Bu yazıda anlatılan olaylar MAALESEF günümüz Türkiye’sinde yaşanan tamamen gerçek olaylara dayanmaktadır ve görevini layıkıyla yapan tüm avukat-hakim-savcı meslektaşlarımı tenzih ederim.
İnsan hayatında en değerli hazine zaman kavramı ve sağlıktır hiç şüphesiz.
Biz hukukçular olarak sağlık konusunda bir şey yapamasak da insan hayatına ilişkin alınan birçok kritik karardaki dâhilimiz sebebiyle çok önemli görev ve sorumluluklarımız bulunmaktadır.
Bu görevin omzumuza yüklemiş olduğu temel sorumluluk, meslek ve mesai, vakalet akdi gibi ilişkilerin çok çok ötesinde insan hayatı ve adalet gibi temel insani değerlerdir.
Bu genel çerçevede sorumluluk sahibi bir Hukukçu;
-Görevinin kendisine yüklediği sorumluluk prensibi çerçevesinde dürüstlük ve özveri ile çalışmayı ilke edinmelidir.
-Toplum içinde ve özellikle görevini yerine getirirken mesleği ve temsil ettiği topluluğa yakışır şekilde giyinmeli ve hareket etmelidir. Temsil ettiği makama, karşısındaki makama ve temsil ettiği hakka layık olduğunu her yönü ile göstermelidir.
-İyi hukukçu daima bilgili ve donanımlı olmalı, araştırmacı olmalı, kendisini geliştirmelidir. Güncellenen hukuk mevzuatı ve yargısal içtihatları yakından takip etmeli, bilim ve teknolojiyi hukuk alanında en iyi şekilde kullanabilmelidir.
-İyi hukukçu kanun ezberleyen değil, neyi nerede kullanacağını bilen, muhakeme yapabilen yani faklı bakış açıları geliştirebilen hukukçudur. Zira kanun kitapları her yerde satılsa da herkes bunları okuyup hukukçu olamaz. Daha farklı bir anlatımla gerçek bir hukukçu, olayın görünmeyen yüzünü, haklılık yönünü en iyi şekilde, farklı yorumlar ve hukuki gerekçelerle ortaya koymayı başarabilen hukukçudur. Bunun için iyi bir hukukçu da özgür düşünme ve hayal kurma yeteneği olmalıdır. İşte biz buna olayları hukuki yorumlama yeteneği yani teknik tabirle hukuk nosyonu diyoruz.
-İyi hukukçunu sosyal ve beşeri ilişkileri kuvvetli olmalı, halktan kopuk olmamalıdır. Zira hukuk dediğimiz şey, sosyal düzen kurallarının müeyyide altına alınmasından ibarettir. Toplum olmadan hukuk olmayacağı gibi, toplumu tanımadan da iyi hukukçu olmaz, olamaz.
-Yine son olarak iyi bir hukukçu, sahip olduğu bilgiyi pazarlamayı, onu tahsil etmeyi de bilmelidir. Zira hizmete sunulmayan bir bilginin ne bireysel ne de toplumsal bir fayda sağlamayacağı kanıksanamayacak bir gerçektir. Bu da yine hukukçunun toplumu tanımasını ve sosyal ilişkilerinin kuvvetli olmasını gerektirir.
ÖZETLE ister avukat, ister hâkim ister savcı olsun iyi bir hukukçu görevinin kendisine yüklediği vicdani sorumluluğu asla ama asla aklından çıkarmaksızın özveri ile çalışmalı, her yönü ile temsil ettiği makam ve düşünceye layık olmalı, teorik hukuku iyi bildiği gibi onu nerede nasıl uygulayacağını da bilmeli, sosyal ve beşeri ilişkileri kuvvetli olup içinde yaşadığı toplumu tanımalı ve sahip olduğu bilgiyi pazarlamayı da bilmelidir.
Buraya kadar bahsettiğimiz nitelikler bir hukukçu da bulunması gereken asgari özelliklerdir.
Bir de üzülerek ülkemizdeki fiili durumdan bahsetmek gerekiyor maalesef…
Temelde adalet dağıtıcısı hukukçuları yetiştiren hukuk fakültelerimizin sayısına bakmak gerekirse şu an bu sayı resmi kayıtlara göre 84 olup, bunlardan 39 tanesi devlet, gerisi ise vakıf üniversitesidir. Bu üniversitelerden her yıl binlerce genç mezun olmakta ve ülkemizdeki diplomalı hukukçu sayısı giderek artmaktadır.
Diğer yandan giderek artan “diplomalı hukukçu” sayımıza rağmen adalet sistemimizdeki tıkanıklıkların tüm önlemlere karşın bir türlü giderilemediğine hep birlikte tanıklık etmekteyiz.
Bunun en büyük sebebi ise sayısal olarak artan hukukçu sayısı karşısında, lisans eğitimi ve sonrasındaki mesleki eğitim seviyesinin yetersizliği nedeniyle hukuk ve hukukçu kalitesinin düşmesidir.
Bu gün ülkemizde gelinen noktada bırakınız yukarıda saydığımız asgari zorunlu unsurları kanaatimizce bunlardan en önemlisi olan sorumluluk bilincinin dahi meslektaşlarımızda mevcut olmadığını üzülerek gözlemekteyiz.
Günümüz Türkiye’sinden örnek vermek gerekirse;
-Pek çok meslektaşımızın sorumluluğunu “güya” üstlendiği, kendilerine canlarını, mallarını, hayatlarını teslim etmiş insanların davalarına çalışmak, hazırlanmak şöyle dursun olayların içeriğinden duruşma salonundaki 5-10 dakikalık zaman dilimi içinde haberdar olduğuna,
-Kürsüye kurulup oturan sevgili Savcılarımızın mütalaalarının, iddianamelerin ve hatta emniyet fezlekelerinin tekrarından ibaret olduğunu,
-Yapılan uzun açıklamalar ve savunmalara karşın, İnsan özgürlüğünü kısıtlayan tutukluluk gibi bir tedbirin gerekçelerinin “dosyanın mevcut durumu, atılı suçun niteliği, kaçma şüphesi” gibi iki üç standart kelimeye sığdırıldığını,
-İnsan hayatında yıllara mal olan hapis cezaları içeren mahkumiyet gerekçelerinin dosya içeriğindeki sanık savunmalarının, tanık beyanlarının, delillerin ve mütalaanın olduğu gibi kopyalanıp yapıştırılması sonrasında, bir paragraf da “dosyadaki deliller birlikte değerlendirildiğinde suçun işlendiği yönünde oluşan vicdani kanaate göre” hüküm tesis edildiğini,
-Modern Ceza Hukukunda AİHS md.6 ve Any.md.38 de Masumiyet Karinesi uyarınca “Şüphe Sanık Lehine Yorumlanır” ilkesinin uygulanması gerekeceği ve bunun sonucu olarak “aksi sabit olana değin herkes masum olduğu halde” ülkemizde tam tersi uygulama ile “basit şüphenin dahi aleyhe değerlendirildiğini”,
-Ceza soruşturmasında delillerden yola çıkılarak faile ulaşmanın esas olduğu halde ortaçağ ceza soruşturma hukuku anlayışla önce failin belirlenip, dosyadaki delillerin faile göre uyarlandığını,
-İnsanlar hakkında kısacık zaman dilimlerine sığdırılan kararların verildiği duruşmalarda tüm delillerin Mahkeme huzurunda tartışılıp değerlendirilmesi gerektiği halde Mahkeme huzurunda okunmayan-tartışılmayan-değerlendirilmeyen belgelerin okundu diyerek tutanağa geçirildiğini, sanıkların kendisini ifade etmesine, savunmaların dinlenmesine tahammül edilmediğini, edilse dahi çoğu zaman dikkate alınmaktan imtina edilerek cep telefonu ile oyun oynamanın, uyumanın, kafa sallamanın tercih edildiğini,
-Tüm bunların maalesef kanunda asla yeri olmayan usulsüz ve hukuka aykırı uygulamalar olduğu,
APAÇIK BİR GERÇEKTİR.
Ve diyorum ki YAZIKLAR OLSUN hepimize!
Çünkü adalet sistemimizin temel sorunu kanunlarımız, mevzuatımız v.s. değildir.
Sorun uygulayıcılardadır.
Sorun eğitim sistemimizdedir.
Sorun yozlaşan ahlak ve vicdan değerlerimizdir.
Hatta ve hatta daha ileri giderek iddia ediyorum ki bugün adalet mekanizmasında görev alan tüm avukat, hakim ve savcı meslektaşlarım yani biz “hukukçular” kanunların bizlere yüklediği görev ve sorumlulukları layıkıyla yerine getirmemek veya getirilmemesine göz yumarak toplum ve kanun karşısında suç işlemekteyiz.
Bu suç sebebi ile belki bugün yargılanmıyoruz ancak unutmayınız ki bir gün kürsünün diğer tarafında yargılanan siz olabilirsiniz. Ve o gün geldiğinde anlarsınız ki:
“Herkes Adalete Muhtaçtır”
Av. Uğur ŞİMŞEK