TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ERCÜMENT TOKUÇOĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/38492)

 

Karar Tarihi: 30/4/2024

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Yılmaz AKÇİL

Raportör

:

Kübra KAYA

Başvurucu

:

Ercüment TOKUÇOĞLU

Vekili

:

Av. Mehmet Bülent TOKUÇOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, yoksulluk nafakasının kaldırılması talebinin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Bakırköy 5. Aile Mahkemesinin 30/12/2008 tarihli kararıyla başvurucu ve İ.B.nin anlaşmalı olarak boşanmalarına, başvurucunun boşanma protokolünde kararlaştırdıkları şekilde İ.B.ye her ay 2.500 TL yoksulluk nafakası ödemesine, nafakanın her yıl %15 oranında artırılmasına karar verilmiştir.

3. Başvurucunun 2010-2014 yılları arasında nafaka borcunu ödenmediği iddiasıyla Bakırköy İcra Müdürlüğünde başvurucu aleyhine icra takibi başlatılmış, 5/4/2014 tarihinde başvurucuya icra emri tebliğ edilmiştir. Akabinde Bakırköy 6. İcra Ceza Mahkemesince nafaka hükümlerine uymamak suçundan yapılan yargılama sonucunda borcun ödenmesi nedeniyle 16/10/2018 tarihinde şikâyetin düşürülmesine karar verilmiştir.

4. Başvurucu 27/5/2014 tarihinde İstanbul Anadolu 6. Aile Mahkemesinde (Mahkeme) öncelikle yoksulluk nafakasının kaldırılması, mümkün olmadığı takdirde miktarının azaltılması talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde, her ne kadar anlaşmalı olarak boşanmışsalar da hayat şartlarında hükmedilen yoksulluk nafakasını ödemesini imkânsız kılan değişiklikler meydana geldiğini ileri sürmüştür. Bu kapsamda yeni bir evlilik yaptığını, bu evlilikten bir çocuğu olduğunu, eşinin yabancı olup çalışma izninin olmaması nedeniyle bir işte çalışamadığını ifade etmiştir. Bununla birlikte boşanma tarihinde iyi bir işi, adına kayıtlı evi ve arabası olduğunu, mevcut durumda ise işsiz kaldığını ve herhangi bir mal varlığı bulunmadığını belirtmiştir.

5. Mahkemece 8/10/2015 tarihinde, yoksulluk nafakasının kaldırılması talebinin reddine, nafaka miktarının azaltılması talebinin kısmen kabulüne karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; tarafların anlaşmalı boşanma davası sırasında ve mevcut durumdaki ekonomik ve sosyal durumlarının karşılaştırılması sonucunda yoksulluk nafakasının kaldırılmasını gerektirir bir değişiklik tespit edilmemekle beraber nafaka miktarının azaltılması gerektiği hususuna yer verilmiştir. Bu kapsamda Mahkeme, boşanma kararından sonra her yıl yapılan %15 oranındaki artışlarla birlikte dava tarihinde 5.026 TL'ye ulaşmış olan nafaka miktarının 4.000 TL'ye düşürülmesine, ilerleyen yıllardaki artış oranının ise üretici fiyat endeksine (ÜFE) göre belirlenmesine karar verilmiştir.

6. İ.B., Yargıtay 3. Hukuk Dairesine (Daire) temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde başvurucunun biri proje ve mühendislik üzerine, diğeri İran ve Dubai bağlantılı ticari faaliyet yürüten iki ayrı şirketten genel müdür seviyesinde gelir elde ettiği; mühendislik şirketinin nafaka yükümlülüğünden kurtulmak için başvurucunun eşi adına kurulduğu ileri sürülmüştür. Başvurucu, temyize cevap dilekçesinde dava dilekçesinde ileri sürdüğü hususları tekrar etmiştir.

7. Daire 22/3/2016 tarihinde anılan hükmün bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; mühendis olan başvurucu hakkında önceki işinden kendi isteğiyle ayrıldığına, eşi adına tescilli şirkette yetkili pozisyonda kaydının olduğuna, ayrıca hâlihazırda İran-Dubai bağlantılı bir firmada genel müdür olarak çalıştığına ilişkin iddiaların ileri sürüldüğüne işaret edilmiştir. Öte yandan İ.B. hakkında ise vefat eden babasından dolayı maaş aldığı iddiasının bulunduğu belirtilmiştir. Mahkemece anılan iddiaların açıklığa kavuşturulmasına yarar bir ekonomik ve sosyal durum araştırmasının yapılması gerektiği ifade edilmiştir.

8. Dairenin bozma kararı sonrasında Mahkemece başvurucunun yoksulluk nafakasının kaldırılması talebinin reddine, boşanma kararından sonra her yıl yapılan %15 oranındaki artışlarla birlikte dava tarihinde 5.026 TL'ye ulaşmış olan nafaka miktarının 4.000 TL'ye düşürülmesine, ilerleyen yıllardaki artış oranının ise ÜFE'ye göre belirlenmesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; yeniden yaptırılan ekonomik ve sosyal durum araştırmasından başvurucunun işinden istifa ettiği bunun yanında bir kısım şirket faaliyetine katılımının devam ettiği hususlarının anlaşıldığına yer verilmiş, bu kapsamda boşanma sonrası nafaka miktarının azaltılması için gerekli şartların oluştuğuna işaret edilmiştir.

9. Başvurucu ve İ.B.nin temyizi üzerine Daire 23/10/2018 tarihinde anılan kararın bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; boşanma sonrasında başvurucunun ekonomik durumunun olumsuz yönde değiştiğine bu nedenle nafaka miktarında yapılan indirimin yetersiz olduğuna işaret edilmiştir. İ.B.nin karar düzeltme talebi 11/3/2019 tarihinde reddedilmiştir.

10. Anılan karar sonrası Mahkemece boşanma kararından sonra her yıl yapılan %15 oranındaki artışlarla dava tarihinde 5.026 TL'ye ulaşmış olan nafaka miktarının 3.400 TL'ye düşürülmesine, ilerleyen yıllardaki artış oranının ise ÜFE'ye göre belirlenmesine karar verilmiştir.

11. Başvurucunun temyizi sonrası Yargıtayca 27/2/2020 tarihinde onama kararı verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi 24/9/2020 tarihinde reddedilmiştir.

12. Başvurucu, nihai kararı 27/10/2020 tarihinde öğrendikten sonra 11/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

13. Başvurucu aleyhine 2018 yılına ait nafaka borcu için Bakırköy İcra Müdürlüğünde başlatılan icra takiplerinin akabinde nafaka hükümlerine uymamak suçuna ilişkin olarak Bakırköy 1. İcra Ceza Mahkemesince yürütülen yargılama sonucunda 24/12/2020 tarihinde beraat kararı verilmiştir.

14. Başvurucunun 8/8/2019 tarihinde ikinci çocuğu dünyaya gelmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

A. Maddi ve Manevi Varlığın Korunması ve Geliştirilmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

15. Başvurucu, her ne kadar anlaşmalı olarak boşanmışsalar da boşanma kararından sonra ekonomik ve sosyal hayatında meydana gelen değişiklikler sonucunda aleyhine hükmedilen yoksulluk nafakasını ödeyemeyecek duruma geldiğini ileri sürmektedir. Başvurucu, bu kapsamda boşanma tarihinde iyi bir işi ve mal varlığı olduğunu ancak hâlihazırda emekli aylığından başka gelirinin olmadığını ve üzerine kayıtlı taşınır ya da taşınmaz bir malının da bulunmadığını ifade etmiştir. Bununla birlikte yeni bir evlilik yaptığını, bu evlilikten iki çocuğu olduğunu, eşinin yabancı uyruklu olup çalışma izninin bulunmaması nedeniyle ekonomik desteğinin bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucu; ortaya çıkan yeni şartlar nedeniyle nafaka borcunu ödeyemediğini, bu nedenle hakkında icra takipleri başlatıldığını, bu durumun üzerinde baskı ve stres oluşturduğunu eklemiştir. Başvurucu; özellikle yoksulluk nafakasının ÜFE oranında otomatik artırıma bağlanmasının ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullarla örtüşmediğini, emekli aylığının üzerinde nafaka yükümlülüğüne yol açan ve sürdürülebilir olmayan bu durumun derece mahkemelerince gözetilmediğini ifade etmiştir.

16. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde, başvurucunun şikâyeti hakkında devletin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri kapsamında bir değerlendirme yapılması gerektiği ifade edilmiştir. Bu kapsamda, derece mahkemelerinin takdir yetkilerinin sınırlarını aştığına dair bir bulguya rastlanmadığı belirtilmiştir.

17. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında yaşam koşullarında meydana gelen değişiklikleri açıkça ortaya koymuş olmasına rağmen derece mahkemelerince dikkate alınmadığını ifade etmiştir. Gelirinden yüksek nafaka ödemeye zorlanmasının hem aile hayatını hem de kişilik değerlerini etkilediğini belirtmiştir.

18. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddiaları, hükmedilen nafaka miktarının elde ettiği gelirin de üzerinde olduğu, bu nedenle geçimini sağlayamayacağına ilişkindir. Söz konusu iddianın başvurucunun ekonomik geleceği üzerinde önemli bir etki oluşturduğu dikkate alınarak başvurucunun tüm şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında incelenmiştir.

19. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51). Söz konusu pozitif yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da belirtilen haklara saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Marcus Frank Cerny [GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, §§ 36, 40).

20. Devletin söz konusu pozitif yükümlülüğü etkili mekanizmalar kurmak, bu kapsamda gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal prosedürleri sağlamak, bu suretle yargısal ve idari makamların bireylerin idare ve özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermelerini temin etmek sorumluluğunu da içermektedir (Semra Özel Üner, B. No: 2014/12009, 26/10/2016, § 36).

21. Bu bağlamda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte kişinin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargı makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, § 53).

22. Bunun yanı sıra derece mahkemelerinin özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda takdir yetkilerini kullanırken tarafların çatışan menfaatleri arasında adil bir denge sağlayıp sağlamadıklarının belirlenmesi gerekmektedir. Her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca yol açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi, pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Olayın bütün koşulları ve taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği değerlendirilmelidir. Bu adil dengenin sağlanıp sağlanmadığının denetiminde derece mahkemelerinin ortaya koyduğu gerekçeler büyük önem taşımaktadır (Marcus Frank Cerny, § 73; T.A.A., B. No: 2014/19081,1/2/2017, § 99).

23. Anayasa Mahkemesi İbrahim Acar kararında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenip yüklenmediğinin anlaşılabilmesi için tarafların ekonomik durumlarının tam olarak ortaya konulabilmesinin önemine işaret etmiştir (İbrahim Acar, B. No: 2016/3140, 7/11/2019, § 32). Bu kapsamda, başvurucunun aylık gelirinin nafaka miktarından düşük olduğuna ilişkin iddiasının maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet bakımından sonuca etkili bir unsur olduğunu kabul etmiştir. Derece mahkemelerinin kararlarının söz konusu iddialara cevap verecek nitelikte gerekçe içermemesi nedeniyle usule ilişkin güvencelerin yerine getirilemediği sonucuna varmıştır (İbrahim Acar, § 34).

24. Somut olayda başvurucu, boşanma kararı sonrası değişen ekonomik ve sosyal durumunu (bkz. § 4) gerekçe göstererek öncelikle yoksulluk nafakasının kaldırılmasını, mümkün olmadığı takdirde miktarının azaltılmasını talep etmiştir. Derece mahkemeleri her yıl yapılan %15 oranındaki artışlarla birlikte dava tarihinde 5.026 TL'ye ulaşmış olan nafaka miktarının 3.400 TL'ye düşürülmesine ve nafakanın her yıl ÜFE oranında artırılmasına karar vermiştir. Böylece yoksulluk nafakasının miktarında indirim yapılmakla beraber ilerleyen yıllar için boşanma kararındaki %15'lik artışın yerine ÜFE oranının tercih edildiği görülmektedir. Başvurucu ise ülkenin içinde bulunduğu yüksek enflasyon nedeniyle ÜFE oranına bağlanan bir nafakanın kısa süre içinde fahiş rakamlara ulaşacağını bu nedenle emekli aylığından daha fazla nafaka ödemek zorunda kalacağını ileri sürmüştür. Anılan miktarda nafakayı ödemesi durumunda yeni kurduğu ailesine karşı sorumluluklarını yerine getiremeyeceğini, ödeyememesi hâlinde ise icra tehdidiyle karşılaşacağını ifade etmiştir. Başvurucunun anılan hususlarla birlikte ÜFE oranı yerine anlaşmalı boşanma protokolünde kararlaştırdıkları gibi %15'lik artış oranının hakkaniyete daha uygun olacağına ilişkin iddiasını kanun yolu aşamasında da dile getirdiği görülmektedir.

25. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkına ilişkin pozitif yükümlülükler kapsamında derece mahkemelerinin takdir yetkilerini kullanırken tarafların çatışan menfaatleri arasında adil bir denge gözetmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca yol açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi, pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Bu adil dengenin sağlanıp sağlanmadığının denetiminde derece mahkemelerinin ortaya koyduğu gerekçeler büyük önem taşımaktadır (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81; Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 22; Marcus Frank Cerny, § 36; Ata Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, §§ 31-34; Hüdayi Ercoşkun, B. No: 2013/6235, 10/3/2016, § 90; E.G. [GK], B. No: 2014/12428, 13/10/2016, § 68; Semra Özel Üner, B. No: 2014/12009, 26/10/2016, § 35).

26. Somut olayda, derece mahkemelerince tarafların maddi ve sosyal durumları ile ekonomik koşullar gözetilerek bir sonuca varıldığı ve iddiaların yeterli ve ilgili gerekçeyle karşılandığı görülmüştür. Bu itibarla derece mahkemelerinin kararlarında yer verilen tespit ve gerekçeler itibarıyla da maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı yönünden başvurucunun usule ilişkin güvencelerden etkili biçimde yararlandırıldığı dikkate alındığında anılan hak yönünden açık ve görünür bir ihlalin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

27. Açıklanan gerekçelerle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

28. Başvurucu, davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

29. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvurular ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında anılan şikâyetle ilgili olarak uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır.

30. Somut başvuruda anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Dolayısıyla makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik kriterleri yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

III. HÜKÜM

A. 1. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,

C. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 30/4/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.