Türk Hukukunda tıbbi müdahaleler, ulusal nitelikte olan düzenlemelerin yanında Türkiye’nin de taraf olduğu Uluslararası anlaşmalar ile de dayanak bulabilmektedir. Ulusal düzenlemeler de ilk olarak karşımıza çıkan düzenleme; Anayasa’nın sağlık hakkını düzenleyen 56’ncı maddesine göre “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir”. Ayrıca, devlet herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamakla yükümlüdür. Yine Anayasa’nın 17’nci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, “tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz”. İlgili madde göre bir bireyin vücut bütünlüğünü ihlal edilmesinin tek meşru tarafı “kanunda yazılı haller” ve “tıbbi zorunluluklar” olmaktadır. Yine Türk Medeni Kanunu’nun 24’üncü maddesi; “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” Düzenlemesine sahiptir. İlgili madde de bireylerin kişilik haklarını koruma altına almakla beraber, kişilik haklarının zedelenmesinin meşru kaynağı olarak yalnızca “rıza” ve “özel yahut kamusal yarar ile kanunun verdiği yetkinin kullanımı” gösterilmiştir.
Anayasa, vücut bütünlüğüne dokunulamayacağı temel ilkesini vurgulamakla birlikte, ilkeye iki istisna da getirmektedir:
- Tıbbi zorunluluklar
- Kanunda yazılı haller.
Her iki hal bakımından da bir kısım istisnaları olsa bile, ilgilinin rızasının alınması gereklidir. Rızanın haklı sebep olmaksızın verilmemesi ve buna karşın, tıbbi bakımdan müdahalede zorunluluk olması halinde hâkimden karar, başka bir deyişle hükmen izin alınacaktır. Rıza konusu, Türk Medeni Kanunu 23. Ve 24. Maddeler, Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun ile Hasta Hakları Yönetmeliğinin 5/d, 22,23 ve 24. Maddesinde ayrıntılı bir şekilde tarif edilmiştir.
Yönetmeliğin 24. Maddesinde düzenlendiği şekliyle, rıza açıklaması, açık irade beyanıyla veya yapılan müdahaleye engel olmayarak, örtülü olarak verilebilir. Bu anlamda rıza verildiği anda, müdahale hukuka uygun hale gelmiş olacaktır. Açıklama, tıbbi müdahaleden önce yapılabileceği gibi müdahale sırasında yapılabilecektir. Tıbbi müdahaleden sonra yapılan rıza açıklaması, tazminat sorumluluğunu ortadan kaldıracak ancak ceza sorumluluğu devam edecektir. Hastanın rıza iradesi, hata, hile veya tehdit gibi davranışlarla sakatlanmış durumdaysa, bu rıza geçerli olmayacaktır. Bu şekilde alınan rızaya dayalı tıbbi müdahale hukuka aykırı olmakla, ceza ve tazminat sorumluluğu devam edecektir.
Hastanın neye rıza gösterdiğini bilmesi için hastanın, hekim tarafından önceden müdahalenin türü, şekli, yararları, riskleri, alternatifleri konusunda ayrıntılı olarak bilgilendirilmesi, aydınlatılması gerekir. Bu aydınlatma, rızanın en önemli geçerlilik şartlarından biridir. Aydınlatma yapılmadan alınan bir rızaya dayanılarak yapılan müdahale, hastanın kendi geleceğini tayine ve kişiliğine yapılmış bir saldırı olacaktır.
Hasta vermiş olduğu rızayı, tedaviyi reddetme ve durdurulmasını isteme hakkı çerçevesinde her daim geri alabilecektir. Bu halde, tıbbi bakımdan doğabilecek olumsuz sonuçların sorumluluğu hastaya ait olacaktır. Doğacak sonuçların neler olabileceğinin hastaya veya kanuni temsilcileri ya da yakınlarına anlatılarak, yazılı belge alınması gerekecektir. Tıbbi bakımdan hastanın hayatının tehlikeye düşeceği bir anda, tedaviyi durdurma veya reddetme talebi, tedaviye devam eden hekimin sorunluluğuna ise yol açmayacaktır.
Hasta tarafından verilecek rızanın, somut bir tıbbi müdahaleye yönelik olarak verilmesi gerekir. Verilen rıza, o tıbbi müdahalenin kapsamındaki, müdahalenin tatbiki açısından gerekli olan işlemleri de kapsar. Buna karşın genel ve soyut nitelikte verilen rıza geçerli olmayacaktır.
Rıza açıklaması ayırt etme gücüne sahip hastalar bakımından bizzat verilecektir. Ayırt etme gücü, hastanın ‘yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun davranma yeteneğinden yoksun olmayan onay verenin, önerilen tıbbi müdahalede karşılaşabileceği ya da reddettiğinde doğabilecek sonuçları makul şekilde anlama ve değerlendirme yeteneğine sahip olması halidir’. Ayırt etme gücüne sahip küçükler bakımından onların rızası ile kanuni temsilcilerinin rızası aynı anda alınacaktır. Buna karşın ayırt etme gücüne sahip olmayan hastalar bakımından rıza kanuni temsilcilerinden alınacaktır. Hasta velayet altında ise, rıza, anne-babadan, vesayet altında ise vasiden rıza, vesayet makamı sulh hukuk hakiminden ise izin alınacaktır.
Yine insan vücudunun bilimsel ve tıbbi deneylerde kullanılabilmesini de kişinin muvafakat (rıza) göstermesi şartına bağlamaktadır.
MK.m.23’e göre, “insan kökenli biyolojik maddelerin alınması, aşılanması ve nakli”, ancak vericinin “yazılı rızası ile mümkündür. “Ancak, biyolojik madde verme borcu altına girmiş olandan edimini yerine getirmesi istenemez; maddî ve manevî tazminat isteminde bulunulamaz”.
MK.m.24, ilk fıkrasında kişilik haklarına yönelen her saldırının hukuka aykırı sayılacağı ilkesini vurguladıktan sonra; ikinci fıkrada 1988 yılında yapılan bir değişiklik, 2001 değişikliğinde aşağı yukarı aynı cümlelerle tekrarlanmış ve onaylanmıştır. Bu fıkraya göre, kişilik haklarına yönelik bir saldırı, ancak üç halde hukuka uygun sayılabilecektir.
a. kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası
b. daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar
c. kanunun verdiği yetkinin kullanılması
1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunun 70. maddesi de, rıza şartını tedavinin temel bir unsuru olarak belirlemiştir: “Tabipler, diş tabipleri ve dişçiler, yapacakları her nevi ameliye için hastanın, hasta küçük veya tahtı hacirde ise veli veya vasisinin evvelemirde muvafakatini alırlar. Büyük ameliyei cerrahiyeler için bu muvafakatin tahriri olması lazımdır. (Veli veya vasisi olmadığı veya bulunmadığı veya üzerinde ameliye yapılacak şahıs ifadeye muktedir olmadığı takdirde muvafakat şart değildir.) Hilafında hareket edenlerden alakadarın şikayetine bağlı olmak şartiyle on liradan iki yüz liraya kadar hafif cezai nakdi alınır”.
Hasta Hakları Yönetmeliği de Beşinci Bölümünü bu konuya ayırarak “Tıbbi Müdahalede Hastanın Rızası” başlığı altında m.24-31’de ayrıntılı hükümler getirmektedir.
Çok yaygın olmamakla birlikte, yargı kararlarında da her tıbbi müdahalenin hastanın farazi veya gerçek iradesine uygun olması gereği özellikle vurgulanmaktadır
Tıbbi müdahalede genel kural, hastanın rızasının alınması olsa da rızanın aranmayacağı haller de Hasta Hakları Yönetmeliğin çeşitli maddelerinde düzenlenmiştir.
Emsal olarak 31. Maddeye göre; hastaya tıbbi müdahale yapılırken, işlemin genişletilmesi gereği doğduğunda ve müdahale genişletilmediği takdirde hastanın bir organının kaybı veya fonksiyonunu ifa edemez hale gelmesine yol açabilecek zorunluluk hallerinde rıza olmadan da müdahale genişletilebilir.
22/2-3 maddesine göre; bir suç işlediği şüphesi bulunan kişinin ve suçun delillerinin kendisinin veya mağdurun üzerinde olduğu düşünülen hallerde, bu delillerin ortaya çıkarılması için şüpheli ve mağdurun tıbbi müdahaleye tabi tutulması hâkimin kararına, gecikmesinde sakınca bulunan haller bakımından ise savcının talebine bağlıdır.
24/1: Tıbbi müdahalede, küçük veya kısıtlı bulunan hastanın ifade gücünün olmadığı, velisinin veya vasisinin bulunmadığı veya hazır olmadığı hallerde, rıza aranmaz.
İnsan Hakları Biyotıp Sözleşmesi Madde 9; "Müdahale sırasında isteğini açıklayabilecek bir durumda bulunmayan bir hastanın, tıbbî müdahale ile ilgili olarak önceden açıklamış olduğu istekler gözönüne alınacaktır.” şeklindedir. Hasta Hakları Yönetmeliği’nde 2014 yılında yapılan değişiklikler ile de bu konuya ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Hasta Hakları Yönetmeliği madde 24/5-6 “Tıbbi müdahale sırasında isteğini açıklayabilecek durumda bulunmayan bir hastanın, tıbbî müdahale ile ilgili olarak önceden açıklamış olduğu istekleri göz önüne alınır. Yeterliğin zaman zaman kaybedildiği tekrarlayıcı hastalıklarda, hastadan yeterliği olduğu dönemde onu kaybettiği dönemlere ilişkin yapılacak tıbbi müdahale için rıza vermesi istenebilir.” şeklindedir.
24/7: ‘Hastanın rızasının alınamadığı, hayati tehlikesinin bulunduğu ve bilincinin kapalı olduğu acil durumlar ile hastanın bir organının kaybına veya fonksiyonunu ifa edemez hale gelmesine yol açacak durumun varlığı halinde, hastaya, tıbbi müdahale rızaya tabi değildir. Bu durumda hastaya gerekli tıbbi müdahale yapılarak durum kayıt altına alınır. Mümkünse, orada bulunan yakını veya kanuni temsilcisi, mümkün değilse, tıbbi müdahale sonrası hastanın yakını veya kanuni temsilcisi bilgilendirilir.’
Salgın hastalık mağduru kişiler, akıl hastaları, alkol ve uyuşturucu madde bağımlılarının, açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerinde bulunanların tedavisi ve delil elde edilmesi amacıyla, ilgilinin rızası alınmaksızın tıbbi müdahale yapılabilir.
Hasta Hakları Yönetmeliği de sağlık mevzuatında yer alan farklı ve özel kuralları genel ve ortak bir ehliyet formülüne bağlamıştır. Hüküm şu şekildedir
“Tıbbi müdahalelerde hastanın rızası gerekir. Hasta küçük veya mahcur ise velisinden veya vasisinden izin alınır. Hastanın, velisinin veya vasisinin olmadığı veya hazır bulunamadığı veya hastanın ifade gücünün olmadığı hallerde, bu şart aranmaz.
Kanuni temsilci tarafından muvafakat verilmeyen hallerde, müdahalede bulunmak tıbben gerekli ise, velayet ve vesayet altındaki hastaya tıbbi müdahalede bulunulabilmesi; Türk Medeni Kanunu’nun 272’nci ve 431’inci maddeleri uyarınca mahkeme kararına bağlıdır.
Kanuni temsilciden veya mahkemeden izin alınması zaman gerektirecek ve hastaya derhal müdahale edilmediği takdirde hayatı veya hayati organlarından birisi tehdit altına girecek ise, izin şartı aranmaz”.
Yine, 4271 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 284. Maddesi gereği, soy bağının tespiti için zorunlu olan ve sağlık bakımından sakınca yaratmayan kan ve doku alımına, tüm ilgililer rıza göstermek zorundadır. Rıza verilmezse, hâkim bu incelemenin zor kullanılarak yapılmasına karar verebileceği gibi, bundan beklenen sonucu, rıza göstermeyen tarafın aleyhine doğmuş sayabilir.
Aşılar ile ilgili olarak kişilerin rızasının gerekli olup olmadığı hususu tartışmalıdır. Koruyucu da olsa, aşı bir tıbbi müdahaledir ve bu nedenle tıbbi müdahalenin genel şartlarına ve bu arada da “rıza” şartına bağlı olması gerekmektedir. Rıza şartının aranmaması için açık bir yasal düzenlemeye ihtiyaç bulunmaktadır. Türkiye’de Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda belirtilen aşılar dışında hiçbir aşı zorunlu değildir. Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 72. ve 57. maddesi gereği; sağlık bakanlığının öncelikle sağlığı belirlemesi ve ondan sonra aşı zorunluluğu söz konusu olabilir. Diğer taraftan çocuklar bakımından; aşının koruyucu niteliği uzun vadeli olup, acil bir tehlike söz konusu değildir. Fakat çocuğun sağlığı bakımından acil bir zorunluluk içermesi durumunda anne baba rızası olmaksızın çocuğa zorla aşı yapılabilecektir. Kamu sağlığının korunmasına ilişkin müdahalelerle rıza olmasa dahi olanak veren hükümlerin çoğu 1930 tarihli 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda düzenlenmiştir. Kanunun, ikinci bölümünün başlığı “Memleket dahilinde sari ve salgın hastalıklarla mücadele” şeklindedir. Kanunun 57. maddesinde sayılan hastalıkların bildirilmesi mecburi olup, 64. maddeye göre Sağlık Bakanlığı bu konuda kanunda gösterilen tedbirleri almaya ve 67. maddeye göre de bu hastalıklarla ilgili olarak hekimler hastanın yanına girmeye, hastayı ve icabına göre evin sair sakinlerini muayene etmeye yetkilidirler. 71. maddeye göre, hasta olanlar tecrit edilip tedavi altına alınabilecek, serum veya aşı uygulanabilecektir. Aynı kanunun 88. maddesine göre, Türkiye’deki herkes çiçek aşısı yaptırmaya mecburdur.
Umumi hıfzıssıhha Kanunu Madde 57 gereği, “Kuduz hastalığının ve Kuduz şüpheli temasının bildirimini yapmak, kurumu ne olursa olsun bütün sağlık kuruluşları ve personelinin görevidir.”. Kuduz Aşısı ve İmmünglobülin uygulanmasına karar verme yetkisi hekime aittir. Aşı ve immünglobülin uygulanması hekim denetimi ve sorumluluğunda Yönerge doğrultusunda yapılmalıdır. Tedavilerini aksatan kişiler aranmalı, eğer hala aksatıyorlarsa hastanın kolluk kuvvetleri eşliğinde getirilmesi için ilgili birimlere resmi yazı yazılmalıdır. (Umumi hıfzıssıhha Kanunu Madde 65).
1961 tarihli Genel Kadınlar ve Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünde Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü’nün 25. maddesi uyarınca, “Bütün genel kadınlar, izinli olsalar dahi, haftada iki defa, 23’üncü maddede yazılı kadınlar da, on günde bir defa kendilerini resmi tabibe muayene ettirmeye mecburdurlar.” Aynı tüzüğün, 32. maddesine göre; Yapılan muayene sonucunda Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 129’ uncu maddesinde yazılı hastalıklardan birine tutulmuş olduğu anlaşılan genel kadınlar, Kanunun bu maddesine göre sanatlarını yapmaktan menedilerek haklarında aşağıda yazılı işlem uygulanır:
a) Cüzzam ve ilerlemiş verem hastaları, gereken işlemin yapılması için mahalli sağlık ve sosyal yardım müdürlüğüne, hükümet veya sağlık ocağı tabipliğine bildirilir.
b) Zührevi hastalıkların her türlü şekilleriyle, uyuz empetigo ve entertrigo hastalıklarına yakalanmış olanlar, revir ve hastanede tedavi altına alınır. Her iki haldede, bu kadınların sanatlarını yapmaktan menedildikleri zührevi hastalıklarla mücadele teşkilatının icra kısmına yazı ile bildirilir. 1531 Zührevi bir hastalığa tutulduğu anlaşılan ve hastalığı etrafına bulaştıracağından şüphe edilen 23’üncü maddede yazılı kadınlar hakkında da bu maddenin (a) ve (b) bentleri hükümlerine göre işlem yapılır. İlgili tüzüğün zorunlu tıbbi müdahaleye ilişkin diğer düzenlemeleri ise 44. ve 45. maddede yer almaktadır. Genel kadınlarla 23. maddedeki kadınların uymaya mecbur olduğu hükümler:
Madde 44 –Resmi tabip tarafından muayeneye tabi tutulan veya resmi veya özel tabip tedavisi altında bulunan bütün genel kadınlar, 23. madde de yazılı kadınlar, belirtilen gün ve saatlerde kendiliklerinden muayeneye gelmeye mecburdurlar. Muayeneye ve tedaviye günlerinde gelmeyen veya 38 inci madde hükümlerinden faydalanarak özel tedaviye tabi olup da tedavilerini yaptırmadıkları bu tabip tarafından bildirilen kadınlar, zorla getirilerek resmi tabip muayene ve tedavisine konulurlar. Bu tutumları tekerrür eden kadınlar, mevcut genelevlerden birine bağlanırlar.
Madde 45 – Genel kadınlar, zührevi hastalıklar ve fuhuşla mücadele komisyonunun icra kısmına bağlı memurlarına istek üzerine, hüviyet muayene cüzdanlarını göstermeğe mecburdurlar. Memurlar bu cüzdanları icabında gözden geçirmek ve sahibinin muntazaman muayeneye gidip gitmemiş olduğunu incelemekle mükelleftirler. Gününde muayenelerini yaptırmamış olan genel kadınlarla hüviyet muayene cüzdanlarını yanlarında taşımayanlar derhal tabibe muayeneye gönderilir ve o zamana kadar tecrit ve sanatını yapmaktan menedilir. Bunlardan hasta çıkanlar hakkında bu Tüzüğün mahsus maddeleri gereğince işlem yapılır.
1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nun 3/l-1 bendi “Engelli çocuk doğumlarının önlenmesi için, gebelik öncesi ve gebelik döneminde tıbbi ve eğitsel çalışmalar yapılır. Yeni doğan bebeklerin metabolizma hastalıkları için gerekli olan testlerden geçirilerek risk taşıyanların belirlenmesine ilişkin tedbirler alınır.” Düzenlemesine sahiptir.
Bilhassa seyahat durumlarında yapılması zorunlu olan tıbbi müdahalelerde;
- 1972 tarihli Uluslararası Sağlık Tüzüğü gereği, belirli ülkelere seyahat eden kişilerin sarıhumma aşısı yaptırmaları zorunludur.
- 1 nolu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 352/1-c maddesi Sağlık Bakanlığı’nın görevleri arasında, uluslararası önemi haiz halk sağlığı risklerinin ülkeye girmesinin önlenmesi de vardır. Ancak, bu hüküm hasta olan veya bulaşıcı hastalık taşıyan kişilerin önlenmesi bakımından tedbir alma yetkisi vermekten kişiyi zorla tedavi altına alma yetkisi vermemektedir. Böyle bir müdahale için gerekli olan yasal düzenleme Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda yer almaktadır. Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 49. maddesi deniz, aynı kanunun 54. maddesi kara sınırları için, 56. maddesi ise hava nakil araçları için düzenleme içermektedir.