Giriş: AYM Genel Kurulu’nun 15.11.2024 tarihli ve 32723 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, 15.02.2024 tarihli, 2020/23093 başvuru numaralı Erdal Sonduk kararı, “doğrudan doğruyalık” ilkesi konusunda İHAM içtihadını tam olarak benimsediğini gösteren ilk ihlal kararı olması bakımından oldukça önemli bir karardır.

“Doğrudan doğruyalık” ilkesi; davanın açılmasından hüküm verilinceye kadarki delil toplama evrelerinin, kararı verecek olan hakim veya hakimlerin denetiminde ve gözetiminde gerçekleşmesini, yargılama yapan ile hüküm veren hakim veya hakimlerin aynı olmasını gerektirmektedir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 217. maddesinin 1. fıkrası uyarınca; hakim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilecek ve bu deliller, hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilecektir. “Doğrudan doğruyalık” ilkesi, ceza yargılamasında adil/dürüst ve etkili bir ceza kovuşturması yapılması suretiyle maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını amaçlamaktadır (AYM, E.2018/11, K.2018/86, 11/07/2018, § 12).

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin (İHAM) “doğrudan doğruyalık” ilkesine ilişkin çok sayıda kararı bulunmaktadır. İHAM, hakkaniyete uygun bir ceza yargılamasının en önemli unsurlarından birinin, sanığa, hükmü verecek olan hakimin veya heyetin huzurunda tanıklarla yüzleşme olanağının tanınması olduğunu belirtmektedir. “Doğrudan doğruyalık” ilkesinin önemi; İHAM’a göre, hakimin, tanıkların davranışları ve güvenilirliği konusundaki gözlemlerinin sanık bakımından ciddi sonuçlar doğurabilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, ceza yargılamasındaki esas kural; önemli bir tanığın dinlenilmesinden sonra mahkemenin kompozisyonunda değişiklik olması ve tanığın güvenilirliği konusunda itirazların ileri sürülmesi durumunda, söz konusu tanığın yeniden dinlenilmesi gerektiği yönündedir (P.K./Finlandiya (k.k.), B. No: 37442/97, 9/7/2002).

İHAM’ın konuya ilişkin başlıca kararlarından (özellikle Hanu/Romanya, B. No: 10890/04, 04/06/2013; Beraru/Romanya, B. No: 40107/04, 18/03/2014, Cutean/Romanya, B. No: 53150/12, 02/12/2014, Lazu/Moldova Cumhuriyeti, B. No: 46182/08, 05/07/2016) çıkan temel ilkeler şöyledir:

- Yargılama sırasında mahkeme heyeti tamamen değiştiğinde, yani delillere doğrudan temas eden hakimlerden hiçbiri karar aşamasında bulunmadığında, yargılama bir bütün olarak adil/dürüst olmaktan çıkmaktadır.

- Mahkeme heyetinde kısmi değişiklik olduğunda, heyete sonradan dahil olan hakimler önemli delillere doğrudan temas edebilmelidir. Tanık beyanları bakımından, beyanların güvenilirliği ve doğruluğu hakkında kuşkular ve itirazlar bulunduğunda, tanıklar yeniden dinlenilmelidir.

- Tanık beyanlarının güvenilirliği konusunda herhangi bir kuşku bulunmadığında, heyete sonradan katılan hakimlerin beyanları ve duruşma tutanaklarını inceleme olanağına sahip olması adil/dürüst yargılanma hakkı bakımından yeterli bir tedbirdir.

- Delillere doğrudan temas eden bir mahkemenin suçsuz bulduğu bir sanığın, delillere doğrudan temas etmeyen bir mahkeme tarafından suçlu bulunması yargılamayı hakkaniyete aykırı hale getirmektedir.

- Sanığın suçsuzluğu veya suçluluğu hakkında karar veren bir mercinin delillere doğrudan temas etmesinin sağlanması devletin adil/dürüst yargılanma hakkından kaynaklanan bir yükümlülüğüdür. Sanığın açıkça bu yönde bir talepte bulunmaması, devleti bu yükümlülükten muaf tutmamaktadır.

İHAM bu ilkeler ışığında, 12.03.2024 tarihli, 48309/17 başvuru numaralı Orhan Şahin/Türkiye kararında ilk kez Türkiye’ye karşı yapılan bir başvuruda “doğrudan doğruyalık” ilkesine riayet edilmediği gerekçesiyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermişti. Daha önceki bir yazımızda ele aldığımız bu karar, başvurucunun daha önce beraat ettiği suçlardan Yargıtay’ın bozma kararı sonrası bir başka mahkeme ve heyet tarafından görülen davada, tanığın aynı suçlarda mahkumiyete esas alınan belirleyici delil olmasına rağmen, mahkumiyet kararı veren mahkeme tarafından duruşmada dinlenmemesi adil/dürüst yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilmişti[1].

15.11.2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan AYM Genel Kurulu’nun Erdal Sonduk kararı, “doğrudan doğruyalık” ilkesi konusunda İHAM içtihadını tam olarak benimsediğini gösteren ilk ihlal kararı olması bakımından oldukça önemli bir karardır.

Bu karara konu olayda; başvurucu hakkında yağma, tefecilik, tehdit, hakaret ve bedelsiz senedi kullanma suçlarını işlediğinden bahisle açılan ceza davası on celse sürmüş, yargılama boyunca mahkeme heyeti birçok kez değişmiştir. Mahkumiyet hükmünü veren heyetin başkanı ve bir üyesi tanıkların dinlendiği celselere katılmamış, yalnızca bir üye beyanları başvurucunun mahkumiyetinde önemli rol oynayan tanıkların dinlendiği celsede bulunmuştur. Öte yandan; tanık beyanları üzerinde tartışmanın bulunduğu, duruşmada hem savunma hem katılan tarafının aleyhe olan tanık beyanlarını kabul etmediği, ayrıca başvurucunun, istinaf dilekçesinde, tanık beyanlarının Mahkeme tarafından çarpıtıldığını, tanık beyanlarında geçen olgular hakkında araştırma yapılmadığını ve bu yöndeki taleplerinin duruşma tutanağına geçirilmediğini iddia ettiği görülmektedir.

AYM; yaptığı değerlendirmede, tanıkların dinlenildiği celselere katılan hakimlerle başvurucu hakkında mahkumiyet kararı veren heyeti oluşturan hakimlerin çoğunluğunun farklı olduğunu, tanıkların dinlenildiği celselere, hükmü veren mahkeme heyetinden sadece bir hakimin katıldığını, tanıkların dinlendiği celselere katılmayan hakimlerin, dinlenmeleri sırasında gözlemleyemedikleri tanıkların güvenilirliği konusunda bizzat fikir sahibi olamadıklarını ve karar veren heyeti oluşturan üyelerin çoğunluğunun isnat konusu olay hakkında tutanaklar üzerinden kanaat edindiğini ve tutanaklarla sınırlı bir sonuca vardıklarını ifade etmiştir.

Ancak bu tespitler AYM’ye göre; tek başına, adil/dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiği anlamına gelmemektedir. Yüksek Mahkeme bu aşamada; hakim değişikliklerinin yargılamanın bir bütün olarak hakkaniyetini zedeleyip zedelemediğini ve başvurucuya, hakim değişikliklerinin neden olduğu sakıncaları telafi edici güvencelerin sağlanıp sağlanmadığını da incelemiştir. Bu kapsamda yaptığı değerlendirmede AYM; derece mahkemelerince duruşmaya katılamayacağı bilinen mahkeme üyesinin yerine geçmek üzere yedek hakim bulundurma tedbiri uygulanmadığını, ancak hakim sayısının azlığının haklı bir neden olarak değerlendirilebileceğini, beyanları mahkumiyet hükmüne büyük oranda esas teşkil eden tanıkların dinlendiği celselere katılmayan Mahkeme Heyetince katılan tanıklarının beyanlarına üstünlük tanındığını, ancak bu yapılırken tanıklar beyanda bulunurken yapılacak gözlemler sonucunda elde edilebilecek izlenimlere de yer verildiğini, bu izlenimlerin sadece tutanakların okunması suretiyle elde edilmesinin “doğrudan doğruyalık” ilkesi ile bağdaşmayacağını, beyanları davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki tanıkların tekrar dinlenilmesi yoluna neden başvurulmadığı veya bu tanıkların dinlenilmesini imkansız hale getiren ya da aşırı derecede zorlaştıran bir nedenin varlığı konusunda gerekçe sunulmadığını, savunmanın, hakim değişikliğinin tanık beyanlarının doğru şekilde anlaşılmasını veya güvenilirliğini engelleyeceğini özellikle açıkladığını, ancak bu husustaki tutarlı itirazların derece mahkemesince veya kanun yolu mercilerince değerlendirilmediğini, somut olayda beyanları mahkumiyet hükmünde belirleyici olan tanıkların yeniden dinlenilmediğini ve bu eksikliğin istinaf aşamasında duruşma açılması veya bozma kararı verilmesi suretiyle telafi edilmediğini belirtmiştir.

AYM sonuç olarak; yargılamanın bir bütün olarak hakkaniyete aykırı geldiğine kanaat getirerek, adil/dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiğine oyçokluğuyla karar vermiştir.

Karara muhalif kalan dört Üye; başvurunun kabul edilebilirliği bakımından, “doğrudan doğruyalık” ilkesine dair şikayetin ilk kez istinaf dilekçesinde soyut ve genel ifadelerle dile getirildiğindi, celselerde Mahkemeye bu konuya ilişkin herhangi bir itiraz veya talep iletilmediğini belirterek, başvurunun “başvuru yollarının tüketilmemesi” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiğini savunmuştur. Muhalif Üyeler, esasa ilişkin olarak ise özetle; somut olayda savunmanın yargılamanın tüm aşamalarına etkili katılımının sağlandığını, tanıklara soru sorma imkanına sahip olduğunu, ayrıca tanıkların Mahkeme huzuruna getirilip duruşmada dinlenildiğini, beyanların duruşma tutanağına geçirildiğini, bu beyanlara ilişkin tutanakların duruşmanın sonraki celselerinde görevlendirilen ve hükmü veren başkan ve bir üye tarafından ayrıntılı olarak incelenip değerlendirildiğinin görüldüğünü, yargılama sırasında “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerine riayet edildiğini, savunmaya gerekli zaman ve kolaylıkların sağlanmış olduğunu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırıldığını, tanık delili ile temas eden mahkeme heyetinin hükmü veren heyetten tamamen farklı olmadığını; zira bir üyenin, hem tanık dinleme ve hem de hüküm kurma aşamalarında görev aldığını belirterek, yargılamanın bir bütün olarak hakkaniyete uygun şekilde yürütüldüğünü savunmuştur.

Diğer yandan; karşıoy kullanan Üyelerin, somut vakadan bağımsız olarak, “doğrudan doğruyalık” ilkesi hakkında çoğunluktan farklı bir yaklaşım içinde olduğu görülmektedir. Sayın Üyeler, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.210/1 ile m.217/1’de yer alan düzenlemelerin “uygulamada diğer deliller gibi tanık delilinin de yargılamayı yapan mahkeme huzuruna getirilip duruşmada dinlenilmesi/tartışılması gerektiği seklinde” anlaşıldığını, “delillerle duruşmada temas eden hakimin mutlaka nihai kararı veren hakim olması gerektiği şeklinde” yorumlanmadığını, anılan düzenlemelerin uygulamadaki karşılıklarının dışında farklı şekilde yorumlanmasının sorunlara yol açacağını, “nihai kararı veren heyetten delillerin tamamıyla yeniden temasa geçmesinin beklenmesinin yargılamanın gereksiz yere uzamasına” neden olabileceğini, tanıkların yeniden dinlenilmesinin aradan geçen zamanda tanıkların olayın ayrıntılarını unutabilmesi nedeniyle “beyanlar arasında çelişki” ihtimalini gündeme getirebileceğini ve delillerin hatalı değerlendirilmesine yol açabileceğini dile getirmiştir.

Değerlendirmemiz

AYM Genel Kurulu’nun Erdal Sonduk kararında ortaya koyduğu ilkeler ve somut olaya ilişkin olarak yaptığı değerlendirmeler tutarlı ve adil/dürüst yargılanma hakkının gereklerine uygundur. AYM; detaylı bir şekilde incelediği İHAM içtihadını somut olaya uygulayarak, muhtemel bir hak ihlalinin önüne geçmekle kalmamış, ileride gündeme gelebilecek yeni ihlallere karşı açık yol gösterici ilkeler belirlemiştir. Yüksek Mahkeme; “doğrudan doğruyalık” ilkesinin mutlak bir güvence sunmadığını, karar metninde belirtilen bazı durumlarda, mahkeme heyeti değişse de tanıkların yeniden dinlenilmesinin gerekli olmayabileceğini, ayrıca bu ilkeye riayet edilmemesi nedeniyle ortaya çıkan sakıncaların alınacak tedbirlerle telafi edilebileceğini ifade ederek, makul sürede yargılama ile hakkaniyete uygun yargılama hakları arasında makul bir denge sağlamayı amaçlamıştır. Bize göre; mahkumiyet kararında önemli bir rol oynayan tanık beyanlarının doğruluğu ve güvenilirliği konusunda itirazlar bulunduğunda, “doğrudan doğruyalık” ilkesinden taviz verilmemelidir. Nitekim bu durumda, hakim veya mahkeme heyetinin kişisel izlenimi her şeyin önüne geçmektedir. Bu nedenle; AYM’nin bu kararını davaları uzatacak bir karar olarak değil, ceza muhakeme sistemimizi ve ülkemizde adil/dürüst yargılanma hakkı standartlarını güçlendirecek bir karar olarak görmek gerekir.

Belirtmeliyiz ki; “kovuşturma”, “kamu davası”, “duruşma”, “celse”, “çelişmeli yargılama”, “doğrudan doğruyalık”, “delille temas”, “delilleri ortaya koyma”, “tartışma”, “değerlendirme” ve “karara varma” kavramları, itham sisteminde bir derdi olan Cumhuriyet savcısının iddiasını delilleri ile birlikte bir tez olarak ileri sürmesi karşısında, itham belgesi ile suçlanan sanığın müdafii ile birlikte savunmasını tüm usuli güvencelerden faydalanmak suretiyle yapabilmesi, bu sırada suçsuzluk/masumiyet karinesinin geçerli olarak, şüphenin sanık aleyhine yenilip yenilemeyeceğinin anlaşılması sürecinde, hukuku uygulayan, kanunları gözeten ve onları tatbik eden, kamu adına açılan davada maddi hakikate ve adalete ulaşılabilmesi için bağımsız ve tarafsız olarak yargılama yapan hakimlerin, duruşmada tez ile antitezin çatışmasından hukukla bağlı, vicdani bir sonuca varabilmesi demektir.

Kovuşturmanın ilk veya ikinci derece mahkemede gerçekleşecek duruşmasında maddi hakikate ve adalete uygun bir hükme varılabilmesi için, kararı verecek hakimin delille temas etmesi ve delil tartışmalarını takip edebilmesi gerekir. Çünkü duruşmanın sonucunda verilecek karar; yargılama süjesi olan tarafların hayatlarını etkileyebileceği gibi, toplumun öğrenmek istediği maddi hakikate hizmet edecek ve adaletin yerine gelmesini sağlayacaktır. Böyle bir vaziyette; sanığı sorgulamayan, görmeyen, ortaya koyulan delillere temas etmeyen, duruşmanın esas kısmı ile alakasız, son bir veya birkaç celsede sadece tutanaklardan ibaret duruşmanın geçmişini öğrenen bir hakim vereceği kararın adil/dürüst yargılanma hakkını koruduğunu, sadece duruşma tutanaklarının okunması suretiyle usuli güvencelerin sağlandığını ve böylece maddi hakikat ile adalete ulaşıldığını söylemek mümkün değildir. Yine böyle bir vaziyette; ister asliye ceza ve isterse ağır ceza mahkemesinde yapılacak bir yargılama olsun, duruşmanın esas kısmını takip etmeyen, zorunlu veya ihtiyari nedenle değişen hakimin yerine gelen bir başka hakimin hukuk bilgisinde ve mesleki tecrübesinde bir sakınca olmasa da, gerçek anlamda duruşmaya ve deliller ile bu delillerin tartışılmasına temas ettiğini söylemek sağlıklı olmayacaktır. Bu hususu, hakimin bağımsızlığı ile objektif ve sübjektif tarafsızlığının dışında değerlendirmek gerekir. Bizde jüri sistemi de olmadığına göre; hüküm tesis edecek hakimi veya hakimler heyeti ile onun başkanını duruşmanın sırf idaresinden, düzeni ile disiplininden sorumlu görmek doğru olmayacaktır. Düşününüz ki; toplum ve adalet adına hukuk kararları ile bağlı bir şekilde maddi hakikati ortaya çıkarıp adaleti dağıtmakla ve tesis etmekle yükümlü hakim, duruşmanın sanık sorgusu ve delillerinin veya bir kısım delillerinin ortaya koyulması aşamasına hiç katılmamış, yalnızca duruşmanın son bir veya iki celsesine iştirak etmek suretiyle hüküm vermiş veya heyet halinde verilen hükme beraat veya mahkumiyet yönünde iştirak etmiş olsun, burada sanığa dürüst yargılanma hakkı çerçevesinde usuli güvencenin ve davacı tarafa da (kamu adına Cumhuriyet savcısına ve katılana) iddiasının tam bir şekilde değerlendirildiği, topluma da maddi hakikate ve adalete ulaşılması yolunda gereken tüm yargı çabasının sarf edildiğinin teminatını verebilmek mümkün olabilecek midir? Elbette hayır. Onun için; “doğrudan doğruyalık” ilkesi önemli olup, kovuşturmayı yürüten ve duruşmayı yapan hakimin delille ve delil tartışmalarıyla teması lüzumludur ve ancak bu şekilde yapılan duruşma sonucunda verilecek hükmün sağlıklı olduğu sonucuna varılabilir. Elbette “doğrudan doğruyalık” ilkesi gözetilerek verilen hükümde de hukuka aykırılıklar olabilir, bu nedenle kanun yolları bulunmaktadır. AYM’nin ve İHAM’ın “doğrudan doğruyalık” ilkesinin ihlaline dair kararlarının en önemli özelliği; ilkesel olarak hakimin delille temasının sağlanması, bu şekilde maddi hakikate ulaşılmada gündeme gelebilecek kuşkuların önüne geçilmesi ve adalete olan inancın tesisidir.

Son söz;

Aynı hakimle davanın ve duruşmanın tamamının bitirilemeyeceği, davaya bakan hakim değişikliklerinin tayin veya terfiler veya mecburiyetler nedeniyle gündeme gelebildiği, ülkemizde yargı erkinin böyle bir maddi hakikatle karşı karşıya kaldığı, bu nedenle AYM Genel Kurulu’nun kararına konu “doğduran doğruyalık” ilkesinden hareketle hakim değişikliğinden kaynaklı adil/dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiğinin kabulünün ülke gerçekleri ile uyuşmadığına dair görüşe itibar edilemeyeceğini, muhakkak hakimlerin yer ve yetki güvencesini içeren ve coğrafi teminat olarak bilinen yargı güvencesinin getirilmesi gerektiğini, bu şekilde davayı gören ve duruşmayı yapan, dolayısıyla delillerle temas eden hakimlerin davaları bitirip karar vermelerinin mümkün olabileceğini belirtmek isteriz.

Prof. Dr. Ersan Şen

Dr. Erkan Duymaz

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-----------

[1] İHAM’ın “Doğrudan Doğruyalık” İlkesi ile İlgili Kararı - https://www.hukukihaber.net/ihamin-dogrudan-dogruyalik-ilkesi-ile-ilgili-karari

>> Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edilmesi