Devletin en önemli görevleri insan hak ve özgürlüklerinin özüne dokunmaksızın kamu düzenini ve kamu güvenliğini sağlamaktır. Bu nedenle ceza yargılamasında yargı yoluyla maddi gerçeğin ortaya çıkarılması, faillerin cezasız kalmamaları, kamu ve toplum düzeni için hayati önem taşımaktadır. Diğer taraftan, suç işlemeyenlerin cezalandırılması da bir o kadar toplumsal barışa, adalet inancına ve hukuk düzenine olan güveni ortadan kaldıracaktır[1]. Ceza yargılamasında biçimsel delil yöntemi kabul edilmediği için, hukuka uygun olarak elde edilmiş olan her şey ispat aracı olarak kabul edilebilir[2]. Delil, maddi gerçeği ortaya çıkarmaya yönelik geçmişte yaşanan olayı resmeden, akla, mantığa ve hayatın olağan akışına uygun olan ve dosya içeriğiyle örtüşerek eylemin bir bölümünü ve/veya tamamını ortaya çıkaran bilgi, belge, iz, emare, bulgu veya beyanlardır.

Ceza yargılamasında delillerin gerçekçi, akılcı, temsil edici, sağlam, güvenilir, elde edilebilir ve hukuka uygun olması gerekir[3]. Duruşmaya getirilmiş ve hâkim huzurunda tartışılmış bulunan deliller hâkimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir. Deliller serbest olduğu gibi delillerin değerlendirilmesi de serbesttir[4].

Ceza muhakemesinde hukuka aykırı deliller göz önünde bulundurulamaz; bu adil yargılanma ilkesinin bir sonucudur. Adil yargılanma ilkesi devlete, suçla mücadelede görev yapan araştırma, soruşturma ve kovuşturma makamlarına hukuka uygun işlem yapma görevi yükler[5]. Ceza muhakemesi işlemlerinin hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillere dayanmaksızın, hukuki, insani, vicdani ve ahlaki olması gerekir.

Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir(CMK m. 217). Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi şarttır (CMK m. 230).

CMK’nın 148. maddesinde, hukuk devleti ilkesine uygun bir şekilde, evrensel ceza hukukuna egemen ilkeler ışığında kurallara aykırı yöntemlerle ifade alma ve sorgu yöntemleri yasaklanmıştır. Yasak sorgu yöntemleri ile şüphelinin veya sanığın özgür iradesini etkileyecek fiillerde bulunulmasına, araçlar kullanılmasına, ruhsal müdahalelerde bulunulmasına, kanuna aykırı bir vaat verilmesine olanak verilmemektedir. Ayrıca şüphelinin veya sanığın müdafisi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifadenin de şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamayacağı belirtilmiştir. CMK’da, delil elde etme yasaklarına aykırı olarak elde edilen delillerin değerlendirilemeyeceğini mutlak şekilde hükme bağlamaktadır. Nitekim maddenin 3. fıkrasında, yasak usullerle elde edilen ifadelerin, rızayla verilmiş olsa dahi delil olarak değerlendirilemeyeceği belirtilmiştir. Sonradan verilen rızanın da geçersiz olduğu kabul edilmelidir[6].

Mahkeme ispat araçlarını serbestçe değerlendirebilmekte olup duruşmada tartışılan delileri vicdani kanaati çerçevesinde hukuki sınırlar çerçevesinde özgürce değerlendirmektedir. İspat araçlarının sadece kanuna değil hukuka da uygun olması ve ispat yasağı kapsamına girmemesi gerekir. Hâkim ne sanığın ikrarı ne bilirkişi raporu veya başka bir ispat kuralıyla bağlı değildir[7].

Delillerin hukuka uygun şekilde elde edilmiş olması, delil toplama/değerlendirme yetkisinin sınırlarını ya da bir başka deyişle maddi gerçeğe ulaşma amacına ilişkin sınırları ortaya koymaktadır (Fatih Birtek, Ceza Muhakemesinde Delil ve İspat, 2016, 1. Baskı, s. 68). Hukuka aykırılık, ister delilin ikame edildiği anda isterse sonradan öğrenilmiş olsun, hukuka aykırı bir delilin ispat aracı olma ya da maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına ve vicdani kanaatin oluşmasında kullanılamayacağı açık olduğundan, hukuka aykırı şekilde ele geçirilen bulgunun delil vasfını kazanabilmesi mümkün olmayıp, CMK md. 206/2-a hükmü ile de hukuka aykırılığı açık olan bulgu ve beyanların delil olarak ortaya konulması dahi engellenmektedir. Hukuka aykırı delillerle gerçekleşen bir ispat, kanun koyucunun aradığı türden bir ispat değildir (Fatih Birtek, Ceza Muhakemesinde Delil ve İspat, s. 69). Hukuka aykırı delillerin vicdani kanaatin oluşumunda dikkate alınmaması, Anayasal değerde bir ilke olup (Anayasa md. 38/6), hâkimin delilleri serbestçe ve vicdani kanaatine göre değerlendirme yetkisinin de yasal sınırını oluşturmaktadır. Ceza muhakemesinde, ne pahasına olursa olsun maddi gerçeğe ulaşma amacı bulunmadığından, hükmün ve dolayısıyla vicdani kanaatin esasını oluşturan delillerin hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş olması gerekir (CMK md. 217/2). Yargıtay Ceza Genel Kurulu 17.11.2009 tarihli 2009/7-160 esas 2009/264 sayılı kararında da bu konuda: ''... hem 'delil serbestisi' hem de 'delillerin yargıçların kanaatine göre takdir edilmesi' ilkelerinin belli sınırları bulunmaktadır. Bunlardan biri de, mahkemenin, ancak hukukun izin verdiği yöntemlerle elde edilen delilleri dikkate alabilecek olmasıdır. Başka bir deyişle, hukuk düzeninin yasakladığı yöntemlerle toplanan kanıtlar mahkemece dikkate alınamazlar. Temel hak ve hürriyetlere yasadışı müdahale suretiyle elde edilen delillerin davalarda hükme esas alınmasının hukuka aykırı sayılması ise, çağdaş hukuk sistemlerinin bazılarında yargısal ilkeler, kimilerinde de pozitif hukuk normları sayesinde mümkün olabilmektedir...'' şeklinde tespitlerde bulunmuştur. Hukuk sistemimiz de delile değil, hukuka üstünlük tanımış olup; bu doğrultuda, Anayasa md. 38/6'da ''kanuna aykırı elde edilmiş delil'', CMK md. 148/3'te ''yasak usul'', CMK md. 206'da ''kanuna aykırı elde edilmiş delil'', CMK md. 217'de ''hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş delil'', CMK md. 230/1-b, 289/1-i hükümlerinde ise ''hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delil'' kavramlarına yer verilmiştir. Anayasa md. 38/6 ve CMK'da yer alan hükümler dikkate alındığında, delil yasakları emredici nitelikte olduğundan, yasak delillere dayanılarak tesis edilen hükmün şüpheli veya sanık lehine olup olmadığının bir önemi olmayıp, yasak delil kullanılarak kurulan hüküm, şüpheli veya sanığın lehine olsa da ''emredici usul kuralına aykırı davranılmış olması nedeniyle'' hukuka aykırıdır (Cumhur Şahin, Yargıtay Kararları Işığında Hukuka Aykırı Deliller ve Değerlendirilmeleri Sorunu, 1998, s. 345 vd). Hukuka aykırı deliller, delil elde etme yasakları ve delil değerlendirme yasakları şeklinde alt başlıklarda tasnif edilebilir. Yine, delil elde etme yasakları, delil konusu, ispat aracı ve ispat metodu yasağı şeklinde alt başlıklara ayrılırken; delil değerlendirme yasakları ise, bağımsız değerlendirme yasakları ve bir normdan kaynaklanan değerlendirme yasakları olmak üzere alt başlıklara ayrılmakta olup; teorik mahiyetteki bu ayrımların, yasak delilin hukuka aykırılığına ya da ispat aracı olup olmamasına bir etkisi bulunmamaktadır. (Fatih Birtek, Ceza Muhakemesinde Delil ve İspat, s. 291). Bu konuda Anayasa Mahkemesi, tek başına ya da belirleyici bir şekilde hukuka aykırı delile dayanılmadığı ya da delilin elde edilişindeki hukuka aykırılığın vicdani kanaatin oluşumuna etki etmediği durumlarda, adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğini kabul etmektedir (Nilgün Kaya başvurusu, 31.12.2014 tarihli ve 2012/1146 başvuru numaralı kararı, par. 43). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de hukuka aykırı delilin kullanılmasının adil yargılanma hakkını ihlal edip etmediğini her somut olayda, adil yargılanma hakkına ilişkin güvenceleri nazara alarak ve yargılamayı bir bütün olarak değerlendirerek belirlemekte; ceza yargılaması sonucunda verilen hükmün, hukuka aykırı bir delile dayanması halinde bu delil duruşmada ortaya konulmuş, taraflara bu delile karşı itiraz hakkı tanınmış ve hüküm tek başına ya da belirleyici şekilde bu delile dayandırılmamışsa, adil yargılanma hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmaktadır (Schenk/İsviçre kararı, 12.07.1988 tarihli ve 10862/84 başvuru numaralı kararı par. 48; Popov/Rusya kararı, 11.12.2006 tarihli ve 26853/04 başvuru numaralı kararı, par. 187). Bu itibarla, hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin, mevcut yargılamada niteliği belirlendikten sonra artık başka herhangi bir soruşturma veya kovuşturma işleminde kullanılması mümkün değildir. Delilin hukuka uygun olup olmadığı konusundaki tartışmanın sonucunda, eğer mahkeme tarafından bir delilin hukuka aykırı olduğu yönünde kanaate ulaşılırsa, bu delilin içeriğine bakılmaksızın başka yargılamalarda delil olarak kullanılması söz konusu olmayacaktır. Dolayısıyla, bir delilin hukuka aykırı olduğu belirlendikten sonra; bu delil, belge ise bir zarfa koyulmalı, maddi bir bulgu ise adli emanete alınmalıdır. Ancak, devlet sırrı niteliğinde bir delil söz konusu ise, mahkeme kasasında hüküm kesinleşene kadar saklanmasına karar verilmelidir. Dosya kapsamı itibariyle, hukuka aykırı şekilde elde edilen deliller değerlendirildiğinde; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ulusal ve uluslararası yararları bakımından sakıncası nedeniyle mahkeme kasasında saklanmasına karar verilen mağdur ve müştekilere ait ses ve görüntü kayıtlarının bulunduğu 7'şer adetten 2 takım (1 takımı orijinal, 1 takımı kopya) olmak üzere toplam 14 adet hard disk ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı, Bakanları ve Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı başta olmak üzere diğer devlet yetkililerinin görüşme içeriklerinin bulunduğu 3 klasörden ibaret belgenin hukuka aykırı olarak elde edilip, oluşturulduğu; hukuka aykırı şekilde elde edilmeleri ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlık makamlarının 26.01.2015 ve 06.02.2015 tarihli cevap yazılarına göre Türkiye Cumhuriyeti Devletinin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken devlet sırrı niteliğinde gizli bilgileri barındırmaları sebebiyle başka soruşturma ve kovuşturmalarda delil olarak kullanılamayacakları, yine nitelikleri nedeniyle saklanmalarının yasal dayanağı bulunmadığı, keza söz konusu materyallere ilişkin devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri siyasi veya askeri casusluk amacıyla temin etme suçundan kurulan mahkûmiyet hükümlerinde de bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşıldığından, kurulan mahkûmiyet hükümleri Yargıtay incelemesi sonucunda kesinleştiğinde hukuka aykırı şekilde elde edilen devlet sırrı niteliğindeki bilgi ve belgelerin imhalarına karar verilmesi gerektiği kabul edilmiştir[8].

Delillerin hukuka uygun olarak toplanabilmesi ve maddi gerçeğin hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkarılabilmesi için hukuk mezunu olan ve Cumhuriyet savcısına doğrudan bağlı olan adli kolluğun hayata geçirilmesi şart olup aklın, bilimin ve hukukun ışığında suç bazında delil toplama tekniklerinin ve stratejilerinin geliştirilmesi gerekir.

Ceza yargılamasında kural olarak ispat külfeti bulunmamasına rağmen uygulamada sanığın suçsuz olduğunu kanıtlaması beklenmektedir. Oysa bu durum olması gereken hukuk açısından sakıncalıdır. Çünkü ceza adalet sistemimizde Cumhuriyet savcısı taraf olmayıp şüpheli veya sanığın aleyhine ve lehine delil toplaması gerekirken sadece aleyhe delil toplaması ve lehe delil toplanması yönündeki taleplere karşı kısmen de olsa isteksiz davranması maddi gerçeği amaçlayan ceza adalet sistemimizin temel ilkelerine açıkça aykırılık oluşturmaktadır.

Hukuka yöntemlerle elde edilen sözde delillerin mutlak anlamda delil değerlendirme yasağı kapsamına girdiği açık olup hiçbir istisna olmaksızın hâkime takdir hakkı da tanınmadığı nettir. Bu nedenle hâkim her hukuka aykırı bir delili mutlak bir şekilde reddedilmeli, dosyadan çıkararak, değerlendirme dışı bırakılmalıdır. Hukuka aykırılığın olduğu yerde ne hukuk devleti ne de adalet kavramları olamaz.

Hâkim hakem olmayıp kolluk görevlilerinin ve/veya Cumhuriyet savcısının getirdiği delillerle hâkim bağlı olmayıp serbestçe delil araştırıp bağımsız bir şekilde duruşmada okunan delilleri değerlendirmektedir. Hâkim, kolektif yargılama faaliyeti ışığında iddia ve savunmalar üzerinden olaylar hakkında sorular sorar, irdeler, çelişkileri ortadan kaldırmaya çalışır, sorgular ve vicdani kanaatiyle bir karar vermektedir. Hâkim somut ispat aracına dayanarak karar verecektir. Ancak ispat araçlarından vicdanına uygun olanına güvenmekte ve dayanmakta serbesttir. Dosya kapsamındaki ispat araçları olayı kısmen veya tamamen temsil etmelidir. Aynı dava içerisinde birkaç olay bulunabilir, bir delil olaylardan biri için kullanılabilirken bir diğeri için kullanılamayabilir[9]. Ancak bu durumun takdirde çelişkiye veya belirsizliklere neden olmaması şarttır. Hâkim hükümde hangi olayı hangi deliler ışığında hükme esas aldığını net bir şekilde belirtmesi gerekir.

Cumhuriyet Savcısı Doç. Dr. Cengiz APAYDIN

Hukukçu Cenk Ayhan APAYDIN

------------

[1] Çınar, Ali Rıza, “Hukuka Aykırı Kanıtlar”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S:55, Ankara 2004, 33.

[2] Centel, Nur/Zafer Hamide, Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul 2003, 5.

[3] Kunter, Nurullah / Yenisey, Feridun / Nuhoğlu, Ayşe, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul 2010, 1328 vd; Toroslu, Nevzat / Feyzioğlu, Metin, Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara 2008, 171.

[4] Ünver/Hakeri, 18. Baskı, 100.

[5] Ünver/Hakeri, 14. Baskı, 58.

[6] Özkul, Fatih,” Ceza Yargılamasında Hukuka Aykırı Şekilde Elde Edilen Delillerin Değerlendirilmesi Sorunu”, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, Y:5 S: 9, Haziran 2017, 43.

[7] Ünver/Hakeri, 18. Baskı, 100.

[8] Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 08.05.2023 tarihli, 2022/39808 esas ve 20232715 sayılı kararı ((UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[9] Ünver/Hakeri, 18. Baskı, 102.