İçişleri Bakanlığı’nın 20 Ağustos 2021 tarihli valiliklere gönderdiği genelge ile 6 Eylül 2021 Pazartesi gününden itibaren aşı olmayan kişilerin; konser, sinema ve tiyatro gibi vatandaşların toplu olarak bulunduğu faaliyetlere katılımında negatif sonuçlu PCR testi zorunluluğu getirildiği; işletmeciler/organizatörler tarafından etkinliklere girişte HES kodu üzerinden kişilerin aşılı/geçirilmiş hastalık (Covid-19 hastalığı sonrası bilimsel olarak bağışık kabul edilen süreye göre) veya azami 48 saat önce yapılmış negatif PCR testi sorgulaması yapılacağı; kişi hastalığı geçirmemiş veya aşılı değil veya negatif PCR testi yok ise etkinliğe katılmasına müsaade edilmeyeceği belirtilmiştir.
Ayrıca aşısız veya hastalığı geçirmemiş kişilerin özel araç hariç uçak, otobüs, tren veya diğer toplu ulaşım araçlarıyla gerçekleştirecekleri şehirlerarası seyahatler için de negatif sonuçlu PCR testi bulunması gerektiği; 6 Eylül 2021 Pazartesi gününden itibaren seyahat firmalarınca araca kabul aşamasında HES kodu üzerinden kişilerin aşılı/geçirilmiş hastalık (Covid-19 hastalığı sonrası bilimsel olarak bağışık kabul edilen süreye göre) veya azami 48 saat önce yapılmış negatif PCR testi sorgulaması yapılacağı da ifade edilmektedir. Kişi hastalığı geçirmemiş veya aşılı değil veya negatif PCR testi yok ise bu kişilerin seyahatine müsaade edilmeyeceğini de öğrenmiş bulunuyoruz.
Öncelikle, alınan kararların hukukiliğini tartışmadan önce aşı olup olmadığının, PCR test sonucunun ve HES kodu üzerinden kişilerin hastalık geçirip geçirmediğinin kontrolünün seyahat acentesi firmaların çalışanlarına, konser, sinema organizatörlerine bırakmak; ileride vatandaş ile bu kişiler hakkında ciddi problemlerin çıkmasına neden olacaktır. Ayrıca kişisel veri niteliğindeki bu bilgileri, hiçbir resmi görevi olmayan ve bu yetkiyi kanundan almayan kişilerle paylaşmayan vatandaşların da kanunen haklı olduğu düşüncesindeyim.
Sadece ülkemizde değil tüm dünyada pandemi etkisi gösteren ve yaklaşık bir buçuk yıldır devam eden Kovid-19 hastalığı ile mücadele ederken siyasal iktidarın ve yerel yönetimlerin birtakım tedbirler alması olağandır ve gereklidir. Aynı şekilde, bu tedbirler yerel düzeyde kalmamalıdır ve uluslar arası örgütlerin ve tüm ülkelerin işbirliği ile evrensel düzeyde bir mücadele verilmesi gerektiği de aşikardır. Buna karşın yasal ve idari birtakım düzenlemeler yaparken hukukumuzda normlar hiyerarşisi olarak yerini bulmuş bir düzenlemenin başta Anayasa ve uluslar arası sözleşmeler olmak üzere kanunlara, yönetmeliklere, tüzüklere uygun olması zorunludur.
İç İşleri Bakanlığının genelgesini incelediğimizde ise 19 Ağustos 2021 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısına atıf yapıldığı görülmekte olup; bu toplantıda alınan kararların da yine normlar hiyerarşisine uygun olması gerektiğini belirtmekte fayda görüyoruz. Zira genelgedeki hükümler; Anayasa’da yer bulmuş temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanması anlamına gelecek niteliktedir. Seyahat özgürlüğü, eğitim hakkı, çalışma hakkı gibi 1982 Anayasasında düzenlenmiş haklara ilişkin kısıtlamaların getirildiği görülmektedir. Bu duruma dair yine Anayasasının 13. Maddesi temel hak ve hürriyetlerin ne şekilde sınırlanacağını hüküm altına almıştır.
Yerleşme ve seyahat hürriyeti
Madde 23 – Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir. Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak; Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek; Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir.
(Değişik fıkra: 7/5/2010-5982/3 md.) Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir. Vatandaş sınır dışı edilemez ve yurda girme hakkından yoksun bırakılamaz.
Anayasa’da yer alan bu hükümler sarih olup; vatandaşın haklarını açık şekilde korumuştur. Seyahat hürriyetinin söz konusu genelge ile sınırlandırıldığı da tartışmasızdır.
II. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması
Madde 13 – (Değişik: 3/10/2001-4709/2 md.) Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
Anayasa bu kadar açıkken birtakım kısıtlama ve/veya sınırlamaların kanunla yapılması gerekirken bakanlık genelgesi ya da Cumhurbaşkanlığı kabinesi kararıyla yapılması söz konusu değildir.
Bu durumda akla gelen ilk soru ise; hemen her gün yüzlerce vatandaşımızın vefat ettiği bu salgın hastalıkla ilgili gerekli tedbirlerin ne şekilde alınacağı olacaktır. Bu konuda yine Anayasa kılavuzluk yapmaktadır. Anayasanın 119. Maddesi olağanüstü hal koşulları ile ne şekilde olağanüstü halin ilan edileceğini düzenlemiştir. Cumhurbaşkanın olağanüstü hali ilan etmesi ve daha sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisine onaylanmak üzere sunulması ile pandemiye dair birtakım tedbirler ivedilikle alınabilir.
Bunun yanında Anayasanın 119. Maddesinin işletilmek istenmemesi halinde Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanarak Kovid 19 hastalığı kapsamında alınacak tedbirlere ilişkin olarak bir yasal düzenleme yapabilir. Böylelikle idari tüm işlemlerin yasal dayanağı yaratılmış olacaktır. Dünyadan bu konuda örnek vermek gerekirse; Fransa’da aşı kartı yasası olarak bilinen yasal düzenleme en son Anayasa Konseyinden de onay alarak yürürlüğe girdi. Bu yasa ile belirli meslek gruplarına aşı zorunluluğu getirilmekle beraber; aşı kartı olmayanların belli yerlere girişleri de sınırlanmış oldu.
Pandemiye dair kalan tek tedbirin saat 12’den sonra müzik yayının yasaklanması olduğunu düşündüğümüzde ülkemizde özellikle yeni varyantlara karşı tedbirler alınması bilhassa okulların açılması ve öğrencilerin sağlıkla okullarına gitmesi açısından zorunludur. Buna karşın daha önceki makalelerimizde belirtmiş olduğumuz gibi; Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması ya da tamamen ortadan kaldırılması anlamına gelen bu yasakların gerek İç İşleri Bakanlığı genelgesi gerekse Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yapılamayacağı ancak Olağanüstü Hal ilanı ve kanunla birtakım tedbir ve kısıtlamaların getirilmesi gerektiğini de ortadadır. Zira hukuk devleti olmak tüm iş ve işlemlerin hukuka ve kanunlara uygun olması demektir. İnsani ve zorunlu olsa da keyfi ve hukuki dayanaktan yoksun düzenlemeler yapılmasının önü açılırsa bu durum o devlet açısından hukuki kaos doğurur. Yarın bir başka düzenleme ile diğer hak ve özgürlüklere sınırlama getirildiğinde çok geç olacaktır. Bu nedenle alınan tüm bu kararlar hukuki dayanaktan yoksun olup; bu kararlar nedeniyle zarara uğrayan tüm gerçek ve tüzel kişilerin bu zararları tazmin etme hakkı da ulusal ve uluslararası mevzuat gereği doğmaktadır.
Sonuç olarak; acilen kanuni düzenlemeler yapılarak; kişilerin hak ve hürriyetlerine dair asgari sınırlamalar getirilerek ve gerçekten salgınla ilgili kararlar alarak halkın sağlığı korunmalıdır. Bunun dışında temel hak ve hürriyetlere dair genelgeler ile sınırlandırmaların bugün için kaotik bir durum yaratmakla beraber ileride çok daha büyük uyuşmazlıklara neden olacağını herkes bilmelidir.