Gün geçmiyor ki erkek şiddetiyle can veren kadın haberiyle uyanmayalım. Bu sabah, Adana'da emekli bir polisin eski eşini öldürdüğü haberiyle açtık gözümüzü. Fail yaralı olarak yakalanmış, yaşarsa cezası illaki verilecektir. Ancak kanayan bu yara nasıl durdurulacak? Devletin tek görevi ceza kanunlarının alt ve üst sınırlarını bir de infaz yasalarını düzenlemek mi ? Peki topluma bu haberleri verenlerin, bu yarayı durdurmakta hiç mi sorumluluğu yok ?
Yaşam hakkı tüm din ve hukuk kurallarında en üst haktır. Birinin yaşam hakkını elinden almak, cezası en büyük suçlardandır. Ancak ceza hukukunun temel amacı; kişileri işledikleri suçlardan dolayı cezalandırmaktan önce suç işleme ihtimali bulunanları önlemek ve caydırmaktır. Caydırıcılık fonksiyonu bulunmayan kurallar uygulamada çiğnenmeye mahkumdur. Türkiye en ağır ceza yasalarına sahip ülkelerden birisidir. Ancak ülke de suç oranına baktığımızda ne yazık ki caydırıcılıktan oldukça uzaktır.
Kadın cinayeti gibi toplumu derinden etkileyen olaylar politiktir. Bu haberleri yapanlar da toplumun bakış açısını istedikleri yöne çekerek politika yaratmaktadır. Nasıl mı ?
Gazetecilik genellikle ''amaçlı konu anlatımı '' olarak tanımlanmaktadır. Anlatılan haberin bir amacı olmalı, yazılanların haber alma özgürlüğü dışında, topluma bir faydası olmalıdır. 5n1k kuralının dışına çıkamayanların kalemlerinin hiç bir değeri yoktur.
Haber dili toplumsal politikayı belirler. Toplumun bakış açısını değiştirir. Ancak okuduğumuz haberlerde görmekteyiz ki erkek şiddeti yüzünden hayatını kaybeden kadınların isim ve resimleri apaçık, faillerin ise gizlidir.
Devlet; özel infaz düzenlemeleriyle, haksız tahrik indirimleriyle failleri cezasız bırakırken; gazeteciler; masumiyet karinesi ve lekelenmeme hakkı sebebiyle suçun failinden çok mağduruna dikkat çekmektedirler. Hatta Namus Cinayeti, Emekli Polis gibi kavramlar ile faili normalleştirmeye, mağduru ise kötü gösterme eğilimindedirler.
Gazetecilerin takındığı bu uslüp ile üretilen, topluma hiç bir fayda sağlamayacak, geliştirmeye, dönüştürmeye, düşündürmeye, utandırmaya yetmeyecek haberler sadece ''haber alma özgürlüğü ''sınırları çerçevesinde kalmaktadır. Büyük resme baktığımızda ise topluma hiç bir fayda sağlamamaktadır.
Ceza yargılamasında haksız tahrik indirimi alan faile toplum; ''Demek ki haklıymış. Mağdur da hak etmiş.'' gözüyle bakarken, gazetelerde failin değil de mağdurun ön planda tutulması; ''suçun faili olursan kimse bilmez ama mağduru olma, rezil olursun.'' algısı yaratmakta. Emekli Polis gibi ifadeler ise bu zamana kadar silahı olmasına rağmen adam kimseyi vurmamış ama 3 yıl önce boşandığı kadın ne yaptıysa... Gibi ifadeler faili aklayıp mağduru karalamaktadır. Haberlerde daha nice faili aklayan mağdura ölümü hak etmişcesine kelimeler çağrıştıran başlıklara şahit oluyoruz.
Ceza yargılamalarında verilen kararlar kadar, ülkedeki olayların haberciler tarafından topluma hangi dille yansıtıldığı da büyük önem arz etmektedir. Çünkü işlediği suçun infazında yatar hesabını bilen fail için ceza evinde kalacağı süre değil, toplumdan dışlanma korkusu daha ağır basmaktadır.
Elini taşın altına koymayan veya elini sadece taşın altına sokup yerinden oynatmak için bir şey yapmayan herkes fail kadar suçludur. Ancak elinde güç bulunduğu halde; Bireysel silahlanmayı önlemeyen, ceza yasalarına kocaman sayılar koyup; infaz düzenlemeleriyle, haksız tahrik indirimleriyle cezasızlık yaratan, İlk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesinden bir gece de çekilme kararı alan, 2025 Aile Yılı diyerek, memurlara evlenmeleri için eğitimler verip baskı kuran, 3 çocuk diye tutturup kadını iş hayatından uzaklaştıran ve asgari ücretle ev kirasını zor ödeyen kocaya mahkum eden devlette; Erkek şiddeti sebebiyle can veren kadınların haberini yaparken, "ölen ölür kalan sağlar bizimdir." şiarıyla gazetecilik yapan, dili ve bakış açısıyla toplumsal ahlakın gelişmesine gram katkı sunmayan gazeteciler de en az failler kadar suçludur.