"Her insanın, diğeri için derin bir sır ve gizem olacak şekilde yaratıldığı, üzerinde düşünülmesi gereken harika bir gerçek." Charles Dickens

“İyi bir hâkim 'kendisini her türlü korkudan, öfkeden, nefretten, sevgiden ve şefkatten arındırabilir’. . .” Hobbes, 1651/2009, s. 183

Ogloff ve Finkelman (1999) bu alanı “hukukun insanlar üzerindeki etkisinin ve insanların hukuk üzerindeki etkisinin bilimsel çalışması” olarak tanımlamışlardır.

Psikoloji "psişik olgular bilimi", psikiyatri ise "akıl(mental) hastalıklarını tedavi eden tıp bilimi" olarak hukukçularca adli psikoloji bilimi içinde ele alınıp değerlendirilmiş ve aynı pota içinde eritilen bu nüvelerle özel bir alaşım meydana getirilmiştir. Böylece bilim içindeki “septisizm” hukuk normları uygulanışı üzerine çevrilmiş bir projektör görevini üstlenmiştir.

İşte ilk çağlarda doktor ve hukukçuların sahip oldukları iddia edilen müşterek baskın özellik evrensel varlık olan insanın içindeki kuşkularının doğru normu bulma arayışlarının sonucu ortaya çıkmıştır. O dönemde üretilen teoriye göre, doktorlar ve hukukçular ilahi bir misyonun elçileriydiler ve bu bağlamda, ruh hastalığı kötü ruhların insanlar üzerinde kurduğu hükümranlık şeklinde tarif edilmişti. Bu hükümranlığın yıkılması yani bireylerin kötü ruhlardan arındırılması için ise, iyileştirme tanrısı Apollo ve adalet tanrıçası Themis'den yararlanılmıştı.

Uzun zaman önce söz konusu olan bu durum günümüzde, tarihsel bir olgu ötesinde fazlaca bir şey ifade etmemektedir. Çünkü, bugün gerek doktorlar ve gerekse hâkimler, pratik hukuk uygulayıcıları, zaman içinde geliştirdikleri dil ve deontolojileriyle farklı kulvarlarda yollarına devam etmektedirler. Modern tıp eğitimi tecrübeye ve bilimsel genelleştirmelerin risklerine dikkatleri çekerken, hukuk eğitimi kurallar ve kavramlar/ adlandırmalar üzerine kurulmuştur; istisnai haller dışında hâkimler içtihat yaratmak yerine mevcut yasal normları uygulama durumunda kalırken; avukatlar da müvekkillerinin menfaatle- rini riske atmamak için müstakar içtihatlara (stare decisis) sığınmaktadırlar.

Mevcut düzende her birimiz belli rolleri üstlenmiş ve kendi yaşamımızı idame ettirirken roller arasında çatışma ya da dengesizlik, suç faktörünü ve onun kaplamı (dış çevresi) olan suçlu psikolojisini gündeme getirmektedir. Bu yüzden de suçlu psikolojisini bilme yalnızca suçluya değil, toplum menfaatine de hizmet etmektedir. Adalet duygusu insanın sosyal organizasyonundaki en asal etmenlerdendir. Sağduyu sahibi insanın adalet duygusundaki herhangi bir sarsıntı toplum üzerinde yıkıcı bir tepkiye neden olmaktadır. Adalet duygusunun rencide edilmesi henüz zayıf bir konumda olan ego-superego’nun normal bir insanın asosyal dürtüleri üzerindeki kontrol gücünü kaybettirmektedir. İşte her insanda var olan bireysel adalet duygusu kadar, toplumsal adalet duygusunun tahrik edilmemesine özen gösterilmesi açısından, suçlu psikolojisini iyi anlamak gereklidir. "Nevrotik ve normal insan" kadar “suçlu insan” da psikolojik inceleme konusudur. Nitekim, Litz'in belirttiği gibi “fiil değil, fail cezalandırılmalıdır” dictumu(sözü) suçlu psikolojisini temel almaktadır.1 İnsan davranışları açısından saikler (güdüler) ağırlık merkezini oluşturmaktadır. Davranışın suç olup olmaması kasıt kadar saiklerle belirlenmektedir. Savaşta düşmanın öldürülmesi ile soygun amacıyla adam öldürme suçu arasındaki ayrımın saik ve kast'ten kaynaklandığı kuşkusuzdur.

Psikolojide temel sorular, insanlar nasıl davranır? İnsanların kendi davranışları veya eylemleri üzerinde ne ölçüde kontrol uygulayabildiği? İnsanların yanlış ve doğru karar verme yetenekleri arasındaki ilişkinin ne olduğu? İnsan beyninin bilinçli ve bilinçsiz yönleri, davranışsal farklılıkları ve psikolojik kalıpların neler olduğu?  İnsan davranışının büyük ölçüde kontrolümüz dahilinde olmayan veya bilinçli zihnimizin kapsamı dışında kalan faktörlerin bir sonucu olması nasıl gelişmektedir?

Psikoloji bilimi, zihin bilimi olarak, algının davranışı nasıl yönettiğini anlamaktır. Nasıl düşündüğümüz diğer her şeyi etkilemektedir. İşte psikoloji, insanları ve zihni anlamakla ilgilidir. Psikolojiyi anlamak, her zaman onun farkında olacağınız veya onu kullanacağınız anlamına gelmez. İlk adım onu ​​anlamaktır, sonraki adım onu ​​zihinde tutmak ve kullanmaktır. Psikoloji varsayımlar üzerinde çalışır. Diğer insanların varsayımları, sizin varsayımlarınızı takip eder. Diğer insanların beklentileri sizin tarafınızdan belirlenir ve her şey iletişiminizin sonucudur.

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, gerçek insanlardan oluştuğu için, hukuk sistemi ve hukuk uygulaması, tahmin ettiğiniz gibi, duygularla doludur. Bu duygular, çatışma, endişe, öfke, çaresizlik, keder, üzüntü, nefret, korku ve aşktan oluşur.

Davranışı tetikleyen duygulara bakıldığında; duygular, deneyimlerimiz ve yaşamımıza enerji kazandıran, tonunu belirleyen içsel faktörlerdir.2 Bu bağlamda insanın davranışlarına özgü şu metaforlar gözlenmektedir:

- İnsanların otomatikleşmesi3-insanların çoğu zaman rasyonel düşünce dışındaki aklı süreçlerin esiri olabilmesidir.

- İnsanların motive edilmiş taktikçi olması- aktif düşünce sürecin- de dahi insanların ilgili verilerin tam ve sistematik olarak analiz edilmesi yerine aklen kısa devre ve kullanım arayışına girmesidir.

- İnsanların sezgisel avukatlar olarak belirmesi-insanlar bazen dünyayı olduğu gibi algılamak yerine görmek istedikleri şekilde görme eğilimindedirler-algısal seçicilik. Bir avukatın çoğu kez yaptığı mevcut gerçeklerin arzulan sonuca uyarlı şekilde yorumlanmasıdır. İşte sosyal algılama ekseriya insanların kendi kararlarına, izlenimlerine ve seçimlerine ilişkin kanıtları ekseriyetle açık bir tarafgirlikle sergilediklerinin göstergesi olmaktadır.

İnsanların duygularıyla sürüklenen ajanlar olması- tarihsel rasyonel aktör metaforu, sosyal düşünce ve eyleme ilişkin gerçek yaşam bağlamını oluşturan duygular, ruh halleri ve diğer duygusal değişkenlere nispeten çok az yer verirken, son yıllarda duygusal durumlarının sosyal algı ve davranıştaki öneminde artışa tanık olunmaktadır.

Duygu ve etkileşimi üzerine Lazarus dört kavramsal formül geliştirmiştir:4

a.       Duygular, düşünce ve eylemi,

b.       Eylem, düşünce ve duyguyu,

c.       Çevre, düşünce, duygu ve eylemi, ve

d.       Düşünceler, duygu ve eylemi biçimlendirmektedir.

Duygu çemberi. Plutchik’in modelindeki karşıtlar çemberinde sekiz temel duygu düzenlemesi yer almakta; bitişik duygular çemberin dışında birleşerek girift duygular oluşturmaktadır. Temel duygular- dan çıkan ikincil duygular çemberde oldukça uzaktan ilişkili bulunmaktadır (Zimbardo, 1992).

Karşılayamayacağımıza inandığımız talepler doğuran olaylar ve durumlara karşı (gerekli yetilerimiz veya kaynaklarımız olmadığından veya zorlu seçimler yapmak ve kararlar vermek için zorlandıkların- dan) ekseriya duygusal yanıtlar vermekteyiz. Onların farkında bile varmadan (otomatik değerlendirme ile) oluştuklarına tanık olmaktayız. Duygular bizlerin seçimi olmaktan çok bizlerde oluşan deneyim- lerdir. Her duygunun üç bileşeni vardır:

1.       Mutluluk, keder, kızgınlık ve diğerlerinin öznel deneyimi;

2.       Otomatik sinir sistemini içeren fizyolojik değişimler;

3.       Gülme, ağlama, korkma, kaçma, donup kalma gibi ilişkisel davranışlar.

Nihai analizde, bizler duygularımız ve onlarla nasıl baş edebildiğimizden ibaretiz. Nitekim, duygu tüm işlevsel akıl hastalıklarında belirgindir: Şizofrenlerde duygusal değişim; nevrozlarda duyguya dayalılık, psikopatlarda duygu eksikliği. Temelde duygusal sorunlar yatmaktadır.

Bu bağlamda açıklama (explanation) ile haklı gösterme (justification) arasında farkın belirlenmesi yerinde olacaktır. Açıklama bir olaya ilişkin iken gerekçe bir eyleme ilişkindir. İki terim arasındaki fark, şeyler ve insanlar arasındaki fark gibi oldukça aynılık sergilemektedir.

Bir adam öldürme suçunda, (A), (B)’yi öldürüyor. (A) nasıl (how) ve neden (why) böyle davrandı sorulardan birincisinin yanıtı yönteme ilişkin açıklama arayışı örneğin silahla, zehirleyerek veya bıçaklama mı öldürdü? olabilir. Sonra, neden sorusunda ne aranmaktadır? (A)’nın (B)’yi öldürmesi saikleri ve nedenlerine ilişkin soru sormada en belirgin ve önemliler arasında yer alan genelde şu birkaç şeyi öğrenmek isterler:

1.       A’nın eyleminin görünürdeki amacı/nedeni,

2.       O’nun gerçek nedeni,

3.       Yetkililerin gerçek neden açıklaması,

4.       Neden hakkında uzman (örneğin psikiyatr) görüşü,

5.       Savunma avukatının neden konusundaki savı, ve

6.       Hâkimin nedene ilişkin hükmü.

Yukarıdaki nedenlerden her biri bir sav veya tahmin olabilirse de hiçbiri doğa bilimleri anlamında bir açıklama ve neden değildir. Ne var ki, böyle bir durumla karşılaşan çoğu kişiler güdüsel olarak bu nedenlerden biri veya diğerinin doğru, dışta kalanların ise yanlış olduğunu hissederler. Gerçekte, bunların her biri konuşmacının samimi inancını temsil etmesi anlamında doğru olabilir veya (A)’nın eylemsel nedenleri bekli de yalnızca kendisince bilindiğinden tümü yanlış olabilir.

Suçlunun psişik yaşamını ayrıntılı olarak belirleme gereksinmesi ise, Litz'in deyişinden yola çıkıldığın- da, hukukun suçluya adil bir şekilde uygulanması gereğini ortaya koymakta; konu büyüteç altına alındığında ise karşımıza şu sorular çıkmaktadır:4

1.       Suçluluğun ne olduğu ve suçlunun kim olduğu?

2.       Adalet /adaletsizlik duygusunun ne olduğu?

3.       Suçluya karşı ne yapılması gerektiği?

Suçlu kişiye "ne yaptınız?" şeklinde yöneltilen soru, bu eylemi niçin yaptığını belirlemek içindir. Bunun çağrıştırdığı saptamalar ise şunlardır:5

- Eylemin görünürde belli bir nedeni olup olmadığı;

- Kişinin kendisini toplumun bir ferdi olarak görüp görmediği;

- Toplum için tehlike teşkil edip etmediği;

- Eylemin sonuçlarını değerlendiremeyen kişinin tehlikelilik derecesi;

- Görünürde hiçbir saik olmadığında(motiveless), kişinin psikolojik dinamiklerinin belirlenmesi (psikiyatrik teşhis);

- Niyetin çok iyi olmasına karşın eylemin talihsizlik sonucu olup olmamasıdır.

Öte yandan, adli hatalar (miscarriages of justice) veya suçlunun hak ettiği cezadan az veya fazla cezaya mahkumiyeti kitle psikolojisi üzerinde tahripkâr etkiler yaratmaktadır. İşte bu türden kamu vicdanını rahatsız eden olguların yoğunlaşması halk katında düzene uyumda isteksizlik yaratmakta, kitleyi, protesto eylemlerine itmekte; sonuçta kamu düzeni ve sosyal uyum bozulmaktadır.

Hiç kuşkusuz, dengeli bir adalet dağılımı için, ceza sistemi psikolojiye dayalı olmak zorundadır. Ve bir suçun neden işlendiği yargılamada da kısmen yanıtlandırılabilecek bir sorudur. Ancak, burada saptanabilecek husus, insan bilincinde açığa çıkan saikler ölçüsünde bir belirleme olacaktır. Bilinç dışı6 saikler (dark motives) ise, karanlıkta kalacaktır. Bu nedenle, suçlunun tüm iyi niyetine karşın mantıklı nedenleri içeren bir açıklamayı her zaman yapabilmesi mümkün olamayacaktır. Özetle, insan davranış- ları genellikle birbirine zıt saikler sonucu oluşmaktadır. Bu oluşumda şu veya bu ruhsal durumun değil, her iki durumun da etkili olabileceği göz ardı edilmemelidir.7

Suçlunun davranışına etkili tüm nedensel gerçekler ve saikleri gündeme geldiğinde, onlar arasında ortaya çıkan tezatlıklar oldukça doğal karşılanmalıdır. Çünkü, işin tabiatı bunu gerektirmektedir. İnsan davranışları belli bir program ürünü olmakta ve programdaki belirleyiciler ile saiklerin ekseriya birbirlerine zıt olduğuna tanık olunmaktadır. İnsan aynı şahsı bilinçli sevdiği kadar bilinç dışı ona nefret de duyabilmekte veya bunun tam tersi de olabilmektedir. Kişi aşk ve nefret duyguları ikileminde adam öldürebilir. Hırsızlıkta bireyin elde edeceği maddi menfaate ilintisiz olarak, bilinç dışı haz alma duygu- sunun etkisiyle işlenebilir.8 Bu psişik durum yalnızca suçlu eylemlerin karakteristiği olmayıp, sosyal davranışlar içinde geçerlidir. Nitekim, eğitmen veya cezaevi gardiyanının birinci derece amacı (bilinçli) eğitim verme/suçluların topluma yapıcı bir birey olarak dönmelerine katkıda bulunmak ise de ikincisi, bilinç dışında diğer birini tahakküm altına alma dürtüsüne kapılma şeklinde tanımlanır. Ancak ne var ki, bu dürtü kişinin kendisine yabancı kalmaktadır. Bir cerrahın beslediği sadizmin kendisine yabancı kalması veya insanlığa hizmet kamuflajına bürünmesinde olduğu gibi. İşte, bu nedenle, bir suçlu kişinin davranışını, tüm saikleri ve içeriği, onların olası güç ve etkisi bilindiği ölçüde anlamak mümkün olacaktır.9 Ne var ki, hâkimler için bilinç dışı alanın bir cazibesi yoktur. Onlar için önemli olan belli bir olgu/eylemin bir norma/tanıma uyup uymadığının saptanmasıdır.  Bu durum onların eğitimindeki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Tıp öğrencisi ölü insanla hemen tanışırken, tüm hastalıkları öğrenmekte, klinik çalışmalarında ilaçların etkilerini gözlemekte, başkalarının hissettiklerini, acılarını ve ağrılarını öğrenmektedir. Genç doktor, çoğu şeyleri kendisi de yaşamaktadır. Hukuk öğrencisine, kavram, tanım ve kategorilere odaklanma egemen olmakta; kendisi ne cezaevinde hükümlülerle birlikte yaşamakta ne de bir süre cezaevinde gardiyanlık görevi üstlenmektedir. Hâkim/savcı adayları staj eğitim programında yer alan cezaevi evresi ise içerikten yoksun bulunmaktadır. Öte yandan, profesyonel bir ceza avukatı olmak için kapkaç/hırsızlık/dolandırıcılık/ırza geçme suçu işleyerek hürriyeti bağlayıcı ceza çekmesi düşünülemezse de kriminoloji tahsili yapanların suçlularla tanış olmadan mezun olmaları da olağan dışı değildir.10

Özetle, güvenilirlik ve geçerlilik, hukukun bilmesi gereken iki farklı kavramdır. Tıpta ve sosyal bilimlerde güvenilirlik, sonuçların tekrarlanabilirliğini ifade eder. Güvenilir bir ölçüm cihazı, her test yapıldığında tutarlı ölçümler verir ve aynı değişkeni ölçen farklı kişiler aynı değere ulaşacaktır. Geçerlilik doğruluk anlamına gelir. Bulgular, ölçülmekte olan şeyi doğru bir şekilde temsil ediyor mu?

Halk yaptıkları işi özellikle öteki kişi ve gruplara verdikleri zararı meşrulaştırmak üzere çok basit ve oldukça tutarlı gözüken savlara başvurmaktadır. Bunlar üç kategoride toplanabilir:

1.       İnsan olan “bizler” karşısında “onların” insan olmadığı;

2.       Mağdur yaratanların kendilerinin de zamanında mağdur olduğu;

3.       Onların bizler yerine kendileri için tehdit oluşturduklarıdır.

Bu savlara ilişkin olarak geliştirilen taktikler vardır. Örneğin kişiliksizleştirme (dehumanisation) taktiği, tehdit, savunma ve bazen terapi, haklı savunu ekseriya dehumanisation’a götürmektedir. Terapi (ister cezaevi isterse psikiyatrik türden olsun) genelde dehumanisation ve haklı savunuyu perdelemektedir.

Bu noktada mantıksal bir doğru da vurgulanmalıdır: iki yanlış bir doğru yaratmaz. Masum kişileri özgürlüğünden yoksun bırakmak yanlıştır. Yalnız mağdurları, hastalar; mağdurlaştıranları da psikiyatr olarak tanımlayıp, onları topluma salıvermek ve birincileri, teşhis, kurumsal bakım ve tretmanı adı altında ikincilerin kontrolüne bırakmak da yanlıştır.11 Bu alanda periyodik, özlü/etkili adli denetim devreye girmelidir.

Hukuk ve psikiyatri, ikisi de bizlerin insanlara ve insanlarla birlikte ne yaptığımıza eğilmekte; müşterek bir amaca, sosyal birlik ve dirlik ile gelişmeyi adaletli bir biçimde sağlamaya odaklanmışlardır. Kesiştikleri kavşakta ortak bir zemin oluşturulması ve iletişim kanallarının açık ve anlaşılır olması önem kazanmaktadır.  Aynı derecede önemli olan bir öğe de kavram ve tanımların dondurulmamasıdır. Aksi takdirde, cezai sorumluluğun saptanması sürecinde “bilgi”nin akıldan ayrı, psikiyatrlar tarafından ölçülebilir bir varlığı varmış yanılgısı türü idollerle yaşamak durumunda kalırız.

Kesinlik karşıtı olasılık ikileminde ise, hukuk sistemi kesinlik ister. Avukatlar ve hâkimler bilimsel gerçekleri ve istatistiksel tahminleri isterler; bunun nedeni kısmen anlaşmazlıkların çözümünün kesin kararlar verilmesini gerektirmesidir: Sanık suçlu mu yoksa suçsuz mu? Davacıya tazminat ödenmeli mi, ödenmemeli mi? Bunun tersine, klinisyenler kesinlik konusunda daha az endişe duymaktadır. Olasılıklarla ilgilenirler: Belirli bir tedavinin belirli bir hastalıkta işe yarama olasılığı nedir?

Ceza hukuku ve psikiyatride benimsenen idoller/simgelerin devamlı olarak gözden geçirilmesi bilimsel- lik gereği belirmektedir.12  Bu bağlamda şu sorulara açıklık getirilmelidir:

1.       Bilimin, ceza adaleti pratiğinde ne derece arzu edilir olduğudur?

2.       Psikiyatrların kendi dayanaklarını gözden geçirmeleri gereği ve cezai sorumluluk kararı verilmesindeki katkılarının ne ölçüde yararlı veya geçerli olduğudur?

3.       Hâkimlerin bu karar sürecine katılımlarının, biçimsellik ötesi, irdeleyici bir nitelik kazanması için ne türden hizmet-öncesi/içi eğitim programları Adalet Akademisi’nde düzenlenmelidir?

Bugün insan oğlunun evrensel suçluluğu saldırganlığa/şiddete yönelme şeklinde belirmekte; yaşamış her insanın törel tarihini “video meliora proboque”sorunu(daha iyiyi görüyor ve onaylıyorum, ancak izlediğim ise daha kötü olanıdır) özetlemekte; kişilerde fiziki boşalma öncelik kazanmış bulunmaktadır. Bu fiziki boşalma olanakları tükendiğinde herkesin herkese karşı düşmanca tavır alma durumuyla karşı karşıya kalınacağından kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Ülkeler tarihinde bu önermeyi kanıtlayan sayısız örnekler vardır. Bu açıdan bakıldığında, boğa güreşsiz bir İspanya, baseball'suz/bokssuz bir A.B.D. ve futbolsuz bir Türkiye düşünmek olanaksızdır.13 MacArthur araştırmasının belirlediği başlıca risk faktörleri arasında psikopati (şiddetin en güçlü belirleyicisi) ve akıl sağlığı teşhisi yer alıyordu. Şiddete ilişkin risk faktörleri genel olarak iki kategoriye ayrılır ve bazı açılardan klinik ve aktüeryal yaklaşımlar arasındaki ayrımı yansıtır. Statik risk faktörleri, zaman içinde değişmeyen ve aktüeryal yaklaşımlarla saptanan risk faktörleridir. Örnek olarak, daha önce yaşanan bir şiddet eyleminin öyküsüdür. Kişi bir kez şiddet eyleminde bulunduktan sonra, durumunda önemli değişiklikler olsa bile yeniden şiddet eyleminde bulunma riski daha yüksektir ve bunun olasılığı ölçülebilir. Dinamik risk faktörleri ise değişime açıktır. Bunlar genellikle niteliksel açıklamalarla en iyi şekilde iletilir. Bir örnek alkol zehirlenmesidir. Söz konusu kişinin şiddete uğrama riski düzeyi, kişinin sarhoş olup olmamasına göre değişmektedir.

Şiddet Riski Değerlendirme Kılavuzu (VRAG), aktüeryal risk faktörlerini ağırlıklandıran bir araçtır.14 Çevrimiçi olarak ücretsiz olarak mevcuttur ve risk faktörlerini uygun şekilde ele aldıklarından emin olmak isteyen, uzmanlık eğitimi olmayan klinisyenler için bir rehber olarak önerilmektedir. İşte bilinçli ve bilinçsiz saldırganlık hakkında psikiyatr ile hâkimler/avukatlar arasında anlayış birliği oluşmalıdır.

Hâkimler bir bilgisayar gibi değildir. Onların duygusal tepkileri insan olmanın gereği kaçınılmazdır.  İnsani bir süreç olarak tasarlanan adalet sisteminde hâkimler, kaçınmaya çalışsalar da belli bir miktar duygulardan etkilenmektedirler. Bu basit gerçeği yadsımamak gerekir.

Ceza adaleti sisteminin en belirgin niteliklerinden biri, sürecin çoğunlukla insanlar-tanıklar, dedektifler, şüpheliler, avukatlar ve hâkimlerle-yürütülmekte olmasıdır. Sistemin tekerlekleri bu aktörlerin akli faaliyetleri ile dönmektedir: Hafızaları, tanımaları, değerlendirmeleri, çıkarımları, sosyal etkiler ve kararlar; işte bunların tümü ahlaki yargılar, duygular ve motivasyonlarla ilişkilidir.  Cezai hükümler, bu süreçte yer alan kişilerin akli faaliyetler birleşim sonucundan daha iyi olamaz. Bu nedenle, ceza adaleti sistemini işleyişinin tecrübi psikoloji açısından irdelenmesi gereklidir.  

Gerçekten de sosyal medyanın kamuoyunu şekillendirme gücü var ve bazen cezai adalet sistemine müdahale edebiliyor.

 " Toplumsal olarak mahkûm edilen her kişinin mutlaka yasal olarak suçlu olması gerekmez."

Öte yandan, ceza işleri açısından bir gereklilik ifadesi olan psikoloji/psikiyatrının, hukuk işleri açısından da özellikle medeni hukuk(ehliyet, evlenme, butlan ve boşanma, vasiyet, kayyımlık) ve borçlar hukukuna  (ikrah, haksız fiiller, sözleşme ve edimlere) işlevsel katkısına gereksinme duyulmaktadır.14 Bu gereksinmeleri karşılamak, insan kişiliğinin statik bir kategori olmak yerine bölünmez bir bütünlük içinde hareket  ve değişim içinde olduğu hâkimler/savcılar/avukatlarca paylaşılmalı; psikiyatrik kavramlar ve tanımların, yukarda belirtildiği üzere, onlarca anlaşılır olması üzerinde özenle durulmalı- dır.15 Adalet psikolojisi, tanımlanabilir bir ön bilgi ile mahkemelere, taraflara, cezaevi ve akıl hastaneleri adli servislerine; idari, adli ve yasama meclisi kurumlarına açıkça psiko-legal sorunlar hakkında adli kapasitede doğrudan yardıma yönelik profesyonel davranışın her biçimi anlamına gelmektedir.16

Psikoloji bir bilim olarak ispat seviyesi, normal dağılıma dayanmalıdır. Görgül araştırmalar, istatistik sonuçları yorumlanabilir nitelikte sunmalı; seviyesi açısından .05 olasılık derecesinde olmalıdır. Araştırmacılar, sonucun konu edilen değişkenlere ilişkisinin % 95 olmasından- şans eseri olmadığından-emin olmalıdırlar. Mahkemede seviyesi (hukuk/cezaya göre) değişen çeşitli ispat standartları vardır. İspat seviyesi, hukuki sorunlara ve hangi tarafın ispatla yükümlü olmasına dayalı bulunmaktadır. Yalnız uzman tanık olan adli psikologlara psikolojik kesinliğe makul ölçüde erişip erişmedikleri sorulmaktadır. Bu seviye .05 seviyesinde olmadığı gibi öteki kanıt seviyelerine de ilişkin değildir. Bilirkişi görüşünün dayanağı olan verileri sergilemelidir. Bu bağlamda uzman görüşün dayandığı bilgilere göre nedenleri yer alırken, seçenek görüşlerin neden dışlandığı da açıklanmalıdır.

Adli psikolog tarafından müvekkil hakkında hazırlanan değerlendirme ekseriya psikolojik değişkenlerle ilgili hukuki sorunlar arasındaki ilişkinin nitelendirilmesini içerecektir: Örneğin, adli psikoloğun suç öncesi olası nedensel değişkenler hakkındaki görüşünün ne olduğudur? Bulgular açıkça iletilmeli ve ulusal ve uluslararası düzeyde kabul gören enstrümanları ve normları içermek üzere standart psikolojik uygulamayı yansıtmalıdır. Raporda ayrıca psikoloğun vardığı sonuçlar ile uyumlu ampirik araştırmaya da yer verilmelidir. Adli psikolog vardığı sonuçları mantıki olarak da savunabilmeli; kullandıkları dil hâkim ve avukat gibi psikolog olmayanlarca da anlaşılır olmalıdır.

Hukuk sisteminde yer alan eyleyicilerden, kendileri için ampirik, harcıâlem psikolojiyi (folk psychology) yeterli görenler görevlerini hemen terk etmelidirler.  Hiçbir meslek, teori ve pratik olmak üzere, bu derece yoğun bilimsel nitelikli psikoloji eğitimi gerektirmediği gibi, hiçbir meslekte böyle zorlu ve sorumlu şekilde problem çözmekle karşı karşıya kalmamaktadır. Paradoksal bir anlatımla, bir ceza avukatı için hukuk bilgisini göz ardı etmek psikolojiyi göz ardı etmekten daha kolay olabilecektir.17

Psikiyatristlerin ve diğer tıp profesyonellerinin, ruh sağlığı ve yargı sistemlerinin kesişiminde ortaya çıkan karmaşık yasal ve etik sorunlarla yüzleşmelerine yardımcı olacak öğretiye ihtiyacın bilinci ile araştırmalara olan gereksinme gün geçtikçe artmaktadır.

Alışkanlıklar

Alışkanlık, psikolojide, çok az düşünce gerektiren veya hiç gerektirmeyen ve doğuştan ziyade öğrenilen ve düzenli olarak tekrarlanan herhangi bir davranıştır. Beslenme ve uyumadan, düşünme ve tepki vermeye kadar her türlü aktivitenin parçası olabilecek bir alışkanlık, pekiştirme ve tekrar yoluyla geliştirilir. Her gün yaptığımız davranışların % 40’ı alışkanlık ürünüdür. Pennsylvania Üniversitesi'nden davranış bilimcisi Katy Milkman, alışkanlıklar kısayollar gibidir; hızlı ve düşünmeden yapabildiğimiz şeylerdir çünkü bunları o kadar sık ​​yaptık ki otomatik hale geldiler, diyor.

Toplumsal koşullanmalar, duygusal boşluklar ve algı yanılgıları bizi istediğimiz ve istemediğimiz alışkanlıkların sahibi yapıyor. Mutlu olma iç güdüsüyle, tatmin noktasını belli alışkanlıklara hapsetmek bizi kaçınılmaz davranış şekillerine mahkûm ediyor.

“Önce biz alışkanlıklarımızı oluştururuz, sonra da alışkanlıklarımız bizi oluşturur.” John Dryden  “Alışkanlıkları değiştirmek zordur.” Oldukça klişe olan bu söylemin doğruluğundan kimsenin şüphesi yok, fakat aklımızdan çıkarmamamız gereken şey, zorun imkânsız demek olmadığıdır. Hepimizin iyi ya da kötü birçok alışkanlığı var ve bu alışkanlıklar evimiz gibidir. Birçoğunu aynı anda, apar topar değiştirmek istediğimizde kendimizi rahatsız, yerimizden yurdumuzdan olmuş gibi hissediyoruz ve bu çok normal. Bu yüzden, alışkanlıklarda ufak değişiklikler yaparak işe başlamak ve gelinen bu yeni noktayı “normal” olarak içselleştirdikçe yola devam etmek gerekiyor.

Alışkanlık döngüsü (habit loop), herhangi bir alışkanlığı yöneten nörolojik bir döngüdür. Alışkanlık döngüsü üç unsurdan oluşur: Bir ipucu, bir rutin ve bir ödül. Bu unsurları anlamak, kötü alışkanlıkların nasıl değiştirileceğini veya daha iyi alışkanlıkların nasıl oluşturulacağını anlamaya yardımcı olabilir.

İp uçları               Rutinler                          Ödüller

-Duygular            -Fiziki                           -Yiyecekler

-Objeler,              -Akli                              -İçkiler

-Bir koku            - Duygusal davranışlar  -Fiziki duygular

-Bazı kişiler                                               -Duygulanma

Ödüller, beyne bu alışkanlığı hatırlamanın kayda değer olduğunu vurgulamaktadır. Şu da bilinmelidir ki, alışkanlıklar gerçekte asla buharlaşmazlar! Yalnız, bir alışkanlık başka bir şeye yönlendirilebilir. Örneğin nikotin bağımlısı fiziki eksersizlere yönelebilir. Bu bağlamda önemli olan irade gücüdür-lokum testi. İkinci bir hususta, beyin iyi ve kötü alışkanlıklar arasındaki farkı ayırt edemez.

Gün içerisinde düşünmeden ve bir patern/kalıp içerisinde yaptığınız hareketlerimiz vardır:

- Kahvaltıda iki şekerli çay içmektir.

- Televizyon izlerken/parklarda gezerken çekirdek çıtlatmaktır.

- Sandalyenizde oturma biçiminizdir.

- Asansörü kullanmaktır.

- Yatmadan diş fırçalamaktır.

Davranışlarınızın % 40-50’sini alışkanlıklarınız oluşturur. Bugün bir şeyi yapıyorsanız yüksek ihtimalle dün de yaptınız demektir. Eski alışkanlıklar zor ölür/buharlaşır (Old habits die hard): Alışmış insan kudurmuştan beterdir.

Yalnız alışkanlıkları değiştirmenin mümkün olduğu bilinmektedir. Beyin yeniden programlanabiliyor. Yapılması gerekenin, inanmak ve bunu bilerek ve isteyerek yapıyor olmaktır. Değişim, kişi başka insanlar arasında iken oluşmakta; şirketler, organizasyonlar ve toplumlar da değişebilmektedir. Özetle, insan değişime açık ise de değişmesi zor olan bir varlıktır.

İyi hâkimler belirli zihinsel alışkanlıklar geliştirirler. Bu zihinsel alışkanlıklardan biri de, her şey düşünülene kadar sonuca varmayı erteleme alışkanlığıdır.

Ruh sağlığı: Bir hâkimin psikolojik yeterlilikleri ne zaman değerlendirilmelidir?

 

Yargıda Stres

Toplumda kişilere özgü dört sorunla karşılaşmaktayız:

- Dikkat dağılması(distractibility)- “Dolaşan zihin mutsuz bir zihindir." 

- Yalnızlık- Fiziki sağlığımızı etkilemekte;

- Olumsuz self-talk ve depresyon; ve

- Yaşamda anlam ve amaç yoksunluğu/kaybı.

Yargı mensupları için de geçerli olan bu dört sorundan her biri aklımızı ve beynimizi etkilemektedir. Sağlıklı akıl için dört temel sütun gereklidir: Birincisi farkındalık (awareness) olup; dikkatlerimize odaklamak ve dikkat dağılmasına direnç göstermek; bu aynı zamanda meta-bilinçlenmeyi (meta-awareness), aklımızın ne yaptığını bilmek anlamına gelmektedir. İkincisi ise, ilişki (connection) kurmak; üçüncüsü iç görü (insight) sahibi olmak; dördüncüsü de yaşamda “amaç” (purpose) edinmektir.

Yargıda duruşma hâkiminin mantığını (1) ilgili kanıtların ayıklanması ve (2) uygulanacak kuralların seçimi oluşturmaktadır. Kanıt açısından hâkim de tanıkların tanığı işlevini görmektedir. Bu bağlamda, dikkatsizlik veya diğer etmenler veya gözlemlerin hatalı olarak derlenmesi sonucu tanık ifadelerinin iyi algılanmaması davanın olgusal belirlemesini etkilemektedir. Daha da önemlisi, hâkimin belli bir tanığa olan tepkisi veya bilinç altı eğilimi de (örneğin etnik gruplara karşı olması ve klişe tipler) işlev görmektedir.

Dışarıdan bakanların genellikle fark edemediği şey, tüm hâkimlerin karşılaştığı yüksek düzeyde sorumluluk, ağır iş yükü ve çeşitli faktörlerin neden olduğu sürekli strese maruz kalmadır. Bu nedenle, psikolojik yeterlilikler ve strese dayanıklılık, hâkimlerin seçilmesi ve atanmasında test edilen ve dikkate alınan faktörler arasındadır. Hâkimler, duygu düzenlemenin işlerinin zor ve kabul edilmeyen bir parçası olduğunu ve resmi eğitim eksikliği duydukları bir alan olduğunu belirtmektedirler. Mahkeme salonu genellikle duygusal açıdan da yüklü bir ortamdır ve hâkimlerin dikkate alması gereken kendi duygularından daha fazlası vardır.18 Mahkeme davaları sıklıkla güçlü duygular uyandırır; örneğin çocuk istismarı davaları veya diğer şiddet içeren suçlarla ilgili ifadeler yer aldığında ortaya çıkan tablo böyledir. Hatta bazı hâkimler bu tür duygusal içeriğe maruz kalmanın bir sonucu olarak travmatik stres bile yaşayabilirler.

Geçtiğimiz yıllarda ve özellikle de son beş yılda, birden fazla ülkeden yapılan ampirik araştırmalar, yargı görevlilerinin işleriyle (özellikle yoğun iş yükü ile) bağlantılı olarak yüksek düzeyde stresle karşı karşıya kaldıklarını ortaya koymuştur. Kuşkusuz, yargı görevlilerinin bildirdiği sıkıntı düzeylerine eşlik eden algı ve deneyimleri daha iyi anlamak için nitel araştırmalara ihtiyaç vardır. Temel stres faktörlerinin iş yükünü içerdiğini ortaya koyuyor. Adli iş yükü ve iş tatmini üzerine ulusal düzeyde sosyolojik bir çalışma yapılamaz mı? Hâkimler ve hâkimler rolleri kapsamında stresi nasıl yaşıyor ve yönetiyorlar? Stresin yargı görevlilerinin sağlığı ve mesleki işleyişi üzerindeki etkisi ile stres yönetimi stratejileri ve sistemik çözümlere ilişkin düşünceleri hakkında veri toplamaya yönelik çeşitli çalışmalar da düşünülemez mi? 19

Hukuk Zihniyeti

Psikolojide yapılan araştırmalar, hukuk mesleği üyelerinin değişime karşı direncinin arkasında bir neden olabileceğini öne sürüyor: Birçoğu gelişen bir zihniyet yerine sabit bir zihniyete sahip olabilir. Sabit bir zihniyet, kişinin başarısının çabadan çok içsel zekaya dayandığı inancıdır.  Psikolog Prof. Carol Dweck'e göre, bu zihniyete sahip kişiler, süreçte öğrenme olmasa bile akıllı görünmeye odaklanan "performans hedefleri" doğrultusunda çalışırlar.  Değişime dirençli olmak nispeten evrensel olsa da hukuk mesleği özellikle dirençli olmuştur. 

Bu direnci kırmak üzere hem akademik hem de uygulayıcı gruplar arasındaki hukuk (ve hukuk sistemleri) ve psikoloji arasındaki ara yüzün (interface) anlaşılmasını teşvik etmek   ve daha sonra hukuk öğrencilerine ve uygulayıcılara bu konularda eğitim sağlamak üzere programlar geliştirilmelidir. Bu iş birliği, bir taraftan, bilimsel, tıbbi ve psikolojik topluluklara bilgi sağlamalı; öte yandan Barolara, hukuk fakültesi ile adalet akademisi öğrencilerine ve yasal topluluklar ve ayrıca halka, güncel araştırmalar hakkında bilgi verilmelidir. Avukatların zihniyet yapısı bakımından kapsamlı ders "ahlaki pusulanın doğru yerde tutulmasıdır ". Kuşkusuz, kişinin kim olduğu ile kim olmak istediğin arasında büyük olasılıkla bir boşluk vardır. Bu boşluğu doldurmanın yolu, başarılı olmak için gerekli olan beceri gereklerini ve zihniyeti geliştirmektir. Kaslar ancak yorucu egzersizlerle gelişmekte ve büyümekte- dir. Zihin de bu şekilde çalışmaktadır. Kendinizi stres altına alın ve kendinizi büyümeye zorlayın. Kendinizi, yapabileceğinizi düşündüğünüz şeyin sınırlarına kadar itin ve ardından daha fazla zorlayın. Bu titizlik, gelişen bir zihniyete sahip olmak için gerekli olan şeydir ve başarılı bir hukukçu olmak için büyüme zihniyetidir. Bu konudaki belirgin saptamalar da şunlardır:

- Hukuk mesleği, 'yetersiz beceriler ve modası geçmiş zihniyetler' ile başa çıkmalıdır.

- Yeni zorlukları ve riskleriyle yeni hukuk ekonomisi, yeni zihniyetler, stratejiler ve beceriler gerektirir. Yenilik yapmak için zihniyetinizi değiştirebilmelisiniz. Aynı eski yöntemle iş yapmak artık başarısızlığın reçetesidir. Tıpkı "bugün herhangi bir kariyer gibi, hukuk mesleği" de bu "sürekli değişen dünyaya uyum sağlamalıdır ". Bu nedenle, deneyimli hâkimler, avukatlar ve hukuk fakültesini yeni bitirenler yeni düşünme ve yeni beceriler öğrenmenin yollarına açık olmalıdır, kısacası, stratejik bir zihniyetten, büyüme zihniyetine (yaşam boyu öğrenmeyi kapsayan), müşteri odaklı (tüketici perspektifli) bir zihniyete, yenilikçi ve süreç bilinçli bir zihniyete; teknoloji ve dijital dostu bir zihniyete kadar geleceğe hazır zihniyetleri yeniden şekillendirmek ve benimsemek öngörülmelidir.

- Bu doğrultuda onlarca yıldır gelişmemiş olan hukuk eğitim sistemi ele alınarak, teknoloji ve hukukun iş dünyası; veri analizi, kodlama, istatistik ve pazarlama becerileri gibi değişen bu ortamda avukatların başarılı olması için gereken yeterlilikler kazandırıcı programlar kazandırıl- malıdır.21

"Thinking is difficult, that's why most people judge."

"Düşünmek zordur, bu yüzden çoğu insan yargılar."

Suçlu Zihniyeti

Gerçekte, kişilerin hukuka uyarlı davranış sergilemelerinde cezai yaptırım tehdidinin rolü az; buna karşın (1) hukuka karşı geldiklerinde bulundukları sosyal grubun tepkisi ile (2) kişilerin kendilerini doğru şey yapmak isteyen ahlaki birer varlık olarak görmelerinin etkisi ise daha fazladır.

Ceza yasası, ahlak ile teolojik yaptırımlı ahlak biçimleri ile karşılaştırıldığında önemsiz bir yasaklama motoru olarak ele alınabilir. Ülkedeki yasa korkusu ile kaçınılan bir eyleme karşılık ahlaki bir yaptırım olarak komşularca ayıplanma korkusu; dinsel bir yaptırım olarak öteki dünyada cezalandırma korkusu veya bu ikisinin bileşkesi olan vicdan duygusuyla sayısız eylemlerden kaçınan pek çok insan vardır.

Vatandaş olarak sosyal/legal normlara uyumunu sağlayıcı motivasyonları yakalamak (nudge teorisi) açısından Thaler’in “nudge” teorisi önemlidir: Bu teori karar alma psikolojisinde hafifçe dürtmek/ itmek/sarsmak/ güdülendirmenin etkisine işaret etmektedir. “Nudge” yapmayı düşündüğünüz davranışı çevrenizdeki en ufak bir iti/şey/vasıfla değiştiren bir olgu; yapacağınız seçimi etkileyici bir nesnedir. Örneğin gittiğin bir kafeteryada yemeklerin sıralanış biçimi bile seçeceğiniz yemeği etkilemektedir. Kuşkusuz, kişilere biraz seçim olanağı tanınmalıdır. Aksi takdirde “big brother” yaklaşımı egemen olur. Burada söz konusu olan vatandaşları gözetleyici bir zihniyeti temel almak yerine vatandaşları sosyal kurallara uyum için olabildiğince motive etmektir. Bu bağlamda kitle ruhu göz ardı edilemez bir olgudur:

- Kini yüksek psikolojik kitle olgusu- Kitle ruhunu en güzel anlatan sosyolog Gustav Le Bon, Kitlenin aklı yoktur, diyor. Kalabalık haline gelmiş olmaları onlara bir tür kolektif ruh aşılar. Bu ruh onları, tek başına bulunduklarında, düşüncelerden ve yapacaklarından tamamen başka hissettirmekte, düşündürmekte ve yaptırmaktadır.

- Kitleler, kolaylıkla cellat, fakat aynı kolaylıkla ulvi bir dava uğruna da şehit olabilirler-15 Temmuz 2016.

Sonuç

Sorunlar insan davranışından kaynaklandığından, psikoloji/psikiyatri bilgisi sorunlara çözümde yardımcı olmaktadır. Öte yandan, akıl sağlığının vücut sağlığı üzerindeki etkileri göz önüne alınarak insanın psikolojik iç görüleri, kişisel ve profesyonel ilişki ve faaliyetlerinde yardımcı olmaktadır. Hukuk ve psikoloji, ikisi de bizlerin insanlara ve insanlarla birlikte ne yaptığımıza eğilmekte; müşterek bir amaca, sosyal birlik ve dirlik ile gelişmeyi adaletli bir biçimde sağlamaya odaklanmışlardır. Kesiştikleri kavşakta ortak bir zemin oluşturulması ve iletişim kanallarının açık ve anlaşılır olması önem kazanmaktadır.

Ceza işleri açısından bir gereklilik ifadesi olan  psikoloji/ psikiyatrının, hukuk işleri açısından da özellikle medeni hukuk(ehliyet, evlenme, butlan ve boşanma, vasiyet, kayyımlık) ve borçlar hukukuna  (ikrah, haksız fiiller, sözleşme ve edimlere ilişkin) işlevsel katkısına gereksinme duyulmaktadır.

Kuşkusuz, adli sistemin kalitesi, hâkimlerin aldığı kararların kalitesine dayalıdır. Ehil ve kendini mesleğe adamış hâkimler de zaman zaman hata yapabilirler. Yalnız halkın beklentisi bu tür hataların sistematik hale gelmemesidir. Ne var ki bu beklenti gerçekçi değildir. Hâkimler ne kadar tecrübeli, iyi eğitilmiş ve oldukça motive edilmiş olurlarsa olsunlar, algısal illüzyon (zihniyet kalıpları, önyargılar v.s.) kurbanı olabilirler.  Kişinin davranışı, içinde bulunduğu akli durumu/bağlamı ile açıklanmaktadır. Yalnız algısal yanılma da göz önüne alınmalıdır. Şimdi masaya üç bardak koyarak, birincisine buzlu su, ikincisine sıcak su ve üçüncüsüne de ılık su ile doldurunuz. Şimdi sol elini birinci, sağ elini ikinci bardağa koyup bir dakika kadar bekledikten sonra her iki elinizi de üçüncü bardağa koyduğunuzda, sol elinizde ılık bir duygu, sağ elinizde ise serinlik hissedeceksiniz. Bu garipsenecek algısal anomali neye işaret etmektedir? İşte bu yoğunluk algılamaların uyarıcı mutlak gücüne dayanmayıp, onun göreceli gücüne dayanmaktadır. Diğer bir deyişle, algısal deneyim, onun bağlamından etkilenmektedir. Araştırmalar, bizlerin algısal deneyiminde doğru olanın, yargılar ve kararlarımızda da genel olarak doğru olduğunu göstermektedir. Kuşkusuz, algı insan davranışında merkezi bir konumdadır. Psikologlar, insanların gerçeklik ile etkileşim içinde olmak yerine realitenin kendilerince algılananı ile etkileşim içinde olduklarını ileri sürmektedir.  İçinde yaşadığımız dünyada olayları ve dinamikleri bizler bir bakıma inşa etmekteyiz. Aynı içeriği deneyimleyen insanlar bir süre sonra bunu farklı şekilde hatırlamakta veya kitle iletişim aracının yanlı olduğu konusunda yanlış teoriler benimseyebilmekte ve kendilerini temelsiz kuşkuculuğa yöneltebilmektedirler.

Hiç kuşkusuz, psikologlar ile hâkimler arasında sembolik bir etkileşim oluşturulmalı; psikologların hâkimlere neler sunabilecekleri konusu aydınlığa kavuşmalıdır.  Bu durumu realize etmenin en çıkar yolu ceza adaletinde varlık göstermeye başlayan psikoloji aktörlerinin seçkin ve adliyenin en temel öğesi olarak görülmesidir. Bu aktörler uzman kişi olarak en erken bir evrede sürece dahil edilerek katkılarının sağlanması yeğlenmelidir.

Adli psikologların salt uzman olmaları yeterli olmayıp, uzmanlığını şifahi veya yazılı olarak mahkemeye sunmada yetkin olmaları gereklidir. Nice hocalar var ki, öğrenciye mesaj veremez. Sonuç: İyi muayene, iyi raporlama söz konusu olmalıdır.23

Türkiye’de hâkimlerle önyargı konusunda yapılan görüşmeleri ve gözlemleri içeren hiçbir araştırma yoktur. İlk derece mahkemeleri ile üst mahkemeler bu kanıtı istediklerinde, kapılarını akademik incelemeye açabilirler. Böyle bir çalışmanın olmaması, kuşkusuz, çok şey anlatıyor.

Adli davranış ve kararlardaki önyargıyı nasıl azaltabiliriz? İlk adım, var olduğunu kabul etmek olabilir.

Önyargınızı tanımak, yokmuş gibi davranmaktan daha iyidir.

Hâkimler, hiçbir zaman kendisinin veya başkalarının duygu ve hislerinin farkında olma konusunda resmi olarak eğitilmedi. Öğretilen gerçeklere bakmaları, kanunları incelemeleri ve sonuçlar geliştirmeleridir. Ancak başkalarıyla ilişki kurabilmek, hâkimlerin kariyerlerinin her alanında ihtiyaç duydukları önemli bir özelliktir. Hâkimlerin başkalarının duygularını anlayabilmeleri ve zaman zaman kendilerini onların yerine koyabilmeleri gerekir. Hâkimler, kızgın, hüsrana uğramış ve stresli kişilerle nasıl çalışılacağını öğrenmelidirler. Yüksek stresli zamanlarda duyguların nasıl yönetileceğini öğrenmek, hâkimin başarısı için çok önemlidir.

Bizlere kalan büyük bir kültürel miras ise, iyi bir hâkimin duygudan yoksun olduğu inancıdır. Burada kenara atılması gereken duygu değil, inançtır. İhtiyacımız olan yeni bir ideal ise duygusal zekalı hâkimdir. Duygusal zekaya sahip hâkim, kendinin farkındadır ve duyguları hakkında tutarlı bir şekilde düşünebilir ve onların ifadesi kontrolü altındadır.

Hâkimlerin ilk işi karar vermek olmayıp, dinlemektir. Karar verme sürecin en sonunda yer almaktadır. Davayı kaybeden tarafları dikkatlice dinlediğimizde ve kendilerine dinlediğimizi de gösterdiğimizde ve özellikle kendilerine, avukatlarına ve uzun dönemde taraflara doğrudan açıklamalar yaptığımızda kararlarımızı rahatlıkça kabulleneceklerdir. İşte bu nedenle, iyi ve adil bir yargılamanın ekseriya iyi dinlemeyle yol alabileceği göz önüne alınmalıdır. Yalnız ortalama bir hâkim dinleme yetenekleri geliştirmek için ne kadar eğitim alıyor sorusuna verilecek yanıt “hiç” olacaktır. Bunun karşıtı olarak okuma ve algılama konusu tüm öğretim ve eğitim sürecinde işlenmektedir. Yargı ajanları dinleme yetenekleri konusunda eğitim almadıkları gibi dinlediklerini algılama testlerinden de geçmemektedirler.

Bir hâkimin kendi tarafsızlığını değerlendirmesi zor olabilir. Bu konuda yer alan ilginç sorulardan birincisi, insanın kendi yanlılıklarını saptamaya özgü sınırlamalarıdır. Psikologlar, kişilerin nesnellik illüzyonu yaşadıklarını belirttiler: İnsanlar objektif olduklarına inanırlar; kendilerini diğerlerinden daha ahlaki ve adil olduklarını görürler ve tarafgirliğe karşı kör nokta edinerek kendileri yerine başkalarını tarafgirlik içinde görme eğilimdedirler.24

Ne var ki, tanıkların düşünce süreçlerine etkileri bakımından rasyonel olmayan faktörlerin etkilerine duyarlılık gösteren hâkimler ve avukatlar, aynı faktörlerin hâkimlerin düşünce süreçlerine etkisi söz konusu olduğunda sükût etmektedirler. İşte katı bir şekilde sürdürülen hukuk eğitiminde “ideal hâkim” tipi illüzyonundan sıyrılmak; hâkimlerin de yanılabilir yaratıklar olduğunu kabullenmek en rasyonel bir seçenek olacaktır. Normal insanlar gibi hâkimlerin de muhakemelerini etkileyen eğilimleri, önyargıları ve dikkat koşulları olduğunu görmeye ihtiyacımız vardır.25

Yargı sisteminin tüketicileri hâkimlerden tarafsız bir şekilde, bir dizi uygunsuz ve kabul edilemez siyasi, mali ve kişisel etkilerden uzak olarak karar vermelerini beklemektedir.  Yalnızca tarafsız bir şekilde karar vermeleri değil, aynı zamanda kararlarını tarafsız bir şekilde verdiklerinin görülmesi gerekmektedir.26

Yargının kurumsal saygınlığının (yargılama meşruiyetinin) onarılmasının tek yolu/yöntemi, “Hâkimin aslında yaptığı işe” bu işi ne kapsamda ve kalitede yaptığını ve işin tüm aktörlerce (meslektaşları, avukatlar, kolluk görevlileri ve hatta yargılanan hükümlülerce) nasıl değerlendirildiğine bakılmalıdır. Kalite, bilgi, uygulama ve (doğuştan) yeteneğin fonksiyonudur (K= f (B, U, Y).  Dikkat edildiği üzere parantez içindeki harfler gittikçe küçülmektedir. Önemli olan sizin bildiğinizdir.27

Nörolojinin pazarı hukuk olup, adalet psikoloji de bundan yararlanmaktadır.

 

“En zorlu zafer insanın kendi üzerinde kazandığı zafer olduğundan, arzularına gem vurabilen kişiyi, düşmanlarını yenen kişiden daha cesur sayarım.”  Aristotle

 

 

Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel

---------------

1 “Ceza hukuku 1960’lı ve 1970’lı yıllardaki ceza hukuku reform kanunlarıyla, daha çok fiille ilişkilendirilmiş bir kefaret (öç) ceza hukukundan özel önleme unsurlarıyla birlikte bir kusur ceza hukukuna yönelik olarak çok açık bir terminolojik değişiklik yaşamıştır.” H-L.Schreiber. “Hukuksal ve Psikiyatrik Kategoriler Arasında Adli Rapor” Tıp ve Ceza Hukuku (Seçkin Yayınevi) Ank., 2004, s.11. Psychology and Law ın Europe-When West Meets East, Taylor-Francis, Edited by  Pär Anders Granhag, Ray Bull Alla Shaboltas, Elen Dozortseva, 2017.

2 K.T. Strongman. The Psychology of Emotion, 5. bası, Wiley, 2003. “İnsan duygusunun her şeyin ölçüsü olduğu savı yanlış bir yaklaşımdır. Aksine aklın tüm algıları ve duygular, evrenin ölçüsüne değil, bireyin ölçüsüne göredir. İnsanın anlayışı bir panayır aynası gibidir; şeylerin doğası insanın kendi doğasını işin içine katarak çarpıtılmakta, renksizleştirilmektedir. Herkesin kendine özgü bir mağarası veya sığınağı var ve büyük bir dünya yerine kendine özgü dünya verileriyle ışığı kırmakta ve renksizleştirmektedir.” (Fransis Bacon). Ayrıca bkz. Experiment with People:Revelations From Social Psychology(Ed. R.P.Abelson, K.P.Frey ve A.P.Gregg) Lawrence Earlbaum, London, 2004.

3 Sürecin otomatikleşmesi, a) Kişinin bilgisi dışında, b) Kişinin niyetinden yoksunluk, c) Kişinin etkin bir şekilde akli kapasitesini gerektirmemesi, d) Oluşumu itibariyle önlenmesi veya durdurulmasının zor olması hallerinde söz konudur. Bir sürecin otomatik olması için bu dört ölçütün birlikteliği gerekli olmayıp, bir veya fazlası olduğunda süreç nispeten otomatik nitelendirilmektedir.

4 R.S.Lazarus. Stress and Emotions. New York:Springer-Verlag, 1999.

4 F. Alexander and H. Staub.The Criminal, The Judge and the Public, Collier Books, New York, 1962, pp.21-22. J. Frank, hâkimlerin kişiliğine odaklandı; hâkimlerin kendi önyargılarının, antipatilerinin ve benzerlerinin kesinlikle farkına varabilmeleri için "mevcut en iyi psikoloji yöntemlerinde" eğitilmesi gerektiğini savundu ... Bkz. J.Frank. Law and the Modern Mind, 1949. 

5 Saik(motivation) düşünce ve eylemlerinin nedenlerine odaklanmadır. Saikler insan davranışına enerji veren, yönlendiren ve devamlılık sağlayan (açlık, susuzluk, seks ve merakı içeren) özel türde bir nedendir. Kelime olarak Latince hareket anlamındaki movere’den gelmektedir. Bkz. D. Laming. Understanding Human Motivation, Blackwell Publishing, 2004.

6 Bilinç insanın gerek şahsından ve gerekse çevresinden haberdar olma ve iki ortam arasında bağlantı kurabilme olgusudur. Karanlık bir oda da mum ışığının olduğu alan bilinçli alan; odadaki eşyaların güçlükle seçilebildiği alan yarı bilinçli ve karanlıkta kalan alan ise bilinçsiz alandır. Bilinçsizliğin de farklı durumları vardır: Uykuda olmak, (trafik kazası sonucu) beyin sarsıntısı geçirmek, (ameliyat hazırlığı için) anestezi almak (fazlaca alınan ilaçla) koma halidir. Farklı insanlar zorunlu olarak aynı bilinç durumunu yaşamazlar-farklı bilinç durumları mümkündür. Ayrıca bilinç için bkz. A. Moseley. A’dan Z’ye Felsefe (Ter.A.Süha), NTV,3.bası, 2011, ss.53-55; Kaku, M.”Bilincin Değişen Durumları” Zihnin Geleceği, ODTÜ Yayıncılık, 5.basım, 2017, ss.230-251.

7 İkili duygu için Bkz. A. Songar. Psikiyatri, İst., 1977, s.152.

8 Aristoteles: “Servet eşitliğinin, hiç kimsenin soğuk ya da açlık yüzünden giyecek ya da yiyecek çalmak zorunda kalmamasını sağlamakla, bu gibi suçları önlemek için yeterli bir çare olacağına inanılır. Fakat insanların mülkiyete karşı işledikleri suçların tek nedeni, yaşamın zorunlu gereksinmelerini karşılamak değildir. Ayrıca, öteden beri kıskandıkları şeyleri de elde etmek isterler; tutkuları salt gereklilikleri aşarsa, doyumun yolunu suç işlemekte ararlar.  Bu da tek dürtü değildir; insanlar acı getirmeyen hazların tadını çıkarmak da isterler.” Politika, Remzi kitapevi, 3.bası İst., 1990, s.46.

9 F.Alexander and H.Staub. age. pp.45-46; N.Varol ve Ş.Varol. "Yargı Mensuplarının Adli Tıp Kurumu Dışında Adli Tıp Uzmanlık Alanından Yararlanma Gücünün Tespiti" 7. Ulu- sal Adli   Günleri (1-5 Kasım 1993 Antalya) Poster Sunuları, İst.,1994, ss.235-240; adli tıp bilirkişisi güvenirlik testi için bkz. Daubert v.Merrell Dow Pharmaceutical Inc. 1993-ABD Yüksek Mahkemesi (Supreme Court).

10 N. Walker. A man without loyalties-A penologist’s afterthoughts, Chichester: Barry Rose Law Publishers, 2000, p.100.

11 Bkz. G.Vassaf. “Akıl Hastası Denen Kişi Bir Birey” Güncel Hukuk, Mart 2013, s.38.

12 Arjantinli şair ve roman yazarı Adolfo Bioy Casares, “mutluluğu” şöyle karikatürize etmiştir: “Tarihte üç evreden söz etmek kayda değer bir nitelik sergilemektedir: İnsan mutluluğunun Tanrı’ya dayalı olduğuna inandığında, dini nedenlerle öldürdü. Mutluluğun hükümet biçimine dayandığına inandığında, siyasi nedenlerle öldürdü. Oldukça uzun süre devam eden rüyalar, gerçek korkulu rüyalar sonrası tarihin bugünkü evresine vardık.  İnsanlık uyanarak her zaman bildiği şeyi, mutluluğun sağlıklı olmaya dayandığını, keşfetti ve şimdi de terapötik nedenlerle öldürmeye başladı.” A.B. Casares. “Plans for an escape to Carmelo” New York Review of Book, April 10, 1986, s.7.

13 Bkz.G. Marvın. "İspanyol Boğa Güreşinde Şeref, Haysiyet ve Şiddet Sorunu" Antropolojik Açıdan Şiddet, Ayrıntı İnceleme, ss.148-167. Ayrıca bkz. A.Buchanan, R. Binder, M.Norko,M. Swartz. Resource document on psychiatric violence risk assessment. FOCUS. 2015;13(4):490–8.

14 GT Harris, ME Rice, VL Quinsey. “Violent recidivism of mentally disordered offenders: the development of a statistical prediction instrument”. Criminal Justice Behavior (CJB)1993;20:315–35.

14 Bkz. A. Güzel. “Adli Psikiyatri” Güncel Hukuk 2011/2-86, ss.8-10. Psikiyatristler, suçun tıbbi, psikolojik ya da yarı tıbbi tekniklerle iyileştirilebileceği şeklindeki hatalı varsayımla cezaevi çalışmalarına katılmamalı; yalnızca, hasta insanların olduğu her yerde tıp mesleğinin de onlarla ilgilenmesi gerektiğine dair açık bir etik temele dayalı olarak yer almalıdırlar. 

15 14 G.Zilboorg. The Psychology of the Criminal Act and Punishment,1954, p.44.

16 The Specialty Guidelines for Forensic Psychologists Law and Human Behavior Vol.15, no.6, 1991.

17 Bkz. A. Menon, A. Vrij ve R. Bull. Pcyhology and Law 2.bası, Wiley, 2003; ayrıca hukuk/ceza işlerinde adli psikoloji için bkz. A.M.Goldstein. Forensic Psychology, Wiley, 2003, ss.179-437. Mustafa T. Yücel. https://www.hukukihaber.net/ceza-adaletinde-psikoloji-bilincinin-rolü

18 Mahkeme salonu genellikle duygusal açıdan yüklü bir ortamdır ve hâkimlerin dikkate alması gereken kendi duygularından daha fazlası vardır.   Hakimler, mahkeme salonunda başkalarının yaşadığı duygular nedeniyle sıklıkla öfke, üzüntü veya korku gibi olumsuz duygular yaşayabilir. Bu duygu aktarımı, tekrar tekrar travmatik hikayelere maruz kalan hakimlerde ikincil travmatik strese bile yol açabilir. Bazı çalışmalar mahkeme salonundaki stres, korku ve diğer spesifik duyguları incelemiş (Flores ve diğerleri, 2009; Miller ve diğerleri,2010) ve hâkimlerin gerçekten bu duyguları deneyimlediklerini ortaya çıkarmışlardır.  Birçok mağdur ve sanıklar hakkındaki duygularıyla ilgili stres yaşamaktadır ve hâkimlerin onların duygusal tepkilerini göz ardı etmesi zor olmaktadır. Maroney ve Gross (2014) tarafından ortaya konulan tipolojiye rağmen, hâkimlerin mahkemede duygu düzenleme stratejilerini kullanmalarına ilişkin çok az ampirik kanıt mevcuttur. 

19 Bakırköy Adliyesi Konferans Salonunda 8 Eylül 2023 Cuma günü saat 15.00’te Sosyal Hayatta ve İş Hayatında Stres ve Öfke Yönetimi Semineri verildi. Adana'da Ağır Ceza Mahkemesi izliyorum.  Mahkeme başkanı, sanığa, "len adamı çıldırtma" "oğlum" "sen" gibi hitaplarda bulunuyordu, sanık çok kısık sesle konuşuyor, ne dediğini kendisi bile duymuyordu, başkan sinirlendikçe sinirleniyordu bu duruma... Sanık müdafisi söz aldı, tam hatırlamasam da özü itibari şunu dedi;

"Sayın Başkanım, mahkemede 4. duruşmaya gelmiş bulunmaktayız, iş bu duruşmada gerek iddia makamına ve gerekse katılan tarafa göstermiş olduğunuz nezaket olması gereken gibidir, ancak müvekkilime hakarete varan tavır ve hitaplarınız sayın mahkemenin tarafsızlığı hususunda kuşkuya neden olmaktadır. Bu hitaplarınız devam ettiği takdirde, reddinizi istemek durumunda kalacağım."

Mahkeme başkanın cevabı ise bir o kadar da takdire şayandı; "avukat bey uyarınız için teşekkür ediyorum ve tepkinizde çok haklısınız, ancak saatin 16.00 oluşu, günün stresi, birazda müvekkilinizin tavrı buna neden olmuştur, hâkimin reddi konusunda ısrarcı olursanız zapta geçiririm" dedikten sonra hitap şekli normal halini aldı. (4/01/20213). Türk Hukuk Sitesi Ayrıca bkz. Mustafa T. Yücel https://www.hukukihaber.net/hâkimlik-psikolojisi

21 Ayrıca bkz. Emre Kaya. Hukuk Zihniyeti, Adalet, 2016.

23 Bir ceza davasında adli psikoloğun mesleki açıdan yeteneğinin sorgulanması süreci için bkz. Forensic Psychologists Dr. Dawn Hughes Share Her Expertise in Court (Johnny Depp v Amber) Youtube

24 Bkz. Mahmut Ercan ve Osman Can. “Yargı Bağımsızlığı Perspektifinde ‘Sosyal Medya Adaleti’’’ Socrates Journal of Interdisciplinary Social Studies, 2022, Year 8, Volume 15. “Sosyal medya adaleti” olarak adlandırılan bu durum, yargı organlarının sosyal medyadaki düşünce açıklamalarından etkilenerek kararlarına yeniledikleri anlamına gelmektedir. Emir Kaya. Sosyal Medya Mahkemeleri ve Türk Yargısı (15 Eylül 2020, Fikir Turu).

25 Mustafa T. Yücel. “Ceza Adaletinde Psikoloji Bilincinin Rolü” Ceza Adaletine Özgün Sorunlar, Adalet Yayınevi, 2023, ss.215-238. İtalyan hükümeti, hâkim-savcılık sınavlarına psikolojik testlerin de eklenmesini öngören bir yasa tasarısını onayladı (27/03/2024). Ayrıca bkz. https://www.hukukihaber.net/hâkimler-için-de-geçerli-psikolojik-gerçekler 

Testler: Yargısal uygunluk üzerine her test kişilik özellikleri bakımından test edilmelidir. Listede yer alabilecek vasıflar bakımından açık fikirli (yeni fikirleri irdeleme isteği), dürüst olmak (ayrıntıya özenle eğilme), uyumlu bir davranış sergilemek (taraflar ve avukatlarla etkili iletişimde bulunmak) yer alabilir. Buna karşılık muhafazakâr (önyargı, fazlaca cezacı olmak ve partizanlık gibi) olumsuz kişilik vasfı olarak yer alabilir.

Kişilik değerlendirmesi için psiko-metrik testler hâkim adaylarının atanması süreci öncesi yapılarak; sonuçları adayın Adalet Akademisindeki sınav sonuçlarıyla birlikte değerlendirilebilir. Bkz. Psychological Science in the Public Interest (Volume 20, Number 3).

26 Mustafa T. Yücel. “Hukuk Eğitimi Üzerine Sosyo-Juridik Bir İnceleme-Yeni Ufuklar” Ceza Adaletine Özgün Sorunlar, Adalet Yayınevi, 2023, ss.287-319. Ayrıca bkz. D. Demirken, M. Şakar, A. S. Pehlivan,  M. Karadağ, İ. Cihaner- Soruşturma: “Türkiye’de Yargı Kurumu” Ayrıntı Dergi, 1/08/ 2020: “Türkiye’de hâkim-savcıların kararlarını etkileyen hukuk dışı; kurumsal, ideolojik, sosyolojik ve psikolojik etmenler nelerdir, bunlar hangi süreçlerin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır? Hâkim ve savcıların karar alma süreçlerindeki siyasal, sosyolojik, demografik, psikolojik etmenleri odağına alan çalışmaların sayısı yok denebilecek kadar az olduğu; Camia içerisindeki temel psikolojik duygunun bir musibete duçar olmadan yargısal faaliyeti ve günlük hayatı selametle sürdürme kaygısını içerdiği; hâkimin yaşadığı sosyal çevre, yaşam şeklinin olaylara bakışını etkilediği; daha kendisi büyüyememiş yeterli olgunluğa erişememiş 24 yaşında mesleğe başlayan hâkim ve savcılardan uyuşmazlık çözmesini beklemek trajikomik bir durum olduğu; mesleğinden olma, beklenmeyen atama ve yetki değişiklikleri yargı mensubunun psikolojik olarak durumunu etkilediği ve bunun da kararlarına yansıdığı belirtilebilir.”

27 Hâkim ve Savcı Adaylarının Staj Verimliliğinin ve Etkinliğinin Artırılması Projesi- Eğitim Modülü 2020. İyi bir değerlendirmeye yönelik rehber ilkeler için bkz. ss.30-31. Bir adam öldürme suçunun Ağır Ceza Mahkemesinde yargılamasın- da maktulün annesi, “Zamanımızı harcamayın” diyen hâkime “Biz zaman da harcadık, can da harcadık hâkime hanım” diye bağırdı. Mahkeme başkanı güvensizlik ortamı oluşturduğu gerekçesiyle davadan çekildi. Sabah (29/09/2017), s.3.

Yargı Etiği İlkeleri- Hâkim, …hâkimin resmi sıfatıyla muhatap olduğu diğer kişilerle ilişkilerinde sabırlı, vakur ve nazik olmalıdır.