Bir şeyin yasada tanımı yoksa bir ihtilaf çıktığında o şeyin “her şey” olduğu iddia edilebilir. Hayat, her zaman yasanın önünden gider. Ancak hayat ile yasanın arası açıldıkça toplum düzeni, onarılması güç bir şekilde bozulmaya başlar. Yasa koyucu, hayatı hızlıca kavramalı ve muhtemel mağduriyetler ortaya çıkmadan kendi görüşünü ve düzen talebini ortaya koymalıdır. Bu çerçevede yasa koyucu, sorunu ve sorunun temelinde yatan kavram/ları tanımlamalı, o sorunun çözüm yollarına dair usul ve esasları topluma sunmalıdır. Aksi halde bu geç kalma mahkeme salonlarını, yasanın ve onun öngörülerinin değil “her şeyin,” “her şekilde” tartışıldığı birer kakofoni ortamına dönüşmesine sebep olur.

Türkiye’nin, sayısı gün geçtikçe artan “tiny house”lar konusunda geldiği nokta da tam olarak budur. Türkiye’de vatandaşlar her geçen gün gerek dünyadaki trendi takip ederek gerekse deprem sonrası korkularıyla “tiny house”ları daha fazla tercih etmeye başladı. Bu tekerlekli yeni evler için yasa koyucu hala tatmin edici tanımlar ve kurallar getirmekten uzaktır. Böylece her ilde hatta ilçede “tiny house”lar hakkında idarelerce farklı uygulamalar yapılıyor, açılan davalarda birbirinden farklı ve çelişen kararlar veriliyor ve mahkemeler yasada bir tanım veyahut gösterge bulamadıklarından her bir mahkeme her bir “tiny house” davasını birbirinden bağımsız davalar gibi değerlendiriyor. Pratikte ortaya çıkan bu durum, doğal olarak hukuk devletini, yani hukuk güvenliği ile hukukun herkese eşit uygulanması gerektiği temel prensiplerini işlemez hale getiriyor.

Oysa hukuk devleti, kişilerin kendilerine uygulanabilecek kuralları ve kuralların olası sonuçlarını önceden bilebilmesini, davranışlarını bu kurallara göre ayarlayabilmesini, böylece olası yaptırımlardan kaçınırken hukukun kendisine tanıdığı imkân ve fırsatları kullanabilmesini, -hukuk normlarının ve mahkemelerce uygulamasının öngörülebilir olmasını- gerektirir. Öte yandan önceden belirlenmiş, öngörülebilir bir hukuki çerçevede hareket eden kamu kurumlarının da keyfilik içinde hareket etmesi, kişiye, duruma ve zamana göre değişen işlem ve eylemlerde bulunması engellenmiş olur.

Özellikle pandemiden sonra sayıları artan “tiny house”larla ilgili 2024 yılına geldiğimizde tanımı, çerçevesi ve kuralları belli olan bir yasamız olması gerekirdi. Ancak halen belediyelerin, bu mobil evlerle alakalı sorumluluklarını, haklarını ve yetkilerini tanımlayan standartları oluşturmaktan çok uzak olduğunu görünüyoruz.

Peki henüz standardize edemediğimiz “tiny house”larla ilgili belirsizlik nereden kaynaklanıyor? “Tiny house”larla ilgili Ülkemizde mevcut kısa ve yetersiz düzenlemeyi anlamada “römork” kavramı önem taşır. Römorkun tanımını ilk olarak 1983 yılında yürürlüğe giren Karayolları Trafik Kanunu’nda buluyoruz. Buna göre “Motorlu araçla çekilen insan veya yük taşımak için imal edilmiş motorsuz taşıt” römork olarak adlandırılır. Başlangıçta römorkların üzerine eve benzeyen yapılar inşa edildi ve bu yapılara plaka verilmesi yönünde bir teamül gelişti. Bu teamüle yol açan, mevzuattaki belirsizlikten istifade edilmesiydi. Zira, mevzuat römorklara göre hazırlanmıştı. Çekme karavanlar ortaya çıktığında yeni bir düzenleme yapmak yerine römorkla ilgili düzenleme, çekme karavanlar için de kullanıldı. Ancak çekme karavanlar römorklarla kıyaslandığında içinde bir hayat kurmaya daha uygundu. Böylece zamanla çekme karavanlar, dört başı mamur evlere dönüştü. Yakın zamana kadar belediyelerin de çekme karavanları bir sorun olarak algılamadığını görüyoruz.

Ancak römorkların üzerindeki unsurların gittikçe eve benzemeye başlaması ve sayılarının ciddi oranda artması; belediyelerin bu araçları kendi yetki ve sorumluluk alanlarına giren yapılar olarak görmesine yol açtı. Bu aşamadan sonra belediyeler ve il özel idareleri, artık bu yapıların kendi alanlarına girmeye başladığını düşünerek bu yapılar hususunda aktif bir pozisyon almaya başladılar. Bu aktif pozisyon almada her belediye kendi algısı ve ihtiyaçlarına göre bir uygulama içine girdi. Bugün hala çekme karavanları ve “tiny house”ları düzenleyecek bir mevzuatımız olmamasının sıkıntılarını yaşamaya devam ediyoruz.

Bugün “tiny house” meselesi, artık daha fazla göz ardı edilemez. “Tiny house” büyük bir sektör halini almış durumdadır. Hatta “tiny house” üreticileri dernekleştiler bile. Bugün “tiny house” üreticileri kendi fuarlarını ve çalıştaylarını organize edecek düzeyde büyümüş ve ekonomide önemli bir sektör haline gelmiştir. Buna karşın, “tiny house”ların yasal statüsü tam olarak belirlenmedi. Oysa yasa koyucunun, “tiny house”u tanımlayan, belediye ile ilişkilerini belirleyen bir perspektifi bir an önce yürürlüğe koyması gerekiyor.

“Tiny house” ile ilgili elimizdeki yasal düzenlemeler oldukça sınırlı. Örneğin Turizm Tesislerinin Niteliklerine İlişkin Yönetmelik 35/A-1’de “tiny house”lara turizm sektöründe kullanılması bağlamında bir tanım ve çerçeve getirildiğini görüyoruz. Zira bu madde yalnızca 5 ile 49 “tiny house”un bir arada bulunduğu tesislerle ilgili bir düzenlemeyi öngörüyor. Bu sayıların dışında kalan ve/veya turizm işletmesi niteliğinde olmayan “tiny house”ların yasal statüsü ise hala belirsiz. Özellikle tekil “tiny house”ların kullanımı ile ilgili kanunda bir boşluk bulunuyor. Ancak hukuk, belirsizlik ve boşluk kaldırmaz. Zira belirsizlikler daima ihtilaflara, çatışmalara yol açar ve hukuka, hukukun üstünlüğüne olan güveni zedeler.

Mahkemeler önüne gelen davaları değerlendirmek için yeterli hukuki düzenleme bulamıyor ve topu bilirkişilere atıyorlar. Bilirkişiler konuyu değerlendirmelerine yarayacak bir kanundan yoksun olduğundan bulabildikleri en yakın kanun maddeleriyle ilişki kurarak bir değerlendirme yapıyor. Ülkenin farklı yerlerinde farklı bilirkişiler ve mahkemeler kendi akıllarına en çok yatan karara varıyor. Böylece birbirine emsal bile gösterilemeyecek ve her biri ayrı telden çalan mahkeme kararları üst üste yığılıyor. “Tiny house”larla ilgili mahkeme kararlarının neticesi bir tesadüfe dönüşüyor ve kararın kimin lehine çıkacağı şansa kalıyor. Oysa hukuk şans değil adalet, kaos değil düzen sağlamakla mükelleftir.

Öte yandan mobil evler olarak nitelenebilecek “tiny house”lar, bazı sahipleri tarafından imar mevzuatını dolanmanın bir aracı olarak görülmeye başlanmıştır. Bu durumda yetkili makamlar da mobil ev uygulamasını imkânsız hale getirmek için bu araçların imar mevzuatına tabi bir yapı sayma yoluna gitmektedirler. Böylece imar mevzuatına uygun bir şekilde inşa edilmiş bir yapı olmadıklarından bahisle bu araçlar hakkında yapı tatil tutanağı tutulmakta, buna bağlı olarak da yıkım kararı alınmaktadır. Ancak sahibi tarafından araç muayenesine götürülüp muayeneden geçebilecek olan bir aracın “yapı” sayılmasını izah etmek hayli zordur. Üstelik uygulamada yıkım kararı verildikten sonra söz konusu araçların yediemin otoparkına götürülmesi bu uygulamanın tuhaflığını bir kez daha göstermektedir. Zira bir yapının, “otoparka” çekilmesini anlamak zordur.

Halbuki mobil evlerin imar mevzuatını dolanmak için kullanılıp kullanılmadığı bambaşka bir meseledir. Eğer böyle bir tespit ve bu tespitin gerektirdiği düşünülen önlemler söz konusuysa yasal düzenlemeler marifetiyle çeşitli sınırlamalar yahut yasaklar getirmek mümkündür. Ancak şu andaki sorun idarenin yetkili makamlarınca ruhsatlandırılmış araçların herhangi bir açık ihlal olmamasına rağmen mevcut mevzuatın ve mantık kurallarının zorlanarak mevcut hak sahiplerinin hukuki ve maddi zarara uğratılmasından ibarettir.

SONUÇ

Kanunun yalnızca çıkarılması değil kendi konu edindiği alanı ne zaman düzenlediği de son derece önemlidir. Bir yaraya, onun henüz büyümediği, tehlike arz etmediği aşamada yapılması gereken müdahale ile kangren olunca yapılan müdahale çok farklıdır. İlkinde daha hafif bir tedbir, tedavi ile yara iyileşebilecekken diğerinde ilgili uzvun kesilmesi, kaybı söz konusudur. Ayrıca geç kalınan her gün bu alanda yeni sonuçlar ve sorunları beraberinde getirmektedir ve yasa nihayet yapıldığında birtakım sorunları ortadan kaldırma gücü olmayabilecektir.

Uygulamada gördüğümüz üzere belediyeler de kendi yetki alanlarını kendileri belirlemekte ve neyi “tiny house” sayıp neyi saymayacaklarına standart bir modelle karar vermemektedirler. Kanunda “bazı” “tiny house”lar için yapılan yetersiz tanım tıpkı bir lokantada sunulan az çorbaya benzemektedir. Ancak nefis köreltecek kadar kanun olmaz. Kanunda tanımlar tam, kapsayıcı ve etkili olmalıdır. Kötü niyetli uygulamaların önüne geçmek ve daha fazla mağduriyet ve ihtilaf yaratmamak için bir an önce tam tanımı yapılmış bir tiny house kanuna ihtiyacımız olduğu gün gibi açıktır.

Av. Gökhan BİLGİN & Hukuk Öğrencisi Burak Alp SAĞLAM