin durdurulması sağlanmalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin geçmişte Anayasada açıkça tanımlanmış yetkisi olmasa da; Anayasaya aykırı düzenlemelerin yürürlüğe girip “kazanılmış/müktesep hak” adı altında sonuçlara yol açmasını engellemek amacıyla, açılan iptal davalarında yürürlüğü durdurma kararları verdiği, daha sonra bu içtihadından vazgeçtiği, bu yolla da Anayasaya ve hukuka açıkça aykırı olduğu halde yürürlüğe giren kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin daha sonra iptal edilseler dahi uygulandıkları görülmektedir.

Yukarıda bahsettiğimiz sorundan dolayı, Türkiye Cumhuriyeti’nde en çok hukuk sistemi ve yargı erki yara almaktadır. İnsanlarda bir keyfilik, kuralların tatbikinde ve kurallara uymada bir tuhaflık gözlemlenmektedir. Bazı insanlar; “Allah razı olsun, yetkililer hiç karışmıyor, geçinip gidiyoruz, vergi vermiyoruz, hesap da soran yok, ben işime bakarım kardeşim, gerisi beni ilgilendirmez” diyebiliyor. Bunlar, Devlet Teşkilatının devamlılığında tehlike içeren sözler olarak kabul edilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti; bir aşiret veya kabile devleti olmayıp, ulus devleti özelliğini taşımaktadır.

Diğer taraftan; idari yargının, yani idare mahkemelerinin, bölge idare mahkemelerinin ve Danıştay’ın kararlarının uygulanmadığı, uygulansa da yeni bir idari kararla veya tasarrufla idari yargı kararlarının etkisiz hale getirildiği anlaşılmaktadır.

Anayasa Mahkemesi; Anayasaya aykırı hükmü iptal etse de, deyim yerinde ise atı alanın Üsküdar’ı geçtiği, iptal kararı geriye yürümediği için hukuka aykırılığın sonuçları ile birlikte varlığını sürdürdüğü görülebilmektedir.

Bu konuda akla gelen birkaç örneği söyleyelim.

4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’a Ek madde 5’in eklendiğini ve burada, “yatırım yapılmış yerler yargı kararı ile iptal edilse bile” hükmüne yer verildiğini belirtmeliyiz. Bu hüküm; 27.03.2014 tarihli ve 28954 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan AYM’nin 03.10.2013 tarihli, 2012/73 E. ve 2013/107 K. sayılı kararıyla Anayasaya açıkça aykırı olduğu gerekçesi ile iptal edilmişti. İptal edilen hükümde; “…özelleştirme uygulamaları sonucunda kuruluşların nihai devir sözleşmelerinin imzalanarak devir ve teslim işlemlerinin tamamlanmasından sonra özelleştirme işlemlerinin bütün sonuçlarıyla birlikte tamamlanmış bulunması, söz konusu kuruluşları devralanlar tarafından üretim, yatırım, modernizasyon, istihdam ve bunlara bağlı her türlü hukuki, ticari ve mali tasarruflarda bulunulması nedeniyle oluşacak fiili imkansızlık karşısında geri dönülemeyecek bir yapının ortaya çıkması halinde yargı kararlarının…” ibaresine yer verilerek, bu konuda verilen yargı kararlarının uygulanmasına yönelik olarak tesis edilecek iş ve işlemler konusunda Cumhurbaşkanının[1] karar almaya yetkili olduğu düzenlenmekte idi. 4046 sayılı Kanun Ek madde 5, 2012 yılında 6300 sayılı Kanunun 10. maddesi ile eklenmiştir. AYM, bu ibarenin iptal gerekçesini şu şekilde açıklamıştır: “İptali istenen hükümler, Anayasanın 47 nci maddesine göre, Devletin, kamu iktisadi teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzel kişilerinin mülkiyetinde bulunan işletme ve varlıkların özelleştirilmesine ilişkin esas ve usulleri düzenlemeyi değil, özelleştirmelerin 4046 sayılı Yasadaki esas ve usullere aykırı bir şekilde yapıldığı gerekçesiyle iptaline ilişkin yargı kararlarını geciktirmenin de ötesinde yargı kararlarına uymamayı ve hatta yargı kararlarını değiştirmeyi öngördüğü için Anayasanın 138 inci maddesinin son fıkrasına; yargı yolu açık olan özelleştirme iş ve işlemlerinde son sözü söyleme yetkisini Bakanlar Kuruluna vererek yargı yoluna başvurulmasını anlamsızlaştırarak değersizleştirdiği için Anayasanın 125 inci maddesine; özelleştirme iş ve işlemleri sonucunda verilen yargı kararları konusunda Bakanlar Kuruluna kaynağını Anayasadan almayan yetkiler verdiği için Anayasanın 6 ncı ve 11 inci maddelerine; özelleştirme iş ve işlemlerinde yargı yetkisinin kullanımını ortadan kaldırarak egemenliği bütünüyle yürütme organında merkezileştirdiği için Anayasanın Başlangıcı ile 6 ncı ve 9 uncu maddelerine aykırıdır”.

Bir diğeri, Anayasa Mahkemesi’nin 20.07.2022 tarihli, 2022/22 E. ve 2022/92 K. sayılı kararına konu 4046 sayılı Kanuna eklenen geçici m.30’dur. Bu yeni kararda; “(…) kural, sözleşme süresinin sonunda yeniden özelleştirme sürecine konu olabilecek limanların bu sürecin dışına çıkarılmasına, dolayısıyla katılımcılar arasında rekabeti mümkün kılan ihale süreci uygulanmaksızın dolaylı olarak özelleştirilmelerine imkan tanımaktadır. Bu itibarla kural, sadece halihazırda özelleştirme sözleşmelerinin tarafı olan kişilere ek sözleşme yapma imkanı tanımakla özelleştirme sözleşmelerinin tarafı olmayan kişileri mevcut sözleşme süreleri sonunda sözleşme yapma imkanından yoksun bırakmak suretiyle sözleşme özgürlüğünü sınırlamaktadır.” gerekçesiyle hükmün iptal edildiği anlaşılmaktadır. AYM’ye göre bu hüküm; Anayasanın 10., 13. ve 48. maddelerine aykırıdır. 7350 sayılı Kanunla yine 4046 sayılı Kanuna eklenen ve limanları işleten mevcut işletmecilere ihalesiz şekilde devrini içeren geçici 30. madde iptal edildi. Geçici m.30, 2022 yılının başında 7350 sayılı Kanunun 1. maddesi ile eklenmiştir. Bu hükümle; Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 4 ay içinde başvuru yapmak, başvuru yapmadan önce açılan davalardan vazgeçmek kaydıyla, yeni ihale yapılmaksızın mevcut liman işletmecisinin limanı işletme süresi 49 yıl için uzatılmakta idi. Bunun kabulü mümkün değildir. İptal edilen bu hükümde, üstün kamu yararı ve geçerli bir hukuki sebep de bulunmamaktadır. Ancak AYM’nin iptal kararı geriye yürümediğinden, AYM kararının gerekçeli olarak yayımlanmasına veya kararda belirtilen süreye kadar bu iptal kararının tatbik edilebilme kabiliyeti olamamaktadır.

Yine, 10.06.2022’de kabul edilen, 15.06.2022 tarihli ve 31867 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 7410 sayılı Kanunun 2. maddesi ile 1163 Kooperatifler Kanunu’na eklenen geçici madde 11'de de yargı kararlarının infazına müdahale edildiği anlaşılmaktadır. Bu tür yasal düzenlemelerin yürürlüğe girmesinden evvel, AYM tarafından yürürlükleri durdurulmadığından, verilecek bir iptal kararının geriye dönük etkisi olmayacak, sadece kanun hükmünün Anayasaya aykırılığına son verilecektir.

Şimdi bu işin içinden nasıl çıkılacak? Bir taraftan infaz edilmeyen yargı kararları, diğer taraftan da TBMM’den Anayasaya aykırı kanun çıkması ve deyim yerinde ise atı alanın Üsküdar’ı geçmesi gibi örnekler, hukuk düzenini ve “kuvvetler ayrılığı” ilkesini bozmaktadır.

Demokrasi; Dünya üzerinde uygulanan cari bir düzen olup, hukukla güçlendirilir. Hukuk ve devletin odağına insanın olduğunda ve “eşitlik” ile “adalet” ilkelerinin gözetilmesi gerektiğinde tartışma olamaz. Sami Selçuk Hocamızın da belirttiği üzere; “ne zaman hukuk ve devlet; insanın değil, devleti yönetenler ile onlara sığınanların yanında oldu, işte o zaman tuz kokar”. Kazandığınızı zannedersiniz ama kaybedersiniz. Çünkü hukuk güvenliği ciddi hasar görür. Kişiye özel kanun düzenlenmesi, yine AYM tarafından iptal edileceğini bilerek kanun çıkarılması, Anayasa m.138/4’e rağmen idari yargı tarafından verilen yürütmeyi durdurma kararlarının ve hatta kesinleşmiş kararların muvazaalı yöntemlerle infazından kaçınılması, hukukilik denetiminden korunma gayretleri, yargı erkini, yürütme ve yasama erklerinin bir dairesi gibi görme gayretleri çok tehlikelidir.

Bu konularda yazılanlara, konuşulanlara bakıldığında; herkesin temel ilke ve esasların yanında yer aldığı, fakat bunların tatbikinde şaşırtıcı ve tezat uygulamalara imza atıldığı, hatta meşruiyetlerinin savunulduğu, hukukiliklerinin ise gözardı edildiği, böylece hukuk güvenliği hakkının, “eşitlik” ve “adalet” ilkeleri ile bu hak ve ilkelere olan inancın sarsıldığı görülmektedir.

Yeri gelmişken; yüksek enflasyon karşısında kiracının korunması amacıyla azami yüzde 25 artışla kira bedellerinin artırılmasında da sorunlar bulunduğu, ilk aşamada kiracıyı koruyan, fakat dönem farkı gözetilmeyen, yani Ülkemizde enflasyonun hız kazandığı 1 Ocak 2022 tarihini ve sonrasını dikkate almayan, işyeri kiralarını kapsam dışı bırakan, kiracılar ile kiralayanları karşı karşıya getiren, eski ve yeni kiracılar arasında aynı muhitte çok farklı kira bedellerinin doğmasına yol açan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na 11.06.2022 tarihinde eklenen Geçici 1. maddede de sorunlar bulunduğu, tahliye ihtarnamelerinde ve davalarında ciddi artışların görüldüğü, aynı yerde oturan eski ve yeni kiracılar arasında oluşan kira farkının aşırı olduğu, bu düzenleme yapılırken Anayasaya aykırılık tartışması gündeme gelmeyecek, “eşitlik” ve “adalet” ilkelerine uygun düşen, işyerlerini de kapsayan bir düzenlemenin çıkarılmasında isabet olacağı, ancak bir taraftan kiracıları korurken, diğer taraftan kiracılar ve kiralayanlar arasında eşitsizliğe ve adaletsizliğe yol açabilecek uygulamaların ortaya çıkmasına sebebiyet verildiği görülmektedir.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

----------------

[1] 09.07.2018 tarihli ve 30473 (3. Mükerrer) sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 85. maddesi ile “Bakanlar Kurulu” ibaresi “Cumhurbaşkanı” olarak değiştirilmiştir.