TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MEHMET EKİZLER BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2022/58456) |
|
Karar Tarihi: 18/4/2024 |
R.G. Tarih ve Sayı: 31/7/2024-32618 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Recai AKYEL |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
İrfan FİDAN |
|
|
Yılmaz AKÇİL |
Raportör |
: |
Şeyda Nur ÜN |
Başvurucu |
: |
Mehmet EKİZLER |
Vekili |
: |
Av. Fatma Süreyya ÖLMEZTOPRAK |
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, bir iş kazasına ilişkin düzenlenen rapora itiraz dilekçesinde sarf edilen sözlerden dolayı iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Başvurucu 1964 doğumlu olup 2018 yılından iş sözleşmesinin feshedildiği tarihe kadar Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığında (asıl işveren/TPAO) hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalışmıştır. Başvurucu, iş sözleşmesinin feshedildiği sırada Trakya Bölge Müdürlüğünde A sınıfı iş güvenliği uzmanı olarak çalışmaktadır.
3. 27/2/2019 tarihinde başvurucu, işyerindeki bir kısım eksikliğe dair ilgili birimlere bildirimde bulunmuştur. Akabinde de 17/4/2019 tarihinde işyerinde bir kaza meydana gelmiş ve bir işçi yaşamını yitirmiştir. Söz konusu kaza sonrası TPAO tarafından başvurucunun çalıştığı işyerine müfettiş gönderilmiş ve müfettiş kazaya yönelik bir teftiş raporu hazırlamıştır. Anılan raporda söz konusu kaza nedeniyle başvurucu ve bir ustabaşı sorumlu tutulmuştur. Başvurucunun iddiasına göre rapor hazırlanmadan önce bilgisine başvurulmamıştır.
4. Başvurucu, söz konusu rapora bir dilekçe ile itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine yeniden bir müfettiş görevlendirilmiş ve ikinci bir rapor hazırlanmıştır. Bu esnada başvurucunun bilgisine de başvurulmuştur. İkinci raporda başvurucuya herhangi bir kusur izafe edilmemiştir.
5. Başvurucunun ilk rapora yönelik yazdığı itiraz dilekçesinde geçen "yandaşlık, aklayıcı, tetikçi, ciddiyetsiz, yalancı, iftiracı" şeklindeki ifadeler nedeniyle başvurucunun iş sözleşmesi 8/7/2020 tarihinde ahlak ve iyiniyet kurallarına aykırılık kapsamında haklı sebeple feshedilmiştir. Başvurucu, fesih işleminin haksız ve geçersiz olduğunu belirterek işveren aleyhine işe iade talebiyle tespit davası açmıştır.
6. Davanın görüldüğü Lüleburgaz İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) 29/3/2021 tarihinde davanın kabulüyle başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Gerekçeli kararında Mahkeme; işyerinde meydana gelen ölümlü iş kazası sonrası yürütülen soruşturma kapsamında düzenlenen teftiş raporuna itiraz dilekçesinde yer alan sözlerin (bkz. § 5) ağır eleştiri ve kaba hitap olarak kabul edebileceğini ve hakaret niteliği taşımadığını belirtmiştir. Devamında Mahkeme; davacının iş güvenliği uzmanı olması nedeniyle ölümlü bir iş kazasından dolayı ağır eleştiride bulunmasının hayatın olağan akışına uygun olduğunu belirterek feshin geçersiz olduğu kanaatine varmıştır. Ayrıca TPAO tarafından alt işverene gönderilen bildirimde başvurucunun iş sözleşmesinin feshinin talep edilmediğini, başka bir işçinin görevlendirilmesinin istendiğini ancak alt işverenin başvurucunun işyerini değiştirebilecek olmasına karşın bunu yapmayıp iş sözleşmesini feshetmesinin son çare prensibine de uygun olmadığını belirtmiştir.
7. İşveren tarafından karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 47. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi/Daire) 9/3/2022 tarihinde İş Mahkemesi tarafından verilen kararın ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Gerekçeli kararında Daire; başvurucunun iş kazasına yönelik hazırlanan ilk rapora itiraz dilekçesinde "yandaşlık, aklayıcı, tetikçi, ciddiyetsiz, yalancı, iftiracı" gibi sözler kullandığını belirtmiştir. Devamında Daire; başvurucunun tespit edilen tavır ve davranışlarının işveren ile güven ilişkisini zedelediğini, bu tür olumsuz davranışlarının işyerinde uyumu olumsuz yönde etkilediğini, iş akışını ve çalışma düzenini bozduğunu ve işveren tarafından artık iş ilişkisinin devam ettirilmesinin mümkün olmadığını belirterek feshin geçerli olduğu kanaatine varmıştır.
8. Başvurucu, nihai kararı 8/4/2022 tarihinde öğrendikten sonra 27/4/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
9. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
10. Başvurucu; ölümlü bir iş kazasına yönelik hazırlanan rapora itiraz ettikten 176 gün sonra iş sözleşmesinin feshedildiğini, bu hâliyle haklı fesihteki altı günlük süreye uyulmadığını ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Ayrıca ölümlü bir iş kazasından sorumlu tutulması nedeniyle yaşadığı ruh hâli içinde yazdığı sözlerin eleştiri sınırını aşmadığını, kimseye yönelik hakaret içeren bir söz kullanmadığını, teftiş raporunda yer alan tespit ve değerlendirmelere karşı yazdığı sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını iddia etmiştir.
11. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde; başvurucunun ifade özgürlüğü ile işverenin yönetim yetkisi arasında adil bir denge sağlanıp sağlanmadığı hususlarının incelenmesi esnasında Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri, Anayasa Mahkemesi içtihadı ve somut olayın kendine özgü şartlarının da dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanında önceki iddialarını tekrarla Bakanlık görüşünde yer alan hususları kabul etmediğini belirtmiştir.
12. Başvurucunun iddialarının teftiş raporuna karşı itiraz dilekçesindeki ifadeleri nedeniyle iş sözleşmesinin feshedilmesine ve açtığı işe iade davasının reddedilmesine ilişkin işlemler bütününe yönelik olduğu görülmüştür. Bu kapsamda iş sözleşmesinin feshinin temeli ifade özgürlüğüne dayanmaktadır. İfade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme, bu konuda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38). Bu kapsamda devletten -ifade özgürlüğünün korunmasına yönelik yükümlülükleri kapsamında- ifade özgürlüğünü kullanmak isteyenlerin yalnızca üçüncü kişiler tarafından herhangi bir saldırıya uğrama endişesi taşımadan bu hakkı kullanmalarını temin etmesi değil aynı zamanda -iş sözleşmelerinin feshi gibi- yapılabilecek her türlü müdahaleye karşı da önlem alması beklenir. Anayasa Mahkemesinin yapması gereken inceleme de devletin ifade özgürlüğüne yönelik söz konusu yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğine yönelik olacaktır. Bu kapsamda başvuru, ifade özgürlüğü kapsamında incelenmiştir.
13. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
14. Temel hak ve özgürlüklere yönelik negatif ve pozitif yükümlülükler arasındaki sınırların kesin biçimde tanımlanması ve birbirinden ayrılması her durumda mümkün değildir. Devlet için öngörülen negatif yükümlülükler, her durumda temel hak ve özgürlüklere keyfî surette müdahaleden kaçınmayı gerekli kılar. Pozitif yükümlülükler de temel hak ve özgürlüklerinin korunmasını, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da temel hak ve özgürlüklerin güvencelerini sağlamaya yönelik olaya özgü tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 32; Ömür Kara ve Onursal Özbek, B. No: 2013/4825, 24/3/2016, § 46; Ayhan Deniz ve diğerleri [GK], B. No: 2019/10975, 14/6/2023, § 35).
15. Devletin ifade özgürlüğünün korunmasına yönelik yükümlülükleri çerçevesinde uyuşmazlıkların çözümüne ilişkin yasal altyapının oluşturulması, uyuşmazlıkların adil yargılama gereklerine uygun ve usul yönünden güvenceleri haiz bir yargılama kapsamında incelenmesi ve bu yargılamalarda temel haklara ilişkin anayasal güvencelerin gözetilip gözetilmediğinin denetlenmesi sorumluluğu bulunmaktadır. Yine bireylerin temel hak ve özgürlüklerine, üçüncü kişilerin müdahalesinin önlenmesi için gerekli önlemlerin alınması ve mahkemelerce korunma sağlanması da söz konusu yükümlülükler kapsamındadır. Kamusal makamlarca gerekli yapısal önlemler alınmış olsa da uyuşmazlık konusu davayı yürüten mahkemelerce verilen kararlarda üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı bireylere korunma imkânı sağlanmadığı durumlarda bu yükümlülükler gereği gibi yerine getirilmemiş olacaktır. Bu, kamusal makam olan mahkemeler aracılığıyla bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunmasız bırakıldığı anlamına gelecektir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ömür Kara ve Onursal Özbek, §§ 47-49; Ayhan Deniz ve diğerleri, § 36).
16. Bu doğrultuda iş sözleşmesi kapsamında çalışan bireylerin Anayasa ile güvence altına alınan haklarına yönelik işverence gerçekleştirilen müdahaleye ilişkin iddiasını içeren uyuşmazlıkların karara bağlandığı davalarda derece mahkemelerince söz konusu güvenceler gözardı edilmemeli, işveren ve çalışanlar arasındaki çatışan çıkarlar adil biçimde dengelenmeli, ulaşılan sonuç hakkında hüküm kurulurken ilgili ve yeterli gerekçeler sunulmalıdır (Ömür Kara ve Onursal Özbek, § 50; Kasım Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2019/33243, 4/7/2022, § 32; Ayhan Deniz ve diğerleri, § 37).
17. Derece mahkemeleri tarafından tarafların çıkarları dengelenirken iş sözleşmelerinde kısıtlayıcı ve zorlayıcı düzenlemelerin ne şekilde belirlendiği, çalışanların temel haklarına yönelik müdahalede bulunulmasına neden olan çıkarın üstün olup olmadığı, sözleşmenin feshinin çalışanların eylem ya da eylemsizlikleri karşısında makul ve orantılı bir işlem olup olmadığı somut olayın şartlarına göre ele alınmalıdır. Ayrıca yargılamalar sırasında gerçekleştirilen işlemlerin ve neticede verilen kararın gerekçesinin bizatihi ifade hürriyetine ilişkin bir müdahale oluşturmaması için derece mahkemelerince gereken özen gösterilmelidir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Ömür Kara ve Onursal Özbek, § 51; Kasım Çiftçi ve diğerleri, § 33; Ayhan Deniz ve diğerleri, § 38).
18. Somut olayda başvurucunun ölümlü bir iş kazasına ilişkin düzenlenen rapora itiraz dilekçesinde sarf ettiği sözler nedeniyle iş sözleşmesi feshedilmiştir. Daire gerekçesi de (bkz. § 7) gözönüne alındığında neticeten başvurucunun iş sözleşmesi işçinin davranışlarından kaynaklanan geçerli fesih kapsamında feshedilmiştir.
19. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 18. maddesinde belirsiz süreli iş sözleşmelerinin işveren tarafından sona erdirilmesinde geçerli bir sebep bildirme zorunluluğu getirilmiştir. Söz konusu hükümde geçerli sebeplerin neler olabileceği madde metninde sayılmıştır. İşveren tarafından iş sözleşmesinin feshi için ya işçinin yeterliliği ve davranışlarından kaynaklanan ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebin işveren tarafından gösterilmesi gerekir. Hükmün gerekçesinde de işbu hüküm gereği iş sözleşmesinin feshi için işçinin davranışlarının iş görme borcunu ciddi biçimde olumsuz etkilemesi, iş görme borcunu gerektiği biçimde yerine getirmesine olanak vermemesi, iş ilişkisinin sürdürülmesinin işveren açısından makul ölçülerde beklenememesi gerektiği ifade edilmiştir. Hükme göre bir davranış ancak işyerinde olumsuzluklara yol açması hâlinde geçerli sebep sayılabilir. İşçinin davranışlarının işyerindeki üretim ve iş ilişkisi sürecine olumsuz bir etkisi yoksa bu davranışların iş sözleşmesinin feshinde geçerli bir sebep olarak gösterilmesi mümkün değildir (Ayhan Deniz ve diğerleri, § 42).
20. Somut olayda başvurucu, ölümlü bir iş kazası sonucu -soruşturma aşamasında kendi bilgisine başvurulmadan- hazırlanan teftiş raporunda iş kazasından sorumlu tutulması üzerine bir itiraz dilekçesi yazmıştır. Anılan dilekçede başvurucu; raporun gerçeği yansıtmadığını, raporda yer alan hususlarda sorumluluğunun olmadığı gibi tespitlerde bulunmuştur. Dilekçe özü itibarıyla teftiş raporunda yer alan tespitlere sırasıyla cevap verir nitelikte hazırlanmış ve dilekçenin bazı yerlerinde başvurucu; işvereni sorumluluktan kurtarmak için müfettişin yanlı rapor hazırladığı, işverenin talimatlarıyla hareket ettiği hususlarını belirten bir kısım ifadeler kullanmıştır. Başvurucunun söz konusu ifadeleri itiraz dilekçesinin bütünlüğü içinde ve kendisinin sorumlu tutulması nedeniyle eleştiri amacıyla yazdığı anlaşılmaktadır.
21. Anayasa Mahkemesi mevcut başvuruya benzer başvurularda, başvurucunun müdahale edilen ifade özgürlüğü ile başvurucunun ifadeleri nedeniyle karşı tarafın müdahale edilen şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirmiştir (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 49; Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, §§ 27, 41, 52; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015 § 49; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 56-58; Hacı Boğatekin, B. No: 2014/18101, 26/10/2017, § 43). Bu, soyut bir değerlendirme değildir. Çatışan bu haklar arasında dengeleme yapılırken başvurunun şartlarına göre "ifadelerin kim tarafından dile getirildiği, hedef alınan kişinin kim olduğu ile ilgili kişinin önceki davranışları, kullanılan ifadelerin türü, içeriği, şekli ve sonuçları, ifadelerin kullanıldıkları bağlamdan koparılıp koparılmadığı" gibi kriterlerin gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğini denetler (Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 65, 66; Kemal Kılıçdaroğlu, § 59; Nihat Zeybekci, B. No: 2015/5633, 8/5/2019, § 29; Güneş Basım Yayım Organizasyon ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2018/24677, 28/1/2021, § 36; Kayseri Yeni Haber Radyo Televizyon Gazetecilik Matbaacılık ve Yayıncılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2019/21340, 22/2/2022, § 39).
22. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi, ifade özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesinin Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabileceğini belirtmiştir (Nilgün Halloran, § 52; Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, § 99; Bekir Coşkun, §§ 62, 63; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 45, Nihat Zeybekci, § 36). Söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında başkalarının şöhret ve haklarına yönelik sataşma ve hakaret mahiyetinde bir saldırı oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkarmamaktadır. Bu nedenle ifadelerin bir bütün olarak ele alınması gerekir (iş sözleşmesinin feshine ilişkin olarak benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. İlter Nur, B. No: 2013/6829, 14/4/2016, § 37). Bu açıklamalara karşın itiraz dilekçesinin bütünü gözönüne alındığında feshe konu ifadelerin yalnızca birkaç bölümde geçtiği ve yukarıda anılan bağlamda söylendiği görülmüş ancak itiraz dilekçesinin bütünü gözönüne alınmadan yalnızca belirli ifadelerin bağlamından koparılarak feshe konu edildiği anlaşılmıştır. Nitekim somut olayda işverenin ve Dairenin yalnızca belirli ifadeleri bağlamlarından kopararak değerlendirme yaptığı ve söz konusu ifadeleri hakaret ve sataşma niteliğinde kabul ettiği görülmektedir.
23. Bununla birlikte başvurucunun yazdığı itiraz dilekçesi hakaret ve sataşmadan ziyade temel olarak kendisinin işyerindeki durumu ile işverenin ölümlü iş kazasına yönelik aldığı/almadığı önlemleri dile getirerek kendisinin sorumlu olmadığını ispatlama amacı taşımaktadır. Başvurucu özellikle söz konusu kazadan önce işyerindeki eksikliklere ilişkin olarak işverene bildirimde bulunduğunu ancak dikkate alınmadığını, üstelik kaza nedeniyle savunması alınmadan rapor hazırlanarak kazadan sorumlu tutulduğunu belirtmiş ve raporun bu hâliyle hatalı olduğunu ifade etmeye çalışmıştır. Üstelik başvurucunun yazdığı dilekçe, sadece ilgili işverene yönelik olup işverenin itibarını sarsacak nitelikte yani kamuya açıklama gibi bir nitelikte değildir. Bu hâliyle itiraz dilekçesi sınırlı bir kesim tarafından öğrenilmiştir (benzer yöndeki karar için bkz. İlter Nur, § 35).
24. Somut olayda Dairenin karar gerekçesinde benzer davalara ilişkin gözetilmesi gereken ilkeler sıralanmış, soyut olarak açıkça ifade edildiği hâlde başvurucunun söz konusu ifadelerinin somut olarak işyerinde işin görülmesini önemli ölçüde olumsuz olarak etkilediğine ilişkin bir değerlendirmeye yer verilmemiş; işverenin zarar gören işletme menfaatlerinin neler olduğu açıklanmamıştır. Başvurucunun yazdığı ifadeler ile işvereni olan şirketin şahsına, mülkiyetine ve hukuken korunan diğer varlıklarına verdiği zararlar gösterilmediği gibi ifadelerin hangi surette "[iş] sözleşme[si] ile güdülen amacı tehlikeye sokacak" özellikleri olduğu da ortaya konulamamıştır. İtiraz dilekçesinin bütünlüğü içinde hakaret ve sataşma içerdiği iddia edilen sözlerin başvurucunun itiraz dilekçesinin ciddiyetle incelenmesine yönelik çabası olup olmadığı karar gerekçesinde belirtilmemiştir. Ayrıca anılan ifadelerin işverene yönelik olmayıp müfettişin rapor hazırlarken görevini gereği gibi yerine getirip getirmediğine yönelik olup olmadığı da değerlendirilmemiştir (benzer yöndeki karar için bkz. İlter Nur, §§ 38, 39).
25. Kaldı ki başvurucunun yazdığı itiraz dilekçesi üzerine asıl işveren tarafından alt işverene gönderilen bildirimde başvurucunun yerinin değiştirilmesi ve yeni bir iş güvenliği uzmanının görevlendirilmesi istenmiştir. Buna karşın alt işveren tarafından başvurucu hakkında uygulanan işten çıkarma yaptırımının başvuru konusu olay dikkate alındığında amaçlanan hedeflere ulaşmak için son derece ağır ve feshin son çare olma prensibine aykırı olduğu hususunda şüphe yoktur (iş sözleşmesinin feshinin ifade özgürlüğü üzerindeki ağırlığına ilişkin değerlendirmeler için bkz. Volkan Çakır, B. No: 2017/35488, 7/4/2021, § 39).
26. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde Anayasa Mahkemesi başvurucunun söz konusu ifadelerinin 4857 sayılı Kanun'un 18. maddesinde yer alan işçinin davranışlarından kaynaklanan geçerli sebepler kapsamında değerlendirilmesine yönelik olarak söz konusu Dairenin ihtilafa konu içeriklerin niteliğini ve kullandığı bağlamı, aynı zamanda ifadelerin muhtemel etkilerini yeterli derecede ve detaylı bir şekilde incelemediğini tespit etmiştir. Başvurucunun itiraz hakkı kapsamında sarf ettiği sözlerin iş sözleşmesinin feshine gerekçe yapılması karşısında Daire, başvurucu ile işveren arasındaki güven ilişkisinin koptuğu ve ifadelerin iş yerinde olumsuzluğa yol açtığı kabulüne dair ilgili ve yeterli gerekçeler sunamamıştır. Başvurucunun ifadelerinin işveren ile aralarındaki güven ilişkisinin kopmasına neden olduğu yönündeki kabulün işverenin tek taraflı beyanına dayandığı ancak ifadelerin sonuçları itibarıyla iş sözleşmesinin sürdürülmesinin işverenden beklenemeyeceği hususunun işveren ve Daire tarafından ortaya konulamadığı, bu hâliyle Daire tarafından ifade özgürlüğüne ilişkin Anayasa'da belirtilen güvencelerin gözetildiği özenli bir yargılama yapılmadığı anlaşılmıştır.
27. Açıklanan gerekçelerle anayasal güvencelerin korunması açısından devletin pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği anlaşıldığından başvurucunun Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
28. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yargılamanın yenilenmesi ile 7.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
29. Başvuruda tespit edilen hak ihlallerinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
30. Ayrıca ihlalin niteliği dikkate alınarak başvurucuya talebiyle bağlı kalınarak net 7.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
IV. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması amacıyla İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 47. Hukuk Dairesine (E.2021/2203, K.2022/503) iletilmek üzere Lüleburgaz İş Mahkemesine (E.2020/237, K.2021/121) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 7.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
E. 664,10 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.464,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/4/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.