TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
OĞULCAN YİĞİT ÖZDEMİR BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2020/16726) |
|
Karar Tarihi: 17/9/2024 |
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
|
Muhterem İNCE |
|
|
Yılmaz AKÇİL |
Raportör |
: |
Mustafa Erdem ATLIHAN |
Başvurucu |
: |
Oğulcan Yiğit ÖZDEMİR |
Vekili |
: |
Av. Türkan ÖZDEMİR |
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, gözaltına alınma sürecinde fiziksel ve psikolojik şiddete uğranması ve bu hususta yapılan soruşturmanın etkisiz olması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Bireysel başvuru formunda, başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak bilinen süreçte Taksim Meydanı'ndaki protesto eylemlerine katıldığı düşünülerek kolluk görevlileri tarafından yakalandığını ve gözaltına alındığını ifade etmiştir. Başvurucu olaylarla bir ilgisi olmadığını, eylemlere katılmadığını savunmaktadır. Olay anlatımı yapmayan başvurucu gözaltına alınırken saçlarının çekildiğini, tekmelendiğini, tehdit ve hakarete uğradığını, gözaltına alındıktan sonra ise ellerinin arkadan kelepçelenerek polis otobüsünde öğle saatinden gece yarısına kadar bekletildiğini, otobüste beklerken araç içinde patlayan biber gazına maruz kaldığını ve götürüldüğü nezarethanede ise temel ihtiyaçları karşılanmaksızın bir günden fazla süreyle haksız yere tutulduğunu ileri sürmüştür.
3. Kolluk görevlileri olay hakkında aynı gün saat 00.00'da bir tutanak tutmuştur. Bu tutanağa göre31/5/2013 günü Taksim Gezi Parkı'nda toplanılacağı bilgisi elde edilmiş, kolluk görevlilerince gerekli emniyet tedbirleri uygulamaya konulmuştur. Saat 12.00 itibarıyla grubun sayısı 1.000'e ulaşmıştır. Söz konusu grup basın açıklamasını saat 13.00 itibarıyla bitirip oturma eylemine geçmiştir. Herkesin duyabileceği şekilde dağılmaları yönünde uyarılan grup, oturma eylemini sürdürdüğü için dirençlerini kıracak ölçüde ve kademeli olarak artan nispette zor kullanılarak dağıtılmıştır. Gruptan kopan eylemciler, gün boyunca küçük gruplar hâlinde İstiklal Caddesi ve çevresindeki farklı noktalarda eylemlerini sürdürmüş ve polisin müdahalesiyle karşılaşmıştır. Bu olaylar sırasında Taksim civarına dağılan ve başvurucunun da aralarında bulunduğu toplam 80 şahıs kovalamaca sonucu yakalanmış ve adli işlemlerin yapılması için İstanbul Emniyet Müdürlüğü Vatan Hizmet Binası Güvenlik Şube Müdürlüğüne getirilmiştir.
4. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre, başvurucuyla beraber toplam 74 kişi hakkında görevi yaptırmamak için direnme, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na aykırılık suçları nedeniyle 2013/79585 numaralı dosya üzerinde soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında ifadesi alınan şüphelilerin kolluk görevlilerinin fiziksel şiddetine uğradıklarını beyan etmeleri üzerine Başsavcılık, kimliği belirlenemeyen kolluk görevlileri hakkında görevi kötüye kullanma suçu nedeniyle resen başlatılan soruşturmanın bu dosyadan tefrikine ve 2013/84113 soruşturma numarasına kaydedilmesine, 13/6/2013 tarihli kararı ile de 2013/84113 soruşturma numaralı dosyanın aynı konuda farklı kişilerin şikâyeti üzerine başlatılan ve soruşturma işlemlerine devam edilen 2013/79334 soruşturma numaralı dosya ile birleştirilmesine karar vermiştir.
5. Başvurucunun 2013/79585 numaralı soruşturma kapsamında ve müdafi eşliğinde 1/6/2013 tarihinde saat 00.45'te şüpheli olarak ifadesi alınmıştır. Başvurucu "..31/5/2013 günü saat 16.00 sıralarında Beyoğlu Galatasaray Lisesine yakın ara sokakta yürürken birden gaz bombası geldi bende kaçmaya başladım, kaçarken çukura düştüm ve o sırada beni çevik kuvvet polisleri gözaltına alındım, ben bana atılı suçlamaları kabul etmiyorum görevli memurlara mukavemette bulunmadım ve saldırı olaylarına karışmadım" şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu aynı gün Cumhuriyet savcısı huzurunda yine müdafi eşliğinde verdiği ifadesinde ise "Emniyet ifademi tekrar ederim. Taksim'e gezmek için gitmiştim. Suçlamaları kabul etmiyorum." demiştir.
6. Soruşturma dosyası içinde bulunan ve olay tarihini taşıyan tutanaklardan başvurucunun avukat ile görüşmesinin ve yakınlarına haber verme imkânının sağlandığı, başvurucunun yakınlarına haber vermek istemediği anlaşılmaktadır.
7. Başvurucu ve beraberindeki 73 kişi hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve 2911 sayılı Kanun'a aykırılık suçları nedeniyle yürütülen soruşturma neticesinde Başsavcılık 10/1/2014 tarihli kararla ve şüphelilerin 2911 sayılı Kanun'a muhalefet ettiklerine ilişkin soyut iddia dışında delil elde edilemediği ve olay yerinde bulunmak dışında direnme, zarar verme ve yaralama benzeri eylemlere katıldıklarına ilişkin herhangi bir delil bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir.
8. Başvurucu, bireysel başvuru formunda onu gözaltına alan ve nezarethanede görev yapan görevli memur ve amirler hakkında suç duyurusunda bulunduğunu iddia etmiş ancak suç duyurusu dilekçesini Anayasa Mahkemesine sunmamıştır. UYAP aracılığıyla erişilen soruşturma dosyasının incelenmesi neticesinde de bu ve bu soruşturma dosyası ile birleştirilmesine karar verilen diğer soruşturma dosyalarında çeşitli kişi ve sivil toplum örgütlerince sunulan 189 şikâyet ve suç duyurusu dilekçesi olduğu ancak başvurucunun sunmuş olduğu bir şikâyet dilekçesinin bulunmadığı anlaşılmıştır.
9. Başvurucu hakkında;
- 31/5/2013 günü saat 20.42'de Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesinde gerçekleştirilen muayenesi sonucu düzenlenen genel adli muayene raporunda "Olayın öyküsü: Darp ve cebir." kaydı ile tam olarak okunamamakla birlikte; "Muayene bulguları: sol ön kol üzerinde ...cmlik abrazyon izi, sağ ön kol üzerinde kızarıklık lineer ve .... kelepçe izi görüldü." tespitine,
- İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünce liste şeklinde hazırlanan 4/6/2013 tarihli raporda ise "...doğumlu kişiye aynı hastanenin 9778944 sayılı raporunda; sağ ön kolda çizik ve sıyrıklar, bel sağda kalça orta hat üzerinde morluk ve sol dirsekte kızarıklık, sol ön kolda sıyrıklar olduğu, Arızasının: Kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı, basit tıbbi müdahale giderilebilecek ölçüde hafif olduğu..." tespitine yer verilmiştir.
10. Başsavcılık, olaylara ilişkin olarak ev ve işyerlerindeki güvenlik kameralarının, basın ve yayın kurum ve kuruluşlarının elindeki görüntüler ile kamera kayıtlarının, MOBESE kayıtları ve polis araçlarındaki görüntü kayıtlarının toplanmasına yönelik birçok yazışma yapmıştır. Toplumsal olaylar sırasında bazı MOBESE kameralarının zarar görmesi nedeniyle kamera kayıtlarının bir kısmına ulaşılamadığına, bazı işyerlerinden ve ulusal basın ve yayın organlarından elde edilen yüklü miktardaki görüntünün çözümlenmesi için uzun süre bilirkişi heyeti oluşturulmaya çalışıldığına, soruşturma dosyasında bir kısım müşteki için çözümlenebilen görüntülerden kolluğun müdahalesine ilişkin tespit yapılamadığına ilişkin raporlar dosyaya girmiş ise de başvurucuyla ilgili bir fotoğraf, kamera kaydı, görüntü çözümleme raporu ya da bilirkişi raporunun soruşturma dosyasında bulunmadığı anlaşılmıştır.
11. Olay nedeniyle görevi kötüye kullanma ve zor kullama yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçlarının işlendiğinden bahisle yürütülen ve şüphelisi İstanbul Emniyet Müdürlüğü kadrosundaki ilgili kolluk görevlileri olarak gösterilen soruşturmada Başsavcılık, Gezi olayları sırasındaki genel şiddet hareketlerine dikkat çekmiş, yaygın şekilde bozulan kamu düzeninin yeniden tesisi için kolluk görevlilerince alınan sıkı tedbirlerin kaçınılmaz ve makul olduğu yorumunu yapmıştır. Başsavcılık, eylemlerin şiddete dönüştüğü bu genel kargaşa ortamında olay yerinde bulunma sebepleri barışçıl olan kimselerin de kolluk görevlilerinin müdahalesinden etkilendiğini ifade etmiş; aralarında başvurucunun da olduğu müştekilerin yaralanmalarının niteliğine işaret ederek eylemin dağıtılması için yapılan uygulamada kullanılan gücün orantılı olduğu ve polis memurlarının müştekilere yönelik zor kullanma yetkisinin sınırını aştığına ilişkin olarak soruşturmaya devam edilmesi ve kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilmediği gerekçesiyle 16/4/2019 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir.
12. Başvurucu, Başsavcılık kararına 28/5/2019 tarihli dilekçe ile itiraz etmiş, başvurucunun itirazı İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin 28/1/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 4/3/2020 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 31/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
II. DEĞERLENDİRME
13. Ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
A. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
14. Başvurucu; olaylara karışmamasına rağmen eylemci olduğu zannıyla kolluk görevlilerince yakalanarak gözaltına alındığı sırada sözlü ve fiziksel saldırıya maruz kaldığını, gerekmediği hâlde elleri arkadan kelepçeli olarak yaklaşık yarım gün polis aracında bekletildiğini, bu nedenle bileklerinde sıyrık ve yaralanmalar meydana geldiğini, beklediği sırada biber gazına maruz kaldığını ve olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediğini ifade ederek kötü muamele yasağının, adil yargılanma hakkının ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde konuya ilişkin insan hakları yargısı içtihadı sunulmuş, adli makamların tespitinden ve ulaştığı sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir neden bulunmadığı bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevabında bireysel başvuru formundaki iddialarını tekrar etmiştir.
15. Başvuru, kötü muamele yasağı kapsamında incelenmiştir.
16. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
17. İnsan onurunun korunması amacıyla Anayasa’nın 17. maddesinin ilk fıkrasında maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı güvence altına alınmış; aynı maddenin üçüncü fıkrasıyla da kişilere işkence ve eziyet yapılması, kişilerin insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulması yasaklanmıştır. Bu yasak için herhangi bir istisnanın kabul edilmemesi ve Anayasa’nın 15. maddesinde savaş, seferberlik veya olağanüstü hâllerde de maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamayacağının ifade edilmesi, yasağın mutlak niteliğini ortaya koymaktadır. Bununla birlikte yasak, tüm kötü muamele durumlarını kapsamaz. Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi, asgari bir ağırlık derecesine (ciddiyet seviyesine) ulaşmasına bağlıdır. Asgari ağırlık derecesine ulaşılıp ulaşılmadığı, görecelidir ve somut olayın koşullarının değerlendirilmesiyle belirlenir. Yapılacak değerlendirmede muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi etkenler önem taşır. Bu etkenlere ardındaki kasıt veya saik ile birlikte muamelenin amacı da eklenebilir. Ayrıca gerilimin ve duyguların yükseldiği atmosfer gibi muamelenin yapıldığı bağlam da dikkate alınması gereken diğer bir etkendir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, §§ 80, 83; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 72, 74, 75).
18. Güç kullanmaya yetkili kamu görevlilerinin, tutumu nedeniyle kendisine karşı güç kullanılması kesin olarak gerekli olmayan bir kişiye karşı fiziksel güce başvurmaları, kişi üzerindeki etkisi ne olursa olsun ilke olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal ihlal eder. Kesin gerekli olduğu hâllerde de güç, aşırıya kaçmadan kullanılmalı ve kişinin tutumuyla orantılı olmalıdır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 81).
19. Güç kullanımına ilişkin bu ilkeler, güç kullanmaya yetkili kamu görevlilerinin hukuka uygun olarak verdikleri emre karşı etkin (aktif) veya edilgin (pasif) direniş gösterilmesi hâlinde de geçerlidir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Arif Haldun Soygür, B. No: 2013/2659, 15/10/2015, §§ 51, 52).
20. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla yasaklanan muamelelerin varlığına ilişkin iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. Bu delillerin değerlendirilmesinde ise sözü edilen delillerin iddiayı makul şüphenin ötesinde ispat edip etmediği gözetilmelidir. Bununla birlikte yeterince ciddi, açık ve tutarlı emareler ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karineler de iddianın ispatı için yeterli kanıt teşkil edebilir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, § 95; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 83).
21. Kişinin gözaltı veya tutukluluk gibi devletin kontrolü altında bulunduğu sırada yaralanması hâlinde yetkili makamlar, bu olaya ilişkin tatmin edici ve inandırıcı bir açıklama getirmekle yükümlüdür (S.D., B. No: 2013/3017, 16/12/2015, §§ 89, 90; Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, B. No: 2013/8137, 20/4/2016, § 95) zira bu tür olayların gerçekleşme koşullarına ilişkin bilgiler çoğunlukla yetkili makamların erişimindedir (Ferit Kurt ve diğerleri, B. No: 2018/9957, 8/6/2021, § 74).
22. Hukuka uygun olarak tutulan bir kişiye kaçmasının ya da kendisine veya başkasına zarar vermesinin önlenmesi amacıyla kelepçe takılması yahut bu kişide aynı amaçlarla hareketi kısıtlayıcı başka araçların kullanılması, makul ölçüde gerekli olanının ötesinde bir güç kullanımı veya kişinin kelepçeli hâlinin kamuya teşhir edilmesi amacı olmadığı sürece-kural olarak- Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası yönünden sorun oluşturmamaktadır. Tutmanın haksız olduğunun sonradan anlaşılması da sonucu değiştirmemektedir. Bununla birlikte sözü edilen zorlayıcı tedbire başvurulması, kendisine kelepçe takılan kişinin fiziksel veya ruhsal durumu ve/veya tedbirin kişideki fiziksel yahut ruhsal etkileri nedeniyle asgari ağırlık eşiğine ulaşabilir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Kazim Aksoy (2), B. No: 2015/8409, 4/7/2019, § 38; Ö.U., B. No: 2016/62587, 23/6/2020, §§ 32, 33, 35). Bir kişinin ellerinin önünde veya arkasında kelepçelenmesi bedensel hareketlerinin kısıtlanması bakımından büyük fark oluşturmamakla birlikte ellerinin arkasına alınarak kelepçe kullanılmasının da tek başına kişinin onurunu zedeleyecek mahiyette olduğu değerlendirilemez (bkz. Murat Köse, B. No: 2017/37375, 13/10/2020, § 34).
23. Anayasa’nın 17. maddesi; “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında, bireyin bir devlet görevlisinin hukuka aykırı ve Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal eden bir muamelesine uğradığına ilişkin savunulabilir iddiası hakkında etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirir. Kötü muamelenin kasten yapıldığının ileri sürüldüğü durumlarda iddia hakkında ivedilikle bir ceza soruşturması başlatılmalıdır. Şikâyet olmadığında bile kişiye kötü muamelede bulunulduğuna ilişkin yeterince açık belirtiler varsa konuyla ilgili bir ceza soruşturması açılmalıdır. Ceza soruşturmasının Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği şekilde etkili olduğunun kabul edilebilmesi için soruşturmayı yürüten kişiler olaya karışan kişilerden bağımsız olmalı, soruşturmada olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek tüm deliller toplanmalıdır. Dahası soruşturma süreci gerektiği ölçüde kamu denetimine açık olmalı, mağdur soruşturmaya etkili şekilde katılabilmeli ve soruşturmada makul bir özen ve süratle hareket edilmelidir. Yetkililer, soruşturmayı sonlandırmak için aceleci davranmamalı ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25; Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 111, 112, 114-117; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 101-103). Ayrıca soruşturma sonunda verilen karar, kullanılan gücün gerekliliği ve orantılılığıyla ilgili bir değerlendirme içermelidir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Cebrail Bektaş ve Yüksel Şahin, B. No: 2015/4787, 25/9/2019, § 64).
24. Başvuruya konu edilen soruşturma sonunda verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda Gezi olayları sırasındaki genel şiddet hareketlerine değinilmek suretiyle müdahalenin zorunlu hâle geldiği ifade edilmiş; güç kullanımının gerekli ve orantılı olduğu, güç kullanmak için haklı bir neden bulunduğu, güç kullanımının da orantısız olmadığı değerlendirmesi yapılmıştır.
25. Ülke genelinde gerçekleşen Gezi Parkı eylemleri zaman zaman şiddete evrilmiş, bu husus tutanaklara ve kamera görüntülerine yansımıştır. Başvurucuya yapılan müdahaleye ilişkin görüntüler Başsavcılıkça temin edilememiştir. Başvurucu da yaralanma anına ilişkin bir anlatım yapmamakla beraber olaylara katılmadığını, kolluk görevlilerine karşı bir direnç göstermediğini savunmuştur. Öte yandan başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma aşamasında alınan beyanında, ara sokakta yürürken gaz bombası gelmesi üzerine kolluk görevlilerinden kaçmaya başladığını, kaçarken çukura düştüğünü, düştükten sonra gözaltına alındığını ifade etmiştir (bkz. § 5). Bu bakımdan başvurucu hakkında düzenlenen adli raporlarda tespit edilen bulguların kaynağının başvurucunun düşmesi mi yoksa kolluk müdahalesi mi yoksa her ikisi mi olduğu şüphelidir. Dolayısıyla başvurucunun yakalanıp adli mercilere çıkarılması için gerekli olandan öte güç kullanımına uğradığına ilişkin başvuru dosyasında bir veri mevcut değildir.
26. Başvurucu, bireysel başvuru formunda kendisini gözaltına alan ve nezarethanede görev yapan görevli memur ve amirler hakkında suç duyurusunda bulunduğunu iddia etmişse de Anayasa Mahkemesine sunmadığı bu dilekçenin soruşturma dosyası içinde olmadığı(bkz. § 8) ve başvurucunun aleyhine yürütülen soruşturma sürecinde kendi seçtiği müdafinin yardımından faydalanmasına ve içinde bulunduğu durumu yakınlarına bildirme imkânına sahip olmasına rağmen Başsavcılık nezdinde olay anlatımı yapmadığı görülmektedir. Başvurucunun kötü muamele iddiasını dile getirmemesi, her iki ifadesinde de kötü muamele iddiasını dile getirmemesine gerekçe göstermemesinin bu konuda yapılan değerlendirme bakımından oldukça dikkat çekici olduğunun ifade edilmesi gerekir.
27. Başvurucu, kolluğa direnmediğini belirterek kelepçe kullanılmasının gerekli olmadığını da iddia etmiştir. Yukarıda açıklandığı üzere ülke genelinde gerçekleşen ve zaman zaman şiddete evrilen Gezi Parkı eylemleri sırasında birçok kişi hakkında yakalama ve gözaltı işlemleri yapıldığı, bu işlemlerin ve nakillerin güvenli biçimde gerçekleştirilmesi amacıyla kolluk görevlilerinin diğer yakalanan kişilere olduğu gibi başvurucunun da bedensel hareketlerini kısıtlamaya yönelik olarak kelepçe kullanmasının somut başvuru koşulları açısından makul tedbir kapsamında sayılması gerektiği düşünülmüştür. Ayrıca başvurucu hakkında düzenlenen genel adli muayene raporunda bir kelepçe izinden söz edilmiş olduğu ancak kelepçeden kaynaklanan bir yaradan bahsedilmediği görülmüştür. Kelepçe kullanılması nedeniyle bileklerinin zarar gördüğünü ileri sürmüş olsa da kolluk görevlilerinin kendisini yaralama veya aşağılama kastıyla hareket ettiklerini ve/veya somut uygulamanın kolluk memurları tarafından teşhir edilme amacıyla yapıldığını iddia etmemesi karşısında başvurucunun kelepçelenmesinin kötü muamele sayılması için aranan asgari eşiğe ulaşmadığı değerlendirilmiştir.
28. Başvurucu, biber gazına maruz kaldığını iddia etmiştir ancak başvurucu hakkında düzenlenen adli raporlar bu hususu doğrulamamaktadır. Ayrıca başvuru dosyasındaki hiçbir unsur başvurucunun kötü muameleye ilişkin diğer iddialarını desteklememektedir.
29. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
30. Başvurucu; etkili soruşturma yürütülmediğini ileri sürse de birden fazla ve üstelik bir aşamadan sonra kendi seçtiği müdafinin yardımından faydalanmasına rağmen soruşturmanın hiçbir aşamasında kötü muamele iddiasını dile getirmemiş, olay anlatımı da yapmamıştır. Öte yandan Başsavcılık, olayın gerçekleşme koşullarının tespiti içinev ve işyerlerindeki güvenlik kameralarının, basın ve yayın kurum ve kuruluşlarının elindeki görüntüler ile kamera kayıtlarının, MOBESE kayıtları ve polis araçlarındaki görüntü kayıtlarının toplanmasına yönelik adımlar atmıştır. Soruşturma kapsamında başvurucu hakkında adli raporlar da aldırılmıştır.
31. Topladığı deliller çerçevesinde Başsavcılık, polis memurlarının başvurucuya yönelik zor kullanma yetkisinin sınırını aştığına ilişkin olarak soruşturmaya devam edilmesi ve kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilmediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
32. Bireysel başvuruya konu soruşturmanın; toplumsal olaylar esnasında gözaltına alınan başvurucu ve birlikte gözaltına alındığı başka birçok kişi hakkında yürütülen görevi yaptırmamak için direnme suçu kapsamında kolluğa götürüldüklerinde bu kişilerin şiddete ve cinsel tacize maruz kaldıklarını beyan etmeleri üzerine kimliği belirlenemeyen kolluk görevlileri hakkında Başsavcılıkça resen başlatılan bir soruşturma olduğu, etkili soruşturma yükümlülüğünün yalnızca uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olduğu ve Anayasa'nın 17. maddesinin kişilere üçüncü kişileri yargılatma ve cezalandırma hakkı vermediği de gözetilerek Başsavcılıkça elde edilen delillerin hukuki olarak yorumlanmasında Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan yasakla korunan hakkı zedeleyecek mahiyette bir değerlendirme yapılmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
33. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun da ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
B. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
34. Başvurucunun kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasının Hidayet Karaca ([GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64); Günay Dağ ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150) ve İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya, (B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47) kararları doğrultusunda başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
III. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
D. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından adli yardım talebi kabul edilen başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 17/9/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.