Hukukla ilgili en ünlü filmdir belki de Şeytanın Avukatı, bilirsiniz. Aslında hukuktan ziyade “kibir”i konu eder film kendine. Filmdeki şeytan rolüyle Al Pacino’nun “Kibir.. Kesinlikle en gözde günahımdır” cümlesi zaman içinde sloganlaşmıştır. 

Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşla muhabbet esnasında lafının geçmesi üzerine filmi tekrar izleme gereği duydum. Dikkatimi çeken bir yer oldu: 

Al Pacino ile Keanu Reeves’in uzunca süren diyalog sahnesinin sonlarına doğru avukat rolüyle Keanu Reeves sorar, “Neden hukuk? Neden avukatlar?” diye. 

Karşılığında şeytan şöyle cevap verir: 

“Çünkü hukuk evlat, bizi her işe sokuyor. Sahne arkası için en geçerli geçiş kartı. Yeni ruhban sınıfı. Hukuk okullarında, dünyada dolanan avukatların tümünden daha fazla öğrenci var, biliyor musun? Dünyaya yayılıyoruz! Silahlar ellerde! Siz ikiniz, biz, hepimiz, beraat üstüne beraat çıkartacağız. Ta ki, pis kokuları en tepelere, ta cennete kadar erişip o kahrolası tiplerin tamamının nefesini kesinceye dek!”

Bu cümleleri yorumlamaya elbette gerek yok. Fakat ben bu kısmı duyunca biraz şaşırdım diyebilirim. Zira şu an ülkedeki durum da bu, yani hukukun geçiş kartı olarak kullanılıyor olması. Film 1997 yapımı. Düşününce neredeyse yirmi yıl önce de, hukuk fakültelerindeki öğrenci sayısı dünya üzerindeki avukatlardan fazlaymış. Şimdi kim bilir kaç katıdır. Hatta bu sebeple avukatlık sınavı çıksın deniyor, nitekim ben de destekliyorum. Fakat biz daha ziyade işini iyi yapma yetisinde olmayanların elenmesi adına bu sınavı istiyoruz. Peki ya karakterini eğitemeyenler?

Aslında film bu zafiyet üzerinden ilerliyor. Maalesef, hukuk fakülteleri öğrenciye en çok kibir pompalanan yerlerden biridir. Sonra bu durum, mesleğin icrası esnasında da devam eder. Hukukçular birbirleriyle de ego yarışı içindedirler. Bu bana her zaman komik gelmiştir. Bir gün bir hakim arkadaşım anlatmıştı “Hakimlik stajımız esnasında, bizi resmen Tanrılaştırıyorlardı. ‘Siz şöyle önemlisiniz! Böyle muktedersiniz! Güç sizin elinizde! Dünya sizin vereceğiniz karara bağlı!’ Tabi bunları duyan hakim adayları sınıftan insan formundan başka bir formda çıkıyordu. İşin enteresan kısmı, bu arkadaşlarda bana da bir afralar bir tafralar.. Yahu arkadaş bari bana yapma. Nihayetinde ben de hakim olacağım!” Anlatışı da komiktir, bayağı bir gülmüştüm o zaman..

Velhasıl hukukçular genellikle egosu şişkin şahsiyetlerdir ve bu zafiyetleri kötü adamlar tarafından kötü emellere alet edilmek istenebilir. Bizim hukuk sitemimiz Amerika’dakinden farklıdır, burada karar mercii yalnızca hakimdir. Oysa Amerika’da hakim tek başına karar veremez. Jüri sistemi vardır. Dolayısıyla orada avukat tıpkı filmdeki gibi, mahkeme salonunu tıpkı bir tiyatro sahnesi gibi kullanarak iddiasını iyi bir şekilde savunursa –deyim yerindeyse şovunu iyi yaparsa- ve jüriyi de buna inandırırsa davasını kazanır.

Dolayısıyla orada hakimin yanı sıra jürinin de etki altına alınması gerekir. Oysa burada yalnızca hakimi etki altına almak bir davayı istediğin sonuca ulaştırmak için yeterlidir. Buradaki etkiden kastın anlaşıldığını düşünüyorum. Lafın özü, Türkiye’de kibri kötü emellere alet edilecek hukukçu kişi, avukattan ziyade hakimdir/savcıdır. Hatta avukat değil, hakimdir/savcıdır. Keza, somut örnekler de bunu göstermektedir.

Nasıl olacak bu? Şeytanın dediği gibi; silahlar ellerde, beraat üstüne beraat çıkartarak, ta ki pis kokuları ta cennete kadar erişip o kahrolası tiplerin(!) tamamının nefesini kesinceye kadar. Bu arada bu, yalnızca kötülüğe beraat vermekle olmaz, iyiliği mahkum ederek de olur. 

Kibri sebebiyle menfaatini ön planda tutarak, vicdanını ve hukuk bilgisini dengeli şekilde kullanamayan hukukçular, bir de bakmışsınız şeytana hizmet etmeye başlamışlar. Ülkemizde, hukuk bağımsız değil, hukuk katledildi vs. denilirken tam olarak bu kastediliyor.

Şeytanın da dediği gibi, hukuk sahne arkası için en önemli geçiş kartı. Yani, geçiş kartın olmazsa sahne arkasına giremezsin ve böylece kötü olanı iyilerin arasına sokmazsın. Temiz olan temiz kalmaya devam eder, düzen bozulmaz. Fakat hukuku etkilediğinde, yani kurdu kuzunun arasına saldığında, ortalık kan revan olur. Her an pisi pisine gitme korkusuyla yaşarsın, bastırılmış, özgürlük içinde hapsedilmiş hissedersin, tüm değerler tersine döner, sağlam olan psikolojin de bozulur, kaosa doğru yol alırsın. “Ta ki tamamının nefesi kesilinceye dek..”

Sonra yeniden diriliş başlasa dahi -uygarlık tarihine baktığımızda bu alçalış ve yükselişlerin tekerrür ettiği görülür- bu alçalışlar yaşanmak zorunda değildir, her ülke bunu yaşamamaktadır. Alçalışlar bir ülkeyi yıpratır, zaman kaybettirir, geri bırakır. Bakınız, hukukun etki altına alınması nelere sebebiyet verdi. 

Şeytan insandan önce varoldu. Büyük ihtimalle de insandan önce yok olmayacak. Bu sebeple, şeytana karşı kuvvetli saf tutmak lazım. İğneyi başkalarına batırıyoruz ama çuvaldızı biraz da kendimize batıralım. Bilelim ki, hukuk izin vermezse, kurt kuzunun arasına karışamaz.

Bunun bilincinde olmakla, kibre bulaşmak arasındaki çizgi son derece incedir. Temennimiz ise, insanlığın çıkarlarının kendi çıkarlarımızın üzerinde tutulması ve bu yönde hareket edilmesidir.

(Bu köşe yazısı, sayın Av. Tuba TORUN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)