Ziynet eşyaları (Düğün takıları) ile ilgili açılan davalar uygulamada genellikle terditli (kademeli) dava şeklinde açılmaktadır. Yani, mümkünse ziynet eşyalarının aynen iadesi, mümkün olmaması halinde takıların bedelinin ödenmesine karar verilmesi talep edilmektedir.
Düğün takılarının aynen iadesi veya iadesi mümkün değilse bedelinin ödenmesi talebi, boşanmanın eki niteliğinde olmayan bağımsız bir taleptir. Bu nedenle, boşanma davasında ziynet eşyaları talep edildiğinde bu taleple ilgili ayrıca nispi harç ödenmelidir. İşte tam da burada uzun süren dava süreci, kanun yolunda bozulan hüküm için daha sonradan ıslah yapılamayacağı ilkesi ve içtihadı[1], aynen iadenin çoğu zaman mümkün olmaması, ilamda taleple bağlılık ilkesine bağlı kalınarak harcı yatırılan ve talep edilen bedele yer verilmesi üzerine bu bedelin ilamın infazında değiştirilememesi[2] nedenleriyle eşyaları kendisine iade edilen davacı hak kaybına uğramaktadır.
Yargıtay Hukuk Dairelerinin kabul ve içtihat ettiği üzere bozmadan sonra ıslah yapılamaz. Islah ancak tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2019/3903E-2019/10914K sayılı kararında daha önce Yargıtayca bozulan ve yerel mahkemeye iade edilen karara karşı ıslah yapılamayacağı, ıslahın dikkate alınmayarak dava dilekçesindeki talebe bağlı kalınarak karar verileceği belirtilmiştir. Yukarıda belirttiğimiz gibi yerel mahkeme aşamasında usulüne uygun bilirkişi raporu alınmadan, dosya incelenmeden verilen bir karar uzun bir süre atıl şekilde bekleyip kanun yolu denetiminden geçtikten ve şüphesiz ki bozulduktan sonra ıslah edilememektedir. Mahkemenin kusurlu davranışı bireyler bakımından açık bir hak ihlali doğurmaktadır.
Ziynet eşyaları kural olarak misli eşya statüsündedir, misli eşyalar da her zaman piyasadan temin edilip aynen iade edilebilirler. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 14.10.2004 tarih ve 3184/11639 sayılı kararında bu husus ifade edilmiştir. ‘’Mahkemece ziynet eşyalarının aynen, olmadığı takdirde dava tarihindeki bedeline hükmedilmiştir. Ziynet eşyaları nitelikleri gereği piyasadan aynen temini mümkün olan yani misli eşya olduklarından fiili ödeme günündeki değeri istenebilir.‘’ Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 3.3.2003 tarih ve 2002/11872E-2003/2050K sayılı kararında da ‘’Davacı, dava konusu altın takıların aynen verilmesini, ancak bu mümkün olmaz ise bedellerinin ödenmesini istemiştir. Bu kapsamda dava harcına esas alınmak üzere göstermiş olduğu değer HUMK’un 74. maddesi anlamında talebin sınırlandırılması olarak kabul edilemez. Esasen dava konusu eşyalar türleri itibariyle misli eşya niteliğinde olup yerine konulabilir durumdadır. Davacının asıl isteği de bu eşyaların aynen verilmesine yöneliktir. Bu durumda aynen iade isteminin kabulü biçiminde verilecek hüküm İİK’nın 24. maddesinde gösterilen infaz şekline göre infazı olanaklıdır. Anılan maddede, misli eşyalar aynen bulunamaz ise mahkeme kararında gösterilen değerleri, mahkeme kararında bir değer gösterilmemişse takip tarihindeki değerlerinin hüküm altına alınacağı düzenlenmiştir.’’
Yukarıda sayılan bu iki karar aynen iade noktasında çok önemlidir. Öncelikle ziynet eşyalarının aynen iadesi mümkün değilse fiili ödeme günündeki bedel yönünden mahkemelerce karar verilebileceği düzenlenmiştir. Bu madde davacıyı korur gibi gözükmekte ve bizi hak kaybı olmadığı sonucuna ulaştırmaktadır. Ancak durum uygulamada böyle değildir. Çünkü açılan davalarda dava tarihi ve ıslah tarihi ile davanın sonuçlandığı tarihler arasında uzun bir süre bulunmaktadır. Islah ne kadar geç yapılırsa yapılsın iadesi istenen eşyaların (özellikle altın, kıymetli madenler) değeri arttıkça davacının avantajı da o kadar azalmaktadır. Mahkemeler taleple bağlılık ilkesi gereği eşyaların aynen iadesine, mümkün değilse bedelin ödenmesine yönelik karar vermektedir. Ancak mahkemeler bedel noktasında ıslah edilip harçlandırılan değere yönelik karar vermekte ve bu değeri hüküm fıkrasına da yazmaktadırlar. Bu değer eşyanın değerinin daha düşük olduğu bir zamana göre belirlendiği için davacılar hak kaybına uğramaktadır. Mahkemelerin yapması gereken İİK md. 24 hükmü ‘’Yedinde bulunmazsa ilamda yazılı değeri alınır. Vermezse ayrıca icra emri tebliğine hacet kalmaksızın haciz yoluyla tahsil olunur. Taşınır malın değeri, ilamda yazılı olmadığı veya ihtilaflı bulunduğu takdirde, icra memuru tarafından haczin yapıldığı tarihteki rayice göre takdir olunur. Hükmolunan taşınırın değeri, borsa veya ticaret odalarından, olmayan yerlerde icra memuru tarafından seçilecek bilirkişiden sorulup alınacak cevaba göre tayin edilir.’’ gereğince değer belirleme işini icra memuruna bırakmaktır. Eşyanın değeri ilamda yazdığı için icra memuru haciz tarihindeki rayice göre değerlendirememektedir, bu yüzden de davacı büyük bir hak kaybına uğramaktadır fiili ödeme tarihindeki bedel ödense dahi.
Davacı tarafça iadesi istenen eşyaların infazda tereddüt yaratmaması amacıyla mahkemelerce açık olarak belirtilmesi gerekmektedir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2016/2030E-2016/3610K sayılı kararı ve Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2019/243E-2019/4471K ile Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2019/2392E-2019/4380K sayılı kararlarında ‘‘Ziynet eşyalarının tek tek cins, nitelik, miktar ve değerleri gösterilmeksizin hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.” ‘’Mahkemece hüküm kısmında aynen iadesi olmadığı taktirde bedelinin tahsiline karar verilen ziynet eşyalarının cins, nitelik, miktar (gram ve ayarı) ve değerleri ayrı ayrı gösterilmemiş, infazda tereddüt oluşturacak şekilde hüküm tesis edilmiştir.’’ Açıkça eşyaların niteliklerinin ve özelliklerinin açıkça yazılması gerektiği, aksi durumda kararların bozulacağı bildirilmiştir. Yargıtay’ın bu şekildeki istikrarlı uygulamasına rağmen yerel mahkemelerce hala toptan bir yaklaşımla hüküm fıkrasında 1 kilogram altının davacıya verilmesine, düğünde takılan altınların iadesine gibi ifadelere yer verilmekte ve bozulacağı açıkça belli olan kararlar verilmektedir. Yeterli araştırma yapılmadan verilen kararlar sonucunda tarafların artık ıslah hakkı kalmamaktadır. Yargıtay incelemesinden geçip eşyaların gerçek değerinin tespiti için bilirkişi incelemesi yapılsa dahi davacılar ıslah hakkını kullanamamakta, yargılama sırasında değeri belki de 5 katına çıkan eşyaların gerçek değeri tahsil edilememekte ve büyük hak kayıpları yaşanmaktadır.
Sonuç olarak mahkemelerin taleple bağlılık ilkesine uyarak talep edilen eşyaların aynen iadesine, mümkün değilse bedelinin verilmesine yönelik kararları hakkaniyetten uzaktır. Mahkeme ilamında bir değer belirtilmesi ve bunun da infaz aşamasında İİK uyarınca dikkate alınması davacıların hak kaybına uğramasına sebep olmaktadır. Mahkemelerin yapması gereken tarafların dilekçelerinde belirttiği veya bilirkişi incelemesi sonucu ortaya çıkan değeri hükme esas almadan fiili ödeme günündeki değerin ödenmesine hükmetmektir Harçlar Kanunu uyarınca davacının bir dava değeri belirtmesi zorunluluğu bu değerin infaz aşamasında maksimum talep edilebilecek miktar olduğu sonucunu doğurmamalıdır. Yargıtay’ın şu kararı[3] esas alınarak sadece Davacının Talebi Doğrultusunda Ziynetlerin Fiili Ödeme Tarihindeki Bedeli Üzerinden Tahsiline Karar Verilmesi Gerekmektedir. Mahkeme asıl talebin aynen iade olduğunu unutmayarak aynen iade mümkün değilse bedel kısmı ile ilgili bir belirleme yapmadan fiili ödeme tarihindeki bedelin iadesine yönelik karar vermelidir.