Son zamanların en çok konuşulan, fakat bir türlü çözümlenmeyen, zaman uzadıkça da mağduriyet ve gerginliklere neden olan özel yetkili mahkemelerin (eski özel yetkililer ve terör mahkemelerinin) kaldırılması, bu sırada ortaya çıkacak yargılama sorunları ve özellikle de “arafta”, yani arada kalan tutuklu şüpheli ve sanıkların hukuki durumlarının ne olacağı meselesidir.
 
Bu sorunun bir an önce çözülmesi, soruşturması, gerek yerel mahkeme ve gerekse Yargıtay’da kovuşturması devam eden dosyalar ile yargılanan şüpheli ve sanıkların akıbetlerinin ne olacağının netleştirilmesi şarttır. Ayrıca, hukuk düzeni bu tür bir belirsizliği kaldıramaz. Toplumun adalete inancının devamı, kamu düzeni ve barışı ile kişi hak ve hürriyetlerinin korunması için, ceza normlarını ihlal ettiği iddia edilenlerin süratli yargılanacağı bir sistemin varlığını sürdürmesine ihtiyaç olduğu tartışmasızdır. Genel – özel mahkeme farkına son verecek yasal düzenlemenin isabetli olduğunu, fakat bu konuda fazla gecikilmemesi gerektiğini ifade etmek isteriz.
 
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’na gelen Kanun Teklifi metnine göre, Yargıtay’ın temyiz incelemesinden geçmek suretiyle kesinleşen (kesin olarak mahkumiyete veya beraata dönüşen) davalar bu değişiklikten etkilenmemekle birlikte, hangi aşamada olursa olsun henüz kesinleşmemiş dosya ve davalara devam edilmeyecek, bu dosya ve davaların yargılamaları yeni savcı, mahkeme ve hakimlerce yürütülecektir. Bu husus tartışmasızdır.
 
Sanık olma sıfatı ve kovuşturma aşamasının temyizde bulunan dosyalar yönünden de devam edip, “görev” konusunun kamu düzeninden olduğu dikkate alındığında, yerel mahkeme aşaması tamamlanıp, sanığın lehinde veya aleyhinde temyizen Yargıtay’a gönderilen dava dosyalarının, Kanun değişikliğinin kapsamı dışında tutulabilmesi mümkün değildir. Aksi düzenleme, Anayasa ile güvence altına alınan “eşitlik”, “hukuk devleti” ve “kanuni hakim/mahkeme güvencesi” ilkelerine aykırı olacaktır.
 
Ayrıca, temyizde bulunan dosyada belge eksikliği veya tamamlanması gereken bir usul işlemi bulunsa, olmayan mahkeme tarafından bu eksiklik nasıl giderilecektir? Temyizde bulunan karar bozulduğunda yeni mahkemeye gelecek, onandığında infaz için nereye gidecektir? Bunun yanında bu tür bir farklı uygulama, temyiz aşamasının olağan kanun yolu olup kovuşturmaya dahil olmasına ve mahkumiyetle biten dosyaların onanacağı algısına neden olur ki bu durum, hem özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasından beklenen hukuki yarara ve hem de “yargının tarafsızlığı” ilkesine aykırılık arz eder.
 
Sonuç olarak; yargılaması devam eden, yani henüz kesinleşmemiş davalardan temyiz aşamasında olanlar hakkında görevsizlik kararı verilip, görevli ve yetkili mahkemelerine gönderilmeli, savcılık ve yerel mahkemede olan dosyalar ise, görevli ve yetkili başsavcılıklar ile mahkemelere devredilmelidir.
 
Bu arada, Kanun Teklifinin 17. maddesinde yer alan geçici 6. maddenin metinden çıkarıldığı söylenmektedir. Bu tasarruftan, devam eden elkoyma, telefon dinleme, gizli soruşturmacı ve teknik araçlarla izleme kararlarının, Teklif metninin yasalaşması ile son bulacağı anlaşılmaktadır. Teklifin yasalaşması anına kadar uygulanan eski tedbirler ve sonuçları, o an geçerli olan mevzuatın öngördüğü şartlara uygun olduğu takdirde geçerli sayılacak, fakat Teklifin kanunlaşıp yürürlüğe girmesi ile birlikte, yasal şartları değişikliğe uğrayan tedbirlere ilişkin kararlar kendiliğinden sona erecek, yani hüküm ifade etmeyecektir. Bu durumda, savcılar tarafından yeni talepte bulunulup, görevli ve yetkili hakim veya mahkeme tarafından da yeni karar verilmesi gerekir.
 
Özel yetkili mahkemelerin kaldırılması sırasında yaşanacak en önemli sorun, tutukluluğu devam eden şüpheli ve sanıklardan kaynaklanacaktır. Tekliften anlaşıldığı kadarıyla; tutuklama tedbiri konusunda ciddi bir iyileştirmeye gidilmediği gibi, aksine tutuklama sebebinin varlığının karine sayılması konusunda aleyhe bir düzenlemeye yer verildiği görülmektedir. Örneğin, Teklifte tutukluluk süresi azaltılmadığı gibi, suç örgütü kurmak ve yönetmek suçu da katalog suç kapsamından çıkarılmayıp, bu suçun tutuklama tedbirinin tatbikinde karine sayılma özelliği korunmuştur.
 
Tutukluluğun azami süresinin beş yıla indirileceğinden bahisle, tutuklama tedbirinde bir iyileşmenin yaşanacağı ileri sürülemez. Çünkü tutukluluğun azami süresi şu an, kanaatimizce Kanunun amir hükmü azami üç yıl tutukluluğu öngördüğü halde beş yıl uygulanmaktadır. Ayrıca, suçsuzluk/masumiyet karinesi altında yargılanan bir insanın beş yıl tutuklu kalmasının haklı ve savunulabilir bir açıklaması olamaz. Bu sürenin “makul sürede yargılanma” kavramı ile uyumlu olduğundan da bahsedilemez.
 
Tutuklama tedbirinde iyileşmeye gidilmediği dikkate alındığında, özel yetkili mahkemelerin kaldırılması sırasında tutukluluğu devam eden şüpheli veya sanıkların, bu değişiklikten olumsuz etkileneceğini söylemek gerekir. Bu konuda, ya geçici bir düzenlemeye gidilip “adli kontrol” tedbiri alternatif olarak kullanılmalı ya da tutukluluk süresi ve şartları gerçekten iyileştirilip, bu tedbiri Türk Hukuku’nun kronik bir sorunu olmaktan çıkarmaya elverişli yeni yasal düzenleme öngörülmelidir. Aksi halde, özel yetkili mahkemelerin kaldırılması ile ilgili zorunlu ve bizce “yargı birliği” adına yararlı düzenleme, geçici de olsa adalette gecikmeye sebebiyet verme sonucunun ötesinde, esas olarak tutuklu şüpheli veya sanıkların durumunu daha da zorlaştıracaktır.
 
Bir sonraki yazımızda, tutuklama tedbiri ile ilgili önerimizi Kıymetli Okuyucularımızın takdir ve değerlendirmelerine sunacağız.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)