5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Davaya yeniden bakacak mahkemenin işlemleri” başlıklı 307. maddesinin 1. fıkrasına göre; “Yargıtaydan verilen bozma kararı üzerine davaya yeniden bakacak bölge adliye veya ilk derece mahkemesi, ilgililere bozmaya karşı diyeceklerini sorar”.
Uygulamada yerel mahkemelerin direnme kararı verilmesi görüşünde olduklarında; sadece taraflara CMK m.307 uyarınca bozmaya karşı diyeceklerini sorulduğu, bununla birlikte direnme bile olsa işin esası ile ilgili karar verildiği için CMK m.216 uyarınca delil tartışması yapılması gerekirken yapılmayıp, bozma sonrası beyanlar alındıktan sonra yerel mahkemelerce doğrudan doğruya karar verildiği, yani CMK m.223 uyarınca hüküm aşamasına geçildiği görülmektedir.
Bozma sonrası mahkemelerin ne şekilde hareket etmesi gerektiği ile ilgili olarak verilen Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 24.03.2022 tarihli, 2021/300 E., 2022/201 K. sayılı kararına göre; “Özel Daire bozma kararının fazla cezaya ilişkin olup taraflara bozmaya karşı diyeceklerinin sorulmasının, mahiyeti itibarıyla ‘delillerin tartışılması’ aşamasındaki söz sırasına ilişkin kurallara tabi olması nedeniyle, bozma kararından sonra sanık müdafiinin katılımıyla gerçekleştirilen ve hükmün de tefhim edildiği 15.10.2020 tarihli oturumda CMK’nın 216/1. maddesindeki düzenleme gereğince Cumhuriyet savcısının bozmaya ilişkin görüşlerinin sorulmasından sonra açıklanan mütalaaya karşı sanık müdafiine söz verilmesi gerekirken, kanunda öngörülen sıraya uyulmayarak, sanığa son sözü sorulduktan sonra yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesi”, CMK m.216/1’e aykırılık oluşturmakta ve savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurmaktadır.
Karara göre; bozma kararı sonrası ilgililere CMK m.307 uyarınca bozmaya karşı diyecekleri sorulmalı, daha sonra CMK m.216/1 uyarınca delillerin tartışılması aşamasına geçilmeli, sırası ile söz katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanuni temsilcisine verilmeli, CMK m.216/2 uyarınca Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanuni temsilcisinin açıklamalarına, sanık ve müdafii veya kanuni temsilcisi de Cumhuriyet savcısının veya katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilmeli, hükümden önce son söz sanığa veya hazır değilse müdafiine verilerek, direnme yönünde hüküm kurulmalıdır. CMK m.216’da öngörülen bu prosedür izlenmeden verilen direnme kararı hatalı olup, ilgililere bozmaya karşı diyeceklerinin sorulmasından sonra doğrudan doğruya hüküm aşamasına geçilmesi veya Cumhuriyet savcısının mütalaasını aldıktan sonra hüküm kurulup sanığa ve müdafiine söz verilmemesi hukuka aykırı olacak ve sanığın savunma hakkını kısıtlayacaktır.
Yukarıda yer verdiğimiz 24.03.2022 tarihli Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına konu olayda da, bozma ilamına karşı diyeceklerin sorulmasını müteakip Cumhuriyet savcısının görüşünün alındığı ve sonrasında duruşmanın bitirildiği ve direnme hükmü kurulduğu anlaşılmaktadır.
Bu hususun hukuka aykırılığına işaret eden Yargıtay Ceza Genel Kurulu; “(…) direnme kararının şekil ve usul şartlarına ilişkin olarak her ne kadar Ceza Muhakemesi Kanunu'nda detaylı düzenleyici hükümler bulunmasa da, ceza muhakemesi kanunlarının her konuyu ayrıntısıyla düzenlemesi beklenmemelidir. Bu nedenle usul kanunlarının düzenlemediği alanlar, kişi hak ve özgürlüklerine aykırı olmamak ve kanunun ruhuna uygun olmak şartıyla yorum ve kıyasla doldurulmakta ve bu uygulamalar benimsendikçe teamüle dönüşmektedir.
Ceza muhakemesinin amacı olan maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için delillerin duruşmada ortaya konulmasından sonra, bu delillerden sonuç çıkarma, yani tartışma safhası başlamaktadır. Böylece ortaya konulan delillerle ilgili taraflara 5271 sayılı CMK’nın 216/1. maddesinde belirtilen sıraya göre söz hakkı verilecek ve tartışma imkanı sağlanacaktır.” açıklaması ile kanaatimizce gayet yerinde bir karar vermiştir.
Bu vesile ile yerel mahkemelerin; Yargıtay ceza dairelerinin bozma ilamının okunduğu ibaresine usulen yer verdikleri, dosyaya gelen bir kısım belgelerden bahsettikleri, sonrasında bozma kararı ile ilgili iddia makamına, iddia makamının görüşü sonrası da sanık müdafilerine bozma ilamı ile ilgili diyeceklerini sordukları, müdafilerin bozma ilamı ile ilgili taleplerini söyledikten sonra mahkemelerin, dosyanın tetkik edildiğinden bahisle açık yargılamaya son verip duruşmanın bittiğini bildirdikleri, bu şekilde direnme kararı prosedürünü işlettikleri şeklinde uygulamanın isabetli olmadığı ortaya koyulmuştur.
Buna göre; bozma kararı sonrası verilecek direnme kararında, CMK m.307 ile sınırlı hareket edilmeyip, CMK m.216, m.217 ve m.223 prosedürü de usule uygun şekilde tatbik edilmelidir. Aksi halde; yalnızca CMK m.307’nin uygulanması suretiyle verilen direnme kararları işin esası ile ilgili verilen kararları da kapsadığından, savunma hakkını kısıtlayacak ve usul açısından esasa müessir hukuka aykırılığı gündeme getirecektir.
Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarına göre yerel mahkeme direnme kararları; ilk karardan kopyala yapıştır şeklinde değil, mahkemenin ilk kararını gerekçesini değiştirmeyerek, fakat neden yeniden aynı kararı verdiği, yani ilk kararında direndiği ve Yargıtay ceza dairesinin bozma kararına uymadığı yönünde somut gerekçe içermelidir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 09.10.2018 tarihli, 2017/1-238 E., 2018/408 K. sayılı kararına göre; “(…) Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş uygulamalarına göre, bir karar bozulmakla tamamen ortadan kalkacağından, bozma sonrası yerel mahkeme tarafından CMK'nın 34, 230 ve 232. maddeleri uyarınca yeniden usulüne uygun olarak hüküm kurulması, bunun yanında direnmeye dair gerekçenin de gösterilmesi gerekmektedir. (…)
Delillerin değerlendirilmesi bölümünde; ‘yerel mahkemece daha önce verilmiş olan Yargıtay bozma ilamlarında sanığın suçu işlediğine dair değerlendirme yapılması, söz konusu bozma ilamlarına uyulmuş olması ve son kez bozulan kararda da açıkça sanığın suçu işlediğine dair hususlara yer verildiği’ şeklindeki gerekçeyle, Özel Dairece bozulmakla tamamen ortadan kalkan ve infaz yeteneğini yitiren önceki hükümlere atıf yapılmakla yetinildiği, kararda katılan ve tanık beyanları ile sanık savunmasına yer verilmeden ve hangi anlatımın ne gerekçeyle diğerine üstün tutulduğu açıklanmadan delillerin tartışılıp değerlendirilmemesi suretiyle CMK'nın 230. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine,
Ulaşılan kanaat ile sanığın suç oluşturduğu kabul edilen fiilinin gerekçeli kararda belirtilmeyerek aynı fıkranın (c) bendine,
Muhalefet edildiğinin anlaşılması karşısında; direnme kararına konu hükmün, Anayasa'nın 141 ve 5271 Sayılı CMK'nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde kanuni ve yeterli gerekçeyi içermediği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, yerel mahkemenin direnme kararına konu hükmünün, usul ve kanuna uygun şekilde direnme gerekçesi gösterilmemesi, yine Anayasa'nın 141 ve 5271 Sayılı CMK'nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde kanuni ve yeterli gerekçeyi içermemesi isabetsizliklerinden diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir”.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 10.06.2014 tarihli, 2013/14-768 E., 2014/317 K. sayılı kararına göre de; “Bozmadan sonra yargılama yapan yerel mahkemece, direnme nedenleri ve bozmaya niçin uyulmadığı açıklanmadan önceki hükümde direnilmesine karar verildiği, sadece tarihi ve sayıları değiştirilmek suretiyle bozulan kararla tamamen aynı olacak şekilde hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
Anayasamızın 141 ve 5271 sayılı CMK'nun 34. maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının gerekçeli olması zorunludur. Yasal, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, kanun koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, uygulamada da keyfiliğe yol açacağında şüphe yoktur. Nitekim Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş uygulamalarına göre de, bir karar bozulmakla tamamen ortadan kalkacağından, yerel mahkeme tarafından CMK’nın 34, 230 ve 232. maddeleri uyarınca yeniden usulüne uygun olarak hüküm kurulması, bunun yanında direnmeye ilişkin gerekçenin de gösterilmesi gerekmektedir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Yerel mahkemece Özel Dairenin bozma kararına karşı direnilirken, bu ilkeler doğrultusunda işlem yapılmamış, bozulmakla tamamen ortadan kalkan eski hükümde direnilmesine karar verildikten sonra, direnme nedenleri gösterilmemiş, bozma kararına niçin uyulmadığı açıklanmayarak, bozulan kararın tarihi ve sayıları değiştirilmek suretiyle gerekçenin aynen ve yeniden yazılmasıyla yetinilmiştir.
Bu itibarla, bozma kararına hangi nedenlerle uyulmadığı belirtilmeden ve direnme gerekçeleri gösterilmeden önceki kararın aynen tekrarı ile yetinilmesi kanuna aykırı olduğundan, sair yönleri incelenmeyen hükmün öncelikle bu usuli nedenden dolayı bozulmasına karar verilmelidir”.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 09.10.2018 ve 10.06.2014 tarihli kararlarının isabetli olduğu söylenebilir, çünkü gerekçeli karar hakkına ve Anayasa m.141/3 ve CMK m.34’e uygun olan, tüm mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olmasıdır ve bu gereklilik, direnme kararlarını da kapsar. Dolayısıyla direnme kararının; sadece neden mahkumiyet kararı verildiği yönünde değil, neden Yargıtay ceza dairesinin bozma kararına direnildiği ve bozma kararına uyulmadığı yönünde de gerekçe içermesi elzemdir.
Yazımızda bahsettiğimiz 24.03.2022, 09.10.2018 ve 10.06.2014 tarihli Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarının gerek bozma sonrası savunma hakkının sağlanması ve CMK m.216 uyarınca delil tartışmasının gerçekleştirilmesi ve gerekse yerel mahkemenin direnme kararlarının gerekçeli olup, neden Yargıtay ceza dairesinin bozma kararına direnildiği/uyulmadığı yönünden ayrıca bir gerekçesi içermesi gerektiği açılarından dikkate alınması ve bu kararların mahkemelerce uygulanması umulmaktadır.
Ancak son iki Genel Kurul kararı ile ilgili şu şekilde fikirler de ileri sürülebilir; direnme prosedürü CMK m.307/4’de düzenlenmiş olup, direnme kararının ne şekilde olacağına dair CMK m.307’de ve “Duruşmanın sona ermesi ve hüküm” başlıklı CMK m.223’de özel bir düzenlemeye gidilmemiştir. Direnme ile ilgili sadece CMK m.307/4’de; “Yargıtaydan verilen bozma kararına bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkı vardır. Direnme kararları, kararına direnilen daireye gönderilir. Daire, mümkün olan en kısa sürede direnme kararını inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir. Direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara karşı direnilemez.” hükümlerine yer verilmiş olup, ayrıca bir prosedür öngörülmemiştir. Uygulamada; adına “eylemli direnme” denilen, ilk hükmün içeriğinin ve gerekçesinin değiştirildiği durumda, bu ilk derece veya bölge adliye mahkemesi kararının klasik direnme kararı sayılmayıp, ilgili ceza dairesi tarafından inceleneceğine dair bir kabul olduğundan, bozma kararına direnen mahkemenin, bozulan kararının içeriğine ve gerekçesine dokunmadan, yalnızca neden direndiğine dair somut hukuki ve fiili gerekçe göstermek suretiyle direnebileceği, bozma sonrası uyma kararı vermeden bir kısım yargılamaya devam ederek verdiği hüküm ve oluşturduğu yeni gerekçenin “eylemli direnme” nitelendirmesi ile Genel Kurula gitmeksizin ilgili daire tarafından incelenip değerlendirileceği, uyma kararı verdikten sonra ise artık ilk kararına dokunsun veya dokunmasın klasik direnme kararı vermediğinden bu temyiz incelemesinin ilgili daire tarafından yapılacağı, bozma kararına uymaksızın, usule uygun şekilde bozma ile ilgili taraf beyanlarını ve CMK m.206’ya göre esas hakkında iddia, mütalaa ve savunmaları aldıktan sonra verdiği kararda ise, ilk kararın içeriği ve gerekçesini değiştirmemek kaydıyla, neden direndiğine dair gerekçesini karar yerinde göstermekle yetindiği takdirde, bu kararın usule uygun bir direnme kararı kabul edileceği, hatta bir görüşe göre direnen mahkemenin ilk kararına direndiğine dair bir ibareye yer vermek suretiyle karar oluşturmasının da CMK m.307/4’e uygun olduğu düşünülmektedir.
Prof. Dr. Ersan Şen
Av. Ertekin Aksüt
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)