TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MEHMET ZİLE BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2019/8391) |
|
Karar Tarihi: 15/3/2023 |
R.G. Tarih ve Sayı: 5/5/2023-32181 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Muammer TOPAL |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
İrfan FİDAN |
Raportör |
: |
Berrak YILMAZ |
Başvurucu |
: |
Mehmet ZİLE |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucunun hakkında adli kovuşturma bulunduğu gerekçesine dayalı olarak bilirkişi listesinden isminin çıkarılması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
A. Olağanüstü Hâl Sürecinde Uygulanan Tedbirler
5. Ülkemizin 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmasına ilişkin süreç, Millî Güvenlik Kurulu kararları, darbe teşebbüsünün bastırılmasının akabinde Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hâl (OHAL) süreci ve bu süreçte uygulanan tedbirler Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında detaylı şekilde yer almaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-66; Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 10; ayrıca bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/16.MD-956, K.2017/370 sayılı kararı).
6. OHAL sürecinde genel ve soyut normlar ihdas edilerek alınan tedbirlerin yanı sıra kişiler hakkında doğrudan etki doğurucu nitelikte işlemler tesis edilmiştir. Örneğin 22/6/2017 tarihli ve 30104 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 691 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (691 sayılı OHAL KHK'sı) 10. maddesiyle bilirkişilik faaliyetinde bulunacak gerçek kişilerde aranacak şartlardan biri olarak terör örgütleriyle iltisaklı veya irtibatlı olmamak şeklinde yeni bir koşul getirilmiştir.
7. Türkiye Cumhuriyeti 21/7/2016 tarihinde, Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ilişkin (AİHS/Sözleşme), Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'ye (MSHUS) dair derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. OHAL'in uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 50).
B. Bilirkişi Listesinden Çıkarılmaya İlişkin Süreç
8. Başvurucu, Mersin Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Adana Bilirkişilik Bölge Kurulunun (Kurul) 13/4/2018 tarihli kararı ile başvurucunun bilirkişi listesinde mevcut olan kaydı çıkarılmıştır. Kararda başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan adli soruşturma geçirdiği, yapacağı işle adaletin yara almaması için yasa ve yönetmeliğin tüm şartlarının eksiksiz sağlanması gerektiği, 3/11/2016 tarihli ve 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu'nun 10. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde bilirkişiliğe engel suçların tek tek sayıldığı, (b) bendinde ''terör örgütüyle iltisaklı ve irtibatlı olmamak'' şartının arandığı, hakkında beraat kararı bulunsa da bu karar kesinleşmediğinden ilgilinin bilirkişilik yapamayacağı kanaatine varıldığı belirtilmiştir.
9. Başvurucu hakkında Mersin 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 30/3/2018 tarihinde beraat kararı verilmiş ve bu karar 9/4/2018 tarihinde kesinleşmiştir.
10. Başvurucu, kesinleşmiş beraat kararını ekleyerek 7/5/2018 tarihinde Kurul'a itiraz etmiş, itirazı 11/5/2018 tarihinde reddedilmiştir. Kararda; başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olması suçundan yargılandığı, bölgede başvurucu hakkında söylenti çıktığı, bu nedenle mahkemelerde bilirkişilik yapmasının doğru olmayacağı, ilgili dalda bölge listesinde yeterli bilirkişinin bulunduğu, mevzuata göre en liyakatli, objektif ve şaibesiz kişilerin listeye alınmasının kanuni zorunluluk olduğu belirtilmiştir.
11. Başvurucu bilirkişilik listesinden çıkarılmasına dair Kurul kararının iptali için dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde, Kurul kararına gerekçe olarak gösterilen ceza davasından beraat ettiğini ve bu kararın kesinleştiğini, hâlihazırda Mersin Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yaptığını vurgulamıştır. Adana 3. İdare Mahkemesi (Mahkeme) 19/9/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme; kararda başvurucu hakkında verilen beraat kararının delil yetersizliği nedeniyle verildiğini, 6754 sayılı Kanun'un 10. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde bilirkişiliğe engel suçların tek tek sayıldığını, (b) bendinde ise herhangi bir ceza mahkûmiyetinden bahsedilmediğini, bu bağlamda bilirkişilik listesi oluşturulurken bölge kurullarına başvuranlar arasından seçme konusunda takdir yetkisi tanındığını, başvurucunun bilirkişilik listesinden çıkarılmasına dair Kurul kararında hukuka aykırılık bulunmadığını ifade etmiştir.
12. Başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Konya Bölge İdare Mahkemesi 5. İdari Dava Dairesi 31/12/2018 tarihinde ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasını gerektiren bir neden bulunmadığından istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir.
13. Nihai karar 4/2/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
14. 6754 sayılı Kanun'un "Bilirkişiliğe Başvuru Şartları" başlıklı 10. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Bilirkişilik faaliyetinde bulunacak gerçek kişilerde aşağıdaki şartlar aranır:
a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıldan fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile Devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık, gerçeğe aykırı bilirkişilik veya tercümanlık yapma, yalan tanıklık ve yalan yere yemin suçlarından mahkûm olmamak.
b) (Ek: 5/6/2017-KHK-691/10 md.; Aynen kabul: 31/1/2018-7069/10 md.) Terör örgütleriyle iltisaklı veya irtibatlı olmamak.
c) Daha önce kendi isteği dışında bilirkişilik sicilinden çıkarılmamış olmak.
ç) Disiplin yönünden meslekten veya memuriyetten çıkarılmamış ya da sanat icrasından veya mesleki faaliyetten geçici ya da sürekli olarak yasaklanmamış olmak.
d) Başka bir bölge kurulunun listesine kayıtlı olmamak.
e) Bilirkişilik temel eğitimini tamamlamak.
f) Bilirkişilik yapacağı uzmanlık alanında en az beş yıl fiilen çalışmış olmak ya da daha fazla çalışma süresi belirlenmiş ise bu süre kadar fiilen çalışmış olmak.
g) Meslek mensubu olarak görev yapabilmek için mevzuat tarafından aranan şartları haiz olmak ve mesleğini yapabilmek için gerekli olan uzmanlık alanını gösteren diploma, mesleki yeterlilik belgesi, uzmanlık belgesi veya benzeri belgeye sahip olmak.
ğ) Bilirkişilik temel ve alt uzmanlık alanlarına göre belirlenen yeterlilik koşullarını taşımak..."
15. 6754 sayılı Kanun'un "Bilirkişiliğe başvuru, seçilme usulü ve sicile kayıt" kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:
"...
(3) Bölge kurulu karar verirken sicile kayıt bakımından öncelikle başvuranın 10 uncu maddedeki şartları taşıyıp taşımadığını değerlendirir ve şartları taşıyanlar arasından başvuranın mesleki tecrübesini, katıldığı meslek içi eğitimleri veya uzmanlığı gösteren belgeleri dikkate alarak en liyakatli olanları seçer.
(4) Bilirkişiliğe kabul edilenler, sicile üç yıl için kaydedilir."
16. 6754 sayılı Kanun'un "Bilirkişilik sicilinden ve listesinden çıkarılma" başlıklı 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Bilirkişiler, aşağıdaki şartlardan birinin gerçekleşmesi hâlinde sicilden ve listeden çıkarılır:
a) Bilirkişiliğe kabul şartlarının kaybedilmesi veya sicile kabul tarihinde gerekli şartların bulunmadığının sonradan tespit edilmesi.
b) Kanuni bir sebep olmaksızın bilirkişilik yapmaktan kaçınılması veya raporun belirlenen süre içinde mazeretsiz olarak verilmemesi.
c) Bilirkişilik görevi ve bu görevin gerektirdiği etik ilkelerle bağdaşmayan, güven duygusunu sarsıcı tutum ve davranışlarda bulunulması.
ç) 3 üncü maddede belirtilen temel ilkelere aykırı olarak bilirkişilik faaliyetinde bulunulması.
d) Bölge kurulu tarafından yapılacak performans değerlendirmeleri sonucunda yeterli bulunulmaması.
e) Bilirkişilik süresinin dolmasına rağmen süresi içerisinde yenileme talebinde bulunulmaması.
f) Bilirkişinin sicilden çıkarılmayı talep etmesi
(2) Birinci fıkranın (b), (c), (ç) ve (d) bentlerinde belirtilen hâllerde ihlalin niteliğine göre sicilden ve listeden çıkarma yaptırımı yerine uyarma veya bir yıla kadar geçici süreyle listeden çıkarma yaptırımı uygulanabilir. "
B. Uluslararası Hukuk
17. Sözleşme'nin "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir."
18. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında özel hayatın eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olduğunu belirtmektedir. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi ve gerçekleştirmesi ile kişisel bağımsızlık kavramlarının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır (Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002, § 61; Christine Goodwin/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002, § 90; Sidabras ve Džiautas/Litvanya, B. No: 55480/00, 59330/00, 27/7/2004, § 43; K.A. ve A.D./Belçika, B. No: 42758/98, 45558/99, 17/2/2005, § 83).
19. AİHM içtihatlarında sonuca dayalı yaklaşımı uyguladığı başvurularda iddia edilen ihlallerin ağırlık ve ciddiyet derecesini değerlendirmeye yönelik kıstaslar oluşturmuştur. Bu kapsamda başvurucunun söz konusu tedbir öncesi ve sonrasındaki yaşamı kıyaslanarak maruz kaldığı olumsuz etki değerlendirilmektedir. Ayrıca sonuçların ciddiyetinin belirlenmesinde, başvurucunun iddia ettiği öznel algıların somut başvuruda mevcut nesnel koşullarla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra yapılacak incelemenin iddia edilen tedbirin hem maddi hem de manevi etkilerini kapsaması gerekmektedir. AİHM, başvurucuların şikâyet edilen tasarrufun özel hayatları üzerindeki olumsuz sonuçlarını somut verilere dayalı olarak uygun şekilde ispatlamakla yükümlü olduklarını ifade etmektedir. Ayrıca başvurucular söz konusu şikâyetlerini ulusal merciler önünde de uygun şekilde dile getirmiş olmalıdır (Denisov/Ukrayna, [BD], B. No: 2011/76639, 25/9/2018, §§ 113-117).
20. AİHM, Lekavičienė/Litvanya davasında, avukatlık mesleğinin onuruna, ilkelerine aykırı davranışlarda bulunduğu ve yüksek ahlaki karaktere sahip olmadığı gerekçesiyle baro levhasına yazılma talebi reddedilen başvurucunun şikâyetlerini ele almış ve avukatlık mesleğine ilişkin çeşitli tespitlerde bulunmuştur (Lekavičienė/Litvanya, B. No: 48427/09, 27/6/2017). Mahkeme, hukuk fakültesi mezunu olan başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin reddedilmesinin onun itibarını ve mesleki ilişkilerini etkilediğini belirtmiş ve verilen kararla Sözleşme'nin 8. maddesinde düzenlenen temel haklara müdahale edildiğini kabul etmiştir (Lekavičienė/Litvanya, § 37).
21. AİHM; Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin R(2000)21 sayılı Tavsiye Kararı’na değinmiş ve adaletin tesis edilmesinde önemli ve özel rolleri bulunan avukatların bağımsız şekilde görev yapan profesyoneller olduklarını, birçok konuda sorumluluklarının bulunduğunu, avukatların meslek hayatlarında dürüst ve onurlu davranmaları gerektiğini, sır tutmakla yükümlü olduklarını ifade etmiştir. AİHM; evrakta sahtecilik ve dolandırıcılık yapan, bu nedenle hakkında ceza soruşturmaları başladıktan sonra ismini baro levhasından sildiren başvurucunun baro levhasına yeniden yazılma talebinin reddedilmesinde keyfî bir durumun bulunmadığı, diğer bireylerin haklarını korumak ve yargı sistemini doğru şekilde işletmek amacıyla başvurucuya yönelen müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu sonucuna ulaşmıştır. Ayrıca AİHM, hâkim ve savcılara çok daha sıkı koşulların uygulandığını belirtmiş ve neticede özel hayata saygı hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır (Lekavičienė/Litvanya, §§ 51-57).
22. AİHM, Mataescu/Romanya davasında özel hayata yönelik müdahalelerin kanunla öngörülmüş olma, meşru amaç taşıma ve demokratik toplumda gerekli olma koşullarını taşımadığı sürece AİHS’in özel hayata ilişkin 8. maddesini ihlal edeceğini hatırlatmıştır. Mahkeme kanunla öngörülmüş olma şartının kanunun kalitesi, anlaşılabilirliği, erişilebilirliği, öngörülebilirliği gibi birtakım hususları ihtiva ettiğini belirtmiştir. Mahkeme somut olayda, avukatlık mesleğinin yapılmasını düzenleyen kuralların başvurucu açısından başka bir mesleğin yapılmasının avukatlık mesleğinin icrasına engel olduğunun anlaşılmasını sağlayacak ölçüde öngörülebilir olmadığını tespit etmiş, müdahalenin öngörülebilir olmadığı gerekçesiyle kanunla öngörülmüş olma şartının gerçekleşmediği sonucuna varmış ve 8. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir (Mataescu/Romanya, B. No: 1944/10, 14/1/2014, §§ 26-33).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Anayasa Mahkemesinin 15/3/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
24. Başvurucu; Kurul ve mahkeme kararlarının hiçbir somut bilgi ve belgeye dayanmadığını, bilirkişilik listesinden çıkarılma gerekçesi olan suçtan beraat kararı verildiğini, bilirkişi listesinden çıkarılmış olması nedeniyle hayatının sonuna kadar bilirkişilik yapamayacağını belirterek hukuk devleti ilkesinin, eşitlik ilkesinin, masumiyet karinesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
25. Bakanlık görüşünde; somut olaya, mevzuat hükümlerine ve Anayasa Mahkemesi kararlarına yönelik açıklamalar yapıldıktan sonra 6754 sayılı Kanun'un 10. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde bilirkişiliğe engel suçların tek tek sayıldığı, (b) bendinde ise herhangi bir ceza mahkûmiyetinden bahsedilmediği, bu nedenle Başkanlığa bilirkişilik listesi oluşturulurken başvuranlar arasından seçme konusunda takdir hakkı tanındığı, yapılan işlemde herhangi bir keyfîliğin bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı önceki beyanlarını tekrar etmiştir.
B. Değerlendirme
26. Anayasa’nın "Özel hayatın gizliliği" kenar başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ... saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ... gizliliğine dokunulamaz."
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının bilirkişi listesinden kaydının silinmesine ilişkin tesis edilen işleme karşı açılan iptal davasının reddedilmesine, dolayısıyla bilirkişilik faaliyetinin engellenmesine ilişkin olduğu görülmektedir. Kişilerin mesleki hayatlarının onların özel hayatlarıyla sıkı ilişkisinin olduğu ve meslek hayatına yönelik müdahalelerde özel hayata saygı hakkının gündeme geldiği yadsınamaz. Bununla birlikte öncelikle bu tür müdahalelerin hangi durumlarda özel hayata saygı hakkı kapsamında incelenmeye uygun olduğu veya başvuru konusu edilen uyuşmazlıkların hangilerinin bu bağlamda uygulanabilir kabul edileceği hususlarında belirlenen ölçütler dikkate alınarak değerlendirmeler yapılması gerekmektedir (Tamer Mahmutoğlu [GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, § 82).
28. Anayasa Mahkemesi, önceki birçok kararında, özel hayata ilişkin herhangi bir nedene dayanılmaksızın mesleki hayata yönelen müdahalelerin özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi gerekli olan koşulların neler olduğuna ilişkin detaylı değerlendirmelerde bulunmuştur (Tamer Mahmutoğlu, §§ 84-90; C.A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 97-101; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 106-110). Başvurucunun bilirkişi listesinden çıkarılma kararının özel hayata saygı hakkının otomatik olarak uygulanabilirliğini sağlamamakla birlikte mevcut başvurudaki müdahalenin başvurucunun mesleki faaliyetlerinin aksamasına, sosyal çevresiyle olan ilişkilerine ve itibarına olumsuz şekilde etki ettiği, bu etkinin ciddi olduğu ve belirli bir ağırlık düzeyine ulaştığı değerlendirildiğinden başvuru, özel hayata saygı hakkı yönünden uygulanabilir bulunmuş ve bu kapsamda incelenmiştir.
29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
30. Anayasa'nın 15. maddesine göre yapılacak inceleme; müdahalenin Anayasa'daki çekirdek haklarla ilgili olup olmadığı, anılan maddenin ikinci fıkrasında sayılan hak ve özgürlüklere dokunup dokunmadığı, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırılık teşkil edip etmediği ve durumun gerektirdiği ölçüde olup olmadığının tespitiyle sınırlı olacaktır (Ayla Demir İşat, § 146).
31. Savaş, seferberlik veya OHAL gibi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında özel hayata saygı hakkı yer almamaktadır. Dolayısıyla bu hak yönünden OHAL'lerde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür. Ayrıca anılan hak, milletlerarası hukuktan kaynaklanan yükümlülük olarak insan hakları alanında Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden özellikle MSHUS'nin 4. maddesinin (2) numaralı ve AİHS'in 15. maddesinin (2) numaralı fıkralarında ve bu Sözleşme'ye ek protokollerde dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında da sayılmamıştır. Ayrıca somut olaydaki özel hayata ilişkin tedbirin milletlerarası hukuktan kaynaklanan diğer herhangi bir yükümlülüğe (olağanüstü dönemlerde de korunmaya devam eden bir güvenceye) aykırı olduğu da saptanmamıştır (Ayla Demir İşat, §§ 147, 148).
32. Bununla birlikte özel hayata saygı hakkı, üçüncü kişiler tarafından da olsa hakkın öngördüğü güvencelere keyfî şekilde müdahale edilmesini yasaklamaktadır. Kişilerin mesleki hayatlarına ve dolayısıyla özel hayatlarına keyfî şekilde müdahale edilmemesi, aksi yöndeki durumda meydana gelmesi muhtemel olan etkiler ve sonuçlar düşünüldüğünde en önemli güvenceler arasındadır. Öngörülen yükümlülüklerin yerine getirilmesi, kişilerin ve ailelerinin geleceğini, itibarını etkileyen mesleki hayata yönelik tedbirlerin keyfî olmaması, bu kapsamda doğan uyuşmazlıkların özel hayata saygı hakkının gereklilikleri bağlamında çözümlenmesi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde de geçerli olan temel güvencelerdir (Ayla Demir İşat, §§ 149, 150).
33. Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca olağanüstü yönetim rejimlerinin uygulandığı dönemde temel hak ve özgürlüklere müdahale oluşturan tedbirin meşru olup olmadığı hususunda yapılacak son inceleme, bunun durumun gerektirdiği ölçüde olup olmadığının belirlenmesidir.
34. Başvurucunun bilirkişi listesinden çıkarılmasına ilişkin tedbirin ve bu kapsamda derece mahkemelerince sonuca bağlanan uyuşmazlığın Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında durumun gerektirdiği ölçüde olduğunun söylenebilmesi için öncelikle keyfî olmaması gerekir. Diğer taraftan söz konusu tedbirin ölçülü olup olmadığı değerlendirilirken elbette ülkemizde OHAL ilanına sebebiyet veren durumun özellikleri ve OHAL ilanı sonrasında ortaya çıkan koşullar dikkate alınmalıdır.
35. Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçülülük, olağanüstü yönetim usullerinin uygulanmasına neden olan durum karşısındaki ölçülülüğü ifade etmektedir. Buna göre temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının sınırlandırılması veya durdurulması için başvurulan aracın amacı gerçekleştirmeye elverişli ve bunun için gerekli olması, ayrıca araçla amacın ölçülü bir oran içinde bulunması gerekir (AYM, E.1990/25, K.1991/1, 10/1/1991). Tedbir, olağanüstü durumu oluşturan tehdit veya tehlikenin ortadan kaldırılması amacına ulaşma bakımından elverişli ve bu amacın gerçekleşmesi için gerekli olmalı; ayrıca ulaşılmak istenen amaç doğrultusunda ortaya çıkan kamu yararı ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandıran tedbirin birey üzerindeki olumsuz etkisi arasında orantısızlık bulunmamalıdır (Ayla Demir İşat, § 154; birçok karar arasından bkz. AYM, E.2013/57, K.2013/162, 26/12/2013).
36. Ölçülülüğün unsurlarının tespitinde tedbirin alındığı dönemin tüm koşulları birlikte değerlendirilmelidir. Ayrıca müdahale edilen hak ve özgürlüğün niteliği de önemlidir. Yine tedbirin alındığı zamanın da ölçülülüğün belirlenmesinde gözönüne alınması gerekir. Bu bakımdan olağanüstü durumu oluşturan olayların yaşandığı ve somut tehlikenin tüm gerçekliğiyle birlikte ortada olduğu dönemde alınan bir tedbir ile tehlikenin veya bunu doğuran tehdidin büyük ölçüde bertaraf edildiği bir zamanda alınan tedbir farklı şekilde değerlendirilmelidir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin süresi, kapsamı ve ağırlığı, ölçülülüğün belirlenmesinde dikkate alınmalıdır. Nitekim müdahalenin süresi arttıkça bireyin üzerindeki külfet de ağırlaşmaktadır. Bunun yanında bir tedbir kısa süreli olmakla birlikte kapsamı veya ağırlığı itibarıyla temel hak ve özgürlükleri çok ciddi ölçüde etkileyebilir. Böylece tedbirin ağırlığı, süresinden bağımsız olarak bireyin aşırı bir külfet altına girmesine neden olabilir (Ayla Demir İşat, §§ 155, 156).
37. Diğer taraftan temel hak ve özgürlüklere yönelik ölçüsüz veya keyfî müdahaleler karşısında bireylere, bunlara karşı koyabilecekleri usule ilişkin güvencelerin sağlanması gerekir. Bu bağlamda idari makamlar ve mahkemeler, tedbirin keyfî olmadığını ortaya koyan ilgili ve yeterli gerekçeler oluşturmalıdır. Dolayısıyla bireylerin bu güvencelerden önemli ölçüde yoksun bırakılmaları ölçülülük ilkesiyle bağdaşmayacaktır. Ayrıca bir tedbirin olağanüstü durumu oluşturan tehdit veya tehlikeyi bertaraf etmeye elverişli, bunun için gerekli ve ulaşılmak istenen amaç ile orantılı olup olmadığı hususlarında söz konusu tehdit veya tehlike ile karşı karşıya kalan ve onunla mücadele etme bakımından öncelikli sorumluluğu bulunan kamu makamlarının geniş bir takdir alanı bulunmaktadır. Bununla birlikte bireysel başvuruya konu edildiğinde alınan tedbirin bu takdir alanını aşıp aşmadığını incelemek Anayasa Mahkemesinin görevidir (Ayla Demir İşat, § 157).
38. Somut olayda, öğretim görevlisi olan ve bilirkişilik listesinde kaydı bulunan başvurucu hakkında terör örgütü üyesi olma suçu kapsamında kamu davası açılması nedeniyle başvurucu, bilirkişilik listesinden çıkarılmıştır. Başvurucu; Kurul ve mahkeme kararlarının hiçbir somut bilgi ve belgeye dayanmadığını, bilirkişilik listesinden çıkarılma gerekçesi olan suçtan beraat kararı verildiğini, bu karar değerlendirilmeksizin ve hakkındaki şüphenin varlığı ispat edilmeksizin bilirkişi listesine yeniden kaydının yapılmadığını belirterek ömür boyu bilirkişilik yapamamasının özel hayata saygı hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
39. OHAL koşulları dikkate alındığında terör örgütleriyle irtibat veya iltisakının bulunduğu hususunda objektif ve ikna edici nitelikte gerekçelerin bulunması durumunda ilgili kişilerin öngörülen meşru amaçlar doğrultusunda ilave tedbirlere maruz bırakılması makul kabul edilebilir. Bu noktada önemli olan husus, anılan amaç doğrultusunda tesis edilen işlemlerin ilgili mevzuat kapsamında olduğunun ve iltisaklı ya da irtibatlı olma durumunun somut olgulara dayalı olarak bulunduğunun idari ve yargısal makamlar tarafından ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulmasıdır. Zira alınan tedbirin keyfî olmadığının söylenebilmesi için söz konusu yükümlülüğün OHAL koşullarında da olsa yerine getirilmesi gerekir.
40. Bilirkişiler, 6754 sayılı Kanun’un 12. maddesinin (4) numaralı fıkrasına göre sicile kaydolmak şartıyla yemin ederek göreve başlarlar. 8. madde gereğince bilirkişiliğe kabule ve bilirkişilerin sicile kaydedilmesine karar verme yetkisi her bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerde oluşturulan bilirkişilik bölge kurullarına aittir. Davayla ilgili vakaların takdirinde özel ve teknik bilginin gerekli olması hâlinde hâkim tarafından bilgisi ile oyuna başvurulan, olay hakkındaki görüşünü mahkemeye bildiren ve bu anlamda karar vermede hâkime yardımcı olan bilirkişinin, görevi sırasında hâkimin izni ile tanıklara veya sanığa doğrudan doğruya soru sorabilmesi ve dava dosyası kapsamında her türlü bilgi ve belgeyi inceleyebilmesi gibi yetkileri gözetildiğinde adalet hizmetlerinin yerine getirilmesinde önemli roller üstlendiği görülmektedir. Hâkimin görevlendirmesi sonucu görüş bildirmek ve rapor hazırlamak suretiyle yargılama faaliyetine katılması sebebiyle bilirkişinin bir kamu hukuku ilişkisine girmiş olduğunda ise bir tereddüt bulunmamaktadır. Bilirkişi, hâkim tarafından belirlenen görev sınırları çerçevesinde kamu hizmeti niteliğinde ki yargılama faaliyetinin yerine getirilmesine ve işleyişine katkı sağlamaktadır (AYM, E.2018/89, K.2019/84, 14/11/2019, § 59-61).
41. Bu bağlamda bilirkişilerin idare hukuku anlamında kamu hizmeti veren diğer mesleklerden önemli ve farklı bir konuma taşındığı söylenebilir. Dolayısıyla bilirkişilik faaliyetinde bulunacak gerçek kişilerde aranacak şartlar yönünden bilirkişi bölge kurulları tarafından kullanılan takdir yetkisinin daha geniş olması makul kabul edilebilir. Bununla birlikte önemli olan husus, söz konusu takdir yetkisi kapsamında tesis edilen işlemlerin ilgili mevzuat kapsamında olduğunun ve iltisaklı ya da irtibatlı olma durumunun somut olgulara dayalı olduğunun idari ve yargısal makamlar tarafından ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulması gerekir.
42. Kurul tarafından alınan kararda; başvurucunun beraat etmiş olsa bile terör örgütüne üye olma suçundan yargılandığı, bölgede başvurucu hakkında söylenti çıktığı, bu nedenle mahkemelerde bilirkişilik yapmasının doğru olmayacağı, ilgili dalda bölge listesinde yeterli bilirkişinin bulunduğu, mevzuata göre en liyakatli, objektif ve şaibesiz kişilerin listeye alınmasının kanuni zorunluluk olduğu belirtilmiştir.
43. Kurul kararının iptali amacıyla açılan davada Mahkemece verilen kararda, başvurucu hakkındaki beraat kararının delil yetersizliği nedeniyle verildiği, 6754 sayılı Kanun'un 10. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde bilirkişiliğe engel suçların tek tek sayıldığı, (b) bendinde ise herhangi bir ceza mahkûmiyetinden bahsedilmediği belirtilmiştir. Kararda bölge kurullarına bilirkişi listesi oluşturulurken başvuranlar arasından seçme konusunda takdir hakkı tanındığı, başvurucunun bilirkişilik listesinden çıkarılmasına dair Kurul kararında hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Dolayısıyla işlemin iptali talebiyle açılan davada başvurucunun terör örgütleriyle iltisaklı veya irtibatlı olduğunun kabulü için bir ceza yargılaması yapılmasının tek başına yeterli kabul edildiği anlaşılmaktadır. Öte yandan anılan süreçte başvurucunun öğretim üyeliği görevine devam ettiği görülmektedir.
44. Anayasa Mahkemesi 14/11/2019 tarihli ve E.2018/89, K.2019/84 sayılı kararında gerçek kişilerin bilirkişilik faaliyetinde bulunabilmesi için terör örgütleriyle iltisaklı veya irtibatlı olmamaları koşulu öngörülmesini Anayasa'ya aykırı görmemiştir. Anılan kararda kuralın uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların yargıya taşınabilmesini kuralın amacı dışında keyfî olarak kullanılmasını önleyecek yasal güvencelerden biri olarak vurgulamıştır. Kararda; kural yargı yoluna başvurma güvencesi bakımından herhangi bir sınırlama getirmediğinden bilirkişiliğe kabul edilmeyen bireylerin kuralın öngördüğü koşulun gerçekleşmediği, bir başka deyişle herhangi bir terör örgütüyle iltisaklı veya irtibatlı olmadıkları iddiasıyla yargı yoluna başvurmalarında ve yargı yerlerince haklı bulunmaları hâlinde bilirkişiliğe kabul edilmelerinde bir engel bulunmadığı ifade edilmiştir. Mahkeme; kuralla ulaşılmak istenen amaca ilişkin kamu yararı ile bireyin kamu hizmetine girme hakkı arasında bulunması gereken makul dengenin gözetildiği, kamu hizmetine girme hakkını sınırlandıran kuralın orantısız bir müdahaleye de neden olmadığından ölçüsüz bir sınırlama getirmediği sonucuna ulaşmıştır.
45. Anayasa Mahkemesinin ifade edilen kararı da dikkate alındığında derece mahkemeleri tarafından yapılan yargılamalarda bireylere temel hak ve özgürlüklere yönelik ölçüsüz veya keyfî müdahalelere karşı koyabilecekleri usule ilişkin güvencelerin sağlanması daha da önem kazanmaktadır. Bu bağlamda mahkemelerin verdikleri kararlarda uygulanan tedbirin keyfî olmadığını ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya koyması gerekir. Somut olayda derece mahkemeleri kararların gerekçelerinde başvurucu hakkında var olan herhangi bir bilgiye, başvurucunun bir eylemine veya iltisaklı ya da irtibatlı olunduğunu gösteren herhangi bir vakıaya yahut olguya yer vermemiş; başvurucu hakkında bir ceza yargılamasının yapılmasını terör örgütüyle iltisaklı ya da irtibatlı olmak bakımından yeterli kabul etmiştir. Başvurucunun söz konusu terör örgütüyle irtibatlı ya da iltisaklı olduğunun kabul edilebilmesi açısından bir ceza davası yargılaması yapılmasının bir şüpheye neden olduğu kabul edilebilir ise de daha sonra başvurucunun beraat ettiği dikkate alındığında bu türden bir şüpheye dayalı olarak mevcut olaydaki gibi ağır sonuçları olan işlemler tesis edilmesi kamusal makamlardan beklenen ikna edici nitelikte gerekçe ortaya konulması yükümlülüğüne aykırılık oluşturacaktır. Yine irtibatlı ya da iltisaklı olarak kabul edilmek için başvurudaki gibi yalnızca kovuşturma bulunmasının yeterli kabul edilmesi, söz konusu kavramların kapsam ve sınırlarının yargı kararlarıyla belirlenmesi konusunda yargısal makamlara tanınan takdir yetkisinin öngörülen yükümlülüklere uygun şekilde kullanılmaması anlamına gelecektir.
46. Neticede mevcut başvuruya özgü koşullarda, başvurucunun terör örgütleriyle irtibatlı ya da iltisaklı olduğu hususunda verilen idari ve yargısal kararlarda objektif ve ikna edici nitelikteki gerekçelerin ortaya konulamadığı ve başvurucunun ilave tedbirlere maruz bırakılmasına ilişkin gerekliliğin söz konusu kavramların kapsamını gösterecek şekilde somut olgulara dayalı olarak ilgili ve yeterli gerekçelerle açıklanamadığı değerlendirilmiştir. Uygulanan somut tedbirin başvurucu üzerinde doğuracağı etki de gözönüne alındığında özellikle yargılama sürecinde devletten beklenen yükümlülüklerin OHAL koşullarında da yerine getirilmesi gerektiği açık olmasına rağmen mevcut başvurunun koşullarında anılan yükümlülüğe uygun şekilde hareket edilmediği kanaatine varılmıştır.
47. Bu itibarla öngörülen güvencelere uygun şekilde gerçekleştirilmeyen tedbirin durumun gerektirdiği ölçüyü koruduğu söylenemeyeceğinden OHAL döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlere uygun olmadığı değerlendirilmiştir.
48. Açıklanan gerekçelerle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
C. Giderim Yönünden
49. Başvurucu; ihlalin tespiti, yargılamanın yenilenmesi ve 7.500 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
50. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
51. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayata saygı hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 3. İdare Mahkemesine (E.2018/571, K.2018/867) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 364,60 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Konya Bölge İdare Mahkemesi 5. İdari Dava Dairesi (E.2018/1859, K.2018/2003) ile Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/3/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.