Cumhurbaşkanı seçilmeden bir yıl önce, 1912’de Raymond Poincaré, eski adalet bakanlarından birinin suç ile ilgili yapıtına yazdığı önsözde “Her ülkede, diyordu, boş zamanlarını yargıçları ve yargı kararlarını yargılamakla geçiren iyi niyetli insanlar vardır.”
Bu saptama hem doğrudur, hem de doğal.
Doğrudur. Çünkü tarihteki ünlü davalar yalnızca o ülkeleri değil, bütün dünyanın ilgisini çekmiştir. Dreyfus, Nuremberg, Yassıda davaları gibi.
Doğaldır. Çünkü adalet herkesin ilgilendiği toplumsal bir değerdir.
Ancak, bu değerlendirmelerde aksayan bir yön vardır, hep.
Hukuku, hukukun kendine özgü ilkelerini ve iç dilini bilmeden eleştirmek.
Bu yüzden iyi niyetli değerlendirmeler çoğu kez yanlıştır, dahası haksızdır.
Buna “demokratik erginliğe ve hukuk bilincine erişmemiş toplum”larda sürgit ayak bağı olarak görünen yargının işleyişinden habersiz kişilerin suçlamalarını da eklerseniz, olacakları kestirebilirsiniz.
Hele bir de değerlendiren kişi, davayı yitiren kişiyse, yakıştırmalar, öfkeli aşağılamalar, suçlamalar hazırdır.
İşte bunlardan birini 9 gün önce eski bir milletvekili başardı!
Yazısına “nüfus eden” (nüfuz eden olacak, S. S.) gibi Türkçe yanlışlarla başlayan ve sürdüren bu kişi, kendi bozuk tümceleriyle şunları yazabildi: “”Yargıtay 9. Ceza Dairesinin eski başkanı olan o dönemin Yargıtay Başkanı Sayın Sami Selçuk’u ziyaret ettiğimizde, kendilerine bir soru yöneltmiştim: Siyasi karardan gelen on binlerce dosyanın içinde 9. Dairede bireyin lehinde hiç bozulan var mı? Temyiz edildi mi? ‘Hayır’ demişti. Bugünkü mevcut yasalarla hiçbirini incelemeden geldiği gibi tasvip (onama, tasdik olacak, S. S.) ederek yerel mahkemeye gönderildiğini söylemişti. Ve sözlerine devam ederek şu hukuki yorumu getirmişti: ‘En kötü yasayı ilke ve mantığıyla yorumlarsanız hiçbir kötü yasa yoktur. Ama en iyi yasa normlarını kötü ve keyfiyetle (keyfi olacak, S. S.) yorumlarsanız iyi yasa yoktur.’ Yani bugün değiştirilmesi istenen askeri vesayet altındaki 12 Eylül Anayasasına atıfta bulunmuştu.” (Taraf, 4.4.2010).
“Muaviye’nin kızları Hasne ve Hüsne’dir” tümcesinde dört yanlış vardır.
Tırnak içindeki olduğu gibi yansıttığım satırlar bundan da beter. Çünkü ne gerçeklerle, ne de hukuk diliyle bağdaşıyor. Bana mal edilen bu sözlerin her cümlesi, hatta her sözcüğü yanlış. Eğer bu kişi hukukçu ise düpedüz yakıştırma (iftira), yalan.
Bunları yazmasının birinci nedeni bellidir: Milletvekilimiz, 1926/765 sayılı Eski Türk Ceza Yasasının (ETCY) “suç örgütüne yardım” suçunu düzenleyen 169. maddesiyle suçlanmaktadır. Bunu hukuka bir terim armağan ederek anlatıyor: “Siyasi sanık”. Sanırım şunu demek istiyor: “Siyasal suçla suçlanan sanık”.
YTCY’de yer almayan 169. madde şöyleydi: “64 ve 65’inci maddelerde beyan olunan hal haricinde her kim, böyle cemiyete ve çeteye (yani suç işlemek amacıyla silahlı dernek ve çete kurma, S. S.) hal ve sıfatlarını bilerek barınacak yer gösterir veya yardım eder yahut erzak veya esliha ve cephane veya elbise tedarik eder veya her ne suretle olursa olsun hareketlerini teshil ederse üç seneden beş seneye kadar ağır hapis ile cezalandırılır.”
Madde, ilkin bir “açık/kesin yardımcı hüküm”dü. Çünkü ETCY’nin 64. ve 65. maddelerindeki suça katılma hükümlerinde öngörülen biçimlerden biri söz konusu ise bu madde uygulamadan geri çekilir, suça katılan hangi suçu işlemişse o ve bu katılma maddeleriyle cezalandırılırdı.
İkinci olarak, “özel hukuka aykırılık” öğesini öngörmekteydi: Fail, örgütün niteliğini bilmeliydi.
Üçüncü olarak, “seçenekli davranışlı bir suç”tu. Fail, öngörülen seçenekli davranışlardan birini işlediği anda suç oluşmaktaydı.
Dördüncü olarak, bu seçenekli davranışlardan “barınacak yer gösterme, erzak, silah, cephane, giysi sağlama” gibi somut olanların yanı sıra “yardım” ve “her ne suretle olursa olsun örgütün etkinliklerini kolaylaştırma” gibi yoruma açık olanları da vardı. Yargıtayı en çok uğraştıranlar, suç normlarının yasallığı, özellikle kesinliği ilkelerine aykırı olan bu son durumlardı.
Somut olaylarda failler çoğu kez bu davranışları örgütün baskısıyla işlediklerini savunur, bu savunma doğrulandığı takdirde “kasıt” öğesinin “irade” bileşeni kalkar, dolayısıyla suç oluşmazdı.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi (CD) ve Ceza Genel Kurulu işte bu noktalar üzerinde titizlikle durur; konular derinlemesine tartışılırdı.
Kararların çoğunun oyçokluğuyla çıkması bunun kanıtıdır. Sözgelimi, bunlardan çoğunda benim de karşı oyum bulunmaktadır. Birini yazmakla yetineyim: CGK, 13.2.1996, 916/15.
Bu suça Yargıtay 9. Ceza Dairesi bakmaktaydı (1983/2797 sayılı YargıtayYasası, m. 14).
Bu ön açıklamalardan sonra gelelim yazılanlara.
1-Yargıtay 9. CD’de ne üyelik ne başkanlık yaptım. 6. CD’de 8 yıl üyelik; 4. CD’de 9 yıl başkanlık yaptım, sonra Birinci Başkanlığa seçildim.2-Bana böyle saçma bir soru yöneltildiğini anımsamıyorum. Varsayalım ki, yöneltildi. Vereceğim yanıtlar yalnızca şunlar olabilir.
a-Ne öğretide ne de uygulamada siyasi karar diye bir tür yoktur.
b-Eski milletvekilinin deyişiyle yılda Yargıtaydaki her daireye ortalama on bin; Yargıtaya ise yüz binlerce dava dosyası gelir. Ceza davaları önce Başsavcılığın süzgecinden geçer. Sonra her CD’nin inceleme yargıcı dosyayı başkan ve dört üyenin bilgisine ayrıntılarıyla sunar. Yasal normların ve kanıtların ışığında karar verilir. İki seçenek vardır: Onama ve bozma. Davaların kimisi mağdurun, kimisi sanığın yararına sonuçlanır.
Yirmi yıl üyelik, daire başkanlığı ve Yargıtay Başkanlığı yapmış; yargı, yargıç, hukuk ve Yargıtayın ne olduğunu yurttaşlık bilgisi derslerinden değil, üç dilden ve yaşayarak öğrenmiş kırk yıllık bir hukukçunun başka türlü yanıt vermesi olanaklı mı?
c-Anayasanın bu tür davalarla hiçbir ilgisi yoktur.
ç-Milletvekili, hukuk, yargı, Yargıtay, anayasa konularında hiçbir şey bilmiyor. Daha fenası, bilmediğini de bilmiyor. Araştırma, sorma gereğini dahi duymuyor. Hiç sormamış da. Zaten “bilse sorardı, sorsa bilirdi”.
Aklına geleni yazmış. Çok ayıp.
d-Belli ki, yazının sahibi, ya hukukçu değil ya da hukukçu ise Yargıtay Başkanının sözlerini anlayacak donanımda değil.
Yukarıdaki sergilenen gerçekler ortada iken bırakın Yargıtay Başkanını, bir hukuk fakültesi öğrencisi bile “Bu dosyalar hiç temyiz edilmedi. Sanıklar yararına bozulmadı. Bugünkü yasalarla hiçbiri incelenmez. Geldiği gibi yerel mahkemeye geri gider” diyebilir mi?
Demesi için aklından zoru olması gerekir.Şu görüşü her yerde, sürekli yazdım, söyledim: “Yargıçlar, özellikle Yargıtay başkan ve üyeleri, ağır iş yükü altındadırlar. Sağlıkları pahasına çalışmaktalar. Yargıtaydaki meslektaşlarımın kararlarını beğenmeyebilir, yanlış bulabiliriz. Ama dürüstlüklerine, titizliklerine herkes inanmalı. Eski deyişle farzı muhal bugün Tanrı bir peygamber düşünse, inanıyorum ki, onlardan birini seçerdi.”
Böylesine titiz yargıçların dosyaları incelemeden geri yolladıklarını söylemek çirkin bir yakıştırmadır, ucuz bir yalandır. Bunları yazarken bile midem bulanıyor.
3-Yorum konusuna gelince milletvekili, ya zamirimi anlayamamış ya da tasarlayarak saçmalamış.
Sıkça eleştirdiğim bir önyargıyı yanıtlamışımdır, olasılıkla: Sözde “iyi yasalar, kötü yargıçlarca kötü; kötü yasalar, iyi yargıçlarca iyi uygulanır (mış!).”
Önyargının da ötesinde saçma bir anlayıştır bu. Yasal normlar yargıçları bağlar. Bir yasa normu, “olması gereken hukuk”a aykırı ve kötü ise, “olan/yazılı hukuk”la bağlı bulunan yargıç, yorum ilkelerini çarpıtmadan, norma işkence etmeden o normu kesinkes uygulayacaktır. Bu norm adalet duygusunu incitse bile onu uygulamak zorundadır, yargıç. Bundan asla kaçınamaz.
4-Milletvekili, yargının en üstünde görev yapan birinin -her kimse- yakın bir geçmişte şunları söylediğini de yazıyor: “Bizler bu Anayasa ve yasalarla adalet dağıtmıyoruz. Yalnızca ceza veriyoruz.”
Yine anlamamış. Bu meslektaşım, yukarıdaki norm ve yorum ilişkisiyle ilgili olarak şunları demek istemiştir: “Yargıçlar, yasalara göre adalet dağıtırlar, kendilerinden menkul adalet dağıtmazlar. Ona göre de ceza verirler. Yasa âdil değilse yargıcın yapacağı bir şey yoktur.”
Acaba bu milletvekili bunları neden yazmış olabilir?
Yukarıda söyledim. Kendisi “suç örgütüne yardım” suçuyla suçlanmaktadır. Bu suça 9. CD bakmaktadır. Bu bir.
Milletvekilimiz, yargıdan nefret etmektedir. Onu yıpratmak için uygun ortamı yakalamıştır. Bu iki.
Milletvekilimiz, kendisinin söylemek istediği olumsuzlukları Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’a söyleterek bu amacına ulaşmak istemektedir. Bu da üç.
Bu çirkin ve hastalıklı bir yöntemdir. Adı da “ecofrasia”dır. Kullanılan yanlış aracın adı da “iftira et, izi kalsın” silahıdır.
Görüyorsunuz işte, yargıçların işinin ne denli zor olduğunu.
Bir de buna yanlış anlamalar, densizlikler, yakıştırmalar, yalanlar eklenince zorun da ötesinde bir iştir, yargıçlık.
YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ. Star