Türkiye’de sayısını net olarak bilmesem de 100’e yakın Devlet ve Vakıf hukuk fakülteleri mevcuttur. Ve ne yazık ki bu sayı her geçen gün artmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde bulunan hukuk fakültelerini de eklediğimiz zaman varın sorunun büyüklüğünü siz düşünün. Bu kadar çok hukuk fakültesinin varlığı hukukun geleceği adına endişe yaratırken, bir de bu fakültelerde eğitim veren akademik kadroların yetersizliği durumu daha vahim bir hale getirmektedir. Birçok hukuk fakültesinde profesör sayısı 1’i geçmemektedir. Tek profesörün olduğu hukuk fakültelerinde o profesör de fakülte dekanı olduğundan idari işlerden dolayı ders bile verememektedir. Fakültelerde çoğu zaman derslere asistanlar, araştırma görevlileri yahut yardımcı doçentler veya sayısı çok az olan doçentler girmektedir. Hukuk eğitimi alan öğrencilerin söz konusu ders ile ilgili uzman kişilerden eğitim alamaması, birebir soru soramaması, bilgilenememesi, yeterli muhakeme imkânı bulamaması hukuk eğitimi adına son derece üzücüdür. Hemen-hemen bütün hukuk fakültelerde verilen dersler daha doğrusu derste anlatılan konular sadece yapılacak vize yahut final sınavına yöneliktir. Hal böyle olunca da öğrencinin derdi hukuk mantığı, hukuk ahlakı kazanmak değil sadece o sınavdan geçmek oluyor. Hukuk fakültesi binalarının fiziki yetersizliği, her türlü kaynağın olduğu büyük kütüphanelerin bulunmaması da yine hukuk eğitimi adına önemli eksikliklerdir.
Hukuk eğitiminde yaşanan bu sıkıntılar ister istemez fakülte hayatından sonraki meslek hayatına da sirayet etmektedir. En son veriler ışığında Türkiye’de bulunan avukat sayısı 110 binlere dayanmış durumda. Gün geçtikçe de sayı önlemez şekilde artmaktadır. Yıllardır Adalet Bakanlığı’nın avukatlık sınavı yapılması üzerine bir çalışması var ancak ne yazık ki bir türlü hayata geçirilmiş değil. Dolayısıyla avukat sayısının artması avukatlık mesleğini de son derece olumsuz etkilemektedir. İşte asıl değinmek istediğim konu meslek hayatında çektiğimiz bu sıkıntılardır. Ve ne yazık ki bu sıkıntıların en büyük müsebbibi de yine biz avukatlarız.
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki eskiden hukuk fakültesi sayısı az olduğundan bu fakültelerde okuyan ve mezun olan kişiler bugünkü çektiğimiz sıkıntıları çekmediler. Ancak onlarda bugün yaşanan sıkıntılardan en az bizim kadar muzdaripler. Son 15 yılda sayısı çokça artan hukuk fakültelerinden dolayı artık devlet yahut vakıf üniversitesinden mezun olmanın pek bir öneminin kalmadığını düşünmekteyim. Bu benim naçizane fikrimdir. Çünkü az önce birkaç noktada değindiğim sıkıntılar devlet ve vakıf üniversitelerinin birçoğunda mevcuttur. Sadece sınavı geçmek ve mezun olmaya odaklı hukuk eğitimi bana hiçbir şey katmadığı gibi bizden sonraki kişilere de katmayacaktır. Birçok hukuk öğrencisi okumaktan, araştırmaktan, sorgulamaktan ve kıyaslamaktan yoksundur. Alınan temel hukuk eğitimi okuma, araştırma ve sorgulama ile zenginleştirilmediği sürece size sadece bir lisans diploması kazandırır.
Meslek hayatına atılan binlerce meslektaşımızın en büyük hassasiyeti para kazanmaktır. Hepimiz elbette bu işi para kazanmak için de yapıyoruz. Ancak yaptığımız iş adaletin tecellisini sağlamaktır. Bu görevi ifa ederken donanımlı olmamız gerektiğini, söz konusu insanların canı, malı, istiklali ve istikbali olduğunu, en ufak bir ihmali kaldırmadığını bilmemiz gerek. Yargı işinde usul ve esası bilmek elbette mühimdir. Lakin usul ve esasın içini dolduracak, yargılamaya yön verecek bilgiler sunmak için de okumaktan ve araştırmaktan başka bir çaremiz yoktur. Okudukça ne kadar az şey bildiğimizin farkına varacağız. Okudukça ne kadar çok konuya ön yargı ile yaklaştığımızı anlayacağız. Araştırdıkça doğru bildiğimiz birçok şeyin aslında hiç de öyle olmadığını öğreneceğiz. Hukuk fakültesini bitirerek stajını yapan ve ruhsatını alan herkes avukat olabilir. Ancak birçoğumuz bu mesleğin taşıdığı ciddiyetin, taşıdığı onurun farkında bile değiliz.
Avukat toplumun sigortasıdır. Toplumsal her olay avukata görev yükler. Avukattan beklenen ise önyargılarından ve ideolojisinden arınarak, kendi çıkarlarını bir yana bırakıp sadece adaletin yerini bulmasını sağlamasıdır. Avukat her zaman taraftır. Sadece haklıdan yana olmaz. Haksızın da sahip olduğu bir takım kanuni haklar vardır ve bu hakları savunmak yine avukatın görevidir. Avukat haksızdan da taraftır. Çünkü savunma olgusu sadece haklılığı savunmak değildir. Haksız birinin en az haklı kadar kanuni hakları olduğunu söyledim. Bu hakları savunmak haksızı savunmak demek değildir. Hiçbir avukat savunma olgusunu bu derece dar algılamamalıdır. Avukat görevini yerine getirirken her türlü baskıya, dışlanmışlığa, kara propagandaya kulak kapatmalı; sadece bir hukukçu bilinci ile hareket etmelidir. Meslekte yaşadığımız en büyük sıkıntılardan biri, hukukçu kimliğini kazanamamış olmamızdır. Ne yazık ki hukuku içselleştirememiş, hukuk ahlakı kazanamamış; ideolojisine ve yaşadığı topluma göre düşünen, hakkı göz ardı eden meslektaşlara sahibiz. Bu duruma, kozmopolit bir ülkede yaşamanın bir getirisi olarak bakıyorum. Siyasetin dili ister istemez topluma yansımaktadır. Bizler de toplumun bir üyesi olarak bundan etkilenmekteyiz. Ancak her ne olursa olsun evrensel hukuka, insan haklarına ve demokrasiye inanmış, çağdaş yaşamı gaye edinmiş her avukatın, hangi olay ile karşılaşırsa karşılaşsın tek amacı hukuk olacaktır. Zaaflarına yenilen birisi avukat kimliği taşısa da asla bir hukukçu olamaz. Hukukçu; ideolojisine, yaşam tarzına, inancına, felsefesine ters düşse de en ufak bir haksızlığı kabul etmeyendir. Kimsenin kendisini hukuktan üstün göremeyeceğini dile getirendir. Kaybedeceğini bilse de doğru olanı söyleyendir. Toplumun refahına, yararına olmayan ama adil olan şeyi yine topluma rağmen savunandır. Hukukçunun milliyetçisi, özgürlükçüsü, çağdaşı, muhafazakârı, demokratı olmaz. Bu değerleri sahiplenen birisinin saldırıya uğraması halinde onu ölümü pahasına savunanı olur. Nasıl ki bir doktor önüne gelen hastanın etnik kimliğine, yaşam tarzına, ideolojisine bakmaksızın sadece tedavi etmekle yükümlü ise hukukçunun tek gayesi de her türlü eyleme hukukçu gözü ile bakmak ve ona hakkaniyete uygun çözümler üretmek olmalıdır. Taşıdığımız kimliğin değerine yakışır şekilde davranmak toplumun bizden beklentisidir. Yapıcı olmak, çözüm odaklı olmak, kanuna ve nizama uygun davranmak her hukukçunun vizyonudur. Bunlardan taviz verdiğimiz an bu kimliğimizin taşıdığı değeri kaybetmiş oluruz. Birbirine saygılı toplumlar yaratmak ya da böylesi toplumlarda yaşamak için bize düşen taşıdığımız adil olma duygusunu toplumun her kesimine yansıtmaktır.
İyi bir hukukçu aynı zaman da iyi psikolog, iyi bir sosyolog olmalıdır. İnsanın zihinsel yaşamını, buna etki eden sebepleri ve bu zihinsel yaşamın toplumsal düzene yansımasını irdelemedikçe hukuku sadece suç ve müeyyideden ibaret görür. Sosyal hayatın gerçeklerinden uzak; okumayan, araştırmayan, sorgulamayan ve sadece suçtan sonrasına odaklanan hukukçunun kendisine hiçbir katkısı olmadığı gibi hakkaniyete ulaşma yolunda da bu kutsal mesleğe hiçbir katkısı olmayacaktır.
Avukat sayısı her gün artarken yukarıda bahsettiğim değerlere sahip hukukçu sayısının bu denli az olması meslek adına kaygı vericidir. İşini en iyi şekilde yapan, usul ve esasa hâkim, hukukçu kimliği taşıyan, bizlere örnek olan birçok meslektaşımız elbette var. Ancak bu kişiler ne yazık ki yeterli sayıda değiller. Birçoğumuzun da onlara ulaşma imkânı bulunmuyor. Bu sıkıntıların çözümünde en büyük iş barolara düşerken üzülerek söyleyeyim ki barolar yeterli çalışmaları yapmamakta yahut yetersiz kalmaktadır. Her koyun kendi bacağından asılır misali avukatlık kimliğimize bir de hukukçu kimliğini eklemek yine bize düşüyor. Tek temennim, hukukçu sayısının artmasıdır. Bu yolda emek sarf eden meslektaşlara selam olsun.
Avukat
Taylan SAYAN