Türkiye Narin ve Sıla olayının şokunu geçirmeden bu kez iki genç kızın bir psikopat tarafından kafasının, kollarının kesilerek surlardan aşağıya atılmasını konuşuyor günlerdir. İnsanlar dehşet içinde. Bu olayı destekleyen gündelik olaylar ise üzerine tuz biber ekiyor; eşini öldürenler, sokakta sevgilisini ya da hiç tanımadıkları dövenler, görevini yapan güvenlik güçlerine haince saldıranlar, bir trafikte en ufak bir sürtüşmede tabanca çekip karşısındakinin üzerine yürüyenler…
Hiçbirini unutmuyoruz o cinayetlerin: Güldünya, Münevver, Şule, Emine, Özgecan ve binlerce kadın.
Birden çok suç kaydı bulunan suçlular her gün aramızda serbestçe dolaşıyor. İnfaz yasası ve geçmişte çıkarılan aflar nedeniyle kimse suç işlemekten çekinmiyor. Görevini yaparken öldürülen gencecik Şeyda Yılmaz ve bıçaklanan Polis görevlileri bu uygulamaların sonucu.
Sıla bebeği ve Narin’i anımsamak dayanılmaz bir acı veriyor insana.
Çocuğu öldür sonra intihar et haberleri de kan dondurucu.
İzmir’in Bornova ilçesi Altındağ Mahallesi’nde yaşayan 45 yaşındaki Vesim Şimşek, Çınar mevkiindeki ağaçlık alana götürdüğü dört çocuğuna tabancayla ateş etti. Şimşek’in iki yaşındaki kızı Ceylin, dört yaşındaki kızı Cemre ve 14 yaşındaki büyük kızı Nira olay yerinde yaşamını yitirdi. 11 yaşındaki Hira Nur ise ağır yaralandı. Şimşek daha sonra bir yakınına telefon ederek çocuklarını vurduğunu haber verdi. Cinayet mahallini de tarif eden Şimşek, aynı silahla yaşamına son vermek istedi.
Merkez Şahinbey ilçesine bağlı Güzelvadi Mahallesi 43 No'lu Sokak'taki bir evde oturan Ahmet Demir, eşi Emine Demir ile çocukları Medine (11), Eda Nur (9), Azra (5) ve Yusuf Demir'i (4) tabancayla öldürdü. Ahmet Demir daha sonra aynı silahla yaşamına son verdi.
Bu çocuklar bizim çocuklarımız. Bu çocuklar bizim geleceğimiz. Bir kez daha Nazım Hikmetin o güzel şiirindeki dizeyi burada anmadan geçemeyeceğim: “Çocuklara kıymayın efendiler”
Olayların boyutunu vurgulamak bakımından bir kez daha anımsatmak istiyorum:
21 Ağustos’ta yaşanan Narin olayı, Ümraniye’de yaşanan polis Şeyda Yılmaz polis cinayeti,
Beyoğlu’nun orta yerinde iki gencin bir genç kıza yaşattığı taciz olayı, Fatih ve Eyüp Sultan’da gencecik iki kızımızın kafasının kesilmek suretiyle öldürülmesi,
2 yaşındaki Sıla bebek vahşeti…
'Kız Kardeşimin Bekçisi' Jodi Picoult'un en çok satan kitabıdır. Kitabın sonunda dünyanın neresinde olursa olsun, dil, din, ırk, ve cinsiyet ayrımı olmadan tüm insanlar için geçerli şu cümle yer alır:
"İngilizcede yetimler ve dullar vardır, ancak çocuğunu kaybeden ebeveynler için bir kelime yoktur." Hiç kuşkusuz bu çok doğru saptama. Çünkü anne ya da babadan birinin ölebileceği öngörülebilinir ve geride kalan eşe dul, çocuğa ise yetim denebilir. Ancak hiçbir insan kendi çocuğunun öleceğini düşünemez. Bunun akla gelmesi kabul edilemez. Çünkü her insanın amacı ve gelecek için düşü çocuğun yaşamasıdır.
İşte bu nedenle bizde de “ Allah kimseye evlat acısı yaşatmasın “ dileği vardır.
Dün Türkiye Turing ve Otomobil Kurumunun ev sahipliğini yaptığı “Meşk Vakti Konserinde” Solist Esra Çelik Tokgöz’den dinlediğim bestesi Alâeddin Yavaşça tarafından yapılan Hicaz şarkının güftesinin ilk dizesi şöyle:
“Kimseyi böyle perişan etme Allah’ım yeter”
Güfte dönemin en tanınan ruh doktoru Dr. Rahmi Duman tarafından kaleme aalınmış.
Bu çok sevilen Hicaz şarkının sözleri, bir sevgili için yazılmamış.
Bu güzel şarkının sözleri fidye için çocuğu kaçırılan bir babanın, bir annenin, bir ailenin yaşadığı büyük bir acının feryadı olarak yazılmış.
İşte yukarıya bir dizesine yer verdiğim o şiir:
“ Kimseyi böyle perişan etme Allah’ım yeter.
Uyku tutmaz, bir ümit yok, gelmiyor hiç bir haber.
Ağlamaktan gözlerim etrafı görmüyor artık.
Hazreti Yakub’a gönderdi hükm-ü kader.“
Dr. Rahmi Duman 250.000 TL yi fidyeyi ödeyerek çocuğunu kurtarır.
Sonra bir gün meslektaşı Dr. Alaeddin Yavaşça ile karşılaşınca ona yaşadığı bu büyük trajediyi anlatır ve “Oğlum kaçırıldığında tek bir haber alamadan günler geçti Alâeddin Bey. İçimdeki fırtınayı bu şiire döktüm. Beğenir, bestelersin belki…”diyerek şiiri Alâeddin Yavaşca’ya takdim eder. Dr. Alâeddin Yavaşca’ da o şiiri besteler.
Çocuğu kaçırılan bir insan ne kadar büyük acılar yaşıyor. Bir de çocuğu öldürülen insanların acısını düşünelim. O çocuklar bize de emanet edilmiş, biz de toplum olarak onların yaşama güvencesinden, yaşamaları için gereken önlemleri almaktan sorumluyuz. Türkiye artık bu şiddet ve cinayetlerin önlenmesi için mutlaka çözüm sağlamalı.
Ne cinnet geçirdi deyip olayı bilimsel, toplumsal olmaktan çıkarmak ve ne de bireysel savunmayı öngörüp biber gazı kullanmak çözüm sağlamaz.
Yasaların uygulanmasını mutlak olarak yaşama geçirmeli. Her gün tüyler ürperten olayların yaşandığı bu günlerde de enseyi karartmamak zorunlu. Pes etmek, kabullenmek yok. Sonuna kadar hep birlikte, hep el ele, gönül gönülle öncelikle bu kadın ve çocuk cinayetleri ve bu korkunç şiddet kültürüne karşı bir seferberlik başlatıp, hep birlikte savaşalım.