Suçsuzluk Karinesi Nedir?
Suçsuzluk karinesi, adından da anlaşılacağı üzere kişinin suçluluğu kesin hükümle sabit oluncaya kadar, suçlu sayılmamasını ve ceza hukuku yaptırımlarına tabi tutulmamasını ifade eder. Suçsuzluk karinesi, temel bir insan hakkıdır. Hatta ceza muhakemesinde şüpheli veya sanığa tanınan hakların gerçek anlamlarıyla hayata geçirilebilmesi, suçsuzluk karinesine uyulmasına bağlıdır. Zira suçsuzluk karinesinin uygulanmadığı bir sistemde, savunma ve adil yargılanma haklarının varlığından söz edilemez. Sanığın peşinen suçlu olarak görüldüğü bir muhakeme çağdaş bir ceza muhakemesi olarak görülemez.
Suçsuzluk Karinesinin Pozitif Hukuktaki Yeri
Suçsuzluk karinesi olarak adlandırılan bu kavram ilk defa ve açıkça 26 Ağustos 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 9. maddesinde tutuklulukla ilişkili olarak “Her insan, suçlu olduğu bildirilinceye kadar suçsuz sayılacağından, onun tutulması gerekli görüldüğü zaman, kendisini elde tutmak için gereken sıkılıktan artık bir sertlik yasayla ciddi biçimde cezalandırılmalıdır ” şeklinde temel insan hakları kataloğundaki yerini almıştır. İlke, daha önceleri çok dikkate alınmamakla birlikte İngiltere’de de bilinmekteydi. Ancak ilkeye ilk kez Amerika’da Rhode Island Anayasası’nda açıkça yer verilmiştir. Buna göre suçsuzluk karinesi ‘’Bir suçtan dolayı kovuşturulan kişinin, suçluluğu mahkeme kararıyla sabit olmadıkça suçlu sayılmamasını‘’ ifade eder.
Karine, insan hakları açısından son derece önemli olan 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (m.11 / f.4), 1950 tarihli İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (m.6/f.2) ve Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı m.48’de yerini almıştır. Türkiye, hem 1948 tarihli beyannameye hem de 1950 tarihli sözleşmeye taraftır. Ayrıca karine, her ne kadar Ceza Muhakemesi Kanunu’nda açıkça düzenlenmemiş ise de, yasama, yargı ve yürütmeyi bağlayan ilke olarak mevzuattaki yerini 1982 Anayasası’nın 38. maddesinin 4. fıkrasında “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde almış bulunmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın Temel Hak ve Hürriyetlerin Durdurulması başlıklı 15.maddesinin 2.fıkrası olağanüstü durumların varlığı halinde bile suçsuzluk karinesini dokunulması mümkün olmayan çekirdek haklardan saymıştır.
Suçsuzluk mu Masumiyet mi ?
Anayasamızın 38.maddesinin 4.fıkrası ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (m.6/f.2) ‘’masumiyet’’ kavramından değil ‘’suçsuzluk’’ kavramından söz etmektedir. Ancak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (m.11/1) suçsuzluk yerine masumiyet kavramını kullanmıştır. Hukuk literatüründe ‘’Masumiyet Karinesi ‘’ olarak yer alan bu ilkeye ‘’Suçsuzluk Karinesi’’ demenin daha doğru olacağı kanısındayım. Çünkü her ne kadar masumiyet karinesi kulağa daha hoş gelse de masumiyet ile suçsuzluk kavramı arasında fark vardır. Zira ceza yargılaması bir bütünlük taşır. Yani suç şüphesinin öğrenilmesinden hükmün kesinleşmesine kadar olan süre boyunca suçsuzluk karinesi varlığını sürdürmektedir. Soruşturma evresinde ‘’ şüpheli ‘’ olarak adlandırılan kişi hakkında bir takım koruma tedbirleri ( yakalama, tutuklama, adli kontrol vs.) uygulanabilmektedir.
Şayet biz bu karineyi ‘’ Masumiyet Karinesi ‘’ olarak adlandırırsak, örneğin; kişi hürriyetini mahkumiyet kararından önce ağır şekilde sınırlayan tutuklama koruma tedbirinin masum kabul edilen bir kişiye uygulanması açıklanamaz. Tutuklama, bir ceza değildir. Geçici nitelikte ve muhakeme hukuku amaçlarıyla uygulanan bir koruma tedbiridir. Fakat tutuklama koruma tedbirinin uygulanmasının birinci şartı, CMK m. 100/1’e göre kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli şüphe bulunmasıdır. Öyleyse bu kişi, masum kabul edilen bir kişi değildir. Yalnız suçlu da kabul edilmemektedir. İşte bu yüzden masumiyet karinesi yerine suçsuzluk karinesi demenin ilkenin taşıdığı anlama daha uygun olacağını düşünmekteyim.
Şayet biz bu karineyi ‘’ Masumiyet Karinesi ‘’ olarak adlandırırsak, örneğin; kişi hürriyetini mahkumiyet kararından önce ağır şekilde sınırlayan tutuklama koruma tedbirinin masum kabul edilen bir kişiye uygulanması açıklanamaz. Tutuklama, bir ceza değildir. Geçici nitelikte ve muhakeme hukuku amaçlarıyla uygulanan bir koruma tedbiridir. Fakat tutuklama koruma tedbirinin uygulanmasının birinci şartı, CMK m. 100/1’e göre kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli şüphe bulunmasıdır. Öyleyse bu kişi, masum kabul edilen bir kişi değildir. Yalnız suçlu da kabul edilmemektedir. İşte bu yüzden masumiyet karinesi yerine suçsuzluk karinesi demenin ilkenin taşıdığı anlama daha uygun olacağını düşünmekteyim.
Suçsuzluk Karinesinin Uygulama Alanı: Suç İsnadı
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6 f.2’nin uygulanabilmesinin önkoşulu sözleşmedeki anlamı ile bir suç isnadının bulunmasıdır. Ancak İHAS uyarınca, sadece ceza hukuku anlamında bir suç isnadı altında bulunan kişi bu karineden yararlanabilir. Biliyoruz ki ceza yargılaması basit şüphe ile başlar ve kesin hükme kadar devam eder. Kişinin isnat edilen suçu sadece kovuşturma evresinde değil, suç şüphesinin öğrenildiği andan itibaren haberdar edilmesi gerekir. Çünkü suçsuzluk karinesi yargılamanın bütün evrelerinde geçerlidir. Kişinin sanık olarak yargılanması bile suçsuzluk karinesini ortadan kaldırmaz.
Esasen karinenin amacı sanıkla ilk temasa geçen yetkililerin bu kimsenin suçsuz olabileceğini düşünerek hareket etmelerini sağlamaktır. Şu halde, savcı ve kolluk şüpheyi araştıracak, şüphenin kamu davasını açmaya olanak verecek derecede güçlenmesiyle sanık kovuşturma safhasına nakledilecek ve artık karineden tam olarak faydalanacaktır.
Soruşturma evresinde şüphelinin isnat edilen suçu kabul etmesi halinde suçsuzluk karinesinin durumu ne olacaktır?
Karine, ceza yargılamasının hem soruşturma hem de kovuşturma evresinde geçerli olan bir temel ilkedir. Soruşturma evresinde kişinin suçu kabul etmesi karineyi ortadan kaldırmaz. Çünkü kişinin suçu kabul etmesinin birden fazla sebebi olabilir. Örneğin; kişinin akıl sağlığı yerinde olmayabilir, herhangi bir baskı altında olabilir, birilerini koruma amacında olabilir veya en basitinden hapishaneye girmek isteyebilir. Burada kişinin suçu kabul etmesi hukuk düzenince bir anlam taşısa da asıl amaç maddi gerçeğe ulaşmak olduğundan hüküm kesinleşinceye kadar suçsuzluk karinesi de varlığını koruyacaktır.
Burada değinmek istediğim bir diğer konu ise soruşturmanın gizliliği ilkesidir. Adil yargılanma hakkının birden fazla hakkı barındırdığını biliyoruz. Bunlardan birisi de soruşturmanın gizliliğidir. Yetkili makamlarca bu evrede yapılacak ola bütün işlemler gizli kalmak zorundadır. İç hukukumuzda da bu ilke ayrıca belirtilmiştir.( CMK m.157 ) Soruşturma evresinde, kişiye dair bilgilerin sızdırılması veya kamuoyu ile paylaşılması kişinin peşinen suçlu ilan edilmesine yol açacağından yine 6.madde çerçevesinde kişinin suç işlediği ispat edilene kadar suçsuz sayılacağı ilkesi ihlal edilmiş olacaktır.
Suçsuzluk Karinesinin Uygulanma Süreci
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinde (m.6/f.2) suçsuzluk karinesi tanımlanırken, hakkında suç isnadı bulunan her kişinin ‘’ yasa uyarınca suçluluğu kanıtlanana dek ‘’ denilerek suçsuzluk karinesinin uygulanması gereken sürecin üst sınırı belirtilmiştir. Suçluluğun yasa uyarınca kanıtlanması ‘’ kişi hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmünün ‘’ bulunması demektir. Şimdi burada şu soru akla gelmektedir: Mahkemenin bir davanın esasına girmemesi durumunun varlığı halinde bile m.6/f.2 uygulanabilecek midir? Örneğin; zamanaşımına uğramış bir dava sonucunda mahkemenin kişiyi yargılama giderlerini ödemeye karar vermesi suçsuzluk karinesinin ihlali anlamına gelir mi? Öncelikle AİHM, suçsuzluk karinesinin sadece davanın esasına girildiği safhadan itibaren değil bundan önce de uygulanması gerektiğini belirtmiştir. Bu bağlamda mahkeme m.6/f.2’nin ‘’ ceza muhakemesinin bütününde ‘’ uygulanması gerektiğini kabul etmiştir.
Bu bilgiler ışığında yukarıda verdiğim örneğe dönecek olursak; AİHM, esasına girilmeden zamanaşımına uğramış bir dava sonucunda kişiye yargılama giderlerinin hükmedilmesinin m.6/f.2 uyarınca bir ihlale sebep olmayacağını belirtmiştir. Ancak bunun devamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, zamanaşımına uğramış davaya bakan mahkemenin gerekçeli kararında kişiyi ‘’zaten suçluydu‘’ gibi lanse etmesi halinde suçsuzluk karinesinin ihlal edilmiş olacağını söylemiştir.
Bu bilgiler ışığında yukarıda verdiğim örneğe dönecek olursak; AİHM, esasına girilmeden zamanaşımına uğramış bir dava sonucunda kişiye yargılama giderlerinin hükmedilmesinin m.6/f.2 uyarınca bir ihlale sebep olmayacağını belirtmiştir. Ancak bunun devamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, zamanaşımına uğramış davaya bakan mahkemenin gerekçeli kararında kişiyi ‘’zaten suçluydu‘’ gibi lanse etmesi halinde suçsuzluk karinesinin ihlal edilmiş olacağını söylemiştir.
Bir diğer konu ise sanığın beraat etmesinin devamında tutuklu kaldığı süre boyunca uğradığı zararlar için devletten haksız yere tutulma tazminatı istemesi sonucunda bu isteminin reddedilmesi tek başına m.6/f.2’nin ihlali anlamına gelmeyeceğidir. Yine burada önemli olan şey az önce yukarda da belirttiğim gibi ret gerekçesinde kişiye suçlu muamelesinin yapılmaması gerekmektedir. Aksi halde suçsuzluk karinesi ihlal edilmiş olacaktır.
Suçsuzluk Karinesinden Doğan Neticeler
Suçsuzluk karinesi, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi açısından adil yargılanma hakkının (m.6) bir unsurudur. Hukukumuzda ise, Anayasa’nın hakların korunması ile ilgili hükümlerinden biri olan 38. maddesinin 4. fıkrasında ceza yargılamasını ilgilendiren bir hak olarak düzenlenmiştir. Suçsuzluk karinesi, genel olarak ceza yargılamasına hâkim olan ilkeler arasında ve fakat adil yargılanma hakkından bağımsız bir şekilde incelenmektedir. Ancak, karinenin adil yargılanma hakkının unsuru veya bağımsız bir hak olarak kabul edilmesi, onun uygulama ve geçerlilik alanı bakımından farklı uygulamayı haklı göstermez.
Suçsuzluk karinesinin tanımından hareketle ceza yargılaması hukuku açısından sonuçları şunlardır:
1. İspat Yükü İddiacıya Düşer
Bir iddianın ispatının iddia eden tarafa ait olacağı hususu suçsuzluk karinesinin önemli bir unsurunu oluşturmaktadır. Buna göre, sanığın suçluluğu yolundaki delilleri getirmek kovuşturmayı yapana düşer. Çünkü iddia görevi hukuka aykırı bir fiilin bulunduğunu ileri sürmekten ibaret olmayıp iddiayı ispata yönelik delillerin getirilmesini de kapsamaktadır. Eğer delil getirilemezse ‘’ şüpheden sanık yararlanır ‘’ ilkesi gereğince beraat kararı verilmesi zorunludur. İspat görevi iddia eden tarafa düşmekteyse de savcı araştırmasını sanığın lehine olan hususları kapsayacak şekilde yapmak zorundadır (CMK m. 160/2, 260/3).
2. Susma Hakkı
Her sanık kendisi veya bizzat seçeceği ( ödeme gücü yoksa atanacak ) bir müdafi yardımıyla savunabileceği gibi sessiz kalma hakkına da sahiptir. Hiç kimse kendisi aleyhine delil vermeye zorlanamaz. Sanığın susması onun aleyhine sonuçlar çıkarmaz. Çünkü susma bir haktı ve bir hakkın kullanılması aleyhe sonuç doğuramaz.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre, susma hakkı her tipteki suçların yargılanmasında geçerlidir ve kamu yararı bu hakkın ihlalini meşru saydırmaz. Ancak, sanığın iradesinden bağımsız olarak, mevcut delillerin toplanılmasında zor kullanılabilir. Örneğin; bir kimseden kan alınabilir.
3. Şüpheden Sanık Yararlanır
Suçsuzluk karinesi, sanığın suçluluğunu gösteren delil gibi geçerli bir sebeple bertaraf edilebilir. Bu ise yargılama sonunda fiilin sanık tarafından işlendiğinin yüzde yüz sabit olmasıyla mümkün olacaktır. Ancak, bir kimsenin beraat edebilmesi için masumiyetinin anlaşılması şart değildir, suçlu olmadığının anlaşılması yeterlidir. Suçsuzluk karinesinin sonucu olarak, iddia makamının sanığın suçluluğunu belirleyecek bütün suç unsurlarını ispat etmesi zorunludur. Eğer bu sağlanamıyorsa sanık şüpheden faydalanacaktır.
Suçsuzluk karinesi, sanığın kusuru yeterince ispat edilmeksizin cezalandırılmasını yasaklar. Bunun temelinde ‘’ bir suçlunun cezasız kalmasının bir suçsuzun mahkûm olmasına tercih edilmesi ‘’ fikri yatmaktadır.
4. Tutuklulukta Makul Sürenin Aşılmaması
Ceza yargılamasında sanık suçluluğu ispatlanıncaya kadar suçsuz sayılacaksa da, bu onun hakkında mahkûmiyete kadar hiçbir şey yapılamayacağı anlamına gelmemektedir. Çünkü sanık henüz suçlu değilse bile şüpheli olması nedeniyle masum da değildir. Bu nedenle, sanıklar hakkında bir takım yargılama önlemlerinin alınması belli sınırlar içinde kalmak kaydıyla suçsuzluk karinesini ihlal etmez. Öyleyse kural olarak bir kişi hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma veya tutuklama gibi yargılama önlemleri suçsuzluk karinesine aykırı değildir.
Ancak bu yargılama önlemleri için mevzuatta öngörülen düzenlemeler ihlal edilmemeli. Ceza yargılaması önlemlerinden tutukluluk bu bakımdan önem arz etmektedir. Çünkü tutukluluğun kişi hürriyeti üzerindeki etkisi hükümlülük sonucunda uygulanan hapis cezasına benzer sonuçlar doğurmaktadır.
5. Yasak Sorgu Yöntemine Başvurularak Elde Edilen Delilin Değerlendirilmemesi
Suçsuzluk karinesinin bir diğer neticesi ise kanuna aykırı olarak elde edilen delillerin değerlendirilemeyeceğidir. Öncelikle şunu belirtmekte fayda var: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanmayı düzenleyen 6. maddesi başta olmak üzere diğer bütün maddelerinde ispata, delil yasaklarına ve değerlendirme yasağına ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu husus, tamamıyla iç hukuka bırakılmıştır. Yani delillerin mahkemeye sunuluşu, bunların mahkemece kabulü, reddi ve değerlendirilebilirliğinin takdiri iç hukuka göre yapılacaktır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre, sözleşmenin 6. maddesi ile adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Fakat bu düzenleme, sözleşmeyle korunan hak ve özgürlükleri çiğnememek kaydıyla bir delilin hukuken geçerliliği konusunda bir hüküm içermemektedir. Bu esastan hareketle Mahkeme, adil yargılanma hakkının doğrudan ihlali söz konusu olmadıkça kanuna aykırı yollarla elde edilen bir delilin yargılamadaki hukuki değeri konusunda soyut ve ilke teşkil edecek bir genel kural koymanın mümkün olmadığı sonucuna ulaşmıştır.
AİHM bu gibi durumlarda yargılamanın bütününün adil olup olmadığına ve sanığa savunma hakkının, özellikle hukuka aykırı şekilde elde edilen delile itiraz fırsatının verilip verilmediğine bakmaktadır.
Kötü muamele sonucu elde edilen delillerin değerlendirilmesi AİHM tarafından geçersiz sayılmıştır. Burada kötü muamele ile kastedilen işkencedir. İşkence yasağı zaten Sözleşmenin 3. maddesinde düzenlenmiştir. Ancak Sözleşme her ne kadar işkence yasağını düzenlemiş olsa da işkenceyle elde edilen delillerin değerine ilişkin bir hüküm içermemektedir. Bu durumda bir değerlendirme yasağı ancak suçsuzluk karinesinden ve özellikle de “suçu kanunen sabit oluncaya kadar” ifadesinden çıkarılmaktadır. Dolayısıyla suçsuzluk karinesi Sözleşme bakımından işkence ve benzeri kötü muamelelerle elde edilen bilgilerin değerlendirme yasağına da kaynaklık etmektedir.
İç hukukumuz açısından bakacak olursak; delil yasakları konusu bir kesin çözüme kavuşturulmuştur. İster yasak sorgu yöntemlerine dayanan delil yasağı olsun (CMK m. 148/3), gerekse bunun dışındaki delil yasakları söz konusu olsun (CMK m. 217/2) mutlak bir değerlendirme yasağı öngörülmüştür. Bu düzenlemeler Anayasanın 38. maddesinde yer alan“ Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez” şeklindeki bir hükümle anayasal bir kural haline de dönüşmüştür.
SONUÇ
Suçsuzluk karinesi, ilk kez 26 Ağustos 1789 Fransız Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirgesinde yer almış, ceza yargılaması işlemlerinin hukuka aykırı sayılabilecek hilelere başvurmadan, kandırma, yanıltma ve zorlama gibi irade serbestisini engelleyen yollara sapılmaksızın, kanun tarafından önceden öngörülmüş esaslar çerçevesinde ve yeterli savunma imkanları sağlanarak yapılması şeklinde tanımlayabileceğimiz adil yargılanma hakkının bir unsurunu oluşturan, bütün insanlığın ortak değeri haline gelmiş ve uluslararası sözleşmeler ve Anayasa ile güvence altına alınmış bir haktır. Suçsuzluk karinesi, kişiye isnat edilen suçun akla ve mantığa uygun delillerle ispatlanmadığı sürece kişinin suçsuz sayılması demektir.
Türkiye, zaman zaman sekteye uğrasa da bir demokrasi mücadelesi veren, kozmopolit yapıya sahip, gelişmekte olan bir devlettir. Bu devletin Yargı ayağı geçmişten günümüze sürekli olarak bir siyasal mücadelenin alanı haline gelmiştir. Hak ve adalet sorunları toplumlar arasında çatışmalara sebep olmuştur. Son zamanlarda etkisini iyice artıran ‘’medya‘’ ise bu tür çatışmaları körükleyecek çalışmalar yapmıştır.
Demokrasinin en önemli olan unsurlarından biri olan ‘’ Fikir Özgürlüğü ‘’ iktidarlarca hep bir tehdit olarak görülmüş, bu hak - halen de devam ederek - ihlal edilmiştir. İnsanların ülkenin siyasal ve sosyal yapısına göre fikirlerini beyan etmeleri, fikirleri doğrultusunda çalışmalar yapmaları zaman zaman engellenmiş ve haksız yargılanmalar yaşanmıştır. Delil olmadan yahut uydurulmuş delillerle kişilerin temel haklarının nasıl ihlal edildiğini son zamanlarda gördük.
Gerek Ergenekon ve Balyoz gerekse KCK gibi toplumu yakından ilgilendiren olaylarda medyanın nasıl bir algı operasyonu yarattığına, kişisel hırsların hukuku nasıl katlettiğine, suç isnat edilenlerin yargılanmadan peşinen bir suçlu sayılarak nasıl bir toplumsal lince maruz kaldığına ve ülke siyasetinin nasıl bir ayrıştırmaya sebep olduğuna hep birlikte şahit olduk.
Neredeyse ülkemizde suçsuzluk karinesi, ‘’ bir kimse suçsuzluğu ispat edilene kadar suçludur ‘’ olacak şekilde anlamından soyutlandı. İşte tüm bu gelişmeler ‘’ Hukuk bir gün hepimize lazım olur ‘’ düşüncesi ile suçsuzluk karinesinin sadece hukukçular değil herkes tarafından öğrenilmesi ihtiyacını doğurmuştur. İdeolojimiz, felsefemiz veya çıkarlarımız başkasının haklarını ihlal etme hakkını bize asla vermez. Toplum olarak bunun bilincine varılması daha barışçıl ilişkiler kurulmasına fayda sağlayacaktır.
Gerek Ergenekon ve Balyoz gerekse KCK gibi toplumu yakından ilgilendiren olaylarda medyanın nasıl bir algı operasyonu yarattığına, kişisel hırsların hukuku nasıl katlettiğine, suç isnat edilenlerin yargılanmadan peşinen bir suçlu sayılarak nasıl bir toplumsal lince maruz kaldığına ve ülke siyasetinin nasıl bir ayrıştırmaya sebep olduğuna hep birlikte şahit olduk.
Neredeyse ülkemizde suçsuzluk karinesi, ‘’ bir kimse suçsuzluğu ispat edilene kadar suçludur ‘’ olacak şekilde anlamından soyutlandı. İşte tüm bu gelişmeler ‘’ Hukuk bir gün hepimize lazım olur ‘’ düşüncesi ile suçsuzluk karinesinin sadece hukukçular değil herkes tarafından öğrenilmesi ihtiyacını doğurmuştur. İdeolojimiz, felsefemiz veya çıkarlarımız başkasının haklarını ihlal etme hakkını bize asla vermez. Toplum olarak bunun bilincine varılması daha barışçıl ilişkiler kurulmasına fayda sağlayacaktır.
Yukarıda detayları ile anlatmaya çalıştığım suçsuzluk karinesi yazısına son verirken Edebiyata olan merakımdan dolayı da yazımı bir şiirle bitirmek istedim. Nedendir bilmem ama çoğu hukukçunun edebiyat ile sıkı bir bağı vardır. Örneğin Franz Kafka ve Gabriel Garcia Marquez gibi dünyaca ünlü edebiyatçılar aslında birer hukukçu kimliğine de sahiptirler. İtibar Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürlüğünü yapan ve severek okuduğum şair Furkan Çalışkan’ın son kitabı olan Savunma Sanatı’nda yer alan ‘’Masumiyet Karinesi ‘’ şiirini de sizinle paylaşmak istedim.
İlk ve son kez gördüğümüz insanlar;
Aksi ispat edilmedikçe benimdir,
İlk ve son kez işlediğimiz günahlar kadar.
Her gün geçtiğimiz,
Ama hiç gitmediğimiz
O yerlerdeki kovulmuşluk hissi
Bunu en kötü kim anlar
Ben mesela
Bütün fidyelerin rehinesi…
Gözümün gördüğü her yer çok dar
Tek şansım konuyu bilmemenin masumiyeti
Sonra, bir oğul daha babasını andırır
Kanepeler çekilir, bir yüzük daha bulunur
Sorarım; neden bütün keskin nişancılar kekeler?
Ben neden sinirli birisi olurum, ki benim sinirim
Renklilerin arasına karışmış beyaz bir gömlektir
Ölümün rengi çıkar, yine de giyerim
Bilmediği her şeyi bana öğreten ömrüm
Kriz zamanı ilk kısılan arkadaşlar gibi
Evde yapılmış bir sona hazırlanıyor
Gardımı da koşarken düşürmüşüm bir yerlerde
Tanrım, kendini elden çıkarmak ne zor…
Furkan Çalışkan – Masumiyet Karinesi
KAYNAKÇA
- TÜRK HUKUKUNDA SUÇSUZLUK KARİNESİ VE SONUÇLARI
[ Yrd. Doç. Dr. İlhan ÜZÜLMEZ ]
- AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ SİSTEMİNDE ADİL YARGILANMA HAKKININ TEMEL UNSURU OLARAK ‘’ MASUMİYET KARİNESİ ’’
[ Av. Özen Atlıhan ]
- Şiir: Furkan Çalışkan / Savunma Sanatı
(Bu köşe yazısı, sayın Av. Taylan Özgür SAYAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
(Bu köşe yazısı, sayın Av. Taylan Özgür SAYAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)