Diyarbakır’da 28.11.2015 Cumartesi günü gerçekleşen, biri diğerini tetikleyen iki olayda; iki polisimiz şehit düştü, Baro Başkanı meslektaşımız Av. Tahir Elçi hayatını kaybetti ve yaralananlar oldu. Öncelikle şehit polislerimize ve meslektaşımıza Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.
Cumartesi günü sabah 10:30 sıralarında gerçekleşen ve birbirini tetikleyen iki olayın sebep ve maksadı ile ilgili birçok açıklama ve değerlendirme yapılıyor. Ülkemiz terör belasından ve terörün yol açtığı cebir, şiddet sarmalından bir türlü kurtulamıyor. İdari ve adli önlemlerin alındığı söylense de durum ortada, bu düzensizliğin bir müddet daha devam edeceği anlaşılıyor.
Devlet, önleyici ve adli kolluk faaliyetlerinin gereğini yerine getirmek zorundadır. Ülkenin iç güvenliğini sağlamak ve sınırlarını korumak, başka bir kudret ve yapılanmaya açık olmaksızın Devlete verilmiştir. Devlet bu sorumluluğunu, doğru ve hukuka uygun şekilde ifa etmelidir.
Burada konumuz, birbirinin devamı olan iki olayın sebep, maksat ve sonuçlarını araştırmak değildir. Polisin ilk olaya müdahale şeklini dikkate alarak, kendisinin ve başkalarının can ve mal güvenliğini nasıl koruyacağını ortaya koymaktır.
Olayın kameralara net bir şekilde yansıyan başlangıcı ve oluş şekli incelendiğinde; kalabalık cadde üzerinde bulunan taksilerin yanına bir taksinin yanaştığı sırada sol taraftan bir polisin ve hemen arkasından sağ taraftan iki polisin (polislerden sol tarafta olanın elinde uzun namlulu bir silah olduğu gözüküyor) koşar adım hareketlendiği, sol taraftan ve önden giden polisin aracın sağ ön kapısını ve eş zamanlı yetişen iki polisten elinde silah olmayanın da şoför kapısına yöneldiği görülüyor, bu sırada sağ kapı tarafından bir polise ve sol kapıdan gelen polise de sol ön cam yönünden ateş edildiği, elinde silah olan polisin de aracın arka tarafından hareketle görüntü dışına çıktığı, taksi şoförünün kendisine göre sol tarafa kaçtığı ve araçta bulunanların da aracın sağ yanından kaçmaya başladıkları, olayın daha sonra Baro Başkanının basın açıklaması yaptığı yerde kaçan kişileri kovalayan polisle ve basın açıklaması sırasında ikinci olayın gerçekleştiği yere doğru polislerin olay yerinden kaçan şahısları kovaladığı, basın açıklamasının yapıldığı yerde bulunan polislerin kaçanlardan birisine ateş ettiği, buna rağmen şahsın olay yerinden kaçtığı ve akabinde basın açıklamasını bitiren Baro Başkanının silahla vurulduğu ve olay yerinde hayatını kaybettiği görülmektedir.
İşin teorisini, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu ile Terörle Mücadele Kanunu’nda yer alan polisin silah kullanma yetkisi ve şartlarını bir kenara koyarsak; olayın başlangıcında polisin, neden gerekli tedbirleri almaksızın ve bu konuda varsa yaklaşma prosedürünü uygulamaksızın yolun sağında duran taksiye müdahale ettiği etraflı düşünülüp sorgulanmalıdır. Görülen o ki; birinci olay olmasa idi, polis yeterli ve gerekli tedbiri alıp taksi içinde gelenlere etkin müdahale edebilse idi, hem ikinci olay olmayacak ve hem de iki polisimiz şehit düşmeyecekti.
Burada üç soru gündeme gelebilir. Birincisi, olaylara müdahalede polisin sertliği eleştirisine ve birinci olayın olduğu yere göre silahlı yapılacak müdahalenin ortaya çıkaracağı ciddi sorunların muhatabı olmamak. İkincisi, caddenin ve çevrenin kalabalık olması, silahla yapılacak müdahalenin ağır sonuçlara yol açma ihtimali. Üçüncüsü ise, ihbara dayalı durdurulduğu veya polislerin koşar adım gittiği anlaşılan taksiye ve içindekilere müdahale tekniğinde yapılan hata.
Araçlara müdahalede üç hata ihtimali gündeme gelmektedir ki, bunlara dikkat edilmediği takdirde sonuçları ağır olabilir;
Birincisi, duran araca önden değil, arkadan yaklaşılır. Arkadan yaklaşma prosedürünün sebebi, şoförün ve araçta bulunanların arka görüşlerinin kapalı olması, önde, sağda ve solda bulunan nesne ve insanları rahatlıkla görebilmeleri imkanının bulunmasıdır. Araca müdahale eden iki veya üç polis varsa bunlardan birisi şoför mahalline doğru çaprazdan en fazla 10 metre mesafesinde silahını doğrultmak suretiyle güvenlik önlemi alır, koruma görevini ifa eder, araçtan diğer polise veya polislere karşı koyma veya ateş etme ihtimali olursa duraksamadan ve çekinmeden ateş edeceğini net olarak ortaya koyar. Bu tedbirin şoför mahallinden alınmasının nedeni, araçtan ateş edildikten sonra kaçma ihtimalinin önüne geçilmesidir. Polislerden birisi, araçtan çıkılmamasını ve şoförün araç anahtarını dışarı atmasını söylemelidir. Olayların çokluğu veya birçok araç durdurmadan sonuç alınamaması, ciddiyeti elden bırakmanın ve tedbirsiz davranmanın gerekçesi kabul edilemez.
Somut olayın gerçekleştiği yer dikkate alındığında, eğer araca müdahale eden polislerde çelik yelek yoksa, bu da ikinci bir ihmalin varlığını ortaya koyar.
Üçüncüsü ise; araçtan ateş edildiğinde bu ateşten kurtulan polis, o an ateşe karşılık verememişse veya verip de sonuç alamamışsa, derhal, o an ve o sırada telsizle veya cep telefonunu kullanarak, araçtan ateş edip kaçan şahısların gidiş istikametleri ile ilgili meslektaşlarına anons geçmeli ve bilgi vermelidir. İletişim kopukluğu olduğu takdirde, o bölgede devriye gezen veya bir nedenle kaçanların yol güzergahı üzerinde bulunan polisin, kendisine yaklaşan kişilerin kim olduğunu bilme, bunu anlayıp süzebilme ve ne şekilde bu kaçan kişilere müdahale edeceğinin ağırlığını belirleme imkanı bulunmayacaktır.
Net olan şudur; önleyici ve adli kolluk olarak polis, gereksiz ve keyfi güç kullanmaz. Zor ve silah kullanmanın prosedürü; yasal mevzuatta gösterildiği gibi, pratikte de kolluk kuvvetlerine öğretilmekte, kolluk mensupları bu konuda gerekli eğitimden de geçirilmektedir. Öğretilen teorik bilginin veya pratiğe dönük eğitimin ne derece başarılı olduğu, bu konuda bilim ve tekniğin modern imkanlarından faydalanılıp faydalanılmadığı ayrıca değerlendirilmelidir.
Polisin; insanların can güvenliğini sağlayabilmesi için, öncelikle kendi can güvenliğini koruyup gözetebilmesi gerekir. Duran bir vasıtaya müdahale; olayın meydana geldiği yer, o güne kadar gerçekleşen olaylar, yapılan ihbar, trafik kuralının ihlali dahil olmak üzere durdurulan veya duran araca yaklaşma, araçta bulunan şoför ve yolcularla temas etme şekli, bilemediğimiz başka nedenler, görüntüler ve deliller yoksa somut olayda gerçekleştiği şekilde yapılamaz. Aracın bulunduğu yer ve şahısların muhtemel tepkileri sebebiyle ortaya çıkacak vahim tablo düşünülerek, ya araçtan inenlerin teknik takibi yapılmalı veya gerekli güvenlik önlemleri alınıp “yaklaşma prosedürü” tatbiki suretiyle araca ve içindekilere müdahale edilmeli idi. Somut olayda ise polisin, gerekli tedbirleri almadan ve kendi canını hiçe sayarak araca müdahale ettiği ve araç içinden ateş edilmesi nedeniyle iki polisin şehit düştüğü görülmektedir.
Bu durumda polisin, hangi düşünce ile bu kadar korunmasız ve açık hedef olarak taksiye doğru birbirlerini korumadan koşup müdahale ettikleri sorusunun cevabını bulmak gerekir. Çünkü sonuç, hem polis ve hem de yüz metre ileride basın açıklaması yapan Baro Başkanı için felaket olmuştur.
Herkes her türlü komployu, iddiayı veya kendisi açısından doğru olduğuna inandığını gündeme getirebilir. Ancak görünürde temel sorun, toplumsal olaylara veya bu tür ihbar veya teknik takibe bağlı bir olaya müdahalede ortaya çıkan can güvenliği sorunudur. Trafik, güvenlik, kimlik sorgu ve arama gerekçesi ile durdurulan veya duran bir araca müdahalede; maalesef net, bağlayıcı, polisin başta kendi ve devamında da çevrede bulunanların can güvenliğini gözetecek tedbirleri almadığı, ya araçta bulunanların inmesine veya camı açıp polisle tartışmasına izin verdiği ya da somut olayda görüldüğü üzere silahlı ve tehlikeli olma ihtimali bulunan şahıslara ortak disiplinle belirlenmiş “yaklaşma prosedürü” uygulamadığı görülmektedir.
Polisin görev yaptığın yerin zorluğu ve hassasiyeti, psikolojik durumu, her an soruşturma geçirme ve suçlanma endişesi elbette dikkate alınması gereken hususlardır. Ancak bunların hiçbirisi, can güvenliğinin gözardı edilmesinin gerekçesi olamaz.
Bu sorun aşılmalıdır. Aksi halde polisin; bırakalım başkalarının can güvenliğini, kendi canını bile koruyamadığı, toplumun içini acıtan ve kabulü mümkün olmayan sonuçların gerçekleşmesi pek muhtemel olacaktır. Bu demek değildir ki, polisin her önüne gelen olayda silaha başvurması gerekir. Söylediğimiz; bir suça, suça teşebbüse, şüpheliye veya sanığa ortak yaklaşma prosedürünün benimsenmesi, bu prosedüre tüm kolluk kuvvetlerinin uyması, bu şekilde azami olarak önce kendi ve çevrede bulunan insanlar ile müdahale ettikleri şahısların can güvenliklerinin korunmasıdır.
Polis; şüphelendiği bir kişiye, araca yaklaşırken, kişinin üst, araç, işyeri veya konut araması yaparken kendisine veya çevrede bulunanlara saldırıda bulunulacağını hiç ummayabilir, düşünmeyebilir, inanmayabilir, hatta önlem almanın tehlike ve zarara yola açacağını zannedebilir. Bunların aksine polis müdahale ettiği olaydan doğabilecek tehlikeleri ummalı, düşünmeli, ihtimalleri değerlendirmeli ve buna göre tedbirlerini almalı ve tedbirlerde yetersizlik görürse de tedbirler alınıncaya kadar “meşru müdafaa” şartlarının varlığı dışında müdahaleden imtina etmelidir.
Son söz; Türkiye’nin bazı bölgelerinde ciddi güvenlik sorunu olduğu, bu sorunun toplumsal ve bireysel olayları tetiklediği, önleyici ve adli kolluk faaliyetlerine zarar verdiği, olay yeri incelemesinin bile yapılamadığı bir durumda, Ülke ve insan güvenliğini tehdit eden sistematik cebir ve şiddet hareketlerinin önüne geçilmedikçe kamu düzeninin sağlanması mümkün olamaz. Bu da işin ayrı bir boyutudur ki, kamu düzeninde normalleşme olmadıkça polis veya birey arasında fark olmaksızın can ve mal güvenliğine yönelik tehlike ve tehdit hali devam edecektir. Ele alınması, toparlanması ve istikrarlı bir kamu düzenine ulaşılmasında ilk şart; fiili durumu, yazılı metinlerde bulunan olağan hukuk düzenine geçirmektir. Bu hedefe ulaşılamadığı takdirde, toplumsal ve bireysel olaylara müdahale tekniklerinde ve bunların sonuçlarında zafiyetlerin yaşanması kaçınılmazdır.
Kaynak: haber7.com