GENEL OLARAK
Sağlık, insan vücudunun esenlik içinde olması ve daha düzenli şekilde çalışması olarak tanımlanmaktadır. Bununla birlikte sağlık, hastalıkların tedavisi ile birlikte hastalıklardan korunmayı da kapsamaktadır. Sağlık hakkı ise, sağlık hizmetleri ve sağlığın korunması kapsamında insan organizmasını oluşturan tüm temel unsurların faydalı ve uyumlu kullanılmasını konu alan temel bir insan hakkı olmaktadır. Sağlık hakkı ile ilgili Anayasanın 56. maddesinde; “Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.” şeklinde ifade edilmiştir. Bunun yanında 1948 Tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesinde; “Her şahsın, gerek kendisi gerekse ailesi için, yiyecek, giyim, mesken, tıbbi bakım, gerekli sosyal hizmetler dâhil olmak üzere sağlığı ve refahını temin edecek uygun bir hayat seviyesine ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, ihtiyarlık veya geçim imkânlarından iradesi dışında mahrum bırakacak diğer hallerde güvenliğe hakkı vardır.” şeklinde sağlık hakkına değinilmiştir.
Tıbbi müdahale ise, tıp mesleğini icara eden yetkili bir hekim tarafından tedavi amacına yönelik olarak, doğrudan veya dolaylı bir şekilde bireyin bedensel ve ruhsal bütünlüğüne ilişkin gerçekleştirilen her türlü faaliyettir. Aynı zamanda Hasta Hakları Yönetmeliğinin 4.maddesine, 8.05.2014 tarihli, 28994 sayılı Hasta Hakları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin 2. maddesi ile eklenen (g) bendinde tıbbi müdahale kavramının tanımı “Tıp mesleğini icraya yetkili kişiler tarafından uygulanan, sağlığı koruma, hastalıkların teşhis ve tedavisi için ilgili meslekî yükümlülükler ve standartlara uygun olarak tıbbın sınırları içinde gerçekleştirilen fizikî ve ruhî girişimi” şeklinde tanımlanmıştır. Bu bağlamda tıbbi müdahale, kişilerin bedensel ya da psikolojik bir hastalığını tedavi etmek veyahut hastalığı hafifletmek ve acılarını dindirmek için tıp mesleğini icraya yetkili kişiler tarafından gerçekleştirilen tedavi yöntemlerini içerir her tür faaliyet olmaktadır.
Geçmişten günümüze kadar temel sağlık hizmetlerinin genellikle kamu kurumları tarafından verilmekte olduğu bilinmektedir. Ancak günümüzde insan nüfusunun sürekli artışı ve gelişen teknoloji ile birlikte tıp bilimindeki gelişmeler nedeniyle sağlık hizmetlerinin verilmesinde kamu kurumları artık yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle hastalar daha kaliteli ve daha hızlı sağlık hizmeti alabilmek için özel sağlık kurumlarına yönelmektedir. Bu durumun neticesi olarak, özel sağlık kurumları her geçen gün sağlık sektöründe daha büyük bir paya sahip olmaktadır. Özel hastaneler, 2219 Sayılı Hususi Hastaneler Kanunu’nda “Devletin resmi hastanelerinden ve hususi idarelerle belediye hastanelerinden başka yatırılarak hasta tedavi etmek veya yeni hastalık geçirmişlerin zayıfları yeniden eski kuvvetlerini buluncaya kadar sıhhi şartlar içinde beslenmek ve doğum yardımlarında bulunmak için açılan ve açılacak olan sağlık yurtları hususi hastanelerden sayılır. Bunların açılma, kullanma, kapanma şartları bu kanunun hükümlerine bağlıdır şeklinde tanımı yapılmıştır. Kısaca bu tanımla birlikte Özel hastane kavramı, gerçek veya özel hukuk tüzel kişileri tarafından kurulan, Sağlık Bakanlığı’na, özel idarelere, belediyelere, üniversitelere, devlet tarafından yönetilen vakıflara bağlı olmayan, Sağlık Bakanlığı denetimde olan, yatarak veya ayakta sağlık hizmetini kar amacı güderek insanlara sunan Sağlık Bakanlığı’nın izni ile kurulan kuruluşlardır. Dolayısıyla sağlık hizmetleri, genel itibariyle Sağlık Bakanlığı’na bağlı kamu kurumları tarafından verilmekte ise de, özel sağlık kurumları da artık sağlık alanında hizmet vermektedir. Buna bağlı olarak, özel hastane kavramının geliştiği günümüzde, hastaların da hasta hakları konusunda daha çok bilgilendirilme ve bilinçlenmeleriyle paralel olarak özel hastanelerin hukuki sorumluluğu alanında ikame edilen davalarda artmaktadır.
Özel hastane ile hasta arasındaki ilişki genellikle hastanın kendisinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğünde bir sorun olduğunu düşünmesi ve bunun neticesinde özel hastaneye başvurması ile başlamaktadır. Bu ilişkinin bir tarafında özel hastane işletmesi bünyesinde hekimler, diğer personelleri ve özel hastane çalışanları bulunurken diğer tarafında ise hasta ve varsa kanuni temsilcileri bulunmaktadır. Bu bağlamda hastaneye kabul sözleşmesi tedavi için özel hastaneye başvuran hasta veya kanuni temsilcisi ile özel hastane işletmesi arasında kurulan bir sözleşme olup bu sözleşme ile hasta, özel hastanede yatarak tedavi olmakta ve aldığı hizmetler karşılığında ise, belli bir ücret ödemektedir. Diğer taraftan hastaneye kabul sözleşmesi ile özel hastanenin, hastanın hastalığını teşhis etmek, tedavi etmek, özen ve sadakat yükümlülüğünü yerine getirilmek, hastayı aydınlatmak ve rızasını almak, hasta ilgili kayıtları tutulmak ve sır saklamak gibi borçları bulunmaktadır. Nitekim Türk Borçlar Kanunun 1.maddesinde belirtildiği üzere bir sözleşmenin kurulması için tarafların karşılıklı irade beyanlarının birbiri ile örtüşmesi gerekmektedir. Bununla birlikte söz konusu kanunun 12. maddesinde sözleşme serbestisi ilkesinden bahsederek taraflara kanunun emredici hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla herhangi şekle tabi olmaksızın sözleşme hakkı tanınmıştır. Bu kapsamda hastaneye kabul sözleşmesi de hasta ve özel hastane arasında tarafların birbirine uygun irade beyanları doğrultusunda ve sözleşme serbestisi ilkesi gereği kurulmaktadır. Bu sözleşme ile özel hastane, tıbbi tedavi ve bu tedavi için gerekli diğer edimleri vermekle yükümlü ise, hasta da bu hizmetler karşılığında belli bir ücret ödemekle yükümlüdür.
Öte yandan sorumluluğun meydana gelmesi bakımından, özel hastane işleticisi ve hasta arasında, sözleşme, vekaletsiz iş görme ve haksız fiil olmak üzere üç değişik hukuki ilişki ortaya çıkmaktadır. Söz konusu sözleşme yukarıda da belirttiğimiz üzere, hasta ile özel hastane arasındaki ilişkiyi oluşturmaktadır. Dolayısıyla hastanın yatarak tedavi görmesi gereken hallerde işbu sözleşme tam hastaneye kabul sözleşmesi ve bölünmüş hastaneye kabul sözleşmesi olarak iki şekilde uygulama alanı bulmaktadır. Bir diğer husus ise vekaletsiz iş görmedir. Vekaletsiz iş görme ilişkisinin ortaya çıkabilmesi için bir zaruret halinin oluşması gerekmektedir. Nitekim zaruret hallerinden birinin oluşması durumunda hasta tedavi görüp görmeme konusunda herhangi bir irade açıklamasında bulunabilecek halde olamayacağından hasta ile hekim arasında herhangi bir sözleşme ilişkisi meydana gelmeyecektir. Haksız fiilde ise, hekimler, bir hastaya tıbbi müdahalede bulunurken, hekimlik mesleğinin verdiği özen ve dikkat yükümlülüğüne uygun müdahalede bulunmalıdır. Zira hekimin tıbbi müdahalesi nedeniyle zarar gören hasta, ceza kanunu kapsamında cezai olarak sorumlu oldukları gibi Türk Borçlar Kanunu 49. maddesinin haksız fiil hükümlerine dayanarak tazminat talebinde bulunabilecektir. Bu bağlamda Türk Hukukunda tıbbi müdahaleden doğan sorumluluğu düzenleyen herhangi bir mevzuat bulunmadığından hekimlerin sorumlulukları genel hükümlere göre belirlenmektedir.
Hastane işleticisi, sözleşme ile yüklenmiş olduğu sorumluluklardan birini yerine getirmediği durumda, hastanın bu yüzden uğradığı zararları tazmin etmek zorundadır. Bu hususta tam hastaneye kabul sözleşmesinden hastane işleticisi için doğan asıl borç, hastanın tedavisi olmaktadır. Ayrıca bu asıl borç yanında hastayı aydınlatma, sadakat ve özen gösterme, kayda geçirme ve sır saklama gibi bir kısım yan sorumlulukları da bulunmaktadır. Bununla birlikte hekim, hastanın tedavisini hastane işleticisini adına ve hesabına gerçekleştirir. Bu bağlamda hekim sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün ifası kendisine bırakılan kişi, yani ifa yardımcısı durumundadır. Dolayısıyla, hekimin hukuka aykırı bir eylemi yüzünden zarara maruz kalan hasta, sözleşmenin ihlali esası yanında, Türk Borçlar Kanunun genel hükümlerine dayanarak hastane işleticisi aleyhine dava açabilmektedir. Nitekim hekimin sözleşmeye aykırı zarar verici eylemi aynı zamanda Türk Borçlar Kanunu kapsamında bir haksız fiil niteliği taşıyorsa, bu durumda hasta, hastane işleticisi aleyhine Türk Borçlar Kanununun 49. Maddesine dayanarak dava açabilmektedir. Buna karşın tıbbi müdahaleyi gerçekleştiren hekim ile hasta arasında herhangi bir sözleşme ilişkisi bulunmamakta olup, hasta, hekim aleyhine sözleşmenin ihlali iddiasına dayanan bir dava açamaz. Fakat, hekimin, her ne kadar hasta ile aralarında sözleşme ilişkisi bulunmasa da basit tedavi yani hekimlik sözleşmesinden kaynaklanan teşhisi koyma ve en uygun tedaviyi uygulama borcu yerine getirilirken uyulması zorunlu koşulları göz önünde bulundurmalıdır. Dolayısıyla hekim, aralarında mevcut iç ilişkinin bir neticesi olarak, gerek teşhisi koyarken gerekse en uygun tedaviyi uygularken tıp bilimi ve uygulamasının öngördüğü esaslar kapsamında hareket etmekle sorumludur. Zira bu yükümlülüğüne riayet etmezse, Türk Borçlar Kanununun 66. maddesi çerçevesinde hastaya tazminat ödemek zorunda kalan hastane işleticisi, kusuru oranında hekime rücu edebilecektir.
Hastane işleticisinin sözleşmeye istinaden sorumluluğunun meydana gelmesi için, sözleşmenin ihlali ile birlikte kusurlu olması gerekmektedir. Bu bakımdan, hekimin basit tedavi sözleşmesinden doğan sorumluluğu ile hastane işleticisinin hastaneye kabul sözleşmesinden doğan sorumluluğu arasında fark bulunmamaktadır. Bu durumda bir hastaneye kabul sözleşmesinden meydana gelen sorumluluk kusur, kast veya ihmal şeklinde ortaya çıkmaktadır. Nitekim hastaneye kabul sözleşmesine istinaden akdi sorumlulukta da, şüphesiz kusurun en fazla görülen şekli ihmal olmaktadır. Bununla birlikte hastane işleticisinin akdi sorumluluğuna dayanılması için gerekli unsur, bir zararın doğmuş olmasıdır. Zira sözleşmenin ihlaline rağmen herhangi bir zarar söz konusu değilse, bu durumda hastane işleticisinin sorumluluğu yoluna başvurulamaz. Nitekim sorumluluğun konusunu oluşturacak zarar maddi ya da manevi zarar olmaktadır. Dolayısıyla gerek maddi zarar gerekse de manevi zarar olsun, hastane işleticisi, sözleşmeye aykırı davranış neticesinde hastanın uğramış olduğu tüm zararları tazmin etmek mecburiyetindedir. Bu durumda, maddi zarar ya da manevi bir zararın varlığını ispat külfeti ise hastaya ait olmaktadır. Bununla yanında hastane işleticisinin akdi sorumluluğu için gerekli bir diğer koşul ise, sözleşmenin ihlali nedeniyle meydana gelen zarar arasında uygun illiyet bağının olmasıdır. Yani, zarara, hastane işleticisinin kusurlu bir şekilde sözleşmeyi ihlali neden olmuş olmalıdır. Zira zarar ile sözleşmenin ihlali arasında uygun bir illiyet bağı yoksa, bu durumda hastane işleticisinin de sorumluluğundan bahsedilemeyecektir.
Diğer taraftan zaruret hali içindeyken getirilip hastaneye yatırılan hasta ile hastane işleticisi arasında vekaletsiz iş görme ilişkisinin bulunduğu kabul edilmekle birlikte Türk Borçlar Kanunu 527. ve 531. maddeleri arasında belirtildiği üzere vekaletsiz iş gören, her türlü ihmalinden sorumlu olmaktadır. Dolayısıyla, somut olayın özelliklerine göre vekaletsiz iş gören durumundaki bir hastane işleticisi, aynı hal ve şartlar altında ortalama düzeydeki bir hastaneden beklenen standardı sağlamak mecburiyetindedir. Aksi takdirde, yani kendisinden beklenen özeni göstermediği hastanın zarar görmesine sebebiyet veren hastane işleticisi, bu zararı tazmin etmek zorunda kalacaktır. Ayrıca özel hastane bu yükümlülükleri ifa yardımcıları aracılığı ile yerine getirdiğinden Türk Borçlar Kanunu 112. maddesinde düzenlenen yardımcı şahsın fiilinden sorumluluk ilkesi kapsamında, ifa yardımcısı ile arasında istihdam ilişkisi ve kanunda sayılan diğer koşullar varsa bu durumda Türk Borçlar Kanunun 66. maddesinde düzenlenen adam çalıştıranın sorumluluğu uyarınca hastaya karşı sorumlu olmaktadır. Yine Türk Borçlar Kanunu ile sorumsuzluk anlaşmaları bakımından getirilen düzenlemeler gereğince uzmanlık gerektiren bir hizmet sunan ve meslek icra eden özel hastanelerin gerek kendileri gerekse yardımcı kişiler açısından hafif kusurlarından sorumlu olunmayacağı şartıyla sorumsuzluk anlaşmaları yapmaları mümkün değildir. Bununla birlikte özel hastanenin hastayla ilgili olarak uzmanlığı gerektiren bir hizmeti, hekim aracılığıyla kanun ve Sağlık Bakanlığı’ndan verilen izinler sonucu yürütebildikleri için burada hastanenin yardımcı kişi konumunda olan hekimlerin eylemlerinden dolayı ortaya çıkan zararlara ilişkin sorumlu olmayacaklarına dair yaptıkları sözleşmeler Türk Borçlar Kanunun 116. maddesi gereğinde kesin olarak hükümsüzdür.
Bu noktada belirtmek gerekirse, hastanın maddi zararları Türk Borçlar Kanununda belirtildiği üzere, bedensel zararlar kapsamında tedavi giderleri, kazanç kaybı, çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar ve ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar; ölüm durumunda ise cenaze giderleri, destekten yoksun kalan kişilerin zararları, şayet ölüm hemen gerçekleşmemişse ölünceye kadar ki tedavi giderleri şeklindedir. Bununla birlikte ağır zarar halinde hastaya, ölüm halinde ise, yakınlarına manevi tazminat hakkı tanınmıştır. Ayrıca 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ile bir tarafın mesleki ve ticari faaliyetini icra ettiği, diğer tarafın ise böyle bir maksat taşımadığı vekalet sözleşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlıklar da tüketici mahkemelerinin görevli olacağı düzenlenmiştir. Dolayısıyla özel hastanelerin tıbbi müdahalelerinden doğan uyuşmazlıklarda tüketici mahkemeleri görevli sayılmış olup, yetkili mahkeme bakımından ise Hukuk Muhakemeleri Kanunun 6. maddesinde belirtildiği üzere, davalının yerleşim yerinin genel yetkili mahkeme ve aynı kanunun 10. maddesinde yer alan sözleşmeden doğan davaların sözleşmenin ifa yerinde görülebilmesi kurallarına ek olarak tüketici mahkemelerinin de görevli olması sebebiyle bu davalarda tüketicinin yerleşim yeri mahkemesi de yetkili kılınmıştır.
Av. Begüm GÜREL (LL.M) & Stj. Av. İpek MENGİLLİ
Kaynaklar
1-https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/3047703#:~:text=E%C4%9Fer%20hasta%20%C3%B6zel%20hastanede%20yatarak,s%C3%B6zle%C5%9Fmenin%20vek%C3%A2let%20s%C3%B6zle%C5%9Fmesi%20oldu%C4%9Fu%20y%C3%B6n%C3%BCndedir.
2- https://www.ilkerduman.av.tr/?d=585
3-https://blog.lexpera.com.tr/hastaneye-kabul-sozlesmeleri-ve-ozel-hastanelerin-hukuki-sorumlulugu/
4-https://emthukuk.com/f/hekimin-vekaletsiz-i%CC%87%C5%9F-g%C3%B6rme-h%C3%BCk%C3%BCmlerine-g%C3%B6re-sorumlulu%C4%9Fu
5- https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2523848
6- https://mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.6098-20120704.pdf