1. Cumhurbaşkanı adayı, seçime tutuklu girebilir mi? Tutuklu ise, adaylık sürecinde serbest kalır mı? Tutuklu iken nasıl propaganda yapabilir? Cumhurbaşkanı seçilirse, serbest kalır mı?
Cevap: Cumhurbaşkanı adayı olmanın şartları, Anayasa m.101/1-2 ve m.101/1’in atfı ile m.76/2’de gösterilmiştir. Bu şartları taşıyan her Türk vatandaşı, Anayasa m.101/3’e göre Cumhurbaşkanı adayı gösterilebilir. Cumhurbaşkanı adayı olma engeli bulunmayan ve aday gösterilen her Türk vatandaşı, tutuklu olarak seçime girebilir. Çünkü tutuklulukta “suçsuzluk/masumiyet karinesi” devam eder, birey sadece adaletten kaçma veya delil karartma risklerinin bertaraf edilmesi amacıyla tutulur. Ortada henüz suçluluğun kabulü ve mahkumiyet yoktur. Cumhurbaşkanı adaylığı Yüksek Seçim Kurulu tarafından Anayasa ve 6271 sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu uyarınca uygun bulunan ve seçime girme hakkını kazanan aday, sırf bu nedenle serbest kalamaz. Ancak yürütme organının başı olmaya ve Hükümet kurmak suretiyle Ülkeyi yönetmeye talip olan, adaylığı kabul edilip seçime giren bir kişinin de tutuklu yargılanması, seçim sürecinde kendisini seçmene anlatmasını, tanıtmasını ve propaganda yapmasını engelleyecektir. Tutukluluk devam ettiği sürece, adayın dolaylı yoldan, yani kendisini temsil edenler ve destekleyenler vasıtasıyla propagandasını yapabileceği ileri sürülebilir. Ancak Cumhurbaşkanı adayının bir kişi olduğu ve bu kişinin de tutuklu olduğu bir durumda, seçmen bu kişiyi görmeden, konuşmasını ve tanıtımını dinlemeden seçme hakkını yeterli şekilde kullanamayacağı gibi, tutuklu aday da kendisini ve programını seçmene tanıtma imkanına sahip olamayacaktır.
5275 sayılı Ceza İnfaz Kanunu’nun tutukluların hak ve yükümlülüklerini düzenleyen m.114 ila 116 incelendiğinde de, tutuklunun seçilmek amacıyla kendisini tanıtıp propaganda yapma hakkını kullanmasının çok kısıtlı olacağı anlaşılmaktadır. Bu durumda; tutuklu aday ile diğer adaylar arasında seçme ve seçilme haklarının kullanılması bakımından “eşitlik” ilkesinin ihlale uğrayacağı, adayın eşit şartlarda seçime katılmasının engelleneceği savunulabilir. Karşı düşünceye göre; tutuklu aday bu hukuki durumunu bilerek Cumhurbaşkanı adayı olmaktadır. Ancak kişi aday olduktan sonra da tutuklanabilir ki, bu vaziyette de adayın propaganda yapma hakkını, daha da önemlisi seçilme hakkını etkin şekilde kullanması engellenecektir. Tutukluluk engelinin kaldırılması, adaylığı kesinleşen adayın seçilme hakkını ve dolayısıyla seçmenin seçme hakkını gereği gibi kullanması açısından önemlidir. Bu açıklama ışığında; adaylığı kesinleşen Cumhurbaşkanı hakkında tatbik edilen tutuklama tedbiri CMK m.101 ila 109’da öngörülen şartlar uyarınca kaldırılmadıkça, tutuklunun Cumhurbaşkanı adaylığı ve seçim süreci devam edecek, fakat bu süreci kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı tahdit edilmiş olarak tamamlayacaktır. Cumhurbaşkanı adaylığı, tutukluluk tedbirinin kaldırılmasının veya bu tedbirin adli kontrole çevrilmesinin yasal sebebi değildir.
Adayın Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde; seçiminden önce başlayan soruşturma ve kovuşturma kendiliğinden son bulmaz, bu nedenle de tutukluluk tedbiri ortadan kalkmaz. Kanun koyucu, ceza yargılamasında maddi hakikate ve adalete ulaşma için tatbik edilen tutuklama tedbiri ile ilgilinin seçme ve seçmenin de seçilme hakkı arasında bir tercih de yapmamış, fakat adaylığın ve buna bağlı propaganda sürecinin tutuklu yönünden serbest geçirilmesi yönü ile de bir düzenleme öngörmemiştir.
Bu görüşe karşı; Anayasa m.105’in Cumhurbaşkanı seçilmeden önceye veya sonraya göre bir fark gözetmeden dokunulmazlık bahsinin düzenlendiği, aday Cumhurbaşkanı seçildiğinde bu dokunulmazlığın yürürlüğe gireceği, dolayısıyla da soruşturması veya kovuşturması seçimden önce başlayan bir konuyla ilgili dokunulmazlığın olmayacağını, Anayasa m.105’de öngörülen prosedürün de uygulanmayacağını, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını kısıtlayan tedbire devam edileceğinin ileri sürülmesi isabetli değildir.
Yukarıda zikredilen her iki görüş de, seçimden önce başlayan bir soruşturma ile ilgili dokunulmazlığın uygulanacağı veya uygulanmayacağı konusunda Anayasada bir açıklığın olmadığı düşüncesini ortaya koymaktadır. Seçimden önce soruşturması veya kovuşturması yürütülen bir suçla ilgili Cumhurbaşkanının dokunulmazlığının başlamayacağını savunan görüş; Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğunu tanımlayan Anayasa m.105’in yalnızca Cumhurbaşkanı seçildikten sonraki süreci kapsayacağını ifade ederek, dar yorum yapmaktadır. Diğer görüş ise, Anayasa m.105’in dokunulmazlığı zamanla sınırlamadığını, dokunulmazlığın süre veya suç yönünden daraltılması amaçlansa idi, bu tür bir kısıtlamanın Anayasada açıkça belirtilmesi gerektiğini, bu nedenle de açıkça öngörülmeyen bir kısıtlamanın yorum yoluyla varlığından bahsedilemeyeceğini belirtmektedir.
Cumhurbaşkanı ile Cumhurbaşkanı yardımcıları ve milletvekilleri arasında dokunulmazlık bakımından fark vardır. Milletvekillerinin geçici dokunulmazlığını düzenleyen Anayasa m.83/2’den; Cumhurbaşkanı yardımcıları Anayasa m.106/10 gereğince yararlanırken, bu dokunulmazlığın Cumhurbaşkanını kapsamadığı görülmektedir. Belki “evleviyet” kuralı uyarınca Cumhurbaşkanının da; seçimden önce başlayan soruşturma veya kovuşturma ile buna bağlı olarak tatbik edilen tutuklama tedbirine karşı dokunulmazlığının olacağı söylenebilirse de, bu konuda “Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğu” başlıklı Anayasa m.105’de bir düzenleme olmadığı, yasal boşluk bulunduğu ileri sürülebilir. Anayasa m.105 incelendiğinde; maddenin bir bütün olarak Cumhurbaşkanı seçildikten sonrasına ilişkin ceza sorumluluğunu düzenlediği, Cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanların ceza sorumluluğunu düzenleyen Anayasa m.106’da yer alan 10. fıkraya benzer bir hükmün Anayasa m.105’de yer almadığı görülmektedir. Anayasa m.106/10’a göre; “Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, görevleri ile ilgili olmayan suçlarda yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümlerden yararlanır”. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hakkında, Anayasa m.83/2’de öngörülen yasama dokunulmazlığı uygulanacaktır.
Cumhurbaşkanının ceza sorumluluğunu düzenleyen Anayasa m.105’de ise; Anayasa m.106’yı aşan, hatta sadece Cumhurbaşkanının görevinden değil, Anayasa m.83/2’de istisna tutulan suçlar da dahil olmak üzere, tüm kişisel suçlarından dolayı dokunulmazlığı tanımlanmakla birlikte, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar için öngörülen Anayasa m.106/10’a benzer bir hükmün Anayasa m.105’de bulunmadığını ifade etmek isteriz. Anayasa m.105’in son fıkrasına göre, “Cumhurbaşkanının görevde bulunduğu sürede işlediği iddia edilen suçlar için görevi bittikten sonra da bu madde hükmü uygulanır”. Anayasa m.105; Cumhurbaşkanının görevi sırasında veya görevi ile ilgili olup olmadığına bakılmaksızın tüm suçları yönünden ceza sorumluluğunun işletilebilmesi için maddede gösterilen usulün tatbik edileceğini ifade etmiş, fakat Cumhurbaşkanının görevinden önce işlediği iddia edilen suçlardan dolayı dokunulmazlığının olup olmayacağını, varsa nasıl kaldırılacağını düzenlememiştir. Bir düşünce; Anayasa m.105/1’in sadece Cumhurbaşkanlığı görevi sırasında değil, görevinden önce işlediği iddia edilen suçları da kapsayacağını, hatta bu suçla ilgili daha önceden soruşturma başlatılıp başlatılmadığının da önemli olmadığını, daha önce soruşturma ve kovuşturma başlasa dahi, aday Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Anayasa m.105’de öngörülen dokunulmazlığın kaldırılması prosedürünün tatbiki gerektiğini, m.105 tümü ile incelendiğinde bu düşüncenin aksini gösteren herhangi bir hükme yer verilmediğini ileri sürmektedir. Bir başka düşünce ise; Anayasa m.105’in son fıkrası dikkate alınarak Cumhurbaşkanı seçilmeden önce işlenen suçla ilgili soruşturma açılmamışsa, Anayasa m.105’de gösterilen dokunulmazlığın kaldırılması usulünün tatbik edileceğini, aksi halde soruşturmaya başlanmış veya kovuşturma aşamasına geçilmişse, seçilen adayın Anayasa m.105’de öngörülen dokunulmazlıktan yararlanamayacağını, soruşturmanın ve kovuşturmanın, dolayısıyla da bu sırada uygulanan koruma tedbirlerinin devam edeceğini kabul etmektedir. Mevcut durumda, tutuklu adayın Cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda kendiliğinden serbest kalmasına dair bir yasal düzenlemenin bulunmadığı söylenebilir.
Bununla birlikte; Anayasa m.105’de Cumhurbaşkanı için öngörülen dokunulmazlığın, seçilmeden öncesine veya sonrasına dair bir fark gözetmediği, bu nedenle maddede tanımlanan dokunulmazlığın Cumhurbaşkanının işlediği iddia edilen tüm suçları kapsadığı, sonuç olarak Cumhurbaşkanı seçilen kişinin, soruşturmasına seçimden önce başlanan bir suçtan dolayı tutuklanamayacağı ve yargılanamayacağı görüşü savunulabilir. Bu görüşe göre, Anayasa m.105’in lafzi yorumunun Cumhurbaşkanı dokunulmazlığının süreç açısından geniş ele alınması gerekir.
2. Cumhurbaşkanı seçilen kişi, kaç Cumhurbaşkanı yardımcısı tayin edebilir? Birden fazla tayin ederse, hangisi Cumhurbaşkanına vekalet eder?
Cevap: Anayasa m.106/1’e göre; Cumhurbaşkanı seçilen kişi, seçildikten sonra bir veya birden fazla Cumhurbaşkanı yardımcısı atayabilir. Cumhurbaşkanının, kaç Cumhurbaşkanı yardımcısı tayin edeceği konusunda asgari veya azami sayı sınırı öngörülmemiştir. Bilindiği üzere Anayasamıza göre; Cumhurbaşkanı seçimle gelmekle birlikte, Cumhurbaşkanı yardımcısı veya yardımcılarının belirlenmesinde seçim usulü öngörülmemiş, Cumhurbaşkanı yardımcısını ve sayısını tespit konusunda tüm yetki Cumhurbaşkanı seçilecek kişiye verilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de Cumhurbaşkanının atayacağı yardımcıları belirleme konusunda bir onay yetkisi bulunmamaktadır. Anayasa m.104/8’e göre Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanları atar ve görevlerine son verir.
Cumhurbaşkanı yardımcısı sayısının birden fazla olduğu durumda, kimin Cumhurbaşkanı yerine vekalet edeceği konusunda Anayasa m.106/2-3’de bir açıklık bulunmamaktadır. Yürütme faaliyeti ile ilgili olan bu konunun, Anayasa m.104/17 uyarınca Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenleneceği söylenebilir. Anayasa m.104/17; olağan hukuk düzeninde Cumhurbaşkanının yalnızca yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabileceğini, Anayasanın İkinci Kısmının birinci ve ikinci bölümünde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasal haklar ve ödevler Cumhurbaşkanı kararnamesi ile düzenlenemez. Bununla birlikte, Anayasa m.119’a göre olağanüstü halde çıkarılacak Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde konu sınırlaması bulunmamaktadır. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri usulü yürürlüğe girdiğinde, eski dönemde muadili olarak öngörülen kanun hükmü kararnameler (KHK’lar) son bulacak, yani artık KHK çıkarılamayacak, mevcut KHK’lar son bulacak, yerine Cumhurbaşkanlığı kararnameleri devreye girecektir. Belirtmeliyiz ki; mevcut KHK’ların, Meclis tarafından Bakanlar Kuruluna verilecek bir yetki kanunu ile yeni dönemde de geçerliliği sürdürülemeyeceği gibi, yetki kanunu ile uyum kanunlarının çıkarılması ve yeni dönemde Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile de eski KHK’ların yürürlüğüne devam edilmesi mümkün değildir.
3. Bakanlıkları kim kurar, kaldırır ve bakanların seçimine TBMM karışabilir mi?
Cevap: Anayasa m.106’nın son fıkrasına göre; “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir”. Bu hüküm son derece nettir. Bakanlıkların kurulması ve kaldırılması, tümü ile yürütme organının başı olan Cumhurbaşkanına bırakılmıştır. Cumhurbaşkanı bu konuda herhangi bir gerekçe belirtmek ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne açıklama yapmak veya Meclisin iznini veya onayını almak zorunda değildir. Bakanların seçimine TBMM karışamaz ve müdahil olamaz. Anayasa, bakanlıkların kurulması ve kaldırılması ile bakanların atanmaları konusunda “sert kuvvetler ayrılığı” prensibini benimsemiş ve Hükümetin siyasi denetimini, sadece Anayasa m.98’de öngörülen usullerle sınırlı tutup Meclisi yetkili kılmıştır. Bakan; Anayasa m.104/8’e ve 106/4’e göre, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olanlar arasından Cumhurbaşkanınca atanır ve görevden alınır. Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanının yardımcıları ve bakanlar, aynı zamanda milletvekili olamazlar. Hükümetin siyasi ve hukuki denetim yollarının zayıf olduğu durumda; yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına ait olsa da, Cumhurbaşkanına bağlı olarak yürütme yetkisini kullanacak Cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanların atanmalarında, Milletin temsilcilerinden oluşan TBMM’nin onayının aranması isabetli olurdu. Bu onayın alınmaması, Meclisin siyasi denetim yollarını tanımlayan Anayasa m.98’e aykırı değildir. Çünkü Anayasa m.98, Cumhurbaşkanı yardımcılarının ve bakanların Cumhurbaşkanı tarafından atanmalarından sonrasını kapsamaktadır.
4. Ülkede nasıl bir yönetim sistemi izlenecek, seçilen Cumhurbaşkanı, örneğin eyalet sistemine geçebilir mi?
Cevap: 16 Nisan 2017 referandumu ile yapılan Anayasa değişikliği sonrasında TBMM’de yer alan bir milletvekilinin kuracağı Hükümet, yani parlamenter sistem değil, doğrudan halkın seçeceği Cumhurbaşkanı (Başkan) tarafından Hükümet kurulacaktır. Başkanlık sistemi, özü itibariyle sert kuvvetler ayrılığını öngörür, yasama ile yürütme organları birbirinden ayrıdır, ancak Anayasa değişikliği ile öngörülen yeni sistemde, Cumhurbaşkanı seçilen kişinin varsa siyasi partisi ile ilişkisi devam edebileceğinden ve siyasi partisinin karar alma sürecinde yer alabileceğinden, bu usulün yasama ve yürütme organları arasında olması gereken ayrılığı bozabileceği söylenebilir. Yasama organı Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa m.87 ila 98’de, yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı da Anayasanın 104. maddesinde öngörülen görev ve yetkilerle donatılmıştır. Esas olan, TBMM tarafından kanunların çıkarılması ve Cumhurbaşkanının bu kanunlara göre yürütme alanında yetkilerini kullanmasıdır. Cumhurbaşkanı; yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi de çıkarabilir, bununla birlikte, Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen ve kanunlarda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılmayacağı gibi, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi değil, kanun hükümleri uygulanır. Buna göre; kabul edilen yeni sistemde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılması gereken uyum yasalarının, kanun hükmünde kararnamelere veya Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine konu edilebilmesi mümkün değildir. Çünkü Anayasa geçici m.21/B’ye göre; “Bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç altı ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu Kanunla yapılan değişikliklerin gerektirdiği Meclis İçtüzüğü değişikliği ile diğer kanuni düzenlemeleri yapar. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği belirtilen değişiklikler ise Cumhurbaşkanının göreve başlama tarihinden itibaren en geç altı ay içinde Cumhurbaşkanı tarafından düzenlenir”. Bu hükme göre; yönetim sistemi değişikliğine bağlı olarak yapılması gereken yasal düzenlemeler mutlaka TBMM, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenmesi öngörülenler ise Cumhurbaşkanı tarafından çıkarılmalıdır. Bir başka ifadeyle; uyum yasalarının çıkarılmasında tek yetkili makam TBMM olup, bu yetkinin KHK’lara veya Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine terk edilmesi mümkün değildir.
Türkiye Cumhuriyeti’nde eyalet sistemine geçilebilmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Anayasa m.11’e göre normlar hiyerarşisinin tepesinde olan, herkesi, kanunları ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini bağlayan Anayasa m.3, 123, 126 ve 127 incelendiğinde; Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapıda olduğu, idarenin bütünlüğünün kabul edildiği, idarenin kuruluşunun ve görevlerinin merkezden yönetim ve yerel yönetim esaslarına dayanacağı, kamu tüzel kişilikleri kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kurulabilse de, bu düzenlemelerin Anayasaya aykırı olamayacağı, merkezi idarenin Anayasa m.126’da, mahalli idarelerin ise Anayasa m.127’de tanımlandığı, Anayasa m.126’ya göre Türkiye Cumhuriyeti’nin merkezi idare kuruluşu bakımından coğrafya durumuna, iktisadi şartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre illere ve illerin de diğer kademeli bölümlere ayrılacağı, hizmette yerinden yönetim anlayışına uygun olarak da il, belediye ve köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere, kuruluş esasları kanunla belirtilen kamu tüzel kişiliklerinin oluşturulabileceği, tüm bunlar dikkate alındığında Türkiye Cumhuriyeti’nde federal yönetim sisteminin, buna göre eyaletlerin veya federe yönetim biçimlerinin belirlenmesinin mümkün olamayacağı, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerden olan Anayasa m.3/1’de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Ülkesi ve Milleti ile bölünmez bir bütün olduğu hususlarının düzenlendiği görülmektedir.
5. Yeni sistemde olağanüstü hal ne olacak?
Cevap: Olağan hukuk düzeninin Anayasada gösterilen sebeplerle geçici süre ile askıya alındığı olağanüstü hal yönetimi, Anayasa m.119’da düzenlenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kısmında veya tamamında altı ayı geçmemek üzere Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa m.119/1’de gösterilen sebeplerden birisi ile olağanüstü hal ilan edilebilir. Olağanüstü hal ilanı kararının TBMM tarafından onayı gerekir. Onaylanmayan olağanüstü hal kendiliğinden son bulur. Meclis gerekli gördüğü takdirde; olağanüstü halin süresini kısaltabilir, uzatabilir veya olağanüstü hali kaldırabilir. Cumhurbaşkanının talebi ile Meclis, her defasında dört ayı geçmemek üzere olağanüstü hal süresini uzatabilir. Savaş hallerinde dört aylık uzatma süre sınırı aranmaz. 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan Anayasa değişikliği ile sıkıyönetim usulü bir olağanüstü yönetim şekli olarak Anayasadan çıkarılmıştır. Buna göre, yeni yönetim sisteminin uygulanmaya başladığı zamanda da olağanüstü hal devam edebilir. Anayasada, olağanüstü halin azami süresi ile ilgili bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak yeni sistemde; olağanüstü hal döneminde çıkarılacak Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin üç ay içinde Meclis tarafından karara bağlanması gerekir, aksi takdirde bu kararnameler kendiliğinden yürürlükten kalkar. Olağanüstü hal döneminde çıkarılacak Cumhurbaşkanlığı kararnameleri için üç aylık süre sınırının getirilmesi isabetli olmakla birlikte, bu sürede kararnamenin uygulanacağını belirtmek isteriz. Bu nedenle, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Resmi Gazete’de yayımlandığı gün Meclis onayına sunulması zorunluluğu dikkate alınarak, bir an önce Meclisin olağanüstü halde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi üzerinde siyasi denetimini tamamlaması isabetli olacaktır. Olağanüstü hallerde çıkarılacak Cumhurbaşkanlığı kararnameleri de, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularla sınırlıdır. Bu kararnamelerin Meclisin onayından geçmesi, onları “kanun” haline dönüştürmez.
Belirtmeliyiz ki; her ne kadar olağanüstü halde seçim yapılması yasağı olmadığı ileri sürülse de, dar bir zamana sıkıştırılan, kişi hak ve hürriyetleri üzerinde kısıtlılıkların daha fazla tatbik edildiği olağanüstü hal döneminde, seçim güvenliği bakımından sorun yaşanmayacağının savunulması yerine, seçme ve seçilme hakkının gereği gibi kullanılıp kullanılamayacağı meselesi üzerinde durulmalıdır.
6. Uyum kanunları, kanun hükmünde kararname veya Cumhurbaşkanı kararnamesi ile çıkabilir mi?
Cevap: Anayasa değişikliğinden sonra Anayasa geçici m.21/B’ye göre altı ay içinde çıkarılması gereken uyum kanunları, kanun hükmünde kararnameler veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile çıkarılamaz. Meclisin mevcut Hükümeti uyum kanunlarının KHK çıkarılarak tamamlanması hususunda yetki kanunu ile yetkilendirmesi veya yeni yönetim sisteminin uygulanmaya başladığı dönemde yetki kanununa ihtiyaç olmaksızın Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile uyum kanunlarının çıkarılması mümkün değildir. Çünkü Anayasa geçici m.21/B, uyum kanunlarının çıkarılması konusunda yetkiyi mutlak olarak TBMM’ye vermiştir. Anayasa herkesi bağladığına göre, uyum kanunlarını çıkarma yetkisinin mevcut Hükümet veya seçilecek Cumhurbaşkanı tarafından kullanılması mümkün değildir. Buna göre uyum kanunları, mutlak şekilde TBMM tarafından çıkarılmalıdır.
7. Cumhurbaşkanı adayının seçim sürecinde kimleri Cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakan olarak atacağı hakkında bilgi verme zorunluluğu var mıdır?
Cevap: Anayasa m.104’de ve 106’da; Cumhurbaşkanı adayları için, seçildiğinde hangi Cumhurbaşkanı yardımcısı veya yardımcılarını veya bakanları atayacağı konusunda seçmene bilgi verme zorunluluğu yüklememiştir. İlgili seçim mevzuatı incelendiğinde de, Yüksek Seçim Kurulu tarafından aday olmaları kesinleştirilen Cumhurbaşkanı adaylarının seçim sürecinde muhtemel yardımcıları ve kuracağı Hükümette çalışacağı bakanlar hakkında bilgi verme zorunluluğunun tanımlanmadığı anlaşılmaktadır. Esas itibariyle; temsili demokrasinin bir gereği olarak, seçilmesi halinde Hükümeti kuracak ve yürütme organının başı olarak çalışacak olan Cumhurbaşkanı adayının, yardımcılarını ve bakanlarını seçmene açıklaması isabetli olacaktır.
8. Yeni sistemde Hükümetin siyasi denetimi nasıl işleyecek?
Cevap: Burada bahsedilen siyasi denetimin hukuki dayanağı “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bilgi edinme ve denetim yolları” başlıklı Anayasanın 98. maddesidir. Temsili demokraside halkın seçtiği milletvekillerinden oluşan ve toplumun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kanun çıkarma görevini yürüten Meclisin, aynı zamanda halk adına yürütme organını denetleme yetkisi vardır. Bu denetleme yetkisi; hukuki denetim yollarının dışında, siyasi denetim olarak da adlandırılabilir, ancak Meclisin, hem Cumhurbaşkanı ve hem de Cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanlar hakkında ceza soruşturması açma yetkisinin bulunduğu, bu usulün Anayasa m.105’de ve 106’da düzenlendiği görülmektedir. Bu denetim biçimi, yargı erki tarafından yürütme organının tasarruflarının hukuki denetiminin yanında bir siyasi denetim usulü olarak belirlenmiş ve Cumhurbaşkanı ile yardımcılarının ve bakanlarının dokunulmazlıklarının kaldırılması usulü Anayasa m.105’de ve 106’da tanımlanmıştır. Anayasa m.98’de öngörülen siyasi denetim yolları incelendiğinde; bu maddenin birinci fıkrasına göre Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Meclis araştırması, genel görüşme, Meclis soruşturması ve yazılı soru yolları ile bilgi edinme ve denetleme yetkisinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan yazılı soru; Anayasa m.98/5’de düzenlenmiş olup, yazılı olarak en geç 15 gün içinde cevaplanmak üzere milletvekillerinin, Cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanlara yazılı soru sormalarından ibarettir. Kanaatimizce; “sert kuvvetler ayrılığı” ilkesini benimseyen Anayasa değişikliğinde yer alan Meclisin yürütme organını denetleme yetkisinin daha etkin ve aktif hale getirilmesi, en azından Meclis komisyonları vasıtasıyla Cumhurbaşkanı yardımcılarının ve bakanların sözlü soru ve cevap usulü ile denetime tabi tutulmaları gerekir. Çünkü TBMM, yürütmeye karşı sahip olacağı siyasi denetimi halk adına yerine getirmektedir.
9. Milletvekili genel seçiminde ittifakın ve ittifaka dahil olan siyasi partilerin oyları, bir nisbi temsil usulü olarak kabul edilen D’Hondt sisteminde nasıl hesaplanacak?
Cevap: Türkiye Cumhuriyeti milletvekili genel seçimlerinde kabul edilen D’Hondt sistemi, bir nisbi temsil seçim usulüdür. D’Hondt sistemine göre yapılacak seçimde; örneğin, bir ilden 6 milletvekili seçilecekse ve 4 siyasi parti seçime girmekte ise, siyasi partiler sırasıyla A siyasi partisi 100.000, B siyasi partisi 80.000, C siyasi partisi 60.000 ve D siyasi partisi 50.000 oy aldığında, önce bu oylar 1’e bölünecek, her siyasi parti birer milletvekilliği verilecek, sonra her siyasi partinin toplam oyu bu defa 2’ye bölünecek, ilk siyasi partinin 2’ye bölünme sonucu elde edilen oyu 50.000 olup D siyasi partisinden yüksek olmadığından, D siyasi partisi 1 milletvekilliğini korumaya devam edecek, siyasi partilerin toplam oylarının 3’e bölünmesi sonucunda 100.000 oy alan ilk siyasi parti bakımından 33.333 oya ulaşılacağından, bu oy miktarı da 2’ye bölünen B siyasi partisinin 40.000 oyunu geçemeyeceğinden, 5. milletvekili A siyasi partisinden ve 6. milletvekili de B siyasi partisinden çıkmış olacak ve sonuçta 6 milletvekilinin 2’sini A, 2’sini B, diğer birisini C ve diğerini de D siyasi partisi çıkarmış olacaktır. Çünkü A siyasi partisinin 2’ye ve 3’e bölünmesinden elde edilen oy miktarı, 4. milletvekili yönünden D siyasi partisini ve 2’ye bölünmesinden elde edilen oy miktarı B’ye düşen 6. milletvekilinin sayısını geçemediğinden (40.000 oy, 33.333’den fazla olduğundan), ilk bölünmede D’ye ve ikinci bölünmede B siyasi partisine giden milletvekillikleri A siyasi partisine ait olamayacaktır.
Yeni seçim mevzuatına göre kabul edilen “seçim ittifakı” usulünde; her seçmen “evet” mührünü hem bir siyasi partiye ayrılan alana ve hem de ittifak unvanı bölümüne, bundan başka ittifak unvanı bölümüne taşacak şekilde, bir siyasi partiye ayrılan alana basması halinde, bu oy pusulası geçerli kabul edilecek ve hangi siyasi partiye basılmışsa onun oy hanesine yazılacaktır. Bunlar dışında, yalnız ittifak alanına “evet” mührünün basıldığı her durumda, bu oy pusulaları da geçerli kabul edilecek ve ittifakın ortak oyları sütununa yazılacaktır. Seçmen ittifak yapan partilerin oy pusulasında belirlenen alanına mührünü bir defa basmak zorundadır. Bunun dışında; 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un “Zarfların açılması, oyların sayım ve dökümü” başlıklı 100. maddesine 7102 sayılı Kanunun 10. maddesi ile 298 sayılı Kanunun 100. fıkrasının 6. fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen 7. fıkrada, ittifak alanında kalmak suretiyle birden fazla mührün basılması veya mühür taşması hallerinin hangisinde oyun ittifaka dahil bir siyasi partiye ve hangi halde de ittifakın oyu sayılacağı (burada ittifak birden fazla siyasi partinin bir çatı altında birleştiği ayrı bir siyasi parti olarak da değerlendirilebilir) ve hangi hallerde de geçersiz sayılacağı belirtilmiştir. 298 sayılı Kanunun 100. maddesine eklenen bu fıkra karmaşık olmakla birlikte, bir oyun birden fazla sayılması veya oy pusulasına basılan birden fazla “evet” mührünün her durumda geçerli sayılması anlamını taşımamaktadır. Örneğin; seçim ittifakına dahil A partisine 400.000 oy verildi, B partisine ise 100.000 oy verildi. İki partiye değil de, ittifak alanına vurulan “evet” mührünün geçerli sayılanlarının toplamı da 100.000 olarak tespit edildi. Bu durumda; bu 100.000 oy seçim ittifakının oyu sayılacak ve ittifaka dahil partilere oylarına göre dağıtılacaktır. 400.000 oy alan A partisine “ortak oylar” olarak da adlandırılan ittifak oylarının 80.000’i ve 100.000 oy alan B partisine de kalan 20.000 oy verilecektir. Bu durumda A partisinin toplam 480.000 ve B partisinin 120.000 oyu olacaktır.
10. Yönetim sistemi ile ilgili Anayasa değişikliğinin veya seçimle ilgili bir kanunda yapılan değişikliğin Anayasaya aykırı olduğundan bahisle Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açıldığında, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal kararı verilirse, bu sonuç seçimin usul ve esaslarını etkiler mi veya seçimin yapılmasını engeller mi?
Cevap: Anayasa Mahkemesi tarafından iptal kararı verildiğinde, TBMM’nin aldığı seçim kararı kendiliğinden son bulmaz. Çünkü Anayasa Mahkemesi, Yüksek Seçim Kurulu’nun yerine geçerek ve bir kanun olmayan Meclisin seçim kararını doğrudan iptal edemez. Ancak Yüksek Mahkemenin vereceği bir karar Meclis, Hükümet, YSK dahil olmak üzere herkesi bağlayacağından, bu kararın bir sonucu olarak seçimin iptaline veya ertelenmesine yol açabilir. Anayasa m.150 veya 152 gereğince, kanunların Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne yapılan iptal başvuruları geri çekilemez ve başvurucunun geri çekme dilekçesine rağmen Yüksek Mahkeme soyut veya somut norm denetimini yapar.
Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği Anayasa değişikliği olup da, değişen yönetim veya seçim sistemi iptal edilmişse, bu durumda Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararına göre düzenleme yapılmadıkça ve bu düzenlemenin tatbiki de seçimde mümkün olmadıkça, seçimin ileri bir tarihe ertelenmesi veya iptal edilmesi gündeme gelebilecektir ki, bunun kararını ancak Yüksek Seçim Kurulu kararı verebilir. Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin aldığı seçim kararının iptal kararı olmayıp, seçimin dayanağı olan Anayasa değişikliğinin iptali olduğundan, seçimin ertelenmesi veya iptali gündeme gelecektir. Bunun dışında; seçim kanunları ile ilgili Anayasaya aykırılık gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi iptal kararı verdiğinde, iptal edilmeyen hükümlere göre seçimin yapılması mümkünse, yürürlükte olan mevzuata göre seçime gidilir veya Anayasa Mahkemesi iptal kararının yürürlüğünü ileri bir tarihte başlatabilir ki, bu usul seçme ve seçilme hakkı bakımından uygun olmayacaktır.
İsabetli olan; Anayasa Mahkemesi tarafından iptal kararı verildiğinde, ya yürürlükte kalan mevcut hükümlere göre seçime gidilmeli veya Meclis iptal edilen hükümlerin yerini dolduracak yeni bir yasal düzenleme yapmalıdır ki, bu düzenleme Anayasa geçici m.21/H ile getirilen istisna gereğince ilk defa birlikte yapılacak milletvekili genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçiminde uygulanabilecektir. Anayasa m.21/H’ye göre; “Anayasanın 67. maddesinin son fıkrası hükmü, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra birlikte yapılacak ilk milletvekili genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi bakımından uygulanmaz”.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.