I. GİRİŞ
Mukayeseli hukuk incelendiğinde kişi kavramının Latince ‘persona’ sözcüğü esas alınarak türetildiğini Hint- Avrupa dil ailesinde yer alan diller incelendiğinde ise türevlerinin söz konusu olduğunu söylemek yanlış olmamakla birlikte eski Medeni Kanun’da (EMK) ise, kişi terimi yerine şahıs teriminin kullanıldığının altını çizmek isteriz. Keza şahıs da köken itibariyle Arapça kökenli bir kelime olmakla birlikte kelimenin kökenine inildiğinde, belirgin, tanınır hale gelme, yükselme, görünür olma, gitme seyahat etme, bir halden bir hale geçme anlamlarına gelmektedir[1].
Kişi bir hukuk terimi olarak, hak sahibi olabilen varlık anlamına gelmektedir. Kişiler, gerçek ve tüzel kişiler olarak ikiye ayrılmakta olup tüzel kişiler de niteliği uygun düştükçe gerçek kişilerin sahip olduğu haklardan yararlanabilmektedirler. Gerek tüzel kişilerin gerekse gerçek kişilerin haklara ve borçlara sahip olabilmelerine imkân tanıyan ehliyete Kıta Avrupası hukuk sisteminde hak ehliyeti adı verilmektedir[2]. Bu çalışmamızda ise organları vasıtasıyla hak ve borç altına girebilen tüzel kişilerin, her ne kadar gerçek kişiler gibi keder, elem, ıstırap duygularına sahip olmasalar da manevi tazminat istemiyle talep ve dava haklarını yargı içtihatları ve öğreti görüşlerini de göz önünde bulundurarak incelemeye çalışacağız.
II. TÜZEL KİŞİLİK KAVRAMI
Ortak bir gayenin sürekli olarak icrasını kendine misyon edinmek suretiyle örgütlenen kişi ya da mal topluluklarına, kişi veya mallardan bağımsız olarak hukuk düzenince dermeyan edilen hükmi şahsiyete ‘tüzel kişilik’ denir. Bir kurum veya müessesenin tüzel kişiliğinin olduğunu kabul ederek hak ve borç altına girmesini sağlayan ‘amaç, örgütlenme ve tüzel kişiliği oluşturan kişi veya mal topluluğundan bağımsız bir kişiliğe sahiplik’ unsurlarının olması gerektiğini, bahse konu olan bu unsurların da kendi bünyesinde yer alması gereken birtakım koşullarının olduğunu söylememiz yanlış olmamakla birlikte fikrimizce amaç unsuru içerisinde mündemiç olan en önemli koşulun ‘belirlilik’ olduğunun altını çizmek isteriz[3]. Mamafih, tüzel kişiliğe haiz olan bir kurum veya kuruluşun ortak bir gaye altında toplanmasının en önemli nedenlerinden biri de ‘yarar’ fonksiyonudur. Süreklilik koşulu ise, misyon faaliyetinin (veya işletme konusunun) kişilikten beklenen yararların bir anlık çıkarlar uğruna kurulmadığını, evrensel değerler ve çağdaş yöntemler ile sosyolojik imgelem doğrultusunda, günümüz şartlarına uygun olarak yaşatmak, geliştirmek ve gelecek nesillere aktarmak üzerine sürdürülen faaliyetler biçimi olarak tanımlayabiliriz. Hiç şüphesiz örgütlenme ile kastedilmek istenense, tüzel kişiliğin hak ve borç altına girebilmesinde öncü rol oynayan gayenin gerçekleştirilmesi uğruna iş ve eylemlerde bulunan organlardır. Pekala, tüzel kişilik kavramının ortaya atılmasındaki en önemli düşünce nedir sorusuna verilecek en güzel yanıt ise fikrimizce, toplumsal yaşamın beraberinde getirdiği çeşitli ihtiyaçların giderilebilmesinde bireylerin tek başına yetersiz olması, büyük gayelerin gerçekleştirilmesi, düşünce akımlarının örgütlenmesi, sosyal yardımların sağlanması, bilim ve sanatın ilerlemesi insanların bir araya gelmelerini gerekli kılarak toplumsal yaşayışta bireylerin dağınık kuvvetlerini bir araya toplayan, fertleri koruyan, faaliyet alanlarını genişleten ve insanların tek başlarına gerçekleştiremeyecekleri fert-üstü gayeleri gerçekleştiren gaye birliklere ihtiyaç duyulmasıdır[4].
1. Tüzel Kişilerin Hak Ehliyeti
Haklara ve borçlara ehil olabilmek manasına gelen hak ehliyeti, TMK m. 48 ile birlikte değerlendirildiğinde insan yaradılışına mahsus nitelik ve şartlar haricinde gerçek kişiler gibi haklara ve borçlara ehildir demekle birlikte hak ehliyetinin başlangıcı ise, hükmi şahsiyetin kazanıldığı an olarak hukuk düzeninde yer almaktadır.
2. Tüzel Kişilerin Fiil Ehliyeti
TMK m.49 uyarınca tüzel kişiliğe sahip kurum veya kuruluşların gerekli ve ilgili organlar marifetiyle faaliyetlerini yürütmek şartıyla tüzel kişiliğin iradesinin ortaya çıkmasına neden olan iş ve eylemlerle fiil ehliyetinin kullanılabileceği hükme bağlanmış olmakla birlikte iradenin ortaya çıkmasında temsil yetkisine haiz olan temsilcinin fiili, şahsi eylemi olmasına rağmen temsilcinin fiilinin sonuçları temsil olunan üzerinde doğarak hükmi şahsiyetin işlevlerini yerine getirme görevine haiz olan örgütün, tüzel kişiliğin organı olduğunu söylememiz yerinde olacaktır[5].
III. TÜZEL KİŞİLERİN MANEVİ TAZMİNAT İSTEMİ
Manevi Tazminat, hukuka aykırı bir eylem veya işlem nedeniyle ferdin yaşadığı üzüntü, elem ve yıpranmanın yol açtığı psikolojik çöküntünün giderilmesi amacıyla ve şahsiyet haklarının ihlâlinin bir sonucu olarak eski toplumlardan çok, özellikle sanayi ve teknolojinin geliştiği toplumlarda önem kazanmış ve böylece hukuk alanında da uygulama bulmuş bir kavram olup sanayi ve teknolojinin ilerlemesiyle birlikte maddi zararların sayısında artış olurken manevi zararlar da belirginleşmeye başlamıştır. Böylece manevi zararların giderilmesi, zarar görenlerin çektiği acıların dindirilerek yaşama yeniden bağlanmalarının sağlanması amacıyla, manevi tazminat kurumu benimsenip uygulanmaya başlanmıştır. Manevi tazminat, bugün artık bütün hukuk düzenlerince benimsenmiş bir müeyyide olup ve kapsamı da giderek genişleyerek daha fazla uygulama alanı bulmaktadır[6]. Manevi tazminatın amacını, tatmin etme olarak ifade eden görüşlerden bir kısmı manevi tazminatın hukuki niteliğini kendi şahsına özgü, bir özel hukuk tazminatı olarak nitelemekte olup kişilik hakkı ihlal edilenin bu ihlal sebebiyle bir acı, ıstırap, elem duyması gerekip gerekmediği, başka bir deyişle sadece kişilik hakkının ihlalinin yeterli sayılıp sayılmadığı doktrinde ‘sübjektif ve objektif görüş’ olmak üzere iki ayrı kavram üzerine yoğunlaşarak, tüzel kişilerin manevi tazminat istemini havi fikir ayrılıklarının öğretide yer aldığını söylememiz yanlış olmayacaktır.
1. Objektif Görüş Uyarınca Tüzel Kişilerin Manevi Tazminat İstemi
Manevi zarar “kişisel değerlerin ihlali sonucunda kişilikte meydana gelen eksilmedir.’’ Kişilik haklarının ihlali ve objektif olarak bir eksilmenin varlığı yeterli olmakla birlikte tüzel kişilerin manevi tazminat hakkına sahip olduğu yadsınılamazdır. Manevi zarar kişiden bağımsız olarak değerlendirilmelidir. Zarar görenin kişilik değerinin zedelenmesini bilmesi gerekli olmadığı gibi, kişilik değerlerine saldırının etkisinin ne olduğu önemsizdir. Manevi tazminat taleplerinde bu sebeple özel olarak zararın doğduğunun kanıtlanmasına gerek yoktur. Doktrinde Lorenz, objektif eksilme olarak manevi zararlarda objektif teoriyi yeterli görürken, acı, elem, üzüntü, yaşama sevincinin kaybedilmesi şeklindeki duygusal eksilmenin manevi zararı oluşturabilmesi için bir hastalığa sebep olması gerektiğini aramıştır. İş bu hususta doktrindeki ve mevzuattaki düzenlemeleri konu edinecek olursak, kanun koyucu kişisel ihlale uğrayanın gerçek veya tüzel kişi olmasına göre bir ayrım izlememiş olup ‘objektif görüşü’ benimsediğini ortaya koymaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 25. Maddesinin son fıkrası uyarınca kanun koyucu kişinin içerisinde bulunduğu keder, elem, ıstırap duygularına kefaret olması amacıyla kişiler hukuku kapsamında gerçek, tüzel kişi ayrımı yapmaksızın bir bedel ön görülmesini ön görmüştür.
Türk Borçlar Kanunu
MADDE 49/2 Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Kişilik hakkının zedelenmesi
MADDE 58- Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Haksız fiil karşısında kişisel değer ve itibarı ihlal edilen veya zarar gören varlığında meydana gelen objektif eksilme ve kaybın bertaraf, telafi ve tazmin edilmesi olarak tanımlanan manevi zarar da asıl olan giderim ölçütüdür, kişiden bağımsız olarak değerlendirilmelidir. Zarar görenin kişilik değerinin zedelenmesini bilmesi gerekli olmadığı gibi, kişilik değerlerine saldırının etkisinin ne olduğu önemsizdir. Manevi tazminat taleplerinde bu sebeple özel olarak zararın doğduğunun kanıtlanmasına gerek yoktur. Binaenaleyh kişi olma yönünden, kural olarak gerçek kişilerle tüzel kişiler arasında fark gözetilmemiştir. Haklara ve borçlara ehil varlıklar olma bakımından eşit durumdadırlar. Sübjektif teorinin kabulü halinde ayırt etme gücünden yoksun olanların ve tüzel kişilerin manevi zarara uğramayacakları düşüncesine yöneliktir. Bu kabule göre, geçirdiği ağır bir kaza neticesinde bir ömür yatağa bağlı hale gelen ayırt etme gücünden yoksun bir gerçek kişinin, sırf bilinçten yoksun olması sebebiyle, duygu dünyasının sarsılmadığı varsayımına dayanılarak tazminattan mahrum kılınması, Anayasadaki eşitlik ilkesine de aykırıdır. Aynı durum tüzel kişiler için de söz konusudur. Tüzel kişinin, insana özgü duyulardan mahrum olması, kişilik hakkına sahip olmadığı anlamına gelmez. En basitinden bir tüzel kişi anonim şirketin ticari itibarının ihlali, onun manevi zarara uğramasına yol açacaktır.
Bir kişinin kişilik hakkının ihlali manevi zararın oluşması için yeterlidir. Başka bir ifadeyle, kişinin bu ihlal sonucunda acı, elem veya ıstıraba uğramasına ve bunu hissetmesine ihtiyaç yoktur. Kişinin bu ihlal dolayısıyla ruh âleminin sarsılması ve akabinde yaşama sevincini yitirmesi şartı aranmamalıdır. Objektif teoriye göre, kişilik değerleri ihlal edilen kişinin bu durumun bilincinde olması ve bunu hissetmesi gerekmez.
T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2011/4-687 K. 2012/26 T. 1.2.2012
KARAR: Dava, kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir.
‘Tüzel kişiler insanlar gibi maddi- organik bir yapıya sahip olmadıklarından dolayı onların bedensel bütünlüğü, yaşamı, sağlığı gibi, maddi bedensel değerler üzerinde kişilik haklarının varlığı tabi olarak söz konusu olmamakla birlikte saygınlık, onur, sır çevresi gibi manevi nitelikteki kişisel değerlerle, mesleki ve ekonomik kişisel değerlere gerçek kişiler gibi tüzel kişilerin de sahip olduğu söylenilebilir. Tüzel kişilerin kişisel değerler üzerindeki kişilik haklarının korunması gerekir.’ (Alim Taşkın, "Tüzel Kişilerin Kişilik Haklarının Korunması", aühfd., 1991, C. 42, s. 1- 4, s. 208- 230).
‘Bu sebeple tüzel kişinin ekonomik faaliyetini yürütürken kazandığı saygınlık, onun kişisel değerleri içinde yer alır. Ticari şeref ve haysiyetin çiğnenmesi, onun ekonomik yaşam içindeki yerini ve durumunu sarsabilir.’
Ekonomik itibar da tüzel kişinin şeref ve haysiyetinin bir görüntüsüdür. Tüzel kişinin ekonomik faaliyetleri de toplum tarafından değerlendirilmektedir. Tüzel kişiliğe sahip bir şirketin ödeme gücüne dair değerlendirmeler, o tüzel kişinin toplumsal şeref ve haysiyetiyle yakından ilgilidir. Kredi toplum tarafından ödeme gücüyle ilgili olarak izafe edilen bir değer olması nedeniyle, bu değeri azaltan veya ortadan kaldıran kişiliği ihlale yönelik açıklamalar şeref ve haysiyete tecavüz niteliği taşır.
Hukuk nizamı tüzel kişileri hukuk süjesi olarak tanıdığına ve onlara ad, şeref ve itibar gibi kişisel varlıklar bahşedilmiş olduğuna göre, kişisel varlıklara yapılan saldırı sebebiyle elem ve ıstırap duymayacaklarından söz edilerek tüzel kişilerin manevi tazminat adı ile bir paranın ödetilmesi davası açamayacaklarını kabul etmek yasa koyucunun amacına aykırı düşer. Çünkü gerek Medeni Yasa ve gerekse Borçlar Yasası (md. 49) yalnız gerçek kişilerin değil, aynı zamanda tüzel kişilerin de kişisel haklarını korumaktadır. Yargıtay ve bilimsel eserlerdeki baskın görüş, tüzel kişilerin de nitelikçe gerçek kişilere özgü olanların dışında kalan, kişisel haklarına saldırı halinde manevi tazminat namı altında özel bir giderim isteyebilecekleri yolundadır (Mustafa Reşit Karahasan, Tazminat Hukuku, 1996, s. 967-68; Kemal Tahir gürsoy, "Manevi Zarar ve Tazmini", aühfd., C. 30, S. 1- 4, s. 12).
Uygulamada da Yargıtay H.G.K., 15.12.2004 gün ve 2004/4-709 E-2004/720 K.; 31.5.2000 gün ve 2000/4-900 E- 2000/935 K. sayılı ilamlarında TÜZEL KİŞİLERİN DE KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRIDAN DOLAYI MANEVİ TAZMİNAT DAVASI AÇABİLECEKLERİNİ KABUL ETMİŞTİR.
Tüzel kişinin çevresinde kazandığı itibarı aşağılayan yazılı, sözlü veya görüntülü beyanlar, şu veya bu vasıflara sahip olmadığına dair yayınlar, kişilik haklarından şeref ve haysiyete yönelik tecavüz olarak kabul edilmelidir. Tüzel kişinin şeref ve haysiyeti yanında onun toplumsal itibarı, ticari itibarı da T.M.K.nun 24. maddesindeki korumadan yararlanır.
DİĞER TARAFTAN T.M.K.NUN 24, 25 VE B.K.NUN 49/1. MADDELERİNDE AÇIKÇA "KİŞİ" SÖZCÜĞÜ KULLANILMIŞ OLUP; BU SÖZCÜK HEM TÜZEL KİŞİLERİ HEM DE GERÇEK KİŞİLERİ İÇERİR.
Bu nedenle; T.M.K.nun 25 /son maddesinin hem kişilik haklarının korunması hem de maddi ve manevi tazminat davalarını kapsadığının kabulüyle tüzel kişilerin kişilik haklarına saldırı sebebiyle manevi tazminat davalarının davacı şirketin ikametgahı mahkemesinde de açılabileceği H.G.K.'nda yapılan görüşmeler sırasında oybirliğiyle kabul edilmiştir.
Emsal karar niteliğindeki Yargıtay Hukuk Genel Kurul kararı incelendiğinde, kanun koyucunun tüzel kişilere de gerçek kişilere tanıdığı haklardan olan şeref ve haysiyetin korunması hakkı ve bu hak ihlal edildiğinde telafi niteliğinde olacak tazmin yolu seçilmesi hukukun nizamına uygundur ve hakkaniyetin bir gerekliliğidir.
2. Sübjektif Görüş Uyarınca Tüzel Kişilerin Manevi Tazminat İstemi
Kural olarak tüzel kişiler tam hak ehliyetine sahip olsa bile gerçek kişilere özgü vücut tamlığına ilişkin haklardan yararlanamazlar. Tüzel kişiler vücut bütünlüğü, yaşama, sağlık hakkı, cinsel özgürlük ve hareket hürriyeti gibi fizik kişilik değerlerine sahip değildir. Şahsiyet haklarının mameleki mahiyeti olmayıp, şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardandır. Şahsiyet haklarının ihlal edilmesi veya zarara uğratılması karşılığında hukuk düzeninde tanzim amaçlı olarak açılan manevi tazminat davası, yalnızca gerçek kişilere özgü bir yol olup tüzel kişilerin manevi tazminat talebi kişiler hukuku kapsamında hukuka aykırı olmakla birlikte mesnetsizdir. Manevi zararın oluşması için kişinin bu hakkının kapsamındaki değerlerin ihlal edilmesi gerekir, fakat bu yeterli değildir. Bunun yanında, sübjektif unsur olarak adlandırılan kişinin bu ihlali hissetmesi de gerekir. Başka bir ifadeyle, kişinin bu ihlal neticesinde acı, elem, ıstırap gibi olumsuz duygulara maruz kalması ve bunları hissedebilmesi gerekmektedir. Bu ihlal neticesinde kişinin psikolojik ve ruhsal alemi bozulmalı, kişinin iç dengesi sarsılmalı ve kişi yaşama sevincini yitirmelidir. Bu bir nevi, yaşadığı acının bilincinde olmayı ifade eder.
Ayırt etme gücünden yoksun olanların manevi zarara uğramaları, dolayısıyla manevi tazminat istemeleri söz konusu değildir. Zira ayırt etme gücünden yoksun olanlar, kendilerine verilen zarar nedeniyle acı hissetme bilincinde değillerdir. Aynı durum tüzel kişiler için de söz konusudur. Şöyle ki, tüzel kişiler insan olmadıkları için duyma ve hissetme yetisine sahip değillerdir. Bundan ötürü manevi zararın sübjektif unsuru olan “HİSSETME” şartını sağlayamazlar. Bu kabulden hareketle, tüzel kişilerin hissetme yetilerinden mahrum olmaları dolayısıyla manevi zarara uğrayamayacakları kabul edilmektedir.
Tüzel kişinin organını oluşturan gerçek kişinin vücut, hayat ve sıhhati gibi kişisel değerlerine yönelik tecavüzler halinde, tüzel kişilik adına değil, organ durumunda bulunan gerçek kişi hakkında tazminat hakkı tanınması daha isabetlidir.. Sübjektif görüş uyarınca, kişinin duygusal yapısının değerlendirilmesinin manevi tazminat talep eden kişinin gerçekten zarara uğrayıp uğramadığının tam ve kesin olarak belirlenmesiyle mümkün olabilecektir. Tüzel kişiler ile temyiz kudretinden yoksun kişilerin zarara uğramaları bu acı ve elemi hissetmeleri mümkün olmadığından, tazminat talebinde de bulunamayacaklardır. Duyulan keder, elem, ıstırap gerçek kişilere özgü kavramlardır ve yalnızca insan olmanın verdiği gereksinimlere hizmet eder. İş bu sebeptendir ki daha önce de açıkça altını çizdiğimiz gibi manevi tazminat istemi yalnızca gerçek kişiler tarafından kabul görmelidir. Keza YARGITAY MANEVİ ZARARI, KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI NEDENİYLE ALACAKLININ (DAVACININ) DUYDUĞU CİSMANİ VE MANEVİ ACI VE ISTIRABI, ELEMİ VE BÖYLECE YAŞAMA ZEVKİNDE BİR AZALMAYI İFADE EDER, şeklinde tanımlamıştır. Yargıtay’ın da sübjektif görüşü benimsediği ve bu hususta kararlarının olduğu çok açıktır. Kişisel varlıklarına yapılan saldırı nedeniyle elem ve ıstırap duymayacaklarından tüzel kişilerin manevî tazminat adı ile bir paranın ödetilmesi davasının kabulü mümkün değildir. Mamafih, Tatmin görüşü uyarınca; zararın telafi edilmesi veya zarar verenin cezalandırılması amaçlanmamakta, manevi tazminatın amacı yalnızca zarar görenin acısını dindirecek veya hafifletecek bir tatmin fonksiyonu olarak görülmektedir. Haksız saldırıdan kaynaklı doğacak olan bu ödenceyle acı ve ıstırabı tam olarak karşılanmasa da onun saldırıya uğrayanın manevi bütünlüğü üzerinde yaratmış olduğu olumsuz sonuçları ve etkilerini azaltabileceği düşünülmektedir. Tüm bu fonksiyonlar manevi tazminat isteminin gerçek kişilere özgü olduğunu ortaya koymakla birlikte doktrinde bu görüşte olan hukukçuların olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz.
T.C. YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ E. 2013/20270 K. 2014/1180 T. 29.1.2014
MANEVİ ZARAR, KİŞİLİK DEĞERLERİNDE OLUŞAN NESNEL EKSİLMEDİR. YASALAR, MANEVİ TAZMİNAT VERİLEBİLECEK OLGULARI SINIRLAMIŞTIR. BUNLAR, KİŞİLİK DEĞERLERİNİN ZEDELENMESİ ( T.M.K. 24 ), İSME SALDIRI ( MEDENİ YASA 26 ), NİŞAN BOZULMASI ( T.M.K. 121 ), EVLENMENİN FESHİ ( T.M.K. 158 ), BEDENSEL ZARAR VE ÖLÜME NEDEN OLMA ( 818 SAYILI B.K.47, T.B.K.56 ) DURUMLARINDAN BİRİYLE KİŞİLİK HAKLARININ ZEDELENMESİDİR ( 818 Sayılı Borçlar Yasası 49., T.B.K.58 ) Bunlardan Medeni Kanunun 24. maddesiyle 818 Sayılı Borçlar Yasası'nın 49. maddesi ( T.B.K.58 ) daha kapsamlıdır. Medeni Kanunun 24. maddesinin belli yerlere yollaması sebebiyle böyle bir durumun bulunduğu yerde, onu düzenleyen kurallar ( Örneğin; Medeni Kanunun 26, 174, 287 ); bunların dışında Borçlar Yasası'nın 49. ( T.B.K.58 ) maddesi uygulanır. Medeni Kanunun 24 ve Borçlar Yasası'nın 49. ( T.B.K.59 ) maddesinde belirlenen kişisel çıkarlar, kişilik haklarıdır. KİŞİLİK HAKLARI İSE, KİŞİSEL VARLIKLARIN KORUNMASIYLA İLGİLİDİR. KİŞİSEL VARLIKLAR, BEDENSEL VE RUHSAL TANRILIK VE YAŞAMLA NESEP GİBİ İNSANIN, İNSAN OLMASINDAN GÜÇ ALAN VARLIKLAR YA DA KİŞİNİN ADI, ONURU VE SIR ALANI GİBİ DOLAYLI VARLIKLAR OLARAK İKİ KESİMLİDİR.
HAYAT, VÜCUT BÜTÜNLÜĞÜ, SAĞLIK, ÖZGÜRLÜK, İSİM, RESİM, ŞEREF, HAYSİYET, TİCARİ İTİBAR GİBİ DEĞERLER, KİŞİLİK DEĞERLERİNİ OLUŞTURUR. BU DEĞERLERE SALDIRI, OBJEKTİF EKSİLMEYİ İFADE EDER. MANEVİ ZARARIN TAZMİN EDİLEBİLMESİ İÇİN OBJEKTİF UNSUR YANINDA BİR DE SÜBJEKTİF UNSURUN GERÇEKLEŞMESİ GEREKİR. SÜBJEKTİF UNSUR İSE, ZARAR GÖRENİN SÖZ KONUSU İHLAL SONUCU KİŞİLİĞİNDE, MANEVİ VARLIĞINDA OBJEKTİF OLARAK MEYDANA GELEN BU EKSİLMEYİ YAŞAMASI, DUYMASI, ONU HİSSETMESİ, BUNUN SONUNDA DA ACI, ELEM, IZDIRAP DUYMASIDIR. SÜBJEKTİF UNSUR YOKSA MANEVİ ZARAR DA YOKTUR.
Manevi zarar bir kimsenin ruhsal yaşamındaki sarsıntı ve çöküntü, duyduğu elem ve ıstıraptır. Manevi tazminat ise duyulan bu acı karşısında karşılanması düşünülen bir tatmin ve tamir yoludur. Tüzel kişilerin yapıları gereği böyle bir zarara uğramaları ve bunun giderilmelerini istemeleri olanaksızdır. Ruhsal yaşama insanlar sahiptir. Bir miktar paranın ödenmesiyle sevinç duyma kısmen de olsa acı, ıstırap ve elemi unutma ancak insanlar için söz konusu olabilir. Kişisel değerlere yönelen ve bunları konu eden tazmin niteliğindeki manevi tazminat davası ancak gerçek kişilerin kullanabileceği bir yöntemdir.
T.C. YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ E. 1996/3713K. 1996/4111T. 8.4.1996
‘Bilindiği üzere; yasalar, manevi tazminat verilebilecek olguları sınırlamıştır. Bunlar, kişinin ve ailenin onur ve saygınlığına yönelik suçlar ( TCK. md. 38 ), kişilik değerlerinin zedelenmesi ( MK. md. 24 ), isme saldırı ( MK. md. 25 ), nişan bozulması ( MK. md. 85 ), evlenmenin feshi ( MK. md. 126 ), babalığın benimsenmemesi ( MK. md. 305 ), bedensel zarar ve öldürme ( BK. md. 47 ) ile kişilik haklarının zedelenmesidir ( BK. md. 49 ). İçlerinden MK. md. 24 ve BK. md. 49'da belirlenen kişisel çıkarlar; kişilik haklarıdır. Kişilik hakkı ise; kişisel varlıkların korunmasıyla ilgilidir. Kişisel varlıklar, insanın insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir. Davaya konu olayın, bu çerçeve kapsamında kaldığı; özellikle, manevi zararın esaslı unsurunu teşkil eden kişilik değerlerindeki objektif eksilme noktasına ulaştığı saptanabilmiş değildir.
IV. SONUÇ
Bu çalışmamızda, yargı kararları ışığında öğretideki fikir ayrılıklarını da göz önünde bulundurarak tüzel kişilik kavramını ve tüzel kişilerin manevi tazminat istemli dava haklarını, emsal nitelikteki kararları ve işbu hususlar üzerindeki kanaatlerimizi sizlere aktarmaya çalıştık. Fikrimizce her gün kendini yenileyen ve geliştiren Türk Hukuk Doktrininde yer alan objektif görüş uyarınca tüzel kişilerin manevi tazminat talepleri hukuka uygun olmakla birlikte ilgili kanun maddelerinde yapılacak gai yorum yöntemiyle söz konusu manevi zararların giderilmesi için kanun koyucu tarafından herhangi bir ayrım gözetilmeyerek tazminata hükmedilebilmesi kabul edilmiş olup söz konusu kişilik süjesinin keder, elem, ıstırap duygularını fiili olarak hissetmesine gerek olmamakla birlikte objektif olarak bir eksilmenin varlığı tazminata hükmedilmesi için yeterli olmalıdır.
*Muhammet Can KARACA
-----------------------
*Beykent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi.
[1] ERGÜN, Kişi Kavramı ve Çeşitleri, Dicle Üniversitesi Adalet Meslek Yüksekokulu Dicle Adalet Dergisi, Cilt:1, Sayı: 1, Yıl 2017
[2] UZUN Gerçek Kişilerin Hak Ehliyeti ve Hak Ehliyetine Uygulanacak Hukukun Tespiti Hacettepe HFD, 6(2) 2016, 11–48
[3] MALBELEĞİ, Türk Ceza Hukuku ve Kabahatler Hukukunda Tüzel Kişilerin Sorumluluğu, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, s.3 İstanbul 2012
[4] KÖSE, İslam Hukuku ve Modern Hukuka Göre Tüzel Kişilik, Ekev Akademi Dergisi c. 1 sy. 2 (Mayıs 1998) s. 221.
[5]MALBELEĞİ, a.g.e, s.20.
[6] DURKAL, Tam Yargı Davalarında Manevi Tazminat, TBB Dergisi 2017 (131) s.181-182.