I. Giriş
Gerçek hayattan sinemaya aktarılmış “Marshall” adlı filmden; Bunları esas hakkında savunmasında açıklayan sanık müdafii, yaptığı savunmanın sonunda şüpheleri sıralarken masada duran su dolu bardağa şüphe sayısınca mürekkep damlatır, su bulanır ve şüphenin yenilmesi ile elde edilmesi gereken berraklık kaybolur.
Bu yazımızda; Ceza Yargılaması Hukukun temel ilkelerinden birisi olan “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi, bu ilkenin önemi, bu ilke ile ilgili Yargıtay kararları kaleme alınmıştır.
Belirtmeliyiz ki; Türk Ceza Muhakemesi Hukukunda belki “şüphe” kavramı aleyhe ve olumsuz anlam içermesi sebebiyle şüphenin umumiyetle sanık aleyhine uygulandığı, hatta ispat yükünün yer değiştirerek sanığa yüklendiği, suçsuzluk/masumiyet karinesinin anlamını yitirebildiği, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.223/5’in yazılı bir hükümden ibaret kaldığı, yani tatbikatta sanığın suçluluğunu gösteren ve şüpheyi yüzde yüz sanık aleyhine yenen somut delillerle ispat kuralının uygulanmadığı, vicdani delil sisteminde öncelikle gerekenin iddiayı ispatlayan somut deliller olduğu, bu olmadan ve şüphe somut delillerle sanık aleyhine yenilmeden, yalnızca sübjektif vicdandan ve şüpheden hareketle mahkumiyet kararı verilemeyeceği izahtan vareste olduğu halde, uygulamada “şüpheden sanık yararlanır” ilkesine tezat kararların verilebildiği, hatta bu kararların Yargıtay’ın bu konuda içtihadı ile de uyumsuz olduğu, buna rağmen şüpheden hareketle veya ispat yükünün yerini değiştirmek suretiyle mahkumiyet hükümlerinin kurulabildiği görülmektedir.
“Şüphe” konusunda birçok çalışma ve emsal karar olduğu halde; objektif bakımdan tarafsız görünen hakimin sübjektif tarafsızlığını bozduğu, bu kapsamda suçun işlendiğine ilişkin iddiayı yüzde yüz ispatlayan, hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilmiş somut deliller olmaksızın sanığın mahkumiyetine karar verildiği görülebilmektedir.
II. “Şüpheden Sanık Yararlanır” İlkesi
Şüphe; tereddüt veya kararsızlık demektir. Bu tereddüt veya kararsızlık giderilemediği takdirde, şüpheden sanık yararlanır[1]. Ceza yargılamasında ise tereddüt veya kararsızlık haline yer olmadığı, şüphenin sanık aleyhine yüzde yüz giderilmediği sürece maddi hakikat ve adalete ulaşılamayacağı tartışmasızdır.
Ceza Hukukunda; suçluluğu ispatlanamayan kişilerin suçsuz kabul edilmesi gerektiği temel ilkesine “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi denir. Bu ilke; ceza adaletinin sağlanmasında önemli bir rol oynayıp, suçlu olduğu iddia edilen sanığın, yargılama neticelendirilmediği sürece suçlu olarak cezalandırılamayacağını ifade eder. Latince “in dubio pro reo” olarak bilinen bu ilke, Ceza hukukunun en temel haklarından birisi olan suçsuzluk/masumiyet karinesini de güvence altına alır.
Ceza Muhakemesi Hukukunda; bir kişinin suçlu olup olmadığı, sübjektif zan ve tahminlerle değil, ancak usulüne uygun mahkemeye getirilmiş somut delillerle ortaya koyulmalıdır. Elbette ortada bir suç varsa, bu suçun failleri yönünden gerekli inceleme, araştırma yapılmalı, fakat itham sisteminde özellikle soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının detaylı ve titiz bir şekilde emrinde bulunan kolluk aracılığıyla araştırma yapması gerektiğini, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160. maddesinin 2. fıkrası uyarınca; maddi gerçeğin araştırılması ve adil/dürüst bir yargılamanın gerçekleştirilebilmesi için, emrindeki adli kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlü olduğu belirtmiştir.
“Şüpheden sanık yararlanır” ilkesi 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223. maddesinin 2. fıkrasının (e) bendi ile yine 223. maddenin 5. fıkrasında tanımlanmıştır. Bu hükümlere göre; “Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması,” ve “Yüklenen suçu işlediğinin sabit olması halinde, sanık hakkında mahkumiyet kararı verilir”. Suçluluğu ispatlanamayan sanık suçlu sayılamaz, suçsuzluk/masumiyet karinesi gözardı edilemez.
Yeri gelmişken, Anayasa m.38/4’den kısaca bahsetmek faydalı olacaktır. Bu hükme göre, “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”. Hükmün gerekçesinde; suçsuzluk karinesinin getirildiği, kesin mahkumiyet hükmüne kadar sanığın suçsuz sayıldığı, suçsuzluğunu ispat mükellefiyetinde olmadığı, ispat külfetinin iddia edene ait olduğu, iddiacının suç iddiasını makul şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispat etmesiyle bu karinenin çürütülebileceği, ancak bu halde mahkeme tarafından mahkumiyet hükmünün verilebileceği, aksi takdirde sanık hakkında beraat kararına hükmedileceği açıklanmıştır.
Uygulamada; Anayasa hükmünde ve gerekçesinde masumiyet değil de, suçsuzluk karinesi denildiğinden, şüphelinin veya sanığın masum kabul edilemeyeceği, bu nedenle suçlanabileceği ve suçsuzluk karinesinin de iddia eden tarafından çürütülebileceği yönünde bir görüş olduğu, esasen bu ilkenin masumiyet karinesi olduğu, bu kavram ile suçsuzluk karinesinin aynı anlamı taşıdığı, masum kabul edilmek ile suçsuz sayılmak arasında bir farkın da bulunmadığı, suçsuz sayılanın masum sayılmayacağı gibi bir sonuca da varılamayacağı, dolayısıyla da suçsuzluk veya masumiyet karinesi kavramlarının kullanılmasında bir sakınca bulunmadığı, çünkü her ikisinin de karine olduğu, yani aksinin iddia eden tarafından somut delillerle ispatlanabileceği, bu sebeple her ne kadar Anayasada suçsuzluk karinesinden bahsedilse de, bu karinenin bilinen adının masumiyet karinesi olduğu, nitekim adil/dürüst yargılanma hakkının güvence altına alındığı İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/2’de de “Bir suçla itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.” hükmüne yer verildiği, İHAS hükümlerinin de Anayasa m.90/5 gereğince bağlayıcı olduğu, bu nedenle suçsuzluk veya masumiyet karinesi kavramları üzerinden hukuki yararı olmayan tartışmaya girmeye gerek olmadığı,
İzahtan varestedir.
Şüphe; bir kişinin suçluluğuna dair yeterli delil olmaması durumudur. Şayet bir suçla ilgili yeterli ve kesin delil ortaya koyulamıyorsa, bu durumda sanık lehine olan şüpheden onun yararlanması gerekir. Sanık aleyhine ortaya koyulan delillerin şüpheli olması, emin olunmaması, tezatlık içermesi veya küçük veya büyük oranda olduğuna bakılmaksızın sanık lehine şüphenin olması halinde şüpheden sanığın yararlanması gerektiği ve somut delillerle desteklenmeden verilen kararların geri dönüşü zor, hatta imkansız durumlara yol açabileceği gözardı edilmemelidir.
“Şüpheden sanık yararlanır” ilkesi; özellikle delillerin yetersiz olduğu, suçun işlenip işlenmediği konusunda kesin bir görüş birliği olmadığı, olsa olsa bu olmuş ve/veya olmamıştır şeklinde kalınan durumlarda gündeme gelmesi gerektiği, fakat varsayımlar üzerinden hareket edilmeye devam edildiği görülebilmektedir Bununla birlikte, adaletin sağlanması için suçsuzluk/masumiyet karinesi ve “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi, bireysel hakların korunması açısından önemli olup, bu ilke yolu ile ceza yargılamasında bir denge kurulduğu, suçluluğu ispatlanmayan kişilerin haksız yere cezalandırılmasının önüne geçildiği tartışmasızdır.
“Adil/dürüst yargılanma hakkı” başlıklı İHAS m.6/2’de; “Bir suçla itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.” hükmüne yer verildiği, aynı doğrultuda Anayasa m.38/4’de; “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” hükmü ile şüpheden sanık yararlanır ilkesinin güvence altına alındığı, CMK m.223/2-e ve m.223/5 hükümleri ile de bu ilkeye uygulamada güvence getirildiği görülmektedir.
Belirtmeliyiz ki; yargılama konusu suçun işlendiğinin sabit olduğu, ancak işlendiği iddia edilen suçun, sanık tarafından işlenip işlenmediğinin kesin ve somut delillerle ispat edilemediği durumlarda CMK m.223/2-e’ye başvurulur. Bu durumda işlenen bir suç bulunmakla birlikte, bu suçu işleyenin sanık olduğu konusunda şüphe bulunmaktadır ve bu şüphenin sanık aleyhine giderilemediği durumda lehine değerlendirilmesi gerektiği düşünülmelidir. “Şüpheden sanık yararlanır” ilkesi; ancak sanığın atılı suçu işlediğinin, her türlü şüpheden uzak, kesin, inandırıcı ve hukuk uygun şekilde elde edilmiş delillerle ispatlanmış olması halinde sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesini öngörür. Bu durum “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin doğal bir sonucu olup, buna uyulmadan, bir başka ifadeyle, kişinin o suçu işlediğinin sabit olduğu ortaya koyulmadan, tahmine ve varsayımlara dayalı olarak kurulan mahkumiyet hükmü, Anayasa m.38/4’de güvence altına alınan suçsuzluk/masumiyet karinesini ihlal eder[2].
İddia makamı; iddiasını yeterli şüphenin ötesine geçecek şekilde, yüzde yüz kanıtlamak zorunda olup, suçu sanığın işlediğine dair hiçbir şüpheye yer bırakmamalıdır. Şüphe devam ederse, bu durum sanık lehine olur ve sanığın beraatına karar verilmelidir. CMK m.223/5 konuyu böyle düzenlemiştir ve CMK m.223/2-e de bu nedenle vardır. Bunun adına itham sistemi denir. Ceza muhakemesinde “şüphe” kavramını böyle görmeli ve anlamalıyız. Aksi halde, şüpheyi kovuşturma aşamasında veya karara varırken pekala sanığın aleyhine değerlendirmek suretiyle davayı mahkumiyetle sonuçlandırmak mümkün olabilir[3].
III. Yargıtay Kararları
- Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 25.09.2024 tarihli, 2022/231 E. ve 2024/270 K. sayılı kararında; “Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden birisi de öğreti ve uygulamada; suçsuzluk ya da masumiyet karinesi olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; in dubio pro reo olarak ifade edilen şüpheden sanık yararlanır ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi bakımından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılabilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olay ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkumiyeti; herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık ispata dayanmalı, bu ispat hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemelidir.
Toplanan delillerin bir kısmına gözetilip diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaat üzerinden yüksek de olsa bir ihtimale sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir (YCGK., 11.6.2013 tarihli ve 36-294 sayılı). Şu halde, sanığa isnat edilen fiilin sanık tarafından icra edildiğinin kabulü için, gerekçeli ve muhtemel şüphenin tamamen yenilmesi gerekir; zira kabili te’lif olmayan şüphe ile gerçeğin yan yana mevcudiyeti ile vicdani kanaate ulaşılmasının, mantık ve hukuk kuralları bakımından mümkün olduğu söylenemez.”,
- Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 03.04.2024 tarihli, 2018/162 E. ve 2024/156 K. sayılı kararında; “Ceza Hukukunun amacı maddi gerçeği hiç kuşkuya meydan bırakmadan bulmaktır. Küçük bir şüphenin bulunduğu bir yerde mahkumiyet hükmünün kurulması beklenemez. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 17.11.2009 tarih ve 2009/8-122-2009/266 sayılı kararında belirtildiği üzere; ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan ‘in dubio pro reo’ yani kuşkudan sanık yararlanır kuralı uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesidir. Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkumiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan ihtimali kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına gelir. O halde ceza yargılamasında mahkumiyet, büyük veya küçük bir olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır. Adli hataların önüne geçilmesinin tek yolu budur.
Amacı; somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; suçsuzluk ya da masumiyet karinesi olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; in dubio pro reo olarak ifade edilen şüpheden sanık yararlanır ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi bakımından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikle ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkumiyeti; herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı ve hiçbir şüphe veya başka türlü oluşa imkan vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan maddi gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.”,
- Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 14.09.2021 tarihli, 2021/16556 E. ve 2021/13356 K. sayılı kararında; “Müştekinin soruşturma aşamasında alınan ifadesinde, oğlu olan sanığın olay günü … sıralarında evde bulundukları sırada ‘… para vereceksin, seni vurup öldüreceğim’ diyerek kendisini yere yıktığını, cebinden cüzdanını ve içindeki parayı aldığını belirttiği, kovuşturma aşamasında tanıklıktan çekilen sanığın annesi olan tanık ...’in de müştekinin bu beyanını doğruladığı, müştekinin kovuşturma aşamasında alınan beyanında, sanığın ‘… para vereceksin, seni vurup öldüreceğim’ diyerek cüzdanının içinde bulunan miktarını bilmediği paranın hepsini aldığını söylediğinin anlaşılması karşısında, somut olayda; sanığın, babası olan müştekinin cüzdanının içerisinden miktarı belli olmayan parayı aldığının kabulü gerektiği, alınan para miktarının ne kadar olduğu dosya kapsamından anlaşılamadığından ortaya çıkan bu belirsizlikten ‘şüpheden sanık yararlanır ilkesi’ gereğince sanığın yararlanması gerektiğinden, sanık hakkında yağma suçunda değer azlığı nedeniyle indirimi düzenleyen TCK’nın ilgili maddesinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi, bozmayı gerektirmiştir.”,
- Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 25.11.2015 tarihli, 2015/6800 E. ve 2015/31371 K. sayılı karında; “Ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan ‘şüpheden sanık yararlanır’ kuralı uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulunun, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlı olduğu, gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılmamış olan olaylar ve iddiaların, sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamayacağı, ceza mahkumiyetinin, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanarak ve diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan ihtimali kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanması gerektiği, bu ispatın, hiçbir kuşku ve başka bir türlü oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olması gerektiği, yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmanın, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına geleceği dikkate alınarak; somut olayda, sanığın suçlamaları kabul etmemesi, katılanın soyut iddiasından başka mahkumiyete yeter kesin ve inandırıcı delil bulunmaması, sanık ile katılan arasında olay tarihinde meydana gelen başka davalar olmasının tek başına bu suçun işlendiğini de göstermeyeceği anlaşılmakla, CMK’nın 223/2-e maddesi gereğince sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi bozmayı gerektirmiştir.”,
- Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 08.11.2023 tarihli, 2021/16414 E. ve 2023/23844 K. sayılı kararında; “Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; suçsuzluk ya da masumiyet karinesi olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; ‘in dubio pro reo’ olarak ifade edilen ‘şüpheden sanık yararlanır’ ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamaz. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir”,
- Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 26.03.2024 tarihli, 2024/2242 E. ve 2024/2730 K. sayılı kararında; “İhbarın yalnızca sanık ...’a ilişkin olması, sanık ...’ın aşamalarda değişmeyen savunmasında uyuşturucu maddenin kendisine ait olduğunu ve sanık ...’nın dükkanına emanet bıraktığını, sanık ...’nın poşet içinde ne olduğundan haberinin olmadığını beyan etmesi, aşamalarda değişmeyen ve bu beyanı destekler nitelikteki savunması, esnaf kültüründe poşet emanet etme eyleminin yaygın olması, hakkında suçu işlediğine ilişkin başkaca delil bulunmayan sanık ...’ya ait hassas terazi üzerinde esrar kalıntısı tespit edilmiş ise de, sanığın terazi ve uyuşturucu maddelerin aynı poşete konulduğu ve terazi üzerinde ele geçen maddelerin kolluk görevlilerince tartıldığına ilişkin savunmasını destekler mahiyette olay tutanağında ele geçen uyuşturucu madde gramajının 37,3 gibi kesin bir gramajla belirlenmiş olması, tutanak tanıklarının ilk derece mahkemesince dinlenilemediği ve olayın üzerinden geçen zaman dikkate alındığında itibariyle dinlenilmelerinin de sağlıklı netice vermeyeceği, bu haliyle sanığa ait terazide esrar bulaşığı tespit edilmiş olmasının tek başına sanığın suçu işlediğine ilişkin şüpheden uzak kesin delil kabul edilemeyeceği gözetilerek, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince sanığın beraatine hükmedilmesi gerektiği gözetilmeksizin mahkumiyetine hükmedilmesi, hukuka aykırı görülmüştür”.
IV. NETİCE
Yukarıda yer verdiğimiz Yargıtay kararları ve uygulamada karşılaştığımız olaylar doğrultusunda; elbette CMK m.223/2-e ile CMK m.223/5’in gözönünde bulundurulması gerektiğinin, aksi kabulün mümkün olmadığını ve ceza yargılamasında şüpheye yer verilemeyeceğini, ihtimal veya varsayımlarla hüküm tesis etmenin maddi hakikat ve adalete aykırı olacağını, somut delillerle desteklenmeyen ve tahminler üzerine kurulan her türlü kararın hukuka ve vicdana aykırı olacağını, kesin bir kanaate varılmaktan uzak soyut, açıklanamayan delillere ve varsayımlara dayanarak sanığın cezalandırılması hukuka kesin aykırılık halini teşkil edeceğini, isnat edilen suçun yargılamayı gerçekleştiren makam tarafından kesin bir kanaate ulaşarak somut deliller ve soyut olmayan gerekçelerle tespit edilerek maddi hakikatin ortaya koyulmasının bir zorunluk olduğunu belirtmek isteriz.
Ceza mahkumiyeti; toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate veya herhangi bir ihtimale değil, kesin, somut ve ortaya koyulabilen açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemeli, yargılamanın hiçbir aşamasında soru işareti bırakılmamalıdır.
Bazen çok kuvvetli de olsa yenilmemiş şüphe ile karşılaşılır ve bu durumda şüphe sanığın lehine olacağından, dava beraatla sonuçlanmalıdır. Şüphe ile gerçek arasında ince bir çizginin olduğuna dair iddia pek doğru değildir. Çünkü maddi hakikate ulaşmak, şüphe ile gerçek arasında bulunan ince çizgiyi aşan bir tespiti içermelidir. Bu kabulle; suçlunun bulunamayacağı ve mahkumiyet kararı verilemeyeceği, adaletin yerine gelmeyeceği ve suçu işleyenin cezasız kalacağı ileri sürülse de, bu iddiaya katılmak mümkün değildir. Adaletin tecellisi, lehte veya aleyhte gerçeğe varılmakla sağlanır. Gerçeğe ulaşılması bazen sanığın aleyhine olabilecekken, gerçeğin tereddütlü kalması her durumda sanık lehine dikkate alınmalıdır.
Sonuç olarak; masum veya suçsuz olan kişi kesinlikle cezalandırılmamalı, fakat suçlu da affedilmemelidir, ama suçlunun affedilmeyeceğine dair kabulün dayanağı şüphe olamaz, sadece somut delillerle şüphe sanık aleyhine yenildiğinde mahkumiyet gündeme gelmelidir. Sırf giderilmemiş şüpheye dayalı mahkumiyet belki hukukun dışında sübjektif vicdana uygun ve beklentiyi karşılar gözükse de, hukuka uygun bir sonuç olmaz. Hukukilikten bahsederken, Ceza Muhakemesi Hukukunun ilke ve esasları çerçevesinde yapılması gereken bir yargılamada şüphenin sanık aleyhine giderilemediği veya delil olarak ortaya koyulanların da hukuka aykırı olduğu anlaşıldığı takdirde, verilmesi gereken hüküm CMK m.223/2’de sayılan beraat kararlarından birisi olmalıdır. Her somut olayda soruşturmayı yapan Cumhuriyet savcısının hazırladığı iddianamede bir derdi olmalı, yani sanık olarak yargılanmasını istediği kişi hakkında ortaya koyduğu iddia ve delilleri ne olduğunu itham belgesi niteliği taşıyana iddianamesinde ortaya koyabilmeli, bağımsız ve tarafsız mahkeme huzurunda yapılacak kovuşturmada da bu iddia üzerinden önyargısız tartışma yapılmalı, iddia edenin iddiasını hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilmiş somut deliller ışığında ispatlaması aranmalı, CMK m.223/5’e ulaşıldığında sanığın mahkumiyetine, ulaşılamadığında ise CMK m.223’de öngörülen sanık lehine olabilecek dosyaya, yani somut olaya uygun kararlardan birisi verilmelidir.
Prof. Dr. Ersan Şen
Av. Tamer Berk Bayraklı
(Bu makale, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi makalenin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan makalenin bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
-----------
[1] Şüphe, Ersan Şen, 28.05.2024, https://www.hukukihaber.net/suphe-ersan-sen
[2] CMK m.223/2-e’ye ve m.223/5’e Göre Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi, Ersan Şen/Erkan Duymaz/Doğa Ceylan, 10.01.2024, Erişim Tarihi: 08.01.2025. https://www.hukukihaber.net/cmk-m2232-eye-ve-m2235e-gore-supheden-sanik-yararlanir-ilkesi-ersan-sen