I. Tanık ve Tanıklık Müessesesi

Tanıklık, davanın tarafları dışındaki kişilerin davayla ilgili bir vakıa hakkında, dava dışında bizzat edinmiş oldukları bilgiyi mahkemeye bildirmeleri, tanık ise davada taraflar arasında çekişmeli olan, geçmişte meydana gelmiş olaylar ve durumlarda ilgili sahip olduğu bilgi ve algılarını mahkemeye aktaran kişidir[1]. İşbu hususlar karşısında tanığın 3. Kişi konumunda yer aldığını ve yargılamanın tarafı olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Tanık beyanı, ispat vasıtalarından olan beyan delilinin bir çeşidi olmakla birlikte, maddi gerçeğin ortaya çıkartılmasında etkili rol oynar. Hukukumuzda kural olarak, Türk yargısına tâbi olmak şartı ile herkes çağrıldığı mahkemede tanıklık etmek zorundadır. Kanunda gösterilen hükümler saklı kalmak üzere, tanıklık için usulüne uygun olarak mahkemeye davet edilen herkes bu çağrıya uymakla mükelleftir. Tanık, bazen beş duyusu ile algıladığı olayları değil de başkalarında duyduğu bilgileri de aktarabilmektedir. Bu durumda doğrudan tanık beyanı ile dolaylı tanık beyanı arasında delil değerinin farklılık arz ettiği ise aşikardır. Mamafih tanık, muhakeme konusu olayla ilgili doğruyu söyleme yükümlülüğü altında olduğundan tanığın kasten yanlış beyanda bulunarak muhakemenin doğru bir şekilde işlemesine engel olması halinde yalan tanıklık suçundan cezalandırılacağı TCK m. 272[2]’de düzenleme altına alınmıştır. Unutulmamalıdır ki tanıklık, kamusal bir ödev/görevin ifasını gerektirmektedir.

II. Ceza Muhakemesi Hukukunda Tanıklık

Tanık ceza muhakemesinin süjesi değil, en önemli ispat vasıtalarındandır[3]. Tanık beyanı kolay temin edilebilmesi nedeniyle sıkça kullanılan bir delil türü olup Bentham’ın da söylediği gibi “adaletin kulakları ve gözleridir[4]. Tanık olabilmek için olayla ilgili beş duyusu aracılığı ile algılama dışında fiziksel veya ruhsal bir olgunluk aranmaz. Kural olarak herkes tanık olabilir. Akıl hastasının tanık olarak dinlenmesi halinde, beyanlarına ne kadar itibar edilebileceği hususunun tespiti için hekim raporu alınabilir[5]. Tanığın maddi vakıaya ilişkin doğruyu söyleme ödevi ve sorumluluğu olduğuna yukarıda değinmiş olmakla birlikte işbu ödevin hukuki bir ödev olduğunun da altını çizmek isteriz. CMK m. 210[6] düzenlemesi ile tanık beyanı suçun tek delili ise tanığın duruşmada dinlenilmesi zorunlu görülmüştür. Maddi gerçeğin araştırılması ilkesi gereği, hükme doğrudan etki edecek olan suça sübut veren fiillerin varlığına doğrudan şahit olmuş ve başka suretle ortaya çıkma imkânı bulunmayan hakikatin şüpheye yer vermeyecek ölçüde neticelendirilmesi adına yargılama makamı olayın tek delili olan tanığı kanundan doğan kaideler uyarınca duruşmada dinlemeli ve nihai kararını elde ettiği veriler doğrultusunda vermelidir. İşbu hususta doktrinde de tartışılmakta olan SEGBİS[7] aracılığıyla tanığın bilgisine başvurulması tanığın beyanlarının duruşmada okunarak karar verilmesi, sanığın savunma hakkını ihlal edeceği düşüncesi fikrimizce de doğru olmakla birlikte işbu uygulama, kanunun lafzına aykırıdır. Yukarıda anılı durumun varlığı halinde bilfiil yargılama faaliyeti yürütülmeli ve olması gereken hukuk açısından ve adil yargılanma hakkının bir gereği olarak gerekirse yargılamanın süjeleri tarafından soru yöneltmek suretiyle hem vasıtasızlık ilkesine aykırı iş ve eylemler gerçekleştirilmemiş, hem de güvenilir delil elde edilerek - hakimin delilleri takdir edebilmesi onlarla doğrudan doğruya temas etmesine bağlı olduğu hatırda tutularak - maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına hizmet edilmiş olacaktır. Keza Duruşmada Okunmasıyla Yetinilebilecek Belgeler başlıklı Ceza Muhakemesi Kanunu m.211[8] uyarınca, tanığın ifadesinin önem derecesi maddi gerçeğe hizmet etmekten uzak ise ya da yargılamanın sürüncemede bırakılması söz konusuysa madde metninde ele alınmış haller de göz önünde bulundurularak daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgelerin okunması suretiyle yetinilerek yargılama faaliyeti devam ettirilebilecektir. İşbu hususlar karşısında ifade etmek isteriz ki, adaletin kulakları ve gözleri diye nitelendirilebilen tanıklık müessesesinin hükme doğrudan etki edecek hal ve koşulların varlığı halinde doğrudan doğruya görevli ve yetkili mahkeme tarafından beyanları alınmalı, bu mümkün değil ise, SEGBİS aracılığıyla yargılama süjelerine tanığı görme ve tanığa soru sorma hakkı tanınmalıdır. Aksi halde uluslararası sözleşmeler ve yasalarla koruma altına alınan adil yargılanma hakkı zedelenmiş olacaktır.

Her ne kadar tanık delili yargılamanın sürdürülmesi, maddi vakıalarla hakikat arasındaki illi serinin ortaya konulması ve filhakikaya ulaşılması açısından vazgeçilemez bir delil türü olsa da beşerî ve kötüye kullanılmaya müsait bir delil olması sebebiyle kanun koyucu bu ihtimali en azından biraz da olsa ortadan kaldırmaya çalışarak yemin müessesesinin tanık beyanından önce verdirilmesini uygun görmüştür. Zira, Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukukunda yemin, bir delil olarak yer almamakla birlikte beyanın hakikatini sağlamaya çalışan bir araç ve tedbirdir. Buna karşılık Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 225-239’da düzenlenmiş olan taraf yemini ise bir delil olarak kabul edilmiştir[9]. Ez cümle, hukukumuzda tanıklık müessesesi gerek doktrinsel gerekse pratik açısından ziyadesiyle önemli bir kurum olmakla birlikte maddi gerçeğe ulaşılması açısından pek tabi gereklidir.

III. Devlet Sırrı Niteliğindeki Bilgi ve Belgelerde Tanıklık Kurumu

765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunundan günümüze kadar ki süreçte ‘devlet sırrı’ hukuki alemde yer almakla birlikte bilgi edinme hakkının bir istisnası olarak hukuk düzeninde yer almaktadır. 21.06.2012 2. Yasama yılı 123. Birleşime konu olan Devlet Sırrı Kanun Tasarısında; "Devlet sırrı ve gizliliği" kavramları kolayca tanımlanabilecek kavramlar olmadığı için gereksiz yere genişletildiği takdirde bilgi edinme hakkının sınırları daralacağından, devlet gizliliğinde bilginin özü itibarıyla bu niteliği taşıması koşulu aranmalıdır. Devletin güvenliği, millî varlığı, bütünlüğü, anayasal düzeni, iç ve dış menfaatleri korumak, bireyin ve toplumun temel görevi olması nedeniyle, sözü edilen kavram ve menfaatler devlete ait bazı bilgi ve belgelerin mutlaka gizli kalmasını gerektirmektedir. Diğer yandan, demokratik düzende aynı zamanda korunması gereken diğer bir değer de vatandaşların devletin işlemleri, faaliyetleri hakkında bilgi sahibi olabilmek, haber alabilmek hak ve hürriyetleridir. Günümüzdeki yaklaşım, yönetimin bilgi verme ödevi ve bireylerin bilgi alma hakkının bir kanunla düzenlenmesi ve yine "Devlet gizliliği" kavramının tanımlanmasının zorunlu hâle gelmesi gerekiyordu ve bu amaçla böyle bir çalışmaya da imza atılıyor değerli arkadaşlar. Denilmek suretiyle işbu müessesenin, hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına sebebiyet vereceği fakat devletin güvenliği ve egemenlik haklarıyla alakalı hususların toplum sözleşmesinden günümüze devletin devlet olmasından bahisle, kamu kurum ve kuruluşlarının güvenliğini sağlamak, yürütülen işlemlerin ve muhafaza edilen her türlü gizlilik dereceli, bilgi, belge, evrak, doküman ve malzemelerin, düşman veya yetkili ve ilgili olmayan kimseler tarafından öğrenilmesine veya elde edilmesine engel olmak amacıyla genel çerçevesi çizilmiştir.

Mukayeseli hukukta da işbu müessesenin yansımaları yer almakla birlikte zaman zaman diğer ülkelerde bahse konu hakkın kötüye kullanılması, hatta çoğu kez Devletin organı, kurum veya kuruluşları yerindeki kişilerin işlemiş oldukları suçların örtbas edilmesi veya takipsiz kalması sonucunu doğurmuştur[10]. Normlar Hiyerarşisi göz önünde bulundurulmak suretiyle T.C. Anayasasının Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti başlıklı 26. Maddesi; ‘’millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabileceği arz edilmiş olup işbu kurumun önem ve mahiyetinin altı çizilmiştir. Keza yine Anayasanın Basın Hürriyeti başlıklı 28. Maddesinde, Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla, basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca sorumlu olurlar. Tedbir yolu ile dağıtım hakim kararıyle; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle önlenebilir. ‘’demek suretiyle prensip olarak Hukukun Evrensel İlke ve Esaslarından biri olan ifade hürriyetinin pek önemli bir istisnasına yer vermektedir. Bilhassa altını çizmek isteriz ki ŞEN’e göre; Hukukun evrensel ilke ve esasları, normlar hiyerarşisinin tepesindedir. Normlar hiyerarşisine göre sıralama; anayasa, bağlayıcı uluslararası sözleşmeler, kanunlar, kanun hükmünde kararnameler, tüzük, yönetmelik ve diğer alt düzenleyici tasarruflardır. Alt sırada bulunan norm, üst normun uygulayıcısı olup, ona aykırı olamaz. Tüm bu normların üstünde, hukukun evrensel ilke ve esasları yer alır.[11] 1969 tarihli Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesiyle kayıt altına alınan esasında devletler arasında bir teamül haline gelen ve ‘jus cogens’ olarak ifade edilen Emredici Hukuk Kuralları, Hukukun Evrensel İlke ve Esaslarının uluslararası hukuktaki bir görünümü olmakla birlikte işbu normlara aksine hüküm ve düzenlemelerin hukuki alanda vücut bulamayacağını konu edinmektedir. Bahse konu olan devlet sırrı niteliğindeki bilgilerin olması gereken hukuk perspektifinde, Hukukun Evrensel İlke ve Esaslarının altında yer alan normlardan herhangi biriyle sınırlama getirilememesi gerekmektedir. Mamafih, bir üst normla yasaklanmayan bir husus daha alt normlarla yasaklandığı takdirde hukuk devleti ilkesi zarar görmektedir. Hukuk devleti; her işlem ve eylemin hukuka uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu bilen, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, anayasa ve hukukun üstün kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleriyle Anayasa bulunduğu bilincinden uzaklaşmayan devlettir. Tüm bu hususlar karşısında ifade etmek isteriz ki, tabii hukuk açısından normların düzen sağlayıcı gücü ve normlar arası altlık üstlük ilişkisi açısından alt norm ile hukuki alemde kendine yer bulan bir düzenlemenin sıralama itibariyle kendisinden daha üst düzeyde yer alan norma aykırı olmaması gerekmekle birlikte söz konusu olan alt norma bağlı düzenlemenin iptali gerekmektedir. Fakat, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "İfade özgürlüğü" başlığını taşıyan 10'uncu maddesinde ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumda zorunlu tedbir niteliğinde olarak millî güvenlik ve millî yararlar gerektirdiğinde kısıtlanabileceği de açıkça ifade edilmekle diğer uluslarında bu yönde düzenlemeleri olduğu görülmekle devletin bölünmez bütünlüğüne yönelik saldırıları bertaraf etmek amacıyla bu hususların ele alınması makul ve münasip karşılanmaktadır. Keza Egemenlik, hukuk tarafından düzenlenen ve devletin hukukun belirlediği sınırlar çerçevesinde serbest hareket etme yetkisi olarak tanımlanmış[12] olmakla birlikte işbu yetkinin herhangi bir nedenle kötüye kullanılmasının önüne geçilmesi icap etmelidir. Ez cümle; Hukukun Evrensel İlke ve Esaslarından biri olan ifade hürriyetinin devlet sırrı taşıyan bilgi ve belgelere konu olması halinde bir takım kısıtlamalarla karşı karşıya kalması devletin egemenlik haklarına zeval gelmemesi amacı taşıyorsa mümkün olabilmekle birlikte devlet sırrından ne anlaşılması gerektiği[13] ve hangi hususların devlet sırrını bünyesinde barındıracağının önceden tespitinin zor olduğu da göz önünde bulundurularak mümkün olduğunca dar yorumlanması ve kötüye kullanılmasının önüne geçilmesi icap etmelidir. Türk Ceza Yargılamasında devlet sırrı içeren bilgi ve belgelerde tanığın konumu incelendiğinde ise, Devlet Sırrı Niteliğindeki Bilgilerle İlgili Tanıklık başlıklı Ceza Muhakemesi Kanununun 47. Maddesinin 2. Fıkrasında Tanıklık konusu bilgilerin Devlet sırrı niteliğini taşıması halinde; tanık, sadece mahkeme hâkimi veya heyeti tarafından zâbıt kâtibi dahi olmaksızın dinlenir. Hâkim veya mahkeme başkanı, daha sonra, bu tanık açıklamalarından, sadece yüklenen suçu açıklığa kavuşturabilecek nitelikte olan bilgileri tutanağa kaydettirir. Denilmekle birlikte tanığı, zabıt kâtibi dahil olmaksızın, mahkeme heyeti veya hakiminin dinlemesini emretmektedir. Hükümden, açıkça, savcının tanığı dinleyemeyeceği sonucu çıkmaktadır[14].

Ceza yargılamasında devlet sırrı ile karşılaşıldığında üç amacın ortaya çıktığı görülmektedir.

1) Devlet sırrına ulaşılarak maddi gerçeğin tam olarak ortaya çıkarılması, 2) Ulusal güvenlik bakımından zorunluysa devlet sırrının gizliliğinin korunması, 3) Silahların eşitliğinin, adil yargılanma hakkının ihlal edilmemesidir.[15]

Altını bir kez daha çizmek isteriz ki, devlet sırrı niteliğindeki bilgi ve belgeler ne pahasına olursa olsun yargılama makamına karşı gizli tutulamaz. Bu hususta gerekli ve makul olduğu ölçüde devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini korumak pahasına birtakım sınırlandırmalar getirilmesi mümkündür. Yeter ki, hukukun yetkili makamlara tanıdığı istisnalar kötüye kullanılmasın. Unutulmamalıdır ki, Locke ’un da dediği gibi; “Hukukun amacı özgürlükleri kaldırmak veya kısıtlamak değil, onu korumak ve genişletmektir.’’

**Muhammet Can KARACA

---------------

**Hukuk Fakültesi Öğrencisi.

[1] KARAMERCAN, Medenî Usûl Hukukunda Tanık ve Tanıklık, 2018/3 Ankara Barosu Dergisi, s.154

[2] Yalan tanıklık

TCK Madde 272- (1) Hukuka aykırı bir fiil nedeniyle başlatılan bir soruşturma kapsamında tanık dinlemeye yetkili kişi veya kurul önünde gerçeğe aykırı olarak tanıklık yapan kimseye, dört aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir.

(2) Mahkeme huzurunda ya da yemin ettirerek tanık dinlemeye kanunen yetkili kişi veya kurul önünde gerçeğe aykırı olarak tanıklık yapan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.

(3) Üç yıldan fazla hapis cezasını gerektiren bir suçun soruşturma veya kovuşturması kapsamında yalan tanıklık yapan kişi hakkında iki yıldan dört yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(4) Aleyhine tanıklıkta bulunulan kişi ile ilgili olarak gözaltına alma ve tutuklama dışında başka bir koruma tedbiri uygulanmışsa, yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olması koşuluyla, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.

(5) Aleyhine tanıklıkta bulunulan kişinin gözaltına alınması veya tutuklanması halinde; yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olması koşuluyla; yalan tanıklık yapan kişi, ayrıca kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuna ilişkin hükümlere göre dolaylı fail olarak sorumlu tutulur.

(6) Aleyhine tanıklıkta bulunulan kimsenin ağırlaştırılmış müebbet hapis veya müebbet hapis cezasına mahkûmiyeti halinde, yirmi yıldan otuz yıla kadar hapis cezasına; (…) (1) hükmolunur. (1)

(7) Aleyhine tanıklıkta bulunulan kimsenin mahkûm olduğu hapis cezasının infazına başlanmış ise, altıncı fıkraya göre verilecek ceza yarısı kadar artırılır.

(8) Aleyhine tanıklıkta bulunulan kişi hakkında hapis cezası dışında adlî veya idari bir yaptırım uygulanmışsa; yalan tanıklıkta bulunan kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

[3] BADEM, Ceza Muhakemesi Hukukunda Tanık, TAAD, Yıl: 12, Sayı: 45 (Ocak 2021), Makale Türü/Article Type: Araştırma, s.289.

[4] GÜROL, Tanığın Korunması Müessesesi ve Adil Yargılanma Hakkı, TBB Dergisi, Sayı 60, 2005, s.44

[5] BADEM, a.g.e, TAAD, Yıl: 12, Sayı: 45 (Ocak 2021), Makale Türü/Article Type: Araştırma, s.293.

[6] Duruşmada Okunmayacak Belgeler

CMK m.210 (1) Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.

(2) Tanıklıktan çekinebilecek olan kişi, duruşmada tanıklıktan çekindiğinde, önceki ifadesine ilişkin tutanak okunamaz.

[7] SEGBİS (Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi) sayesinde ifade alma ve sorgu işlemleri ile duruşmaların video kaydına alınması; Cumhuriyet Başsavcılığı veya mahkemenin yargı çevresi dışında bulunan veya mahkemede hazır bulunamayan kişilerin (şüpheli, sanık, tanık, şikayetçi, katılan vs.) video konferans yoluyla dinlenilmesi ve ifadelerinin kayda alınması imkanıdır.

[8] Duruşmada Okunmasıyla Yetinilebilecek Belgeler

CMK m.211 (1) a) Tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse,

b) Tanık veya sanığın suç ortağının duruşmada hazır bulunması, hastalık, malûllük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı değilse,

c) İfadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa, Bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir.

(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanık veya müdafii birinci fıkrada belirtilenlerin dışında kalan tutanakların okunmasına birlikte rıza gösterebilirler.

[9] TURHAN, Tanıklara Yemin Verilmesine İlişkin Ceza Muhakemesi Kanunu Hükümlerinin Eleştirel Bir Değerlendirmesi, Ankara Hacı Bayram Velİ Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XXIV, Y. 2020, Sa. 4 359

[10] HAFIZOĞULLARI, Ceza Hukuku Düzeninde Devlet Sırrı, Hacettepe Hukuk Fak. Derg., 2(2) 2012, 172–177

[11] https://sen.av.tr/tr/makale/Hukukun-Evrensel-ilke-ve-Esaslari- internet kaynağı- son erişim: 06.05.2021-02.37

[12] DALAR, Egemenlik ve Uluslararası Hukuk Çelişkisi: Milli Yetki Kavramı Açısından Bir Analiz, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, KIŞ-2009 C.8 S.27 (336-346) ISSN:1304-0278 WINTER-2009 V.8 N.27, s.345.

[13] Devletin güvenliği, ulusal varlığı, bütünlüğü, anayasal düzeni ve dış ilişkilerini içeren, kamuya açıklanmaması gereken çok gizli bilgi veya belge.

[14] HAFIZOĞULLARI, a.g.e, Hacettepe Hukuk Fak. Derg., 2(2) 2012, 172–177. s.26

[15] ÖRS, Ceza Yargılamasında Devlet Sırrı Üzerine Bir Değerlendirme, TBB Dergisi 2019 (142)